• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Selahattin Demirtaş’ın yeni romanı Jamal:

Kökten bir düzen reddiyesi

“Jamal pekâlâ Diyarbakır’ın kuçe’lerinde de yaşayabilirdi ya da Paris, Amsterdam, Londra ya da New York gibi metropollerde. Çünkü bence romanın ana mekânı belirli bir kent değil Halil Abi, sokağın, sokak kavramının ta kendisi…”  

Selahattin Demirtaş, 2014.

YİĞİT BENER

@e-posta

DENEME

22 Mayıs 2025

PAYLAŞ

“Kedi Sırtı Okşatmacısı” olmayı hiç aklından geçirmiş miydin Halil Abi? Sokakta yaşayan biri için çok da saçma bir iş değil aslında: “Aslan parçası kedi, sırtı okşandığı için stres atar, memnun olur; insanlar pamuk şekeri kedinin sırtını okşayarak stres atar, memnun olur; sen de kişi başı 10 TL alıp stres atardın ve memnun olurdun, fena mı?” Bu işe yatkın ve uygun bir kedi bulmak kaydıyla elbette. Kedi huysuzsa, “mırrr”dan başka ses çıkarmıyorsa (oysa senin türün sadece on çeşit ses çıkarırken, kediler yüz değişik ses çıkarabilirlermiş) ve elini uzatanı tırmalarsa, yani emekçi isyan edip çalışmayı reddederse o işletme batar.

Hemen yüzünü buruşturma Halil Abi, bu tutmadıysa, sokakta para kazanmak için nice farklı iş yaratmak mümkün. “Gece Kelebeği İzlettirmecisi” olmaya ne dersin? Bir gece kelebeği yakala, yan masada baklavaları lüplüpleyen bir oburun tabağından parmak ucuyla biraz şire aşır, kelebeğini besle, sokaktan geçenlere izlettir, kaparsın 10 lirayı. “Cumartesi Anneleri direnirken, bazen de coplanıp gözaltına alınırken dönüp bakmaya bile cesaret edemeyen yurdum insanı, önünde toplaşıp bön bön izler”, inan bana.

Ya da karton bir tabelaya “Tarihî Beyoğlu Hapşırtmacısı” yaz, merak edip yanaşanların burnuna yolda bulduğun bir martı tüyünü sok ve kap bir on lira daha. İnsanları bu şekilde hapşırtmak garanti, üstelik sevaptır: Hapşırınca kalbiniz dahil tüm vücut fonksiyonlarınız bir anlığına tümden dururmuş ve ömrünüz o an kadar uzarmış. Yaa, sen bunu bilmezsin Hali Abi. “İşte bu nedenle hapşırana ‘çok yaşa’ deriz: Ne kadar hapşırık, o kadar uzun ömür…”

Bunu da beğenmediysen yaz bir tabelaya “Hazinedaroğlu Sırt Kaşımacılığı, since-1904” ve 10 TL karşılığında insanların sırtını kaşı. Şu sıralar sırtı kaşınan çok… Sırtını polis copuyla kaşıttırmaktan iyidir. Onu da beğenmezlerse, “Hakiki Beyoğlu Övgücüsü” ya da “Göz Falcısı” gibi işlerin bile alıcısı olur mutlaka. Zaten hepimiz “Süreç ne oldu, ne olacak?” diye gözlerimizi belertip papatya falı açmıyor muyuz nicedir?

Nereden mi uyduruyorum böyle saçma sapan işleri? Ohoo, bu da bir şey mi? Beterin beteri meslekler de varmış. Örneğin İngiltere Kralı XIII. Henry’nin kıçını silmekle görevli “Tabure Seyisleri!” Kral bunlardan dördüne şövalye unvanı bile vermiş. Gerçi bu acayip işleri ben akıl etmedim, düş gücü taşkın yazar dostum Selahattin Demirtaş’ın son romanı Jamal’da okudum. Eh, ne de olsa yazar yaklaşık 9 yıldır hapiste tutulduğu için kendi mesleğini icra edemiyor; başka işler düşlemeyip ne yapsın?

Kaldı ki, biraz internette gezinsen, bunlardan çok daha deli saçması nice iş ilanına rastlayabilirsin. Paradan başka değer tanımayan bu rezil ekonomik düzen insanların gerçek ihtiyaçlarından uzaklaştıkça hep böyle yan sokaklara sapıyor. Ne yani, Japonya’da insanları trenlere tıkıştıran “tren iticisi”, on yıldız otellerin golf sahalarında suya düşen topları toplayan “golf topu dalgıcı”, Buckingham Sarayı’nda nöbetçi asker olmak daha mı anlamlı? Ya da zenginlere yatırım danışmanı, silah fabrikasında AR-GE uzmanı, moda influencer’ı, yaşam gurusu, iktidar trolü, muktedirin hukuk danışmanı, yalan haber yayma uzmanı… Gereksiz işlerden iş beğen! Bana öyle geliyor ki, yazar dostum romanında böyle meslekler icat ederek düzenin dayattığı yaşam tarzının saçmalığıyla dalgasını geçiyor düpedüz. Zaten bu roman ilk satırından son satırına kökten bir düzen reddiyesi.

Sen anlamazsın Abilerin Halil’i, ne de olsa sen bir sokak köpeğisin ve roman okumazsın. Ama pekâlâ bir roman kahramanı olabilirsin, ki öylesin zaten. Seni de aynı yazar dostumun kalemi yaratıp, “sokakların en cevval, en taşaklı köpeği” sıfatıyla romanın ana karakteri Jamal’a yoldaş, yaren etmiş. Şöyle betimlemiş seni Jamal: “Doberman sanırsın ama değil. Alman kurdu desen benziyor ama o da değil. Tazı gibi atletik ama zayıf değil. Kangal gibi iri yarı da değil ancak kocaman. Yani simsiyah iri bir köpek, benim Halil Abi’m.” Yalnız, sakın yanlış anlaşılmasın, Jamal senin sahibin değil tabii. Çünkü ikiniz de sokak canlısısınız ve “sokakta kimse birbirinin sahibi değildir, herkes özgürdür. Senin o dediğin mülkiyetçiliktir ve bu, kapitalizmin yutturduğu bir barbarlıktır”.

Gönüllü olarak sokakta yaşamayı seçen genç Jamal zaten nevi şahsına münhasır ve başlı başına anti-kapitalist bir roman karakteri. Düzenin temeline karşı çıkmakla kalmıyor, insanları yozlaştırmasına, ahlaksızlaştırmasına ve dayanışma gibi en temel ve elzem insani değerlerden uzaklaştırmasına da isyan ediyor, haksız mıyım Halil Abi? Sen onu benden iyi tanırsın, en çok seninle dertleşiyor.

Hatırlarsın, onunla İstiklal Caddesi’nde (“tesadüfen”?) karşılaşan “kuş üvezi yaprağı yeşili gözlü, eli kaplıca suyu gibi sıcak ve beyaz, yaz bulutları gibi yumuşacık, dünyanın henüz çizilmemiş en güzel resmi, yazılmamış en muhteşem şiiri, yakılmamış en güzel türküsü, güzel ve tatlı kadın” Arus, onun bu söylemlerden çok etkilenmişti doğal olarak. “İlk defa sokakta yaşayan bir sosyalist görüyorum” demesinden belliydi, değil mi Halil Abi? Jamal’in, “Lenin gibi kaşlarını çatıp sertçe bakarak: Niye? Sosyalistleri büyük şirketlerin başında, plazalarda görünce şaşırmıyorsun da sokaklarda görünce mi tuhaf oluyor?” cevabını yapıştırmasına bakma, bizimki resmen o an abayı yakmıştı gizemli Arus’a.

İlk bakışta aşk böyle mi başlar Halil Abi? Yoksa bu işte bir bit yeniği mi vardı, ne dersin? Arus, Ermenicede “güneşli” demekmiş, gelgelelim ayrıca “gelin ve şeytan” manasında da kullanıldığı yerler varmış. Bu ilginç genç kadın hangisiydi sence? Külyutmaz Huri Abla, nam-ı diğer “sokak ulusunun koruyucu meleği, manevi lideri, adalet tanrıçası, bilge kadın anası, Kibele’si, Kleopatra’sı” tüm bilgeliğiyle uyarmıştı oysa bizimkini: “Senin göslerin essek gösü gibi emme heç bi seyi dooru düsgün göremeyon! Essek sıpası, o kısdan saan yar olmas deyom, sen lafı gödünden annıyon…” Gerçi Huri Abla, gençliğinde kendisini iğrenç fantezileri için seks kölesi gibi kullanan erkeklere isyan edip tüm dişlerini söktürdüğü için, onun şifreli sözlerini anlamak her zaman kolay değildir.

“Bu sefer entrikalı bir aşk romanı mı yazmış yoksa Selahattin Demirtaş?” sorusunu sormakta haklısın. Doğrudur, Arkadaş Z. Özger’in “eskitilmiş bir kurşunla kaplıyorum / yüreğimi acıya ve aşka hazırlıyorum” dizlerinin eşlik ettiği bu romanda gıllıgışlı bir aşk öyküsü var. Gelgelelim, aşkı da ters köşeye yatırmış yazar ve aşkın tüm renklerini sorgulamış: “İnsan sokakta hem özgür hem âşık olabilir mi abilerin abisi? Aşkla özgürlük arasında ters orantı mı var, doğru orantı mı? Özgürlük vazgeçebilmekse, aşk sahip olmak mıdır? Sahi sen hiç âşık oldun mu? Olma Abim, olma, tavsiye etmem.” Jamal haksız mı Halil Abi,? Bu düzen en insani duygulardan, ilişkilerden biri olan aşkı da yozlaştırmıyor mu? Mutluluk yerine acı üretmesine yol açmıyor mu? Bu yönüyle, yazarın sağ gösterip sol vurarak klasik aşk söylencelerini tersyüz ettiğini söyleyebiliriz bence.

Yoksa sen Demirtaş gibi bir yazarın sıradan bir aşk masalı anlatmasını mı bekliyordun Halil Abi? Daha önce yazdıklarını okumadığın nasıl da belli! Bana sorarsan Jamal karakteri, yazarın Dad kitabındaki “Çöplük” öyküsünde, insanlara bir çöp yığınının tepesinden seslenerek: “Bunca şeyi üretip tüketebilmek için kölesi olduğunuz sistemi ne diye yarattınız? Umurunuzdaysa tüketmeyin oğlum, tüketmeyin; bırakın yıkılsın kapitalizm” diyen Batmanlı Ahmet’in bir akrabası. Neşeyle kuyruk sallayarak onayladığına göre, “Demek Demirtaş da boykot çağrısı yapıyor” diye düşünüyorsun anlaşılan. Orasını bilemem Abilerin Halil’i; hele bir hapisten çıksın, doğrudan kendisine sorarsın. Öte yandan, Jamal’in tüketim toplumuna kökten itirazı olduğu kuşku götürmüyor.

Sonuçta, sokakta yaşamayı seçmiş, çöp karıştırarak karnını doyuran bir insandan söz ediyoruz. Edebi açıdan bakarsak, yazarın ana karakter olarak bir sokak insanını seçmesi, yani hor görülen, aşağılanan, toplum dışına itilen, görmezden gelinen, bok ve pislik içinde yaşayan bir insanın öyküsünü romanının merkezine oturtması bile başlı başına sıradışı bir yaklaşım. Unutma ki, “zordur sokakta yaşamak; dişini fırçalamadan, duş almadan, cami veya pasaj tuvaletlerini kullanmak. Hatta sokağın bir köşesinde ihtiyacını gidermek, açlık, soğuk, dışlanmak, dövülmek, hastalık, sırt ağrısı, duş alamadan geçen aylar, horlanmak… Say say bitmez”. Gerçi o kadarını sen de biliyorsun elbette.

Hem, Jamal’in mekân edindiği İstiklal Caddesi’nin arka sokakları dedin mi, orası, “… her gece kavgadır, şamatadır; hapçıların, gaspçıların, entelin, dantelin, transların, pezevenklerin, kendi halinde olanların, olmayanların, bir köşede kusanların, kusanların başını tutanların, sevgililerin, abazaların geçit töreni gibidir. Kebapçısı, seyyar satıcısı, kokoreççisi, seks işçisi, uyuşturucu satıcısı, sivil polisi, garsonu, sanatçısı, sokak müzisyeni, balıkçısı, tavukçusuyla herkes bir alışveriş içerisindedir: Kimi guruldayan midesinin sesini bastırmanın, kimi egosunu, kimi cinsel açlığını tatminin peşindedir. İzbe otel odalarının seks artıklarıyla leşe dönmüş otuz yıllık yatakları aynı gecede beş ayrı müşteriyi ağırlar; kamyonlarla et, tavuk, balık yığılır mekânların mutfaklarına, yine de bitmez insanın ete olan açlığı. Ekmeğinin peşinde olan da vardır, zevkin sefanın ardından koşan da. Herkesin illaki bir alacağı vardır sokaktan ve de vereceği. Yalnızca biz sokak insanlarının ne alacağı vardır buralardan ne de vereceği. Çoğu zaman, sırtımıza bir görünmezlik pelerini geçirmişçesine kayboluveririz, hem de herkesin gözü önünde. Kokumuz olmasa varlığımızın farkına bile varmazlar, yaşadığımızın tek kanıtı gibidir o kokumuz. Ne kadar kokarsak, o kadar iyi”.

Can Yücel’i bilir misin Halil Abi? Gerçi, benimki de laf tabii, nereden bileceksin? Sevgi Duvarı’nı ve nice şiiri borçlu olduğumuz bir şair abimizdir o. Bu romanda işte Can Yücel tadında bir şiirsel anlatı da sezmiyor değilim. İnanmazsan bak, Demirtaş nasıl anlatıyor o Beyoğlu’nu: “Cadde boyunca adeta yılan gibi tek kütle halinde hareket eden kalabalığa piksel piksel bakınca, Homo Sapiens türünün çeşitliliği insanı hayrete düşürür. Uzun, beyaz entarileriyle Arap erkekler ve onları bir adım geriden takip eden siyah çarşaflı kadınlar, Evliya Çelebi sakallarıyla Afganlar, Nietzsche bıyıklı üniversiteliler, doldurulmuş memeler, Japon balığı dudaklar, nasırlı eller, yorgun ayaklar, yılların kederiyle Finlandiya kıyılarına dönmüş yüz çizgileri, Karadeniz fındığı burunlar, takma kirpikler, Afrika’nın kara bahtına inat bembeyaz dişler, kel kabak kelleler, permalar, postişler, ekilmiş ama henüz biçilmemiş saçlar, Suriye dövmeli alınlar, İran sürmesi çekilmiş gözler, lensli gözler, yorgun gözler sevdiğini özler… Bu sonuncusu, nakliyeci Musa’nın kamyonetinin kıçındaki çıkartmadan. Hayat, renkli bir nehir gibi akıyor İstiklal’de; kıyıda ceylanlar, ortada dipte timsahlar. Adamın birinin cüzdanını kaşla göz arasında hüplettiler. Bizim Canki Oğuz’un yankesici tayfası. Üstelik Karizma Kadir’in otoparkında. Ne Kadir bunun farkındadır ne de polis. Fark etseler paylarını isterler. Eşitlik, adalet, hakça paylaşım, yaşasın sosyalizm!”

Selahattin Demirtaş, 2016.

Hele romanda İstanbul’un vapurlarını bir betimleyişi var ki, âli edebi zevklere sahip en müşkülpesent okuru bile mest edecek nitelikte bence: “Normalde vapurlar, rehin alınmışçasına tedirgin insanlarla dolu izbe depolar gibi görünür gözüme. Vapurun burnu karaya değdiği anda herkes kurtulmak istercesine can havliyle kendini iskeleye atar ve yeniden yakalanmamak için hep birlikte koşturur. Acelesi olmayan aylak tipler bile iskele boyunca bu koşturmadan kendilerini alamazlar. Ancak caddeye çıktıklarında kendilerine gelirler, kalp atışları normale döner. Vapur yolcuları, birbirleriyle bağı en zayıf olan ‘ulustur’. Vapurda bir arada olmak büyük bir utançmış gibi, iner inmez kimse birbirinin yüzüne bile bakmadan farklı yönlere doğru hızla dağılır. Rehineyken direnmemiş olmanın utancı gibidir bu, bir sonraki vapur seyahatine kadar herkes bu travmayı bastırmaya çalışıyordur belki de. Bir tek âşıklar için vapurun anlamı başkadır. Âşıkken vapur, gam yükünü taşıyan kervan, Sinbad’ın uçan halısı, Binbir Gece Masalları’nın baharat kokulu mistik sarayları gibidir.”

Gerçi, yazarın romanın ana mekânı olarak İstanbul’u seçmesi çok da belirleyici değil bana sorarsan. Jamal pekâlâ Diyarbakır’ın kuçe’lerinde de yaşayabilirdi ya da Paris, Amsterdam, Londra ya da New York gibi metropollerde. Hatta Buenos Aires’te, Tokyo’da, Nairobi’de. Çünkü bence romanın ana mekânı belirli bir kent değil Halil Abi, sokağın, sokak kavramının ta kendisi… “Hav!” diye onaylıyorsun, değil mi? Helal sana. Ve işin daha ilginci şu sanki: Sokağı böylesi capcanlı, dipdiri, tüm ayrıntılarıyla betimleyen kişi, dokuz yıldır sokaklarda özgürce salınma hakkı gasp edilmiş bir yazar; bunu da yaz lütfen bir kenara.

Dili kadar kurgusu da güçlü bir romandan söz ediyorum Halil Abi. Polisiye anlatı tınıları da var, bol ters köşesi de. Dilersen, çağlayan gibi girdaplı bir dilin sürüklediği kurgusuna kapılıp bir solukta okursun, dilersen de felsefi ve siyasi içeriğinin derinliklerinde duraklayarak sindire sindire… Kankan Jamal, yüzeysel bir karakter değil ne de olsa.

Göçmenler ve mülteciler gibi güncel sayılabilecek meseleler konusunda ilginç gözlemleri ve epey keskin siyasi saptamaları var Jamal’in: “Bugünlerde Beyoğlu, Birleşmiş Milletler gibi bir yer oldu. Afrika, Asya, Orta Doğu’dan gelen sığınmacılar İstanbul’u bir dünya şehrine çevirdiler. Bundan rahatsız olanlar epey fazla; işçiler, işsizler, kadınlar… Kiminin işi, ekmeği tehlikede kendilerince, kiminin güvenliği. Ama hiç kimse ırkçı faşistler kadar saldırgan değil elbette. Onlar sırf gelenler Türk olmadığı için rahatsızlar. Seksen milyon daha Türk gelse Türkiye’ye, gıkları çıkmayacak. Daha yakın zamana kadar Kürtlerin bile İstanbul’a gelmesinden rahatsızdı bu kafatasçı conconlar. Tabii yetmiş iki milletten üç milyon sığınmacı İstanbul’a doluşunca Kürtler aniden ev sahibi mertebesine yükseliverdi. Şimdilerde ‘öteki’ olmaktan sıyrılan bazı Kürtler de sığınmacılara sallarken nefretle şehvet arasında gidip geliyor, hayatlarında ilk defa beyaz olmanın tadını çıkarıyorlar.”

Bunun da ötesinde bu roman, aşk, nefret, dostluk, aile ilişkileri, kişinin toplumsal konumu, önyargılar, farklı kimliklerin bir arada barınması sorunsalı, dayanışma gibi insan yaşamının tüm alanlarını kapsayan daha geniş, ontolojik diyebileceğimiz ve bu anlamda çok radikal bir düzen sorgulamasıdır Halil Abi. Romanın ana karakteri Jamal’in –ailevi nedenlerle de olsa– isyan edip parayı pulu reddetmesi, o kokuşmuşluğun içinde yaşamaktansa sokağı tercih etmesi –bireysel olmakla birlikte– özünde başlı başına ve yabana atılamayacak siyasi bir tavırdır bence.

Jamal’in romana serpiştirilen düşünce ve gözlemleri ise, düzenin bam teline yönelik çok ciddi salvolardır. Ekonomik düzenin ve onun ahlak anlayışının insanı kendi varoluşuna ve doğaya nasıl yabancılaştırdığının, nasıl çürütüp çaresizleştirdiğinin teşhiridir. Düzenin ikiyüzlülüğünün ve yalanlarının gözler önüne serilmesidir. Bu açıdan bakınca, Jamal her şeyden önce ciddi bir felsefi altyapıya sahip, sıkı bir anti-kapitalist manifestodur benim gözümde. Zaten eğer felsefeyi “bir çağın öğretisi” olarak tanımlarsak, bu romanı felsefi bir roman olarak tanımlamaktan da hiç çekinmem Halil Abi. Romanın berduş filozofu, “Anlamlı hayat, ölüp gidenler için değil, kalanlar için kıymetlidir” ve benzeri özlü sözlerin mucidi Dersimli Düzgün Baba da aksini söyleyecek değil herhalde.

Dahası, hapse girdiğinden beri her yıl bir kitap yayımlayan Selahattin Demirtaş’ın bu sekizinci eserinin, diliyle, üslubuyla, kurgusu ve düşünsel içeriğiyle yazarın en olgun edebi metni olduğunu da gönül rahatlığıyla iddia edebilirim Halil Abi. İnanmazsan, Jamal’in can dostu, “Polisi tutuklayan adam ya da hırsızı soyan kişi; cezaevine dışarıdan tünel kazan, otobüse arka kapıdan binip ön kapıdan inen, rakı içince ayıkan, şemsiyeyi ters tutup yürürken yağmur biriktiren, kitabı son sayfasından geriye doğru okuyan, arabasında bir ileri altı geri vites olan, ‘teker teker gelin’ yerine ‘hepiniz birden gelin ulan!’ diyen, rüzgâra karşı işeyen adam”, Meyhaneci Rüstem’e sor. Eminim o da hep yaptığı gibi başını sallayarak hak verecektir bana.

Oldu olacak, son olarak şunu da söyleyeyim Abilerin Halil’i: Nâzım Hikmet’in “Vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. / Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ” dizelerini anımsatan bir yönü de var bu romanın. Neden mi? Çünkü sırf düşüncelerinden ötürü ve “insanları sokağa çağırdığı” suçlamasıyla hapse atılan Selahattin Demirtaş da, tıpkı yıllarca hapis yatan şair gibi, sokağın özgürleştirici gücü hakkındaki görüşlerini dillendirmeye devam ediyor hâlâ, onu içeri tıkanlara inat: “Sokak ilginçtir ve bir o kadar da sade. Sokaktaki yığınlar bu haliyle selde yuvarlanan kütük misali oradan oraya savrulurken, aslında sokağın kontrolü altında olduklarının zerrece farkında değildirler. Bu kadar kontrol manyağı olmasalar, sokağın gücünü fark edip özgür birer ruh olmaya yaklaşabilecekler. Gel gör ki hepsi efsunlanmışçasına veya zombi misali tüm benliklerini yitirmişçesine amaçsızca dolanıp dururlar. Oysa sokak özgürlüktür, özgürlük sokaktadır.”

O zaman haydi Halil Abi, bana da eşlik et, Jamal’le birlikte yürüyelim özgürlüğe.

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Jamal
  • selahattin demirtaş

Önceki Yazı

KRİTİK

Bir iç dünya ve aşk hikâyesi olarak Jamal

“Aşk bir özgürlük müdür; kişinin kendisi olmaktan çıkması anlamına mı gelmektedir; bu yüzden bir tutsaklık mıdır?”

BEHÇET ÇELİK

Sonraki Yazı

HER ŞEY

Min Nevâdiri’l-Kütüb – 35:

Kuşların dili, sanatçının eli

“Biçim açısından kuşların uçuşunu en çok andırdığını düşündüğü için Osmanlı asıllı bu yazıyı seçtiğini söylüyor Behbehani... Hat sanatıyla tasavvufu kesiştiren ilginç ve düşündürücü bir kitap.”

İRVİN CEMİL SCHİCK
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist