• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Yeni yoksullar

“Yoksul Evler’de cılız bir umut olan çocuklardan hiç değilse birinin okuyup adam olması düşü aslında gerçekleşmiştir işte! Godot tüm görkemiyle geldi de diyebiliriz. Bütün bu genç insanların cep telefonları da, üniversite diplomaları da var. Ama büyükanne ve babalarının da, kendi anne babalarının da bunlar üstünden bekledikleri, umdukları kurtuluş yok olup gitti.”

Pınar Öğünç

SIRMA KÖKSAL

@e-posta

KRİTİK

4 Nisan 2024

PAYLAŞ

Kor Kitap’ın Yoksul Evler adıyla yayımladığı kitap, Orhan Kemal, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday, İsmet Yenisey ve Remzi Tozanoğlu’nun 1956 yılında yaptığı röportajlardan oluşuyor. Başta bulunan Demokrat Parti yoksulluğun adının anılmasını bile komünizm propagandası olarak yorumlayabileceği için Akşam gazetesinde bu adla değil de, Çok Çocuklu Aileler adıyla yayımlanıyor. Yıllar sonra gerçekte olması gereken adıyla yayımlanan ve her bir röportajın ayrı bir yazı konusu olabileceği bu kitapta Ayşe Buğra’nın önsözü ise ayrıca aydınlatıcı.

Yoksul Evler, 1956 yılında, yayla gibi Amerikan arabalarının şenlendirdiği yeni açılan bulvarların, hâlâ şapkayla çıkıldığı söylenen Beyoğlu’nun, sahipleri düşkünleşince satılmış köşk bahçelerine zarif villaların kondurulduğu Kadıköy yakasının, baharlarda erguvanlara bakılmaya gidilen Boğaziçi’nin ardındaki İstanbul’u anlatıyor. Varolan ışıltının harcının yaşamlarından karıldığı, varlıklarına ancak acımayla yaklaşmanızın hoş görüldüğü, başka türlü yaklaşacak olursanız komünist, vatan haini, servet düşmanı ilan edileceğiniz, dolayısıyla öykülerinin bile zapturapt altına alındığı yoksulların İstanbul’unu döneme ilişkin hiçbir incelemede karşılaşamayacağımız kadar ayrıntılı biçimde dile getiriyor.

Eyüp sırtlarında bir gecekondu mahallesi, 1965. Fotoğraf: Ara Güler

Uzun savaşlarla çökmüş bir imparatorluğun elden çıkmış topraklarından gelip İstanbul’da kalakalmış olanlar, köyden kente göçenler, sanayileşmenin gelişmesiyle ortadan kalkmakta olan geleneksel mesleklerin vasıfsız işçi konumuna gerileyen emektarları… Çoğu ancak insanlık dışı diyebileceğimiz koşullarda var kalmak savaşlarını anlatıyor. Çok çocuklu aileler aynı zamanda çok ölümlü ailelerdir. Şehrin kıyısında sadece kalan sağların debelenmeye devam edebildikleri bir hayat sürerler ve kurgu değil, gerçektirler. O nedenle de bir nefeste okuyup bitirmek pek mümkün değil bu kitabı. Hani bazı can acıtıcı romanlarda, filmlerde, kendinize hatırlattığınız gerçek olmadığı gerçeği bu kitapta hiçbir işinize yaramaz.

Ama yine de bildiğimiz şehir yoksulluğudur bu. 19. yüzyıl edebiyatından beri okuduğumuz, tanık olduğumuz, kodlarını deşifre edebildiğimiz bir yoksulluk. Hatta yoksulluk denince aklımıza gelenin tam da kendisi. Çoğunlukla acımanın nesnesi olan, mirasın sağladığı varsıllığı haklı çıkartmak için sık başvurulan “onun da babası çalışmış” cümlesiyle birlikte düşünüldüğünde aslında yoksulluğu acımanın kaderciliğiyle tembelliğin suçluluğu arasında bir yerlere oturtan bakışta bile varlığını görmezden gelemediğimiz yoksulluktur bu. Bu koyu karanlıkta tek ışıltı, tek umut kırıntısı bu çok çocuklardan hiç değilse birinin okuyup adam olmasıdır ki, eğitimin ilkokuldan başlayarak her aşamada parasız olduğu eski Türkiye’de bu düş nadiren de olsa gerçekleşebilirdi.

Eminönü yağ iskelesinde iş bekleyen hamallar, 1954. Fotoğraf: Ara Güler

Bu yoksulluğun görünürlüğü bize kapitalizm eleştirisinde büyük kolaylık sağlamakla kalmaz, karşı savunuyu da başını önüne eğip kader kısmet diye geveleyerek yan yollara sapmak zorunda bırakır. Ancak uzun zamandır başka bir dünyaya evrildik. Görünmezleşen bir yoksullukla yaşıyoruz. Amcaların “çıkar telefonunu” diye dayılanabilmesi o yüzden. Çünkü parası yurt yemeğine bile yetmediği için intihar eden öğrencinin de, iş bulamayıp ailesine yük olmamak için intihar eden gencin de, oğluna pantolon alamadığı için cebinde 10 lirayla intihar eden öğretmenin de cep telefonu var. Ev telefonunun bile seyrek olduğu günlerden herkesin zorunlu olarak cep telefonu kullanıcısı olduğu bu günlere, üstyapısı ışıldadıkça altyapısı çöken bu dünyaya böylesine hızlı geçiş herkesin yeteri kadar varlıklı olduğu algısını beslemeye yarıyor. Tüketicisi olmak zorunda bırakıldığımız bu devasa üretim elimizdeki nesneleri çoğalttıkça yoksulluğu da yaygınlaştırıyor ve görünmezleştiriyor. Yaşadığımız gerçeklik tüketim maddeleriyle perdelendi.

 


Bir grup gencin bir arkadaşlarının ölmüş dedesinin evindeki su sızıntısını, bir mutfakta, krom kaplı bacaklarında pas lekeleri olan bir masanın başında beklemesi kadar “saçma” ne olabilir? Parkelere gelmeden bu sızıntıyı kalkıp kurulamak için. Usta gelene kadar. Ama “saçma” birçok zaman gerçeğin en yalın halidir.

Pınar Öğünç
Şu Anda Burada mıyız?
Kolektif Kitap
Aralık 2023
160 s.

Pınar Öğünç’ün romanından söz ediyorum: Şu Anda Burada mıyız? Son dönemlerde üstüne çok konuşulan prekaryayı anlatıyor. Hayır, doğrudan bir yoksulluk yok bu kitapta, çok çocukluluk da yok. Tersine, her biri birbirini başka başka yerlerden tanıyan ve birçoğu da birbirinin tanışıklığı üstünden yeni tanışan Azra ve Doruk dışındakilerin otuzlu yaşlarda olduğu bir grup insan, ölmüş dedenin evine komşudan sızan suyun başını beklemektedir. Yoksul evlerin acılığı değil, ihtiyatla yaşanmış orta sınıflılığın döküntü gerçekliği vardır evde. Eski gömleklerden bakliyat torbalarının dikmenin, saklamanın, sözgelimi dünyadaki tüm şeylerin kullanma kılavuzlarını saklamanın, belli ki çocukların da bu ihtiyatlılığın tanıdığı olanaklarla yaşama hazırlamanın orta sınıflı dünyası. Yoksul Evler’in çocuklarının az daha hallice ailelerde şükürle sığınılan ufarak yorganların altından yetişmiş akranları. Biz onların torunlarıyla tanışıyoruz şimdi. Şu anda burada olanlar onlar. Nice sıkıntılarla büyütülmüş çocukların, hatta bazıları ailesinin üniversiteye gitmiş ilk ferdi olan kişilerin artık hepsi üniversite yüzü görmüş, okumuş çocukları şimdi dedenin evindeki suyu silenler. Hayatı ve evreni, atomu ve yeryüzünün katmanlarını, zamanın sonsuzluğundaki şimdinin noktasal var oluşunu da, uzamsal rastlantısallığını da bilen genç insanlar. Çünkü nesneler gibi bilgi de yaygındır artık. Eski dünyada yazılsa, mesela elli yıl önce, bir grup genç aydının tartışmalarına odaklanabilecek bu kitap artık böyle yazılamazdı zaten. İş bulmaya yaramayan bilgilerle donatılmış, o bilgilere karşın Yoksul Evler’in emekçileri gibi vasıfsız işlerden, hiçbir güvenceleri olmadan üç kuruş paralar kazanmaya çalışan bir kuşak var karşımızda. Sanayileşmeyle işsizleşen geleneksel meslek erbabına benzerler bu yanlarıyla. Çünkü hiçbir istihdam planı yapılmadan açılmış üniversiteler ve fakülteler, bilgiyi yaygınlaştırırken aslında değersizleştirerek tedavülden de kaldırır. 

Orhan Kemal, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, İsmet Yenisey, Remzi Tozanoğlu
Yoksul Evler
Derleyen: Turgut Çeviker
Kor Kitap
Ekim 2023
174 s.

Yoksul Evler’de cılız bir umut olan çocuklardan hiç değilse birinin okuyup adam olması düşü aslında gerçekleşmiştir işte! Godot tüm görkemiyle geldi de diyebiliriz. Bütün bu genç insanların cep telefonları da, üniversite diplomaları da var. Ama büyükanne ve babalarının da, kendi anne babalarının da bunlar üstünden bekledikleri, umdukları kurtuluş yok olup gitti. Godot geldi ve tüm yaşamı kurşuni bir akışkanlığın içine hapsetti. Prekarya önceki kuşakların düşlerinin acı sonudur ve “çıkar telefonunu” derken çöküşün yükü onların omzuna yüklenir, sanki onlar becerememiş gibi. Bir sorumlu bulup sıyrılmak gerekir, koca bir dünyayı sorgulamak yorucudur. Zaman alır. Onun için artık döküntü odasına çevrilmiş çocukluk odalarına geri dönmek zorunda kaldıklarında, sudan bahanelerle odaya dalıp uzun uzun dolapta örtü arayabilir anneler. Aradıkları yanlışlıktır, onun nerede olduğunu anlamaya çalışırlar.

Sanılmasın ki Pınar Öğünç bize doğrudan politik tezlerle örülü bir metin sunuyor. Tersine, Şu Anda Burada mıyız? incelikle dokunmuş, boşlukları özenle aralanmış, zamanın gelgitlerinin, hatta gelmeyip gitmeyişlerinin şimdide yansıdığı bir novella. Yazardan alıntılayacak olursak, “Hayatta hemen her şeyin bir hikâyesi olabilirdi, ama bir kısmı anlatmaya ve anlamaya değmezdi.”

Öte yandan “Yeryüzüne bir çakıl gibi gelip, öyle kendiliğinden ve güzel, sonra hikâyeye mıcır olarak devam etmenin, dağlardan acıtarak koparılmış ve ufalanmış, sonra oradan türlü işe koşulmanın Masa’daki herkesle bir ilgisi var.”

Masa’daki herkesin diğerininkine benzemeyen bir öyküsü var; o öyküler üstünden de okunabilir tabii ki bu novella. Ama ben bu öyküleri çağlar, dönemlerle birbirine bağlanan öteki öykülerle birlikte okumayı yeğliyorum. Siz başka türlü de okuyabilirsiniz, çünkü Şu Anda Burada mıyız? okura bu özgürlüğü tanıyor. Değişen mahallelerin kendileriyle birlikte başkalaştırdığı, yabancılaştırdığı yaşamın izinden giderek de okunabilir sözgelimi. Başka okumalara açık oluşu da oyuncu kıpırtısından değil, katmanlarının iyi çalışılmış olmasından kaynaklanıyor. Ben yine de tüm bu katmanlarını gözden kaçırmadan ama metni başka metinlerin izinden de kopartmadan okunmasından yanayım.

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • İsmet Yenisey
  • melih cevdet anday
  • oktay rifat
  • orhan kemal
  • pınar öğünç
  • prekarya
  • Remzi Tozanoğlu
  • Şu Anda Burada mıyız?
  • Yoksul Evler
  • yoksulluk

Önceki Yazı

KRİTİK

Nona Fernández’in Bilinmeyen Boyut’u üzerine:

Hakikatin yitmemesi için

“Bilinmeyen Boyut, tarihsel bir romanın son derece somut bir olaylar bütününden hareket ederken, insanlığa karşı işlenmiş suçların ve izlerinin, toplum bilincinde, kuşaklar arasında nasıl aktarıldığını anlatan, hayatın hem en büyük hem en küçük ölçeklerinde ne kadar kırılganlaşabildiğini, tereddüde, şüpheye açıklığını ve çözülmeyen çelişkilerin nasıl hep sorular sordurduğunu gösteren güçlü bir yapıt.”

NÂZIM HİKMET RİCHARD DİKBAŞ

Sonraki Yazı

HER ŞEY

İşçilerin zamanı

“İşçilerin zamanı ya da onların, fiziksel zamanla hiçbir ilgisi olmayan bir zaman boyutunu, bir aralığı, kesin, önemli, hatta belirleyici bir süreyi tanımlayan kendi kairos’ları, hissederek ölçtükleri harekete geçme vakitleri hep ellerinden alınır. Çizgisel zaman içinde 'durmak zorunda oldukları yer' kendilerine 'sürekli' hatırlatılır, 'fırsat vaktine' el koyan egemenler evrenin, olayın, kişinin kendisinin başka bir algısına açılan kapıları 'fasılasız' kapalı tutar.”

ŞULE S. ÇİLTAŞ
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist