• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Yüzü ve tersi

7'lerin hikmeti: Ahmet Güntan'ın 7'li Hitapları...

Ahmet Güntan

FATİH ÖZGÜVEN

@e-posta

DENEME

14 Ağustos 2025

PAYLAŞ

Çölde bir kaynağın sesi gibiyim

Çölde bir kaynağın sesi gibi değilim

Kaynağın kendisiyim çölde.

Voyıcır 2

İlk şiirlerinde Ahmet Güntan genellikle birisine seslenir, arzuyla. Beyaz Peugeot’lu çocuğa: “… bir gün buradan gideceğim/ sen kontağı çevir vitesi ikile beni unutma” Dük L. Visconti’ye: “ …ah dük Visconti!”

Birisine seslenirken, aslında kendi kendiyle konuştuğunu, hatta tartıştığını da gizlemez. Bu Romeo ve Romeo’nun ikizlerinde, Çoklu Tekrar’da durmadan yuvarlanan Moebius döngüleri haline gelir. “Dük L. Visconti”de şöyle der: “Sesin yaprakların yere çarpmasından çıktığını anlayamadım/ ‘Ses yaprakların yere çarpmasından çıkıyor,’ diyemedim/ ‘Ses yapraklardan geliyor’ demediğim için/ yaprakların yere çarpmasından bir ses çıkmıyordu.” Şair söylemezse yaprak düşmezmiş..

Bu söyleyiş bana Eliot’un “Kutlu Çarşamba”sının açılış dizelerini hatırlatır: “Ümit etmediğim için/ dönmeyi yeniden/ Ümit etmediğim için/ Ümit etmediğim için/ dönmeyi/ Bu şahsın yeteneğini, şu şahsın ufkunu arzulayarak/ Artık böyle şeyler için çabalamaya çabalamıyorum/ (Neden açsın kanatlarını ihtiyar kartal?)”

Eliot’un güzel anaforunun ‘ihtiyar kartal’ ile bitişi beni her seferinde güldürür ve 30’lu yaşlarının sonlarında yazdığı bu şiirde (Anglikan kilisesine intisap edişine denk geliyormuş) hep ihtiyar ruhlu Eliot’ın ipin ucunu kaçırdığını düşünürüm. Gene de ‘ipin ucunu kaçırmak’, ruh ne yaşta olursa olsun, gençliğin şanındandır. Ahmet Güntan’da da benzer örnekler az değildir. Meşhur “Gençken, güzelken, karnımız aşağıya dümdüz inerken…” dizesini bugünün post-fitness çağında okurken insan hafifçe tebessüm ediyor. Patrick Bateman olsa “Artık hepimizin karnı dümdüz” derdi.

Gerçi her şeyi kendisiyle ve zıddıyla seven ‘tartışmacı-karşı tartışmacı’ Ahmet Güntan sesi şöyle diyecek: “Romantizm ölmeden ölmek isterdim ben – ki romantizm benden önce ölmüş şeylere verilen özel isim olmasın, benden sonra da devam etsin, beni de içine aldıktan sonra ölsün–” (“Omurgama.”, 7’lik Hitaplar.) Peki.

70. yaşını kutlayan Ahmet Güntan’ın 7’lik Hitaplar.’ında görece bir durmuş-oturmuşluk var. Bu belki ‘7’li formdan da ileri geliyor. Aslında her zaman mizahla kırılabilecek, gevşetilebilecek bir romantizmden de bahsedilebilir. Umutsuzluğa. adlı hitaptaki nakarata bir tane daha katacak olursak: … umutsuz mizah– olur.

Yaşlılığın tariflerinden biri, hep göregeldiğimiz şeylere uzun uzun bakma itiyadı geliştirmek sayılabilir. Hâlâ bir miktar şaşırarak, ama bir ‘önceden görmüşlük’le – ikisinin karışımı. Bir şeye yakından bakma itiyadına Robert Burns’un (297 yaşında, hâlâ genç) “Bir Fareye” şiirinden Samuel Beckett’e (hep yaşlıca) kadar çeşitli yazarlarda rastlanır. Burns, toprağı bellerken karşısına çıkan ‘minnacık, yüreği ağzında, tir tir titreyen’ fareciğe seslenir. Beckett’in kahramanları Krapp ve Winnie uzun uzun bir muzu ya da tarağı incelerler. Ahmet Güntan ‘yağmurla şişmiş kedi maması’na bakar.

Belki artık birine seslenmek kanıksandığından, çoktan bilinir olan ‘şeyler’e yeniden bakılır. Seslenilir. Burns ve faresi varsa, Ahmet Güntan’ın da “Çiçekleri Yiyen Keçiye.”si vardır. “Çiçekleri yediğin için sana kızdım, kızmasaydım insan olan insan sayılmazdım…” ‘Tatlı keçi’ye sanki bir parmak sallama ve aynı zamanda da bir itiraf gibi: “artık ‘insan olmayan’la pazarlık edeceğim. İnsan olmadığı için onu yüceltmeyeceğim.”

Bazen de tersi olur:

Aramızda aşk olamaz, ne yazık– kurumaya yüz tutan

yapraklarınla karnımdan aşağı dolaşsaydın.

 

Olsa olsa düşünceye dayalı bir derinlik olabilir aramızda – ben

sana bakıp seni düşünebilirim.

 

Sonunda aydınlanan ben olurum sen değil- sen niye aydınlanasın ki, imreniyorum sana.

 

(“43 yapraklı küçük meşe dalına.”)

Ya da “Bezelyeye.”:

Sahip olduğun deneyimi anlamaya çalışarak ayıkladım seni,

Karnını açtım, çok güzelsin bir kere, onu baştan söyleyeyim

 

Kabuğunu iki uçtan bastırınca viking teknesi oldun, formlar

Birbirini doğuştan mı hatırlar?

…

Ben bezelye değilim ama seni anladım–

“Yalnız Merdivene.”, “Acı bibere.”, “Beyaz Dona.” hitaplarında bu bir şeye durup yakından bakma sahnesi kabarır, hitabın kabının kenarlarından taşar, şey’le birleşme ya da onunla birlikte başka bir şey olma arzusu kâh ‘evet’e kâh ‘hayır’a doğru saçaklanır.

Her şey aynı anda olur, sıraya biz sokarız

…

Epey bakındım seninle aynı hizadan, ya ne güzel seninle böyle

kardeş gibi, beni yanında hissettin mi?

 

Çok oyalandım ben gidenlerin arkasından, sen öyle yapma.

 

(“Yalnız merdivene.”)

Beyaz Peugeot’da ‘güneşin altında radyo dinleyen çocuğa’ seslenişteki arzunun yerini ‘kardeş gibi’lik almış desek herkes itiraz etmeyebilir. Bir nasihat eşliğinde. Yaşlılığın illeti.

Derken:

En güzel halin, o seni giymiş uyurken hani o aylak duran

Erdemli sessiz halin.

Yana doğru savrulmuş bacağın şekillendirdiği kıçın üstünde

yalan söylememek için yaptığın ahlaki bir seçim olarak sakinliğin.

…

O kadar güzel koruyorsun ki barışı arayan yargılarımızın beyaz

ruhunu.

 

(“Beyaz dona.”)

 

Eşyanın bir işlevi de budur belki, ‘erdemli sessiz hal’. Dünyayla aramızdaki ilişki çok çıplak ve doğrudan olmasın diye, ‘yalan da söylememek için’, neredeyse ‘ahlaki bir seçim olarak’ bir ‘sakinlik’ sunmak. ‘Barışı arayan yargılarımızın beyaz ruhu’nu hatırlatmak. Birazdan sıyrılacak da olsa. ‘Nesnelerin rolü sessizliği yeniden tesis etmektir’ (Beckett, Molloy)

Bir ‘topraksı’ söyleyiş de var ki ara sıra Hitaplar’da, –Ahmet Güntan’da ara ara olur– okur önce bir ‘noluyoruz’la gerilir, bir Yaşar Kemal, bir Fakir Baykurt sadmesi yaşar.

‘Ben senin dayınım, amcan başkaları…’/ ‘İyi burası, kışı da namusunla yaşa git burada’/ ‘İnşaat kepçeleri geldi, sakin ol oğlum Ahmet’/ ‘Belki Irazca öldü, annesiz kaldı Türk kavmi’/ ‘Ah- şu güzelim dut ağacının altında yatsıdan sonra bizi serinleten o güzelim halk inancı … kayboldu… Herkes kendi saflık arayışı içinde tekbaşına kaldı köyde, ne hakikatsiz arayış bu saflık arayışı.’

Ahmet Güntan

Bu, Hitaplar’ın belli anlarındaki ‘saflık arayışı’nı görünmez yapmanın (birden çok tekbaşına mı gelir? çok ecnebi?) bir yolu mudur? Gelenekten, bazı deyişlerden, bir cemaatten kopmamayı arzu etmenin, hakikat denen şeye ancak başkalarıyla erişilebileceğini düşünmenin sonucu mu? “Kendine bir öznellik yaratmadan var olanların tarihini bulmak” dileği mi?

Her ne halse. Var demekle yetinelim böyle bir şey.

Köy kedisi Narin’e söylendiği gibi “Kimse kendi olanlığını geride bırakamaz” ise, 19 yaşındaki kıza “duyguları şubelere ayırmadan yaşamanın imkânsızlığından” bahsedilse de, dudağa hitapta “kendine bir öznellik yaratmadan var olanların tarihini bulsak– o tarihe kapanan kapı sensin” diye sitem edilse de, Ahmet Güntan’ın poetikası bir şeyi ortaya atan, sonra da onunla tam tersi arasında perendeler atan bir tenakuzlar poetikasıdır. “Anlama.” başlıklı hitapta, bir güneş ışığında kaybolup gidecek toz tanesi olan, en güzel hitaplarda bezelyede, duvara dayanan merdivende beliren ‘anlam’a:

Anlam güzel yavrucuğum, herkes seni arıyor, haberin olsun

…

Bulurlarsa yer seni bunlar, bana gel, benden kaçma, sana benden başka sığınak göremiyorum

 

Diye gel-gel ederken aynı zamanda murad edilen şudur:

 

Arkamdan, Yaşarken Strand’deki Merkezi Töz’ü ele geçiremedi

Ama dünyada bulunmanın yarattığı imkanları o gördü deseler,

 

Tüme varmayış, öylelik– bunları o anladı.

Sevdiğimiz Ahmet Güntan; ânında tersine dönecek bir şemsiye de olsa, bu mütefekkirane duruş, içe bakış, bu dolu sükûnet, bu bir bacağı geride, ötekini öne doğru uzatmış taş koltuğunda oturan, harmanisinin kıvrımları mermere işlenmiş Antik çağ şairi edası…

Ama tabii her şey zıddıyla. 7’lik Hitaplar.’ın şakası da Hatip’in, terliklerini sürüyerek odadan çıkan küskün bir amca gibi “Bir Sonraki Yüzyıla.” bu yüzyıldan şekvacı olarak kitabını bitirmesi: 

Şiirimiz var, şairimiz yok, resim – var, ressamımız yok, beste – var, ama bestecimiz yok.

 

Ama, bir sonraki nefeste, gene gelecek yüzyıla:

 

Bizi böyle hatırla, şeylerin birbirine bağlarının bilincine vardıkça

bize söz verildiği gibi yükselmedi hayatımız.

 

(İşte bu! Bir miktar gözyaşı eşliğinde– ‘söz verildiği gibi yükselmedi hayatımız’)

Şiirin malum rüzgârıyla yıllar öncesinin başka bir dileği de çınlayabilir kulaklarımızda:

“Sen kontağı çevir, vitesi ikile, beni unutma”

7’lik Hitaplar.’ın güzelliği ‘Unutma!’ ile ‘Hatırla!’ arasında Ahmet Güntan olması.

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • 7’lik hitaplar.
  • ahmet güntan

Önceki Yazı

KRİTİK

Iréne Némirovsky:

“Gerçeğin karışıklığı,

sayısız bağlar sayesinde”

“Çehov’a yakıştırdığını yapıyor Némirovsky de, gerçeğin karmaşıklığına, güzelliğine, derinliğine işaret ediyor; bunun 'bir insandan ötekine, bir kederden bir sevince giden sayısız bağlar sayesinde' olduğuna dikkat çekiyor.”

BEHÇET ÇELİK

Sonraki Yazı

TARTIŞMA

Türkiye’de toplumsal düşünce ve romanda ideolojik yer değiştirme üstüne-I:

1960/70’lerde Marksist düşünce, sosyal bilimler ve özgülük arayışı

Zamanında sol bir kültürün içinde yer almış, hiç değilse öyle konumlandırılmış veya kendisini öyle tanımlamış bazı romancılar neden sol entelektüel çevrelerde değil, sağ entelektüel çevrelerde tartışılıyor?

HASAN BÜLENT KAHRAMAN
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist