Rober Koptaş'ın Unufak'ı
“Roman sonuçta bütün iyi romanların yapması gerektiği gibi sahici bir duygu buluyor; bir aileye, bir aidiyete, bir zamana dair. Etkileyiciliği de burada.”

İllüstrasyon: Seda Mit (kitap kapağından ayrıntı)
Rober Koptaş’ın romanı Unufak yakın dönem romanımızda yapılmayan bir şey yapıyor. Hem çoktandır ortadan kaybolan tarzda realist bir aile romanı yazıyor hem bunu çözülüşün, kök salamayışın, var olan köklerin de çürümesinin epik anlatısı haline getiriyor. Hem Anadolulu bir Ermeni aile vesilesiyle Anadoluluğun bir cephesini hem de İstanbul’a gelen bu ailenin orada da tutunamayışının, fakirliğin, imkânsızlığın, kaybeden şehirliliğin hikâyesini Orhan Kemal tarzı bir palette anlatıyor.
Unufak’ı başlatan ve kapatan, kitap okumayı keşfetmiş genç kahramanı hikâyeyi gerçi bir başlangıç ve bitiş parantezi içine alıyor. Ama roman bütünlüğü içinde sadece bu ‘aydınlanmış’, ‘durumları izaha hâkim’ üçüncü kuşak kahramanın gözünden anlatılmıyor. Kimi bölümler sıralı olmaksızın, aile üyelerinden birinin, bir roman kişisinin yerine göre ‘örselenmiş’ ya da belki ‘kabullenmiş’ bilincinden anlatılıyor. Bu cesur buluşa bir de ara sıra genellikle aile romanlarını anlatan ‘görünmez’, ‘her şeye kadir’ anlatıcıyı işe koşma cesareti ekleniyor. Öylesine, bölümden bölüme.

Bu, aile romanları deyince aklımıza gelen geleneksel Buddenbrooklar gerçekçiliğinden deneysel Yüzyıllık Yalnızlık büyülü gerçekçiliğine kadar pek de kurcalanmamış bir yaklaşım. Belki biraz bilinç akışı tekniğine benzeyen ama kahramanlarına ‘sırayla’ ya da kadim, üstten bir plan gereğince söz hakkı vererek mekanikleşmeyen bir tutum. Bu yolla Unufak okuyucuya aileye bakan bir ‘aynalar galerisi’ sunuyor. Bu buluş da her adımda hem aile tarihiyle ilgili yeni bir sayfa açıyor hem de hikâyeye büyük bir okunurluk, sürükleyicilik sağlıyor. Ama okuru hoşnut eden popüler ‘sürükleyici’ romanların tersine, hikâyenin eksenindeki gerilimi hep diri tutarak ilerleyen bir sürükleyicilik.
Unufak’ta Ermenilik kendi içinde de farklılaşıyor. Bu, fakir-zengin Ermeniliğin sınıfsal veçhesi, Anadolulu Ermenilik, alıştığı topraklardan uzaklara giden ya da gidemeyip kalan Ermeniler’i bekleyen ‘yurt’la ilgili çelişkili duygular şeklinde tezahür ediyor. Roman sonuçta bütün iyi romanların yapması gerektiği gibi sahici bir duygu buluyor; bir aileye, bir aidiyete, bir zamana dair. Etkileyiciliği de burada. Okurun içine yuvalanan ve peşini bırakmayan, sık sık gözünü yaşartan ama gözyaşlarıyla kolayca içini temizlemeye de yaramayan bir ‘pathos’u işe koşması, başarıyla.