Öykünün ve yaşamın özgürlüğünün öykücüsü
Ferit Edgü'nün ardından, arkadaşı ve kuşakdaşı, ünlü yazar Adnan Özyalçıner'in kaleme aldığı yazıyı yayımlıyoruz: “Bitmeyen, bitmeyecek bir öykünün yazarıdır Ferit.”
Ferit Edgü
Ferit’le taşınmamız ‘50’li yıllara rastlar. Galatasaray Lisesi’nde yapılan liselerarası bir edebiyat matinesinde rastlaştık.
Kemal Özer’le ben İstanbul Erkek Lisesi’nden katılmıştık. Ferit, Beyoğlu Atatürk Lisesi’nden, Demir Özlü, Kabataş’tan.
‘50 kuşağının ilk ayağı böyle oluştu sanırım. 1955-56’da Onat Kutlar, Erdal Öz, Orhan Duru, Leyla Erbil, Demirtaş Ceyhun’la gelişti.
‘50 kuşağı şairiyle, öykücüsüyle politik bir kuşaktı. Siyasada Demokrat Parti’ye karşıydık. Edebiyatta da basmakalıp anlatımla yüzeyselliğe.
Ferit’e göre:
Bizler demokrasi yutturmacasının oynandığı bir ülkede toplumu ve bireyi değiştirmek isteğiyle yanıp tutuşan gençlerdik. Son derece politik bir kuşaktık. Ama politikayla sanata bizden öncekiler gibi bakmıyorduk. Sanatın, yazının o güne değin Türkiye’de hiç üzerinde durulmamış, tartışılmamış konularını gündeme getiriyorduk. Dile birinci derecede önem veriyorduk. Bunu abartısızca söyleyebilirim: Türkçe bir düşünce dili niteliklerine bizim kuşakla ulaşmıştır.
1950 kuşağı birbirine benzemeyen, daha önce de Türk yazınında pek örneği olmayan yapıtlar vermiştir.
Her biri kendi kulvarında koşan, kendi yazış biçimine sahip yazarlardı. Doğan Hızlan’ın dediğince: “Solistlerden oluşan bir koro.”
Ferit Edgü’nün öykücülüğü yaşam gerçeğini dönüştürüp yeniden üretmeye yönelik bir gerçeklik taşır. Yaşamı sorgulayarak derinleşen bir gerçeklik. Cevabı olsun, olmasın…
Onun öyküsü yaşamla birlikte süren, devinen, sürekli bir öyküdür.
Ferit’in öykülerinde ressam olan, resme bakmasını, resmi okumasını bilen bir yazarın öyküsel görselliği, ne bileyim, resimdeki renkleri vardır. Çoğunda gri renk baskın çıkıyor olsa da.
Resim konusunda akademik öğrenim görmüş olan Ferit Edgü aslında sözcüklerin adamıdır. Yaşamı da, kendini de sözcüklerle resmediyordu diyebilir miyim, bilmem.
Ferit’in baş ucunda kitap olmuştur hep. Kitap “her şey”dir onun için:
“Tüm bir dünya. Düşünen kafaların, yaratıcı beyinlerin ortaya koydukları, yüzünü görmedikleri insanlarla paylaştıkları, sözcüklerden oluşan, bizi birden ya da yavaş yavaş değiştiren, bu dünyanın olası tek olmadığı (Klee) inancını aşılayan, maddesel açıdan belli boyutlarda, belli tür kâğıda basılmış (çoğaltılmış) bir nesne. Ama ruhu olan bir nesne. Yazmış olsam da, okumuş olsam da benim bir parçam.”
Sennur Sezer, Ferit Edgü’nün “Leş” öyküsünden yola çıkarak onun öykücülüğü için şunları söylemiş:
“Benim için öykücü önce görüntülerin ömürlü olması demek. Elbet kendisine neden yazdığını soran yazarlar önemlidir. Ya da gerçeği çırılçıplak, gölgesiz yakalamak isteyen ressamlara benzeyenler.”
Ferit Edgü, Türkiye insanının, Türkiye coğrafyasının öykücüsüdür. Hakkâri’de yaşadıklarını “Bambaşka bir insandım” diye bitirecektir. Onun Doğu Öyküleri yaşananlara tanık olmak yerine tanık olduklarına karşı bir tavır takınmayı seçtiğini gösterir bize. Diyor ki:
“Daha sonra kurtları da yaşadım, insanları da yaşadım, ölümleri, çocukların ölümlerini de yaşadım – bütün bunları yaşamışsanız, siz artık aynı insan değilsinizdir. Yaşamımda ilk kez, hatta son kez, dillerini anlamadığım insanlarla birlikte, onların yaşamlarının bir tanığı olarak değil, hayır, onların dertlerinin bir parçası olarak yaşadım.”
Bitmeyen, bitmeyecek bir öykünün yazarıdır Ferit. Hem ülkemizin değişmesini, hem sanatımızın, edebiyatımızın değişmesini isteyen, bunun için çabalayan gruptandı. Öykünün ve yaşamın özgürleşmesinin öykücüsü olarak.