• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Devasa bir çukura bakar gibi…

“Türkiye’nin en başarılı yönetmenlerinden ikisinin aynı filmi çekmeleri, bize Türkiye’deki kültür-sanat dünyasıyla ilgili neler söyler, biz bu talihsizlikten ne tür bir sonuç çıkarmalıyız?”

Karanlık Gece filminden (Özcan Alper, 2022) bir kare.

CEM TUNÇER

@e-posta

SİNEMA-TİYATRO-TV

30 Kasım 2023

PAYLAŞ

“Daha önce söylenmemiş bir şey söylemek imkânsız.”

–Terentius, M.Ö. 2. yüzyıl

1.

Bir zamanlar ansiklopediler vardı.

Bilgiye erişimin kısıtlı olduğu zamanlarda sözlüklere ve ansiklopedilere rağbet daha fazlaydı. Yazarlar yıllarını verip cilt cilt ansiklopediler çıkarıyordu ortaya; uzun süreli emek isteyen bir iş olduğu için kimi kolaycılar bu zahmete katlanmaz, bazı ansiklopedi maddelerini çalardı – ne de olsa George Washington dünyanın her yerinde 1732’de doğmuştur.

Haliyle, yazarlar bu hırsızlığa bir çözüm bulma yoluna gitti. Ansiklopedilere, sözlüklere sahte bilgiler koymaya başladılar. Bu bilgilerden ilki, New Columbia Encyclopedia’nın 1975 tarihli edisyonunda yer alan, hiç var olmamış sahte bir fotoğrafçıdır: Lillian Virginia Mountweazel. Mountweazel, Lillian Virginia, 1942-1973. Ohio doğumlu Amerikalı fotoğrafçı. Bir dönem çeşme tasarlayan Mountweazel, 1963’te fotoğrafçılıkla tanıştı ve…

Böylece, biri var olmayan fakat ansiklopedide görünen bu maddeyi çaldığında, yazarlar intihal iddiasında bulunabileceklerdir.

İntihal, en azından kopyalamanın üretim sürecinden daha kısa sürdüğü zaman diliminden bu yana gündemde; Ezop’un masallarından birinde, tavuskuşu olmak isteyen bir karga, tavuskuşundan çaldığı tüylerle kendine bir maske yapar. Bu bize intihalin ne olduğuyla ilgili fikir verir: Çalıntı tüylerle bir çehreye bürünmek. Fakat bu her zaman kötü de değildir – övmelere doyamadığımız birçok kitap ya da film, ilhamını belli başlı kitaplardan ve filmlerden almıştır. Şu hikâyeyi hatırlayın: Orta yaşlı bir adam, taşındığı evin küçük kızını gördüğü an aklını kaybeder. Henüz reşit olmayan bu kızın cazibesi onu esir alır, yaşına dahi aldırmadan onunla yakınlaşır. Hatta kızın adı öykünün başlığıdır: Lolita – işte, 1916 yılında Alman yazar Heinz von Lichberg tarafından kaleme alınan Lolita öyküsünün iki cümlelik özeti.

Nabokov’da olduğu gibi, her intihal, aynı öykünün daha iyi bir versiyonu için bir imkân da demektir, (Sindirella masalının 700 versiyonu derlenmiştir – doğum esnasında ölen annelerin çokluğu üvey anne gibi bir fenomeni ortaya çıkarmışsa “kötü üvey annenin” bir temsile dönüşmesi anlaşılır); varyasyonlar kültürel üretimi artırabilir ve daha iyilerinin çıkmasına önayak olabilir. O popüler ressam, “Büyük sanatçılar çalar” sözüyle bunu kastetmişti. Evet, büyük sanatçılar çalar – peki ya o kadar da büyük olmayan sanatçılar?

Kültür-sanat cemaatimiz, takip edebildiğim kadarıyla 2023 yılında sadece bir intihal vakasıyla uğraştı. Herkes takip etmiştir, İlay Bilgili adındaki yazar, bir başka yazarı, Vildan Külahlı Tanış adındaki yazarı öyküsünü çalmakla suçladı. İnsanlar üzerine tartıştılar – bunları özetlemek manasız, fakat intihal iddiası şunlardan oluşuyordu: İki öykü de diyalogla başlıyordu, iki öyküde de flashback’ler kullanılmıştı, anlatıcı seçiminden hikâyenin ana omurgasının benzemesine varana, birçok aynı tema vardı hikâyelerde. Sonradan öğrenildi ki, intihalle suçlanan yazar, Vildan Külahlı Tanış, mevzubahis hikâyeyi çok öncesinde, başka bir dergide yayınlamıştı. Ortalık bundan sonra hepten karıştı; birtakım tweet’ler silindi, taraflar bir anda yer değiştirdi, çoktan köşebaşlarını kapmışlar ne yapacaklarını bilemedi. Çünkü ayyuka çıkan gerçek, üzerine konuşulmayacak denli obscene’di: İki yazar, birbirinden habersiz, hemen hemen aynı öyküyü yazmışlardı. Başka deyişle… ortada çalmaya değecek yeni bir şey yoktu.

Bu olay bize Türkiye’deki kültür-sanat dünyasıyla ilgili neler söyler? Birbirinin aynısı gibi giyinen ve belli birtakım dizi karakterlerine özenen genç erkek çocuklarından daha orijinal olmayan yazım tarzlarıyla, belli yazarların kitaplarının okunmasını değerli kılan şey, birilerinin bu işten ekmek parası kazanması dışında, kültürel olarak neye tekabül etmektedir?

2.

Hikâyeler hayal gücümüze katkı sunar şüphesiz; sonrasında da bu deneyimlerin bazılarını, kendi hayal dünyamızla ilişkilendirebildiklerimizi alırız zihnimize; belki bir gün birilerine, onlardan hareketle, “Bir varmış bir yokmuş…”lu hikâyeler anlatırız. Hikâyeler aynılaştıkça, bize ilham olacak ve yeni öyküler yaratmayı mümkün kılacak, hadi ilham diyelim, yok olur, şeylere bakışımızdaki otantiklik körelir.

Bu tanıdık tükenmişlik hissini, geçtiğimiz günlerde izlediğim iki filmden sonra da yaşadım. Filmlerden ikincisi de eklenince dijital platformlara, Özcan Alper ve Emin Alper’in hemen hemen aynı filmi çektikleri, kimileri tarafından fısıltıyla, birçoğu anonim Twitter kullanıcıları tarafından ise yüksek bir sesle dile getirildi. (Anonimleştikçe söylenmeyenleri yüksek sesle dile getirme ihtimaliniz de artıyor mu acaba? Edebiyat Edimleri’nin Mukadder Erkan ve Ali Utku tarafından yazılan sunumunda, Derrida’dan hareketle, kurmacanın demokrasiyle ilişkisini bağlamında dile getirilen “Ben söylemiyorum, karakter söylüyor” türünden özgürlük fikri burada işe yarayabilir. “Ben burada kendi görüşlerimi söylemiyorum, ama hayalî bir karakter ya da anlatıcı konuşuyor.” Ahlaki, dinî, politik ya da diğer yerleşik otoritelere itaat etmeme sorumluluğu, biraz da anonim kullanıcılardadır artık: Haliyle, anonimlik bir kamusal gizli faaliyettir.) Twitter’da iki yönetmenin ya da iki filmin adını arattığınızda, ortada bu normalin çok üzerindeki benzerliğe dair onlarca görüş bulabilirsiniz – üstelik aynı festivallerde yarışan filmlerin açılış sahnelerindeki benzerlik, obruk gibi özel bir imgenin kullanımı, hatta karakterlerin obrukları gördüklerindeki tepkilerin tıpatıplığı:

Kurak Günler

“Korkutucu gerçekten…”
“Ama güzel de…”

Karanlık Gece

“Korkutucuymuş gerçekten… Ama çok da güzel.”

“Hauntingly beautiful…” Bir obruk görünce verilecek tepkilerin en mantıklısı gibi duruyor. Bilgisayar başında bir senaryo kaleme alırken, obruk gören birini zihnimizde canlandırdığımızda, yarığın devasalığından büyüleneceğini, fakat korkacağını da düşleyebiliriz. Yine de verilebilecek onca tepkinin arasında, senaristlerin aynı cümleyi, cümleye düştükleri “ama” şerhine varana dek yazması akıllara bir intihal ihtimalini getiriyor, değil mi? Ya da tam tersi: Bu denli bir benzerlik, ancak ortada bir intihal yoksa mümkün olabilir. İntihal, biraz da yokluğuyla, mevcut esere kattığı küçük detaylarla ifşa etmez mi kendini: “Aynı yazmayalım ki anlaşılmasın...” Fakat burada, detaylar ve spesifik imgeler de benziyor birbirine. Bu benzerlik, senaristlerin ve yönetmenlerin suskunluğuyla, konuyla ilgili dönen onca tweet’ten sonra bile kimsenin kimseyi suçlamamasıyla da birleşince, yüzleşmemiz gereken çok daha büyük, çok daha korkutucu bir gerçek çıkıyor ortaya: Ortada bir intihal yok – bilgisayarın başına oturmuşlar, aynı şeyi düşünmüş, aynı şeyi yazmışlar.

Özcan Alper

İlay Bilgili ve Vildan Külahlı Tanış’ın aynı öyküyü yazmaları gibi. Yine de orada edebi bir üretim söz konusu – daha bireysel, tekil bir eylem sonucu ortaya çıkan ürünlerden söz ediyoruz. İş sinema olduğunda aynı şeyi farkında olmadan düşünen, yazan, kurgulayan, çeken, onlarca kişinin emeğiyle üretilen iki iş var. İlkinde benzerlikler daha yüzeyselken, ikincisinde daha bariz, öğelerin fazlalığı söz konusu olduğunda daha zor bir şey yapılmış – onlarca kişinin sabah erkenden uyanıp iştirak ettiği tuhaf bir aynılık ayini. Yönetmenleri ya da senaristleri herhangi bir suçlamayla itham etmemekle birlikte, şu soruyu tekrar yöneltmeli: Türkiye’nin en başarılı yönetmenlerinden ikisinin aynı filmi çekmeleri, bize Türkiye’deki kültür-sanat dünyasıyla ilgili neler söyler, biz bu talihsizlikten ne tür bir sonuç çıkarmalıyız?

3.

Emin Alper

Mary Shelly, Frankenstein’i yazmaya başladığında on sekiz yaşındaydı – kitabın ilk baskısı 1 Ocak 1818 yılında gerçekleşti. Kitapta Shelley’nin ismi yoktu; “anonim” bir kitaptı bu. Shelley’nin ismi, 1821’deki ikinci baskıda kapakta yer aldı.

Giriş kısmında, Edebiyat Edimleri’ne eklediğimiz şu notu düşünelim; ahlaki, dinî, politik ya da diğer yerleşik otoritelere itaat etmeme sorumluluğunun biraz da anonim kullanıcılarda olduğu bölüme: Anonimlik bir kamusal gizli faaliyettir. Bu kamusal gizli faaliyeti, yani anonimliği alıp insanlara tam da post-moderniteyle birlikte ölmek üzere olan bir kimlik vermek, iktidarın –patriyarkanın– muazzam kudretini de göstermektedir; böylece kitabın kapaklarında isimleri olan yüzlerce insan, artık aynı acı çeken kadın hikâyelerini yazar durur.

Peki, senaristlerimize “kimliklerini” veren, onlara aynı şeyleri yazdıran ne türden bir iktidar ve bu tıpkılığın neresinde? Özcan Alper, iki filmin benzerliğiyle ilgili sorulan soruya (artık önemsiz de olsa eklemekte fayda var: Karanlık Gece daha önce çekilmiş), festivallerde yaptıkları yine aynı konuşmalardan tam karşısında durduklarını da anladığımız mevcut politik iktidarı da hesaba katarak yanıtlamış: “Aynı politik ve kısır döngünün içerisinden geçtiğimiz bu zamanlarda, paralellikler olabilir.”

Haliyle filmlerdeki karakterleri, açılışları, karakterlerin tepkilerini aynılaştıran bu kısır döngü iktidarın her seçim iktidara gelmesinden kaynaklanan bir déjà vu’dan başka bir şey olmalı, olmalı ki senaristlerin zihni yapısına kadar sızmış olsun; her şeyi aynılaştıracak bir fikrî tasallut. Belki de, “Kültürel hegemonyanız da bitecek...” diyen o politik figür tam da böyle bir şeyi kastediyordu: “Size istediğiniz kimlikleri vereceğim, fakat sonsuza dek aynı sloganları atacak, farkında olmadan aynı filmleri çekeceksiniz.”

Karanlık Gece ve Kurak Günler’in benzerliğine dair konuşulacaklar, önümüzdeki yıllarda alkışlayacağımız filmlerin, kitapların, dizilerin kalitesini de belirleyecek.

Ben, iki filme de devasa bir çukura bakar gibi bakıyorum – korkutucu gerçekten, ama güzel de.

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • emin alper
  • intihal
  • Karanlık Gece
  • Kurak Günler
  • özcan alper

Önceki Yazı

SÖYLEŞİ

Güven Turan: “Söz kalemdir benim”

Altmış yıldır şiir, öykü, roman, eleştiri, deneme, aforizma ve diğer türlerde yetkin yapıtlar ortaya koymuş, edebiyatçı kimliğinin yanına yayıncılığı ve dergiciliği de başarıyla eklemiş olan usta yazar Güven Turan, yayımlanmış ilk yapıtı Dalyan’dan günümüze edebiyat yaşamından bazı izleri ve dersleri Derya Çolpan’la paylaştı... 

DERYA ÇOLPAN

Sonraki Yazı

SÖYLEŞİ

Cem Yılmaz Budan ile söyleşi:

“Bohem öldü mü?”

“Bohem, ilgiden uzak durmak, gösterişten ve teşrifattan kaçınmak, yalnızca kendi zevkleri ve hayatıyla yetinmek gibi itiyatlara sahipti. Günümüz sanat piyasası ise sanatkâr yerine kullanışlı, pazarlanabilir medya ikonları yaratma endişesini önceliyor.”

ESİN HAMAMCI
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist