Afşar Timuçin’i bir denemesiyle anmak
“Felsefeciliği ve şairliği bilinir ama öykü ve romanları o kadar bilinmez, anılmaz. Oysa Afşar Timuçin'in öyküleri öykücülüğümüzün çok önemli ama pek sürdürülmemiş bir kanalının çok iyi örnekleridir.”
Afşar Timuçin. Fotoğraf: Kadir İncesu
Birkaç gün önce Ömer Ateş’le telefonda konuşurken anmıştık. Ömer Ateş’in bir arkadaşı 1976’da yapılan ilk baskısından Aristoteles Felsefesi’ni okuyormuş; sahaflardan aldığı kitap yazarından imzalı çıkmış. Hayranlık duymuş kitaba ve yazarına; en çok da felsefenin bu kadar yalın, incelikli ve derin anlatılmış olmasına. Sohbetimiz sırasında bu kitap yayımlandığında Afşar ağabeyin henüz 37 yaşında olduğunu söylediğimde Ömer Ateş de şaşırdı. Tam o sene tanışmışlar, bir yıl sonra Afşar Timuçin’in yeniden yayımlanmaya başladığı Felsefe Dergisi’nin hazırlık aşamalarında da, dağıtılmasında da birlikte çalışmışlar. Onunla konuşmalarımızda söz çok sık Afşar ağabeye gelir zaten, hiç değilse şiirlerinden dizeler çıkıverir ağzımızdan. “Bu akşam dostlarla rakı içilecektir/ Ne olur unutmayın biber turşusunu” ya da “Odanın su sızdırıyor tavanı/ Böyle günde arar insan insanı” aklıma ilk gelenler.
26 Temmuz günü yaptığımız konuşmaysa çok kısa oldu. “Afşar ağabey gitmiş” dedi Ömer Ateş, ben bir iki şey söylemeye çalışıp geveledim. Konuşmayı sürdürmenin beyhudeliğini sezip, “Sonra konuşuruz” dedik neyse ki.
Afşar Timuçin’i en sık Yazılı Günler’i yayımladığımız 1991-1993 yılları arasında gördüm. Yazı kurulunda adı yer almıyordu ama her sayı yazısı yayımlandı. Dergiyi tasarladığımız günlerde de, sonrasında da bir araya gelip neler yapabileceğimizden konuştuk, derginin eksiklerine, yanlışlarına birlikte çareler aradık. Dergide mutlaka edebiyatımızın kadri değeri bilinmemiş yazarlarına ilişkin yazılar yayımlamamız onun fikriydi yanlış hatırlamıyorsam. Bana Memduh Şevket’in ve Fahri Celal’in öykü kitaplarını bulup okumamı salık verdiğiniyse hiç unutmadım.
Onunla ilk tanışmamsa birkaç yıl öncesi. Kemal Özer’in yayın yönetmeni olduğu yıllarda Varlık’ın yönetim bürosuna cesaret bulup gittiğim akşamüstlerinden birinde gördüm, tanıdım. Dikkatimi en çok çeken alçakgönüllülüğü olmuştu. Bir de sessizce, altını hiç çizmeden yaptığı dokundurmaları çok hoşuma gitmişti. O yıllarda okul çıkışı bir araya gelip birbirimize Afşar Timuçin’in şiirlerini ya da öykülerini okuduğumuz bir arkadaş grubumuz vardı. Belki bundan söz etmiş olabilirim, mahcup gülümsemiş olmalı. Sonraki yıllarda hepimizi tanıdı, hatta evinde ağırladı bir keresinde. Unutamadığım bir gündür o gün. O yıllarda kitapları ancak sahaflarda bulunuyordu. Hepsi değil, bazısı. Gece Gelen Eski Dost’u bir türlü bulamayınca bir gün Beyazıt Halk Kütüphanesi’nin okuma salonunda oturup baştan sona okumuştum. Sabah girdiğim kütüphaneden akşamüstü çok güzel bir roman okumuş olarak çıkıp Sahaflar Çarşısı’ndan geçtiğim sırada sahaflardan birinin yerdeki sergisinde o romanı gördüğümde çok şaşırmış ve hemen almıştım. Az önce okumuş olsam da bende olmalıydı, ayrıca arkadaşlarım da okumalıydı.
Felsefeciliği ve şairliği bilinir ama öykü ve romanları o kadar bilinmez, anılmaz. Oysa öyküleri öykücülüğümüzün çok önemli ama pek sürdürülmemiş bir kanalının çok iyi örnekleridir. Memduh Şevket Esendal ve Fahri Celal’le başlayan, bir yönüyle Haldun Taner’in devam ettirdiği, gücünü yalınlığından ve bağırıp çağırmayan, satır aralarında kendisini duyuran ironisinden alan öykülerdir bunlar. İnsanın düştüğü garip haller, şapşallıklar, poz keserken rezil olmalar… İnsan olmanın türlü halleri yani, gülünç ya da kederli. Keder bahsinde öykülerinin Behçet Necatigil’in şiirleriyle akraba olduğu da söylenebilir. Neden Bazı Akşamlar da bana sorarsanız en güzel öykü kitap adlarından biridir.
Öykülerinden de az bilinense denemeleridir. Yıllar boyu birçok dergide yayımlanan, edebiyatın sorunları ya da edebiyatçılar üzerine yazdığı, ele aldığı konuyu ya da kişiyi birkaç paragrafta derinlemesine çözümleyip anlattığı denemelerini kastetmiyorum. Ele aldığı meseleleri –bunlar gündelik hayattan kimi tutumlar olabildiği gibi sanatın edebiyatın sorunları da olabilir– sohbet eder bir üslupla aktardığı, öykülerindekini andıran bir hiciv tonunun eksik olmadığı bu denemelerin bazısını 1991’de BDS Yayınları’ndan çıkan Sevmek Ne Güzel Şeydir’de bir araya getirmişti.
Gittiğini öğrendikten sonra Felsefe Dergisi’nin ya da Yazılı Günler’in sayılarını değil, babamdan kalma Yeni Ufuklar’ın ciltlerini karıştırdım, bu denemelerin bir bölümünün 1970’lerin başında orada yayımlandığını biliyordum, gene bu ciltlerden okumuştum. Bu yazıların hepsini Sevmek Ne Güzel Şeydir’e almamıştı. Kitabın önsözünde, bazı yazılarını kitaba almamasını, “bugünkü beğenisine ters düşmüş” olmalarına bağlamakla beraber, bu yazıların özündeki fikirlerinin değişmediğinin altını çizmişti. “Her şeyin yavaş yavaş ve alçak sesle, ama açık açık söylenebileceği yaşlara ulaştık,” diyerek açıklamıştı yaptığı seçimi. Kitaba almadığı, Yeni Ufuklar’da yayımlanmış “Büyük Sanatçı Olmak” başlıklı denemesini geçen gün yeniden okuduğumda anlamını bugün de koruduğunu, hatta daha da anlamlı hale geldiğini düşündüm.[1]
Büyük sanatçı olmak
AFŞAR TİMUÇİN
Küçük insanların büyük yanları yoktur. Büyük gibi görünen yanları vardır ama büyük yanları yoktur. “Dolandırıcıdır, değer bilmez, babasını bile satar, ama iyi ressamdır” diyene inanmayın. Kapı aynı zamanda hem açık hem kapalı olamaz. İnsan da aynı zamanda hem büyük hem alçak olamaz. İnsan büyükse alçak değildir, alçaksa büyük değildir. Bizler büyüklüğümüzü yerle bir ederiz ya da büyüklüğümüzü geliştiririz. Küçüklüğünü yıkıp yerine büyüklükler diken de var. Ama, genellikle, büyük büyüklüğe doğru, küçük küçüklüğe doğru yöneliyor. Alçak daha alçalıyor, büyük daha büyüyor.
1871’de Sarhoş gemi’yi yazan Rimbaud, 1877’den sonra dünyayı para peşinde kazıyıp duran Rimbaud’nun tanışı bile değildir. Olabilseydi de bir gün bir arada bir yarım saat geçirmek zorunda kalsalardı, şair Rimbaud tüccar Rimbaud’yu eşşek sudan gelene kadar döverdi. Çöküş birdenbire duyurmaz kendini. Yavaş yavaş yok olur insan. İnsan yavaş yavaş bozulur. Elini başkasının cebine yavaş yavaş sokar. Büyük yanlarını iki günde pazara çıkaran adamlar vardır. Oysa bu iki günlük bozulma yavaş yavaş hazırlamıştır kendini. Bozulduktan sonra, ha iki yılda bozulmuşuz ha yedi yılda. İyi bir ressamın bir iki yıl içinde kargaları güldürecek saçmalıkları resim diye sunabilen bir yıkıntı haline geldiğini çok görmüşüzdür, iyi bir şairin birkaç yılda bir meyhane meddahına dönüştüğünü çok görmüşüzdür.
Küçük insanların büyük yanları yoktur. Bu bir insanlık yasasıdır. Küçüklükten büyüklük doğmaz. Küçüklük zaman içinde yerini büyüklüğe, büyüklüklere bırakabilir. Ama bir küçüklük, büyüklük olarak eylemde bulunamaz. Bulunur gibi yapar, tuzağa düşürmek için. Bir alçak, büyük bir ressam gibi görünebilir, ama o hiç bir zaman büyük bir ressam olamayacaktır. Büyük sanatçı olabilmek için büyük insan olmak gerekir. Sanat büyük iştir. Büyük işleri ancak büyük insanlar kıvırabilir. Dünyası küçücük bir adam, yüreği daracık bir adam, aklı kısacık bir adam, ilkeleri sarsak bir adam büyük şair olamayacaktır.
Hiç bir büyük sanatçı gözünü şunun bunun büyüklüğüne, şunun bunun başarısına dikmez. Bir büyük bir başka büyüğü yokederek ya da onunla yarışarak değil, onu benimseyerek varolabilir. Her büyük kendi özelliklerinden ötürü büyüktür. Bir şeyin büyüklüğü, başka şeylerin silinişini ya da gölgelenişini zorunlu kılmaz. Bir sanatçı, büyük sanatçıysa, “Ben büyüdüm, falanca büyükle yarışıyorum” diyemez. Diyorsa, büyüklüğünden değil, küçüklüğündendir. Büyük sanatçı, başka büyükleri saygıyla karşılayan, onlar karşısında saygıyla eğilen adamdır. Büyük sanatçı ilgi çekmek için soytarılıklar yapmaz. Büyük sanatçı büyüklüğe sahip çıkmayan, büyüklüğü kendine konduramayan sanatçıdır. Büyük sanatçı, büyüklüğünü duyurdukları yerde rahatsız olan adamdır. Büyük sanatçı, ben büyük sanatçıyım diye düşünemeyen adamdır. Büyük sanatçı, büyük sanatçı olmak için değil, başka türlü yapamadığı için büyük sanatçı olan adamdır. Büyük sanatçı, her şeyden önce, kendini beğenmişliğin burgacında boğulmamış adamdır. Büyük sanatçı bir doğallıktır, bir olağanlıktır, bir sıradanlıktır.
Siz hiç büyüklüğü çanta gibi taşıyan büyük sanatçı gördünüz mü? Siz hiç her girdiği yerde ben falancayım diye bağırmak isteyen büyük sanatçı gördünüz mü? Siz hiç asılsız ihbarlarla yakın arkadaşlarını sorumlu kişilere gammazlayan büyük sanatçı gördünüz mü? Siz hiç yükselebilmek için en bayağı yolları kullanan büyük sanatçı gördünüz mü? Siz hiç ona buna yardakçılık eden, ona buna kavuk sallayan, en bayağı yayımcının arkasından el oğuşturan büyük sanatçı gördünüz mü? Siz hiç yaşamış büyük sanatçıları küçük düşürmek için yalanlar uyduran büyük sanatçı gördünüz mü? Siz hiç ufak bir eleştiri karşısında kuyruğuna basılmış gibi havaya fırlayan büyük sanatçı gördünüz mü? Siz hiç birkaç yılın içinde solcu partiden en liberal partiye kadar her deliğe rahatça girip çıkmış büyük sanatçı gördünüz mü? Siz hiç dün göklere çıkardığı kişiyi bugün yerin dibine batıran büyük sanatçı gördünüz mü? Siz hiç sanatının ticaretini yapan büyük sanatçı gördünüz mü?
Her büyük sanat küçük gözleri kör eder. Büyük sanat çok kişinin, özellikle küçük sanatçıların uykusunu kaçırır. Her büyük sanat bir küçüklüğü, binbir küçüklüğü eleştirir. Küçükler bucak bucak kaçarlar büyük sanattan. Büyük sanatı müzelere, kitaplıklara, arşivlere, büyük sanatçıyı tımarhanelere, hapisanelere, mezarlara tıkadıkları gün bayram edeceklerdir. Bir güneş batınca bir başka güneş doğar. Bir büyük sanatçı göçer, yerini bir başka büyük sanatçı doldurur. Küçük insanlara rahat yok mu bu dünyada? Küçük insanlar, küçük sanatçılar rahat yüzü görmeyecek mi? Görmeyecek. Büyük sanatçılar varoldukça, görmeyecek, göremeyecek. Sel gidecek, kum kalacak.
Yeni Ufuklar, sayı: 237, yıl: 1973
[1] Yazının orijinalindeki imla korunmuştur.
Önceki Yazı
Öykünün ve yaşamın özgürlüğünün öykücüsü
Ferit Edgü'nün ardından, arkadaşı ve kuşakdaşı, ünlü yazar Adnan Özyalçıner'in kaleme aldığı yazıyı yayımlıyoruz: “Bitmeyen, bitmeyecek bir öykünün yazarıdır Ferit.”
Sonraki Yazı
Bir o vardır onda ondan içeri
“Film yapımcısı, çok yönlü sanatçı ve yazar Miranda July son kitabı All Fours ile yine gündem yarattı. Yaşlanmanın getirdiği değişimle katıksız bir dürüstlük içinde yüzleşip onu kucaklayan, kimi eleştirmenler için fazlasıyla acayip bu kitabın özellikle orta yaş kadınlara adeta bir başvuru kaynağı, her durumda bir klasik olacağı kesin.”