Ahmet Güntan: hamlık ve entropizm
“Güntan noktayı sahiplenmiş gibidir. Bu işaret onda alışılmamış bir yaygınlık kazanarak, köşeli ayraçlarla birlikte 'parçalılık' fikrinin taşıyıcılığını yapmaktadır.”

Ahmet Güntan, New York, 2016.
Yaşayan en iyi şairlerden Ahmet Güntan’ın 70. doğum günü dolayısıyla yayımlanacak bir ortak kitap için benden de katkı istendiğinde önce olur dedim, çünkü Güntan’ın şiiri hakkında yazmışlığım vardır[1] ama yazı dışı kalmış notlarım da mevcut. Gelgelelim, ilgimi yoğunlaştırdığımda rastladığım bir etik problem dolayısıyla zihnimde “70 yaş” kitabına uygun düşmeyecek bir eleştiri de oluşunca, yazıdan değilse bile mecradan vazgeçtim.
Beni mecradan vazgeçiren, Güntan’ın YouTube’da rastladığım bir mâni atışmasında kullandığı, görmezden gelemeyeceğim ve burada dile getirmek istemeyeceğim türden bir cinsiyetçi küfürdü... Ahlakçılık ile görecilik arasındayız; “küfrün başladığı yerde şiir biter”cilik ile “her şey mübah”çılık arasında. Sonuçta yazının başlığına “entropizm”i eklemek ihtiyacına yol açan etik ikilem.

Küfre rastlayışımın öncesindeki zihnimde Ahmet Güntan adı bende herhalde hemen herkesteki gibi “parçalı ham” kavramıyla yankılanıyordu. Bir de arka planda yatan incelikli cinsiyetçilik karşıtlığıyla tabii; otuz yıl öncesinin Romeo ve Romeo’su, vb.
Bu arada, Hayriye Ünal’ın dönemleştirmesi çerçevesinde[2] Güntan’ın “3. Evre”sine denk gelen, 2019 çıkışlı İzmirli Ahmet’i kaybettim; çoluğun çocuğun eline geçmesin diye köşe bucak nereye sakladıysam, bulamıyorum şimdi. Çok da hararetle aramıyorum.
İlk Kan’ın ilk baskısında nedense içindekiler sayfası yokmuş – Tan Yayınları o kadar mı amatördü o 1984 yılında, bilemiyorum. Böyle durumlarda hep yaptığımı yaparak İçindekiler’i kendim çıkarıp kendi elcağzımla arka kapağın içine yazmışım, başka notlarla birlikte. Bu şairin neden ilk çıkışından beri çekici geldiği belli. Bir Attilâ İlhan şairaneliği esiyordu: “Sonbahar uzaktan bakmaktı sana/ Sonbahar yeniden ölüm”. (“Ölüm Ülkesinde Aşk” adlı şiir, s. 36) Ama benim için o kitapta asıl çekici olan, Blaise Cendrars (“Çingene Pasaport’ta” adlı şiir, s. 21) ve Bobby Sands kardeşliği olmuş.
İlk Kan’da işaretlediğim yerlere bakıyorum; “Visconti” şiirinde şu dizelerin yanına bir kalp işareti koymuşum:
Bütün gün beraber oldukları birine akşam
evde mektup yazanlar (s. 44)
“Beyaz Peugeot” adlı şiirde, dizelerden birinin yanına “[Güntan’ın] ütopyası” diye not düşmüşüm. İ.Ö.’ye de rastlamışım bir yerlerde: “Dünya senin ama sen dünyaya ilişme.” (s. 41) Şimdi kontrol edip biraz tashihçilik yapayım: “Pasolini’nin Külleri” adlı şiirdeki Parametri’nin e’si 2008’de çıkan Toplu Şiirler.’de düzeltilmiş, “Dük L. Visconti”nin sonlarındaki (s. 45) “kedini”nin yanına “? kendini” diye bir not düşmüşüm. Kontrol ediyorum, evet, “kendini” olmuş; “acıklıdır”ın unutulmuş olan kapama tırnağı eklenmiş. Toplu Şiirler’de ayrıca şiir adlarının hepsine nokta konmuş.
Bazı yazarlar belirli noktalama işaretlerini kendilerine mal etmişlerdir. Birbirine bitişik üç virgül Leyla Erbil’i, her cümle sonunda karşınıza çıkıveren ünlemler Metin Üstündağ’ı, köşeli ayraçlar psikiyatrist Haluk Sunat’ı ve yanı sıra Ahmet Güntan’ı çağrıştırır. Güntan ayrıca noktayı sahiplenmiş gibidir. Bu işaret onda alışılmamış bir yaygınlık kazanarak, köşeli ayraçlarla birlikte “parçalılık” fikrinin taşıyıcılığını yapmaktadır.
Nokta, tasavvufta kâinatın, her şeyin başı ve sonu sayılıyor. Gerçi o bağlamdaki daha çok soyut ve tanımsal bir “nokta”dır; işaretten çok sözcüktür, daha doğrusu kavram. Arapçadan gelmiş olan sözcüğün aynı zamanda bütün bir işaretleme sistemini de (noktalama) adlandırdığını, ayrıca yine eskiden beri “açı/konu” anlamına geldiğini hatırlayalım (gerçi son yıllarda herhalde zaten unutamıyoruzdur, “... noktasında...”). Ve Güntan’ın bir tür Melamiliği akla getiren Esrarîler. adlı nefis kitabını da düşünerek aşağıdaki beytin yazarı Esrar Dede’nin şu beytine bakalım:
Sa’y ile eyleyüben nokta-i ilmi teksîr
Eyledim bir nice dem, ders-i Fenayı tekrîr[3]
Tasavvufta “ham/çiğ” sıfatının da özel bir yeri olduğunu biliyoruz. Gerçi orada daha çok kişi/lik için kullanılmış bu sıfat. Yine de her gösterenin çatallanma potansiyeli barındırdığını hatırlamaktan zarar gelmez. Güntan’ın kullanımında, manifestosunda ve kendi şiir pratiğinde temel aldığı sıfat daha çok şiiri işaret etse de, çağrışımlar alesta.

Modern şiirdeki akrabalık açısından ise, 1960’larda bizlerde de yankılanan ünlü Beat Generation şairlerinden Robert Lowell’a borçlu olduğumuz “raw poetry” akla geliyor. “Hamlar ile olgunlar (raws and cooked).” Lowell “Amerikan şiiri”nin bu kavram temelinde ikiye ayrıldığını savunmuş. Kendisi Türkçede 2000 yılında yayımlanan Birlik Uğruna Ölenlere’den öte pek ilgi görmüşe benzemiyor. Güntan’la ilgili literatürde de adına rastlamadım. Ancak Güntan’ın kültürel coğrafyasının genişliğini düşününce, bu bağlantıdan kolayca vazgeçmek istemiyor insan. Not etmiş olayım.
“Söz sanatları, dize, kafiye, yaratıcı sıfatlar, edebi göndermeler, hayal gücüne sığınmış soyutluklar… Bunlar şiirin huzurevi. Huzurevinde özgürlük olur mu?”[4] diyor Güntan, bir röportajda. Çok haklı. Yine de, şiirinizin neye benzemeyeceğini tayin ederken somut göndermelerin varlığına ihtiyaç duymuyor musunuz?
“Türk şiirinde ‘90’lar yoktur”[5] diyorsunuz bir de. Didem Madak vardır oysa. Birhan Keskin vardır, Gezi’nin şairi. Asuman Susam vardır. Hani diğerlerini saymasak bile...
Siz 1955’te doğmuş üç önemli şairden birisiniz. Nice yıllara.
Savaş bitti, ormanı terkediniz
Siz
Hepiniz [6]
NOTLAR
[1] “Büyük Ortadoğu Karmaşığı”, Radikal, 7.5.2009; “Ve iki kitap birden”, Milliyet Kitap, 12.4.2013. Yine Milliyet Kitap’ta yayımlanan 20.6.2016 tarihli, canım ciğerim Bobby Sands’le ilgili “Ham edebiyat” başlıklı yazımda da Güntan’a gönderme vardır. Bu üç yazı da Beklediler Gitmedik adlı kitabımda.
[2] Hayriye Ünal, “Ahmet Güntan’ın şiirinin yerlemleri”, Buzdokuz, no. 22, Nis-May-Haz. 2024, s. 77-87.
[3] Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, İstanbul, 2004, s. 487. Zor bir beyit olmadığı için bugünkü Türkçeye çevirmiyorum. Biraz dikkatle ve çabayla kolayca okunuyor. Yalnızca şu üç sözcüğü vereyim: “sa’y”, emek demek. (Erbab-ı say: emekçiler.) Teksir: çoğaltmak, artırmak (eskiden teksir makineleri vardı, fotokopiden önce; bildirilerimizi ve ders notlarımızı onlarla çoğaltırdık, “stensil” diye bir şablon kullanarak). Tekrir: tekrarlamak.
[4] “'Modern şiirden çok sıkıldım.' | Ahmet Güntan Melek Aydoğan’ın sorularını yanıtladı.”, 160. Kilometre.
[5] Ahmet Güntan, Şiir Geldi Kelimede Boğuldu, 160. Kilometre, İstanbul, Ocak 2025 (2. baskı), s. 188.
[6] “Bir Şeyler... Bir Şeyler” adlı şiirden, Köpüklü Bir Kan, Bir Duman (1981-83).
Önceki Yazı

Haftanın vitrini – 17
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Anna Freud’u Okumak / Annem Öldü mü / Bölünmüş Beyin ve Anlam Arayışı / Daha Küçük Bir Gökyüzü / Hiç Kimse / Homo Vulgaris / İrlanda Defteri / Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten? / Kopenhag-Deniz Kızı Vakası / Kovulduklarıyla Kalanlar