“Sanatçı bundan sonra ne yapacak?”
Bir Muz Bazen Sadece Bir Muzdur ve Tersi de Aynı Şekilde Geçerlidir kitabı üzerine ve çağdaş sanata dair iki mektup...

Comedian, Maurizio Cattelan, Art Basel, Miami Beach, 2019. / Sağda: Maurizio Cattelan.
Barış Bey, merhaba.
Cattelan’ın Comedian isimli işi üzerine gerçekleştirdiğiniz Bir Muz Bazen Sadece Bir Muzdur ve Tersi de Aynı Şekilde Geçerlidir kitabınızı okudum. Aynı konuda farklı mesleklerden Noit Banai, Barış Acar, Süreyyya Evren, Murat Alat, Rafet Aslan, Onur Serdar gibi isimlerin yazması konuya farklı yaklaşımları ortaya koyuyor. Procructes’in Yatağı isimli, 2015 yılında Monokl’den çıkan kitabınızı ve ArtUnlimited’de yakın zamanda başladığınız aynı başlıklı yazı dizinizi takip ediyorum. Aynı zamanda YouTube’da yer alan Karşı Konuşmalar videolarınızdaki üslubunuz daha net ve açık tavırlı. Maurizio Cattelan’nın Comedian’ı üzerine bir hücum denemesi olan yazınız ise Cattelan’ı sanat tarihi içinde konumlandırmaya yönelik gibi ve bir acabayı içinde barındırıyor ya da bir mesafeden bakıyor.
Noit Banai, Cattelan’ın eylemini performatif bir eylem olarak görüyor:
“Performatif eylemler gerçekliği betimlemekle kalmaz, aynı zamanda bu gerçekliği değiştirmek için bir şeyler yaparlar. Örtük ve açık konvansiyonlarla belirli durumlarda faaliyet gösterirler ve aynı zamanda sonuç olarak ortaya çıkan belirli etkiler üretirler.”

Bir Muz Bazen Sadece Bir Muzdur ve Tersi de Aynı Şekilde Geçerlidir
Derleyen: Barış Acar
Katkılar: Barış Acar, Murat Alat, Rafet Aslan, Noit Banai, Süreyyya Evren, Onur Serdar
Livera Yayınevi
Ocak 2025
96 s.
Cattelan gerçekten neyi değiştirdi, sormak gerekiyor bu noktada. Cattelan sattığı muzu yiyemeyen 74 yaşındaki Bangladeşli bir göçmenden 35 cent’e aldığı muzu, galerici Emmanuel Perrotin’in standında, yani bir sanat mekânında duvara bantlayarak sergiliyor. Bir de bu işi için on dört sayfalık bir orijinallik sertifikası hazırlıyor. Comedian müzayedeye katılıyor. Dünyanın en büyük sanat fuarı Art Basel Miami’de, galerici Emmanuel Perrotin standında tekrar yerini alıyor ve milyon dolarlara bir sanal para milyarderine satılıyor.
Her sanat eseri aslında politiktir. Catelan’ın Comedian isimli işi de, ona bahşedilen serüven de bana göre politiktir. Cattelan’ın eylemini canlı bomba eylemine benzetiyorum. Eylemin kendisi, 11 Eylül’ü içinden yaşamış, heykelini yapmış bir sanatçının bana canlı bomba eylemini düşündürmesi de tesadüf değil. Cattelan’ın sanatı patlattığını düşünüyorum. Bu eylem günümüz sanatının ve liberal uluslararası kapitalizmin de kerteriz noktası. Cattelan’ın eylemi şok etkisi yaptı. Şok etkisi sarsar ve yerini infiale bırakır; yani öfke ve kızgınlığa. Bütün canlı bomba eylemlerinde olduğu gibi. Hangi saikle olursa olsun herkese dokundu, özellikle de sanatçılara.
Onur Serdar kitaptaki yazısında “Sanat eserleri yalnızca estetik nesneler değil, aynı zamanda sosyal ve sınıfsal farklılıkların kodlandığı araçlar olarak işlev görür” diyor. Eserleriyle dikkat çeken Cattelan’ın Comedian isimli işi, egemen sermaye sınıfının kendi sınıfsal farklılığını gösteriye dönüştürmesini sağladı. Yoksulların kolayca yiyemediği muz Comedian isimli bir sanat nesnesi olarak sahneye çıktı. Sanat tarihiyle bağı ise sadece bir fallik nesne olarak muzun kullanıldığı başka sanat eserlerinin varlığı.
Cattelan kimdir ve neden şok gösterinin “tasarlayanı ve sunucusu” olmuştur?
Liberal kapitalizmin her şeyi metaya, alınır satılırlığa dönüştürdüğü bir dünyada gücü elinde tutanlar, otuz beş senti milyon dolara çevirme güvencesi veren, sanal paranın güç gösterisi haline getirmektedir sanatı. Buradaki olay sadece sanat değil, tam tersi, kitlelerin para iştahlarını artırmaktır. Gücü öne çıkardığı için güç sahiplerinin işine yarayan ve yarayacak olan bir eylem. Cattelan’ın öncülleri, Klein ve Andy Warhol sanatın özerkliğini ortadan kaldırmaya yönelmişlerdi. Cattelan’ın eylemi bildiğimiz sanat tarihi içinde hiçbir yere oturmuyor. Sanata ve sanat tarihine karşı yapılmış bir eylem.
Yine Onur Serdar, “Sanat dünyası estetik yargıların ve beğenilerin toplumsal sınıflar tarafından nasıl belirlendiğini, bu yargıların nasıl meşrulaştırıldığını ve yeniden üretildiğini anlamak için kritik bir laboratuvar olarak kabul edilir” diyor. Bu bağlamda Comedian bir kerteriz noktası. Sanatın ne olduğuna, nasıl olduğuna ve neden olduğuna dokunan Cattelan’a tüm toplum kesimlerinden tepkiler geldi.

Altta: Rafet Arslan, Onur Serdar, Murat Alat.
Cattelan, Comedian işiyle sanat algısını değiştirdi. Sanat hayatın her yerinde olan ve her vesileyle her şeyi kendi çıkarı için kullanan iktidarların temsil aracı mıdır? Yoksa sınıfsal farklılıkların ayracı mı? Sergilenen Comedian isimli muz milyon dolarlık alıcısı tarafından yenerek yok ediliyor. Dolayısıyla fiziksel varlığı da ortadan kaldırılıyor. Ancak Cattelan’ın hazırladığı on dört sayfalık orijinallik sertifikası var olmaya devam ediyor. Sertifikasının bir nüshası Guggenheim Müzesi’ne hediye ediliyor.
Guggenheim direktörünün isimsiz şekilde müzeye hediye edilen orijinallik sertifikası için söyledikleri dikkat çekici: “Sanatçının modern sanat tarihiyle olan ustaca bağlantısının bir başka göstergesi olan Comedian hediyesinin minnettar alıcılarıyız. Ayrıca, depolama anlamında bize herhangi bir yük getirmiyor.”
Sanat olarak ikame edilen, duvara bantlanan muz bütün bir sanat tarihi geçmişine meydan okuyor; müzeyi geçmiş sanat eserlerini korumaktan vazgeçiriyor. Müze orijinallik sertifikalarını sanat adına koruyarak sanallaşıyor. Herhalde Metaverse’de yerini alıyor veya alacak. Adı müze olan kurumlarsa ticari gösteri mekânlarına dönüşüyor ya da dönüşecek.
Her sanat eseri için, onun fiziksel varlığı dışında, üretildiği ortama, sanatçının bakışına, toplum içindeki rolüne, içinde yer aldığı ilişkiler ağına ve sanatçının o güne kadarki diğer eserlerine (işlerine mi demeliyim) bakmak gerek. Herhangi bir sanatçı bunu yapamazdı. Önce gerçek bir sanatçı olmalıydı. Özgürlüğünü bedeller ödeyerek kazanmış, kendini test etmiş olmalıydı. İçinde yaşadığı kapitalist sistemin beklentilerine cevap vermiş olmalıydı. Bu sanatçı, söyleşilerde de altını çizdiğiniz gibi, “21. yüzyılın en güncel, en viral, yenebilir ve yeniden üretilebilir, küresel ağlarda hızla dolaşabilir, paylaşılabilir, etkileşim yapılabilir” projesini gerçekleştiren kişi olmalıydı. Öyle de oldu. Cattelan birçok sanat eseri gerçekleştirmiş bir sanatçı. Nasıl yaşadığını, geçimini nasıl sağladığını, eserlerini kimin finanse ettiğini bilmiyorum. Onur Serdar, “… çağdaş sanat sermaye ağlarının gölgesinde varlığını sürdürürken, bir yandan ekonomik, politik sistemlerle entegre olur, diğer yandan bu sistemlere karşı bir eleştiri ve direniş alanı yaratır. Ancak eleştirel alan bile çoğu zaman finansman mekanizmaları, tematik fonlamalar ve kurumsal destekler tarafından çerçevelenmiş ve sınırlandırılmıştır” diye özellikle belirtiyor.
“Sanatçının temiz ellere ihtiyacı var” mottosunu galiba Rollo May’in Yaratma Cesareti kitabından öğrenmiştim. Bir Muz Bazen Sadece Bir Muzdur ve Tersi de Aynı Şekilde Geçerlidir isimli kitabınızda “Yoksa büyük bir iştahla aradığımız sanatçı figürü, kendini bizim adımıza çarmıhta feda edecek başka bir İsa mı?” diye soruyorsunuz. Kaldı ki, sanat tarihi yaşantısıyla eserlerinin üst üste çakışmadığı pek çok sanatçıya tanıktır. Bugünün sanatçısının varlık sorununa kaç Procructes yatağı gerek?
Bugün köklü demokrasi kültürü olmayan devletlerde iktidarlar algıyla oynayarak yanılsamalar yaratıyorlar. İktidarlarını uzun süre korurken muhalefet partileri algıyı değiştiremiyorlar. Bakış değişmedikçe dil de değişmiyor. Bakış değişmedikçe hiçbir şey farklı algılanamıyor. Cattelan bence eser olarak ürettiği şeyin ne olduğu ile değil, onun nasıl algılanacağına, nasıl sunulacağına, kimin sponsor olacağına ya da bu işi sanal paraya dikkat çekecek hangi sermaye grubunun yapabileceğine karar veriyor. Cattelan’ın Comedian’ı her aşaması çok iyi planlanmış bir iş diye düşünüyorum. Bir senaryo ve oyuncuları belli. Başarıyla oynanıyor. Her oyunun oyun olmayan bir yönü var. O da projeyi yapanın, kabul ettirenin sanatçı olması. Diğer yönüyse şu: Üretilen işlere her izleyici, ister sanat dünyasından olsun, isterse olmasın, farklı anlamlar verir ve her anlam karşıtını da birlikte getirir. Bu anlamda Cattelan’ın bakışı yeni dünya düzeninin güçle ifade edilebilecek oldu bittilerine hem bir onaylama hem bir ifşadır aynı zamanda.
-2114028441.jpg)
Aşk
(L.O.V.E),
Maurizio
Cattelan,
2010.
Sanat eseri anlamını sonsuza kadar saklar. Onu anlamlandıran izleyicidir, sanat yazarıdır. Sanatçının tek örtüsü, tek kamuflajı sanatın farklı anlamlandırılabilmesidir. İşte, sanatın hem o hem değil durumundaki üretimi toplumu dönüştürecek karşıt güç ve aynı zamanda politik bir müdahale aracı olabilir. Şimdi Cattelan’ın Aşk (L.O.V.E., 2010) isimli kesik el ve orta parmak heykeline bakalım. Bu heykel sanıldığı gibi Nazi selamıyla ilişkili değil. Kesik el ve orta parmak heykeli bir taciz davranışını temsil ediyor. Sanatçı hem o hem değil durumunu heykelin ismiyle ifade etse de, heykel temsil ettiği şeyin gereği olarak kendi sınırlarını koruyor. Cattelan’ın on bir metre yüksekliğinde taciz işareti olan bu heykeline, “orta parmağın Nazi selamından geride kalacak şekilde diğer parmakların kesilmesi” gibi başka bir anlam verildiğini görüyoruz.İnternette de bu ifade dolaşıyor. Bu heykelin kaldırılmasını isteyen sağ hareketlere karşı bir engel oluşturuyor mu bu kamuflaj, yoksa sanatçının işini savunmasını mı kolaylaştırıyor? Lovekelimesi aşk olarak anlaşılırken sanatçı harfler arasına nokta koyarak tek tek harflerin özgürlük, nefret, intikam, sonsuzluk ("Libertà, Odio, Vendetta, Eternità") anlamına geldiğini ifade ediyor. Nefret ve intikam taciz işaretine çok da uygun düşüyor aslında. Cattelan’ın kesik el, orta parmak heykeli Milano’da menkul kıymetler borsa binasının önünde duruyor. Yüksek kaidenin üstünde borsa binasını tehdit ve taciz etmeye devam ediyor. Bir esere verilen isim tıpkı bizlerin isimleri gibi onu temsil etmeli. L.O.V.E. ismi her ne kadar heykeli işaretlese de, taciz işaretinin varlığı tecavüz konusuna gönderme yapıyor ve bu konunun ucu açık.

Amerika, Maurizio Cattelan, 2016.
Cattelan’ın bir diğer işi, 2016 yılında 18 ayar altından yapılma, Amerika isimli, tam işlevli bir klozet. Bu defa işinin malzemesi olan altını değersizleştirirken, Amerika’yı da değersizleştirmiş oluyor. Bu iş hem Amerika’dır, onu temsil etmektedir hem de kullanımda olan bir tuvalet taşıdır. Cattelan’ın işlerinde bu ikili durum, yani hem o hem değil durumu hep var. Ona sanatçı dememizin sebebi de bu.
Cattelan’ın bir diğer işi 1999 yılında yaptığı La nona Ora, (“9. Saat”) balmumundan, bire bir boyutta, giyimli, elinde asasıyla papa heykeli, üzerine bir meteor heykeli düşürüyor. Bu heykelle sanatçı hem dine hem otoriteye karşı oluşunu kendisi dışında bir güç tarafından gerçekleştiriliyormuş izlenimiyle sergiliyor. Dini yok edecek olan yine kendisidir izlenimini veriyor.

La nona Ora (Dokuzuncu Saat), Maurizio Cattelan, 1999.
Cattelan, Comedian işiyle sanat algısını değiştirdi. Sanat hayatın her yerinde olan ve her vesileyle her şeyi kendi çıkarı için kullanan iktidarların temsil aracı mıdır? Yoksa sınıfsal farklılıkların ayracı mı? Onur Serdar, “Çağdaş sanat, geçmişin yankıları, şimdinin aciliyeti ve geleceğin vaatleri arasında gidip gelen bir yaratıcı süreç olarak okunabilir” diyor:
“Bu süreç yalnızca bir üretim pratiği değil, aynı zamanda tarihsel ve zamansal bir refleksiyon (hem bir şey üzerine düşünme hem yansıtma) alanı olarak işlev görür.”
Cattelan bundan sonra ne yapacak? Comedian bir son mu, yoksa yeniden başka bir başlangıca mı dönüşecek? Merakla bekleyeceğim. Şimdi Cattelan’ın bu eyleminden sonra sanatçı kimdir, sanat nedir, sanatın misyonu nedir, sanat tarihi nedir, küratör kimdir, görevi nedir gibi soruların tartışılmasının gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca Milliyet Sanat’ta yer alan söyleşiden yola çıkarak, sizin sorduğunuz, “Sanatın ve sanat piyasasının politikası nedir, sanat neden anti-otoriterdir ve sanat neden tam da piyasanın dışıdır?” gibi sorular da tartışılmalı.
Noit Banai, “Cattelan ve Performatiflik” isimli yazısının sonunda, “Daha adil ve eşitlikçi bir dünyanın ortaya çıkması için hangi sanatsal ve kültürel biçimlerin, geleneklerin ve bağlamların icat edilmesi gerekiyor?” diye soruyor. Hızla faşizme doğru kayan bugünkü dünyada sanatçılara çok görev düşüyor. Kitaplarınız, Karşı Konuşmalar videolarınız ve yazılarınız için teşekkürler.
İyi çalışmalar,
24. 02. 2025
Gülgün Başarır
Merhabalar Gülgün Hanım,
Okumanız ve tuttuğunuz notlar çok kıymetli. Her şeyden önce Hücum Yayınlar kitap dizisinin hedeflediği, “bir düşünceyi tartışmaya açma ve örgütleme” pratiklerine olan katkısı nedeniyle. Öte yandan yorumlarınızın çoğuna katıldığını söyleyebilirim aslında. Benim de yapıt karşısında yaşadığım çelişik duyguları ve anlamlandırma çabasını yansıtıyorlar. Sanırım sanat alanıyla bir şekilde ilgili herkes aynı duyguları yaşadı.
Bunun, alımlamanın sosyalliği perspektifinden en az iki farklı yorumu olmalı diye düşünüyorum: İlk olarak sanat dünyasıyla ilgili olmayan geniş kitleleri ele almaya çalışacağım. İkinci olaraksa, benim daha problematik bulduğum, sanat dünyasındaki alımlama mekanizmalarına bakmayı deneyeceğim.
Duvara bantlanmış muzun sanat eseri olarak kabul görmesinin, geniş kitleler tarafından “sarakaya alınma” olarak görüldüğü aşikâr. Çok haklı olarak, “Biz her gün hayat pahalılığıyla mücadele ederken bu adamlar dalga mı geçiyor bizimle?” duygusu egemen bu algının ortaya çıkmasında. “Sarakaya alma” en hafif ifadesi tabii. “Yüzsüzlük”ten “arsızlık”a, “ahlaksızlık”tan “alçaklık”a pek çok farklı tonu da var bu algının. Hiçbiri de yanlış değil bir yandan. İnsanları savaştan yoksulluğa, faşizmden totalitarizme dek onlarca akıl almaz gündelik gelişmenin içinde bırakıp bir yandan da oyunsu bir sanatsal girişimin milyonlarca dolar edeceğine ikna edemezsiniz. Bunun bir ucunun toplumsal kalkışmalar sırasında ilk hedef alınan şeyler arasında heykeller/sanat yapıtları bulunmasına dek uzandığını akıldan çıkartmamak gerekir. Sanat yapıtı kendi içinde başka bir dünya ihtimalini ne kadar barındırırsa barındırsın, muktedirin gücünün temsiliyle de doğrudan ilgisi vardır.

Prag’taki Stalin heykeli bombalanarak yıkılırken. 1962.
Benim önerim burada sapla samanı birbirine karıştırmamak. Mesela Prag’da bir nehir turuna çıkarsanız, Stalin Anıtı’nın bombalarla patlatılmasının teknenin içinde dağıtılan fotoğraflarla belgelenerek nasıl bir eğlencelik olarak anlatıldığını hayretler içinde izleyebilirsiniz. Sahneyi genişletelim: Taliban’ın Buda heykellerini bombalamalarını aynı eğlence formatında anlattığını gözünüzün önüne getirin, ki gerçekliği muhtemeldir. Örnekler her yönüyle tehlikeli, farkındayım ama anlatmaya çalıştığım ayrımı göstermek için de elverişli. Comedian’ı yıktığımızda muktedir falan devrilmeyecek. Mesele, Comedian’ı ortaya çıkartan sanatsal ve ekonomik düzenekleri anlamak ve yargılarken sanatçının eleştirisiyle onu ortaya çıkartan düzeneklerin eleştirisini birbirinden ayırabilmek. Yoksa her iktidar değişiminde müzeleri yıkıp baştan inşa etmek gerekirdi ki, bu edimin sanatla ilgili olmadığı aşikârdır ve kültürel mirası (içeriği her ne olursa olsun) korumak, sanat tarihinde ilk öğrettiğimiz şeylerden biridir; “korumanın yolunu bul, o sana tarihi anlatacak ileride.”

Maurizio
Cattelan
Saikleri ve ilerleyişi sosyolojik olarak kolaylıkla tahlil edilebilir bu algının ötesinde, sanat alanıyla doğrudan ilgili olan kimselerin gösterdiği tepkiler beni daha çok ilgilendirdi diyebilirim bir bakıma. “Sanat yöneticileri” (müzelerde, büyük kurumsal organizasyonlarda) her zamanki politik doğruculuk gömleğini giyerek topu sanat tarihine atıp, Duchamp’tan falan örneklerle konuşmaya başladılar. Yargılamadan ve dudaklarda hafif müstehzi bir gülümsemeyle konuşmak postmodern dönemden öğrendiğimiz en iyi taktik ne de olsa. Bunun hemen ardındaki galericilerden, sanat eleştirmenlerinden, sanatçılardan oluşan büyükçe bir grupta, küçümsemeden başlayarak, “Biz bunların çevirdiği monkey business’ı biliyoruz”lu aşağılamalara ve nefret söylemlerine dek uzanan bir dalga hasıl oldu. Altındaki haset duygusunu okumak için azıcık kazımaya bile ihtiyaç duymayan bu reaksiyonun sahiplerine gerçekten sormak isterdim: Nasıl dönüyor o dolaplar, bize de anlatsanıza. Bu konuda epey donanımlı olmalılar ki, bu kadar emin konuşmaktaydılar. Son olarak da çağdaş sanat nefretiyle birleşen, sanatta klasisizmin ötesine asla geçememiş en büyük kitle vardı ki, oraya ne söyleyerek konuşmaya başlamam gerektiğini bugüne dek keşfedemediğimi itiraf etmeliyim. Sanat eşittir yüce, (sublime) sanatçı eşittir craftsman bu grup için. Schegel’den Nietzsche’ye, William Blake’ten Artaud’ya, Stockhausen’e, Godard’a, anlatmak gereken ve aslında anlatmakla tüketemeyeceğiniz, insanların kendilerinin deneyimlemelerini gerektiren ama bunu ölesiye bir dirençle reddettikleri öyle çok şey var ki zavallı son iki yüzyılımızda, bu olanaksızdan da güç hale geliyor. Yalnızca kötülük bunu tek seferde gösterebilir.

Sorularınıza bire bir cevap vermediğimin farkındayım ama sanki vereceğim cevaplar bu söylediklerimin içinde mevcut gibi aynı zamanda.
Yalnız, sonda sorduğunuz soruyu özellikle önemli buluyorum. Bir sanatçıdan bir sanatçıya yönelmiş bir soru bu: Cattelan bundan sonra ne yapacak? Çünkü piyasanın işleyişinin, para borsası gibi çalışan sanat etkinliklerinin ötesinde değeri olan tek soru bu. Ben bunu Cattelan özelinde görmüyorum. “Sanatçı bundan sonra ne yapacak?” diye çınlıyor benim kulaklarımda soru. Warhol’un açtığı yolda gidebilir ve piyasanın desteğiyle göğsünüzde yumuşattığınız topu kıvrak bir şekilde ayağınızla kaleye gönderebilirsiniz. Peki, o kalenin kendi kaleniz olduğunu fark ettiğinizde ne yapacaksınız? Warhol çok usta bir topçuydu ve kendi takımını kurdu oyun sürerken, başarısının sebebi buydu; oysa bugünün sanatçısı bütün o kalabalıklar içinde ölesiye yalnızlaşmışken, vurmaya hazırlandığı son şutun sanatın kalesine gireceğini fark ettiğinde ne yapacak? Bu güzel soru.
Dikkatli okumanız ve notlarınız için tekrar çok teşekkür ediyorum.
Sevgilerimle,
03.03.2025
Barış Acar
Önceki Yazı

Ahmet Güntan: hamlık ve entropizm
“Güntan noktayı sahiplenmiş gibidir. Bu işaret onda alışılmamış bir yaygınlık kazanarak, köşeli ayraçlarla birlikte 'parçalılık' fikrinin taşıyıcılığını yapmaktadır.”
Sonraki Yazı

Arzu ve kaçış:
Salinger’ın yaşamında ve yazınında kadınlar
“Salinger’ın kadın masumiyetine olan takıntısı onun 'kadın'ı olduğu her haliyle kavrayabilmesinin önünde bir engel olarak durmaktadır. Onun metinlerinde okurla kadın karakterler arasında yazarın varlığı bir duvar gibi dikilir.”