• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Sınır tanımayan ırkçılık:

Olay Almanya’da geçiyor

Almanya’daki ırkçı cinayetler örgüsünü inceleyen ve hesap soran bir sergi bize mücadele yöntemleri hakkında neler öğretebilir?

Fotoğraflar: Nâzım Hikmet Richard Dikbaş

NÂZIM HİKMET RİCHARD DİKBAŞ

@e-posta

KRİTİK

7 Kasım 2024

PAYLAŞ

Sevgili Alican Aktürk’ün kıymetli hatırasına

Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi’nde hükümetin toplumu oluşturan bireylerle iktidar arasındaki iletişimi mümkün kılmak için kurulmuş, aracı bir yapı olduğunu yazar. Siyaset felsefesi alanının kurucu metinlerinden olan ve bugün de çok tartışılan metnin bu iddiası içerisinden biz iki kelimeye, iki kavrama odaklanalım: İletişim ve Yapı. İletişim, yani bilginin karşılıklı akışı. Yapı, yani nasıl girildiği çıkıldığı, planı, krokisi, manzarası belli, fiziksel ya da kuramsal bir yer.

Depo’da devam eden Üç Kapı  başlıklı serginin giriş yazısı da artık modern toplumsal hayatın dokusuna işlemiş bir kavram olan toplum sözleşmesini, toplumsal sözleşmeyi anarak başlıyor ve bize hem birer nesne hem de hem gerçek hem kuramsal birer eşik olarak üç kapı etrafında bir sergi, bir anlatı aktaracağını söylüyor. Metne bakalım:

Resmî, özel ve kamusal gibi farklı alanları birbirinden ayıran ve birbirine bağlayan kapılar hem fiziksel objeler hem de birer toplumsal sözleşme olarak karşımıza çıkar. Kırılıp açılmaları gereken noktada kapalı, kapalı olmaları gereken noktada açık, açık olmaları gereken noktada kilitli olan bu kapılar toplumsal düzenin çöküşünü temsil ediyor.

Toplumsal düzenin çöküşü hakkında bir sergi bu ve olay, olaylar Almanya’da geçiyor. 19 Şubat 2020’de Hanau şehrindeki bir ırkçı saldırı 9 masum insanın canını alıyor. Mücadelenin şiarlarından biri, “İsimlerini Unutma, Unutturma!”; biz de burada onları hatırlayalım: Ferhat Unvar, Hamza Kurtovic, Said Nesar Hashemi, Vili-Viorel Paun, Mercedes Kierpacz, Kaloyan Velkov, Fatih Saraçoğlu, Sedat Gürbüz, Gökhan Gültekin.

Sergide iki cinayete dair araştırma daha yer alıyor ve sergi ırkçı şiddetin tüm aramızdan aldıklarıyla beraber, onların da anısına: Oury Jalloh, Hans-Jürgen Rose.

Üç kata yayılan serginin ilk iki katı, yani büyük bir kısmı Hanau’daki katliam hakkında. Bu iki katta sergi bize sadece bu korkunç cinayetler serisinin ayrıntılı anlatısını aktarmakla kalmıyor, bu 9 kişinin yaşam hakkını ellerinden alan görünür tek fail bir kez harekete geçtikten sonra düzenin, sistemin, yapının, devletin, hükümetin, polisin, savcının, bütün bu saydıklarımın toplamına ne isim verirsek verelim, nasıl gerçeklerden yüz çevirdiğini, gerçekleri görmezden geldiğini, hasıraltı, sümenaltı, örtbas ettiğini, olguları bile görmek istemediğini, üç maymunu oynadığını, suça ortak olduğunu da gösteriyor.

Forensic Architecture/Forensis’in bütün çalışmalarında öne çıkan, bilim yelpazesinin tamamından faydalanan titiz akıl, rolünü işte burada oynuyor. Devlet teknolojinin elbette bütün imkânlarına sahip; yüklenmiş olduğu sorumluluk gereği suçu ortaya çıkarmak, suçluyu cezalandırmak için bu imkânları kullanmalı, kullanabilir, kendine yönelik bir tehdit olduğunu düşündüğünde kullanıyor. Ama yetkililer bu sistematik araştırmayı yapmayınca, aksine yapmayışlarını sistematik hale getirince, Forensic Architecture/Forensis de, sevdiklerini kaybedenlerin başlattığı girişimler, insan hakları savunucuları ve uzmanlardan oluşan bir kolektifin gücüyle ve Gargantua’da “Vicdanı olmayan bilim ruhun mahvıdır” diye yazan Rabelais’yle birlikte şunu diyor:

İnsan aklıyla, uygarlığın ortak mirasıyla geliştirilen o bilimsel cihazları biz de kullanabiliyoruz; üstelik sadece aklımız yok, o aklın arkasında kararlı bir vicdan var. Siz bizden karşılıklı bir iletişimi esirgiyor, önce bilgiyi, sonra hakikati, nihayetinde adaleti çalıyorsunuz. Ama biz hep birlikte, aklımız ve vicdanımızla o bilgiye ulaşacağız; yalanlarınızı kanıtlarıyla ortaya koyacağız; sevdiklerimizin başına gelenlerde sizin payınızı ifşa edecek, sizden hesap soracağız.

Bize de bir söyleyeceği var:

Hakikati bütün bağlamı ve bağlantılarıyla, elimizdeki bütün yöntemlerle, herkesin anlayacağı, reddedilemeyecek şekilde ortaya koymanın gücünü azımsamayın, küçümsemeyin.

Burada son dönemde Metin Cihan’ın yaptığı araştırmalar ve Mülksüzleştirme Ağları’nın ortaya koyduğu haritalar, aynısı olmasa da Forensic Architecture’ın yaklaşımına akrabalıklarıyla ilk anda aklıma gelenler.

Hanau’da 6 kişinin öldürüldüğü Arena Bar’ın acil çıkış kapısı, ‘yabancı’ların takıldığı bu barda sık polis baskını olduğundan, kaçışı engellemek için polis tarafından kilitli tutturuluyormuş, tüm müdavimler de bunu bilirmiş. Oysa aniden başlayan ırkçı saldırı sırasında bu kapı açık olsa muhtemelen bardaki herkes ırkçı saldırganın üstlerine yağdırdığı mermilerden kaçabilir, hayatta kalabilirmiş. Forensic Architecture’ın incelemesi bize bunu saniyesi saniyesine, milimi milimine gösteriyor. İşte serginin başlığında bahsedilen üç kapıdan ilki bu, birinci kapı.

Katil iki ayrı yerde 9 kişiyi öldürdükten sonra evine dönüyor. Evde annesi ve babası var. Annesini öldürüp intihar ediyor. Polis saldırıdan elbette haberdar, evin konumunu da saptıyor ve evin önünde konum alıyor, ancak saatlerce bu korkunç suçu işleyen failin içinde bulunduğundan emin olduğu eve müdahalede bulunmuyor. Katilin evinin kapısı ikinci kapı.

Serginin üçüncü katında başka bir cinayetin, 2005’te Dessau Emniyeti’nde nezarethanede öldürülen Sierra Leoneli sığınmacı Oury Jalloh’un hikâyesi anlatılıyor. Bu nezarethanede işlenen tek cinayet yüksek olasılıkla bu değil üstelik. Forensic Architecture’ın araştırması bize, polisin iddiasının aksine, Jalloh’un hücre kapısının, yani üçüncü kapının yangın süresince açık olduğunu, yani Jalloh’u polisin öldürdüğünü kanıtlıyor.

Üç kapı. En başta zikrettiğimiz iki kavramı hatırlayarak, düzenin yapısında iletişimin olmadığını, eşitliğin olmadığını, adaletin olmadığını gösteren üç eşik.

Sergiyi gezerken katledilenlerin ailelerinin, 19 Şubat Hanau Girişimi’nin, Oury Jalloh’u Anma Girişimi’nin ve Forensic Architecture/Forensis’in tüm organlarıyla Almanya devletini tekrar tekrar kendi tutarlılık iddialarına sadık kalmaya çağırışına tanık oluyoruz: Bir yandan bu çağrıyı yapıyorlar, diğer yandan, çağrıları her cevapsız kaldığında ve tüm engellemelere rağmen, olguları hiçbir ihtimali dışarıda bırakmayacak şekilde inceleyerek ve belgeleyerek devletin yalanını ifşa ediyor, rezil ediyor, hesap soruyorlar. Ya kazanım; kazanımlar neler? En büyük kaybın, kayıpların geri gelmesi mümkün değil, adalet de yok, ya da damla damla, bir lütuf gibi bahşediliyor. Ama her kanıtla güçlenen, daha da belirginleşen hakikat,  Almanya’da ve dünyada ve bu sergiyle Türkiye’de herkesin görmesi için gözler önüne seriliyor. Evet, gezmesi vakit alan, çaba, emek isteyen, videolar, metinler, zaman çizelgeleri, krokiler, planlar, deneyler ve yeniden üretilmiş mekânlar içeren bir sergi bu, ama bir o kadar da ve bu yüzden etkileyici, gezilmesi elzem bir sergi.

Biz dünyanın başka yerlerinde yaşayanların aklından başka sorular geçebilir, ister istemez şöyle düşünebiliriz: Öldürdüğünü saklamayan, katlettiğiyle övünen, ‘yine yaparız’ diyebilen düzenler karşısında bu yöntemler, büyük saygı hak eden bu emek, bu inat, bu dayanışma ne yapabilir? Burada kilit kavram hakikat; resmî söylemin yenilmesi için öncelikle hakikatin ortaya çıkarılması gerekiyor. Bu sergi bu yolda kurulacak kolektif dayanışmanın, karşı-yapının nasıl şekilleneceği, nasıl ilerleyebileceği konusunda da güçlü bir ilham kaynağı.

Üç Kapı, Almanya’da gerçekleşen ırkçı cinayetlere odaklanıyor. Ancak Forensic Architecture’ın çalışmaları bununla sınırlı değil; dünyanın çeşitli yerlerindeki devlet şiddeti ve insan hakları ihlallerini benzer yöntemler ve dayanışmalar eşliğinde inceliyor. Birkaç örnek: İsrail'in Gazze'de son bir yıl içinde, Almanya'nın Namibya'da 1904-1908 arasında yaptığı soykırımlar...

Bu farklı disiplinlerin yöntemlerini buluşturan ve birbirine ören araştırma grubunun Türkiye’de yaygın bir şekilde bilinmesi, Diyarbakır Barosu Başkanı, insan hakları savunucusu ve Türkiye’de gerçekleşen birçok insan hakkı ihlali davasının avukatlarından Tahir Elçi’nin Diyarbakır’da Dört Ayaklı Minare’de bir basın açıklaması gerçekleştirirken öldürülmesi hakkında yaptığı ayrıntılı araştırmayla oldu. Tahir Elçi’yi öldüren merminin kolluk silahından çıktığını kanıtlayan bu araştırma, Elçi’nin öldürülmesinde sorumluluğu olduğu düşünülen memurları yargılayan mahkemeye sunuldu, ancak mahkeme kendisine sunulan raporu göz önünde bulundurmayarak, “yeterli delil olmadığı” gerekçesiyle 12 Haziran 2024’te sanık polislerin beraatına karar verdi; hakikat düzenin koyduğu engele çarptı, adalet sağlanamadı.

Forensic Architecture’ın Tahir Elçi’nin öldürülmesi ile ilgili araştırması.

Ancak bu bağlamda da, hem Forensic Architecture’ın Tahir Elçi’nin öldürülmesi ile ilgili kapsamlı araştırmasını okumak, incelemek hem de Üç Kapı sergisini gezmek, hakikat ve adalet talep edenlerin, insan haklarından yana duranların ve sanatı bir hakikat aracısı olarak görenlerin yükümlülüğü. İlk kez 2022’de Frankfurter Kunstverein’da açılan ve birçok ayrı yerde izleyiciyle buluşan, Depo’da ise 28 Aralık 2024’e kadar açık kalacak sergi, sabit mekânların ve ülkeler arasındaki sınırların ötesine geçmeyi başaran, dolayısıyla uluslararası bir dayanışmanın da zemini olabilecek, bir farkındalık ve direnişi büyütme çağrısı.

“Ancak unutulursak ölürüz” sözünün ağırlığıyla, serginin tanıklıkların da yer aldığı birinci katını bir kez daha geziyorum. Serginin girişinde yer alan ekranda 19 Şubat Hanau Girişimi’nden, aynı zamanda Cumartesi İnsanları’ndan, kayıp yakını, 13 Şubat 1993’te Midyat’tan İdil’e dönerken gözaltında kaybedilen Mehmet Nezir Duman’ın kızı Newroz Duman’ın sözleri yansıyor altyazıya: “... sorumluların hesap vermesi için her gün yan yana mücadele ettik.”

Mücadeleye devam.

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Depo
  • Forensic Architecture
  • Üç Kapı

Önceki Yazı

VİTRİNDEKİLER

Haftanın vitrini – 46

Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Adamım Jeeves / Bilge Karasu’yu Düşünmek / Bir Hikâyem Var / Faşizmin Yeni Yüzleri / İstanbul’un Sahipleri / Jül Vern Seyahat Acentesi /  mono-logos / Politik Bir Samuel Beckett mi? / Suyun ve Sükunetin Kitabı / Unutulan Geçmiş

K24

Sonraki Yazı

HER ŞEY

Min Nevâdiri’l-Kütüb – 29:

Savaş ve bastırılmamış cinsellik

“Birçok araştırmacının da gösterdiği gibi, cinsel şiddete dair anlatılar düşmanı şeytanlaştırmada –ve böylece şiddet kullanmaya ve can almaya karşı askerlerin ömürleri boyunca uğradıkları şartlandırmayı savaş zamanında aşmalarında– önemli bir rol oynar.”

İRVİN CEMİL SCHİCK
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.