Şiir ve renk,
Emily Dickinson ile Mary Cassatt
“Şiirin ressamı ve resmin kadın şairi daima nefes aldıkları sanatlarına sarılırlar. İkisinin de yaşadığı görme problemleri ya da yaşamın sevdiklerini ellerinden bir bir aldığı acı, onları işlerinden alıkoyamaz. Çünkü onlar birer kâşiftir…”

Mary Cassatt, Bahçede Çocuklar, 1878 (ayrıntı).
“İşkence sehpası acı çektiremez bana
Ruhum özgür yaşar
Bu ölümlü iskeletin ardında
Daha cesur biri var.”[1]
Şiirin ressamıdır o. Gizemli ve büyük dünyasının taşkın sözcüklerini küçük bir odaya sığdırabilen usta bir kelime sihirbazıdır. Aykırı edebi yaklaşımı, gizlediği aşkı ve sınırsız üretkenliğiyle Emily Dickinson şiirin en nadide renklerinden biri.
Amerikalı şair hayatı boyunca aile evinde yaşamını sürdürmüş, tüm zamanını odasında şiir yazarak geçirmiştir. Dickinson’ın yıkandığı ırmak sıradan insanın gündelik telaşlarından çok farklıdır. Ne sosyal hayatın akışı ne de toplumsal dayatmaların gücü odasından sızamaz ve onu içine çekip yoğurup farklılaştıramaz. Dickinson’ın dünyasına açılan kocaman beyaz kapı şiire, yazıya ve yaşamın ritmin saklandığı metafiziksel bir ahenge açılır. Bizi yalın bir dil, duru bir akış ve düşünmeye davet eden farklı bir renkle karşılar şair. Onun bahçesine konan kuşlar, ikliminde esen rüzgârlar ve her şeye rağmen açan çiçeklerinde esasında bildiğimizi düşündüğümüz başka bir bahar saklıdır.
Toplumdan kopuk yaşama tercihi zamanla daha da artarak yakın çevresinin bile ziyaretine kendini tamamen kapatır. Emily mahremiyeti değerli bir kazanıma çevirirken asla öfkeli ya da itici bir kaçış içinde değildir. Onun şölenli törenleri yazma eylemi süresince geçen saatler, baloları kelimelerle durmaksızın dans ettiği coşkulu zamanlar ve ibadetleri şiirle buluştuğu tüm anlardır. Yalnızlık tanımını onun dilinde değiştirir. Ölüm onun anlatımıyla ölümsüzleşir. Her şey onun dilinde sakinleşir ve olması gereken duru bir akışta yerini alır. Bunu kelimelerle yaşatmayı başarmak mahremiyetinin ödülüdür belki de, neden olmasın?
“Günün doğuşu
Yükseltti bilincimi
Nasıl diye sorarsa biri
Beni böyle çizen sanatçı
Anlatmalı!”[2]
Şiirsel gelişimiyle derin yalnızlığı arasındaki yolculuğunda şaire hocalık yapan farklı isimler olmuştur. Bunlardan biri de Charles Wadsworth’tu ki, genel kanıya göre ona olan aşkı yüzünden kendini eve kapattı Dickinson. Kalbine onu unutmak için yazdırdığı şiirler, üzerinden düşmeyen beyaz elbisesi kadar güçlü ve cesurdu.
-1563000205.jpg)
1830-1886 yılları arasında yaşayan Amerikalı şair, yaşarken anlaşılmayacağı düşüncesiyle sadece 12 şiir yayımlar. Ölümünden sonra ise kardeşinden bazı şiirlerini yakmasını ister. Kardeşi odasında 1.800’e yakın şiir bulur ve yayımlatır. 1920’li yıllara gelindiğinde Amerika’nın en sevilen şairlerinden biri olur Dickinson.
Doğduğu Amherst’ten hayatında sadece iki defa gözlerindeki hastalık sebebiyle uzaklaşmak zorunda kalan Emily odasının dışındaki bir hayatı işkence gibi hissetmiş olmalı… Hiç dışarı çıkmak istememek, uzakları merak etmemek, başka hayatlara yakınlaşıp bakmamak, hatta bununla ilgilenmemek, düşünülenin ötesinde bir varoluş gerektiriyor. Dickinson sadece yazar; o kadar çok yazar ki, gözlerindeki hastalıktan dolayı yazmasının yasak ve riskli olduğu süreçte bile 229 tane şiir yazmıştır.
Hastalığı için gittiği Boston onun şiirsel dilinin başka bir boyuta taşınmasına sebep olur. Farklı dilbilgisi kullanımları, büyük harf gizemi ve çizgilerle süslenen dizeleriyle şiir onun elinde farklılaşır. Alışılmışın dışında kullandığı büyük harflerin gizemi yıllarca akılları kurcalar. “Master” adını ortaya çıkaran yaklaşımlar, bilinmeyen bu gizeme farklı bir pencere açar. Kimdir bu Master? Platonik aşkı, akıl hocası ya da belki de hiç bilmediğimiz, tahmin edemeyeceğimiz, sadece onunla konuşan düşsel biri…
Şair hakkında farklı açılardan okumalar, hayatını konu alan çıkarımlar yapılsa da esas olan nazik ömründe yaşadığı platonik aşklarıyla şu satırları bize armağan etmesidir:
“Yürek! Onu unutacağız!
Bu gece – sen ve ben!
Sen verdiği sıcaklığı unutabilirsin –
Işığı unutacağım ben!”[3]
Onun bahçesinde sıradanlık saf bir görkeme ve doğa gizemli bir periye dönüşür. Dickinson hayata uzaktan, odasından bakarak yaşamın ötesinde ölümü ve ölümsüzlüğü arar. Tanrı, ölüm ve ölümsüzlükle dans eder… Hiçbir şaire, şiire ya da kafiyeye benzemeksizin kendi ritminde atar adımlarını. Her adımında özgünlük ve her adımında cesaret vardır. Çünkü 19. yüzyılın Amerikası’nda bir kadın olarak şiir yazmak ve içinde bulunduğu değişim döneminde kadının gücünü dizeleriyle gösterebilmek başlı başına bir başarıdır.
Dönem kadınlarının sanat ve edebiyat alanında yapıtlarının küçümsendiği, hatta görmezden gelindiği 19. yüzyıl Emily Dickinson gibi güçlü kadınların yeteneklerine sahne olmuştur. Özellikle yüzyılın ortalarında kadınların mücadelesiyle sanat yaratımlarındaki güç de sahneye çıkar. 19. yüzyıl sanatının izlenimcileri arasında kadın ve anne-çocuk yakınlıklarını çizen ressam Mary Cassatt, sanat tarihinde önemli yer edinmeyi başaran isimlerdendir.
Şairin kelimelerini saran, ressamın renklerini canlandıran o güçlü duygu, kadının sanatsal varoluşunun sesi olarak benzerdir. Emily’nin şiirsel özgünlüğü ve Cassatt’ın kadını, anne-çocuk ilişkisini yaşamın her ânında tasvir ettiği kendine has içeriği aslında başka bir noktada da benzerlik taşır. İki sanatçı da öz dillerini ve kendi renklerini oluşturmuşlardır. Nasıl ki Dickinson şiirlerinde aykırı dilbilgisiyle bize her koşulda kendini tanıtmayı başardıysa, ressamın figürlerinde yaşattığı anne çocuk dili de renklerin arasından sıyrılarak kendini tanımlar.

1845 yılında doğan Amerikalı ressam, ailesiyle çıktığı Avrupa seyahati sonrası resim yapma tutkusuna engel olamaz ve eğitim almak ister. Dönemin kadınlarının sanatla uğraşması ve bu konuda eğitim alması oldukça radikal bir girişimdir. Amerika sanat okulları kadınları kabul etmediği için Cassatt kararlılıkla Paris’e gider ve eğitimini burada tamamlar.
Kısa süre sonra Degas ile yakın dostluk kuran ressam izlenimcilerle anılır ve sergilerde yer almaya başlar. Işık ve renk ustalığı, figürlerindeki güçlü ifadeler fark edilir, sadık kaldığı tema ve kompozisyonundaki empresyonist tekniklerle bir kadın olarak adeta tüm tabuları tekmeleyerek dönem ressamları arasında adından söz ettirmeyi başarır. Mandolin Çalgıcısıresmiyle 1868 yılında Paris Salonu’na kabul edilen sanatçı, babasının ressam olmasına karşı sert tavrı yüzünden kimliğini açıklayamayarak sergiye katılır.

Babası ressam olmasını engellemek için eğitim parasını ödemeyi bırakınca, Cassatt varlıklı bir ailenin kızı olarak para için mücadele etmeye başlar. Bu döneminde zorlanan sanatçı, aldığı iki resim siparişiyle eğitimine devam edecek parayı kazanır. 1872 ve sonraki üç yıl boyunca Paris Salonu, Mary Cassatt’ı üst üste kabul eder. Böylece sanatçı Paris’e yerleşir ve stüdyosunu açar.
Bir kadın olarak resim yapmak için verdiği mücadele ona bambaşka bir güç kazandırır. Renklerini coşturan entelektüel derinliği, kadın varoluşunu sorgulayan, dönemin eşit olmayan şartlarına karşı mücadeleci ruhuyla perçinlenir. 19. yüzyıl Amerikası’nın en önemli olaylarından biri olan kadınların ekonomik ve politik eşitlik mücadelesi başladığında, Cassatt mücadeleci kadın hareketini destekler ve kadının sanattaki yeri için önemli bir figür olur.
Hayatın her alanında kadınların varlığını ve duruşunu eserlerine taşıyan ressam, Japon sanatının esrarengiz çizgilerini ve izlenimciliğin ışık, renk ve duygu gücünü eserlerinde naif bir dille birleştirir. Kadını opera salonlarında, tiyatro sahnelerinde ve gündelik hayatın farklı anlarında canlandırarak çağdaş kadının duruşunu yeniden tanımlar. Feminist harekete sanatı, fikirleri ve aktif katılımıyla genç yaşından itibaren destek verir.

Woman with a Pearl Necklace in a Loge, 1879
Cassatt da Dickinson gibi hiç evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamıştır. Kardeşlerinin ve etrafındaki anne-çocuk ilişkilerini gözlemleyerek yaptığı resimlerde hep o sıcak sevgi izleyene yansır. Dickinson’ın dizelerinde olduğu gibi saf bir sevgi vardır renklerinde, doğal ve akışta olan...
Şiirin ressamı ve resmin kadın şairi daima nefes aldıkları sanatlarına sarılarak hayatlarını tamamlarlar. İkisinin de yaşadığı görme problemleri ya da yaşamın sevdiklerini ellerinden bir bir aldığı acı, onları işlerinden alıkoyamaz. Çünkü onlar birer kâşiftir… Yasaklar, imkânsızlıklar ve tüm tabuları görmezden gelerek sadece üreten, varlıklarını sanatlarıyla sürdüren bu iki kadın, keşfedilmemiş kıtayı kendi içlerinde bulmayı bilmişlerdir. Kelimelerle, renklerle, eşit, adil ve her zaman var oldukları gibi yaşadıkları o kıtayı…
“Soto! Kendini keşfet!
Kendi içinde bulacaksın
“Keşfedilmemiş Kıta”yı –
Hiç Yerleşimcisi olmadı Aklın.”[4]
NOTLAR
[1] Emily Dickinson, “Aşk Yaşamdan Önce Gelir”, çev. Dost Körpe, Oğlak Yayıncılık, 2011, s. 77.
[2] Emily Dickinson, “Aşk Yaşamdan Önce Gelir”, çev. Dost Körpe, Oğlak Yayıncılık, 2011, s. 37.
[3] Emily Dickinson, Seçme Şiirler, çev. Selahattin Özpalabıyıklar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006, s. 8.
[4] Emily Dickinson, Seçme Şiirler, çev. Selahattin Özpalabıyıklar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006, s. 38.
MERAKLISINA NOTLAR
- Mary Cassatt’ın diğer resimleri için ziyaret edebilirsiniz: Metmuseum
- Yazarken Melba Liston çalıyordu.
Önceki Yazı

Yeji Y. Ham ile söyleşi:
“Sıradan hayata, ritüellere, hafızaya sızan bir ağırlık...”
“Benim için yolculuk ne basitçe özgürleşmekten ne de hapsedilmekten ibaret. Bu ikisinin arasında yaşamakla ilgili. Romanın etrafında dönüp durduğu şey de bu arada kalmışlık hali: Savaşın gölgesinin insanları nasıl geçmişle bugün, umutla korku, hareketle kısıtlanmışlık arasında bıraktığı.”
Sonraki Yazı

Haftanın vitrini – 42
Avrupa-Merkezcilik, Sömürgecilik ve Filistin / Balıklarla İlgili Rivayet / Bana Hiç Yazmayan Dünyaya / Beş Vakitli Günden Vazgeçmek / Diyaloglar / İçimizdeki Karanlık Yan / ley hatları / Onu Sevdiğim Zamanlar / Osmanlı’da Korkunun Gölgesi / Yeni Bir Bilinç İnşa Etmek