• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Orhan Koçak – publikum – Orhan Pamuk 

“Koçak’ın Masumiyet Müzesi’nde Kemal odaklı olarak ince ince tarttığı, ölçüp biçtiği ilişkisel gerilimler bende Proust’tan çok ya da Proust kadar, Eylül çağrışımları da yaratıyor...” 

Orhan Koçak, Orhan Pamuk.

NECMİYE ALPAY

@e-posta

ELEŞTİRİ

4 Eylül 2025

PAYLAŞ

1960’lı yıllar Ankara’sında sanat alanında en çok anılan adlardan biri, ünlü tiyatro kuramcısı Bertolt Brecht’ti. Onun Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi adlı oyununu unutulmaz Genco Erkal oynamıştı. Berlin’deki Brecht tiyatrosunun öğrencilerinden Vasıf Öngören ile Zeliha Berksoy’dan da yine o ekole dahil epik[1] oyunlar izlemiştik, Asiye Nasıl Kurtulur, vd.

O ara Brecht’ten her ne okuduysam, aklımda sorunsal olarak sanat yapıtının publikum ile olan ilişkisi kalmıştı. Almanca bilmediğim halde, orada “izleyici/okur” anlamında kullanılan “publikum” sözcüğü, belki İngilizcedeki “public”e benzeyişi nedeniyledir, bir daha aklımdan çıkmadı ve zihnimde epik tiyatronun simgesine dönüştü. Hatırladığım kadarıyla Brecht kabaca, yapıtın “publikum”a çok da teslim olmaması gerektiğinden söz ediyordu. Bütün bir problem. Kulağa küpe!

Orhan Koçak
Okur Değiştirmek:
Orhan Pamuk Üzerine Üç Deneme
Everest Yayınları
Ocak 2025
312 s.

Bu girişi esinleyen, Orhan Koçak’ın Okur Değiştirmek: Orhan Pamuk Üzerine Üç Deneme adlı kitabı oldu. Ne de olsa burada “okur”, publikum’la aynı anlam alanında. Kaldı ki Koçak’ı okumak bende hep biraz Brecht çağrışımı ve o türden bir haz yaratır, “metnin kendi üzerine dönmesi”yle! Ama buradaki dönüş, postmoderndeki kepçeyle karıştırma hareketi gibi değil, Erhan Altan’daki akıllı uslu ve Almanca kokulu yoklama gibi de değil, ufak ufak, kurduğu son cümle ya da sözceye laf atmak biçiminde olur genellikle; fazla öz Türkçe, fazla türetim, fazla özentili oldu bu yaptığım, dercesine.

Okur değiştirmek. Brecht olsa ‘publikum değiştirmek’ mi derdi acaba? Uzun mesele. O zamanlar bunu demek için erkendi belki. Her durumda, Cevdet Bey’den bu yana yazdıklarına bakınca Pamuk “okur değiştirmek” kavramına en uygun romancılardan biri sayılmalı, ‘hedef kitle değiştirmek’ diyemeyeceğimize göre...

Koçak, Pamuk’un romanlarından üçünü konu edinen birer denemesini önsöz ışığında birleştirerek, okur değiştirme dediği olguyu gösteren bir bütünce oluşturmuş. Bütünlüğü oluşturanlar arasında önsözün yanı sıra, konu edindiği üç romanın zorlayıcılık derecesine göre sıralanışı da sayılabilir: Kara Kitap, Yeni Hayat ve Masumiyet Müzesi. Bu sıralamanın en sonuna, belirleyici yeri olan bir Pamuk romanı daha eklenmeliydi bence. Ama ona gelmeden önce “Önsöz”e ilişkin birkaç nokta:

Birincisi, Koçak’ın bu önsözde Pamuk’tan bağımsız olarak betimlediği “yeni okur” meselesi. Bu “okur” büsbütün yeni gibi gelmedi bana. Şöyle diyor Koçak:

“Modernizmin (Türkiye’de yaklaşık 40’lı yıllarla 70’li yıllar arasına denk düşen otuz yıllık bir serin hava dalgası) hem yazardan hem okurdan çeşitli feragatler bekleyen ödünsüzlüğü, uzlaşmazlığı iki tarafta da bir yorgunluk ve yıpranmaya yol açmış gibiydi. Okurun işle, alışverişle, iletişimle, kültürel etkinlikle zaten tıka basa dolu gününün içine rahatça yerleşecek bir roman tipine ihtiyacı vardı: çevik, ilginç, hayal gücünü uyaran ama onu “ölüm kalım” seçenekleriyle yüz yüze bırakmayan, çözümsüz ahlaki gerilimler yaşatmayan bir anlatı tarzı. Bu, okumanın da bir tür ibadet olmaktan çıkıp bir tüketim kalemine dönüşmesi demekti.

Öte yandan, romanın eğlendirici olduğu kadar öğretici de olmasını istiyordu bu yeni okur: Yetersiz bir orta ve yükseköğretimde yoksun bırakıldığı tarih, coğrafya, etnografya bilgilerini eğlenirken edinmek istiyordu.” (s. 9 vd. İtalik yazara ait. –N.A.)

Burada betimlenen “yeni okur”, bildiğimiz popüler roman okurlarından bütünüyle farklı değil bence. Bazı içerik yenilikleri var ama, eskiden kullandığımız bir deyişle söylersem “son tahlilde” söz konusu olan, esasa değgin bir değişimden çok, teknolojik, sosyolojik vb. gelişmeler sonucunda belki daha tahsilli birer Ahmet Altan, Ahmet Ümit, Elif Şafak ve yanı sıra bilimkurgu, polisiye okuru olmaları.

Koçak’ın tragedya türünü betimlercesine söz ettiği, okuru “ölüm kalım” seçenekleriyle yüz yüze bırakan, özellikle de çözümsüz ahlaki gerilimler yaşatan “anlatı tarzı”nın da günümüzde silinip gitmiş olmadığını belirtmek gerekir. Tam tersine, bizzat Koçak’ın bir önceki kitabı Romanın Kaygısı’nda ele aldığı bazı yapıtlar dahil, ve sanıyorum kadın yazarların çoğunlukta olduğu bazı öykü ve romanlar, dolayısıyla onların okurları, eskilerin deyişiyle “has edebiyat”a –problemi olan “yüksek” edebiyata- dahiller.

Koçak’ın yeni dediği okur, “postmodern”in (“retro-tarih romanı” vb.) okurunu düşündürüyor ve betimlediği iki tipin arasında yer bulan üçüncü bir roman tipini oluşturuyor. “Yeni” olan, işte o. Koçak’ın da hatırı sayılır ölçüde emek verdiği Kara Kitap ve Yeni Hayat bu “tip”in en seçkin örnekleri arasında. Bence Kar da aynı yönde uçlara vardırılmış, benim kartonluğuyla sevdiğim bir başka örnektir. Aynı koridorda anılabilecek başka ünlü –ve bazısı şimdi edebiyat dışı nedenlerle kötü ünlü– yazarlar da var.

Ama evet, postmodern Pamuk romanları, zorlanmayı ve düşünsel bağlar kurma çabasını gerektirdiği ölçüde sınıfta kalınması işten bile olmayan bir edebiyat türü. Bir roman okuyorsunuz, Kara Kitap, ve onunla birlikte en az üç kitap boyu eleştirel ya da akademik çalışmayı daha okuyup anlamanız ya da –varsa– özel sezgilerinize başvurmanız gerekiyor. Aksi halde belki şiire yakın ama, şiir de olmayan, anlamanızı bekliyormuş gibi duran ama anlayamadığınız için itici gelmeye başlayan bir metin var karşınızda. Koçak’ın kitabındaki üç denemeden ilki tam bu noktada imdada yetişen ve artık yabancısı olmadığımız bir yazı aslında: Kara Kitap’ı ve o vesileyle postmodernizmi açımlayan ünlü deneme: “Aynadaki Kitap / Kitaptaki Ayna: Postmodern Anlatının bazı Sorunları”.

Bu yazı Pamuk’un Nobel almasından çok önce, Defter dergisinin Ağustos 1991 tarihli 17. sayısında çıkmış ve hem “postmodern”le hem de Pamuk romanlarıyla olan ilişkimiz geliştikçe tekrar tekrar okuduğumuz bir metin olmuştu – daha da okuyacağımızdan başka. Kara Kitap, bu gerçek anlamıyla öncü yazıdan sonra 1992’de ve 1996’da çıkan başka incelemelere de konu oldu.[2]

Koçak’ın kitapta odaklandığı üç roman arasında soyut “tekrar zorlantısı” açısından bir ortaklık bulunabildiği gibi, okuru zorlama açısından farklılıklar oluştuğu da bir gerçek. Gerçi bana kalırsa Pamuk’un asıl “okur değiştirdiği” ve yukarıda dördüncü olarak sıralanması iyi olurdu dediğim, Kafamda Bir Tuhaflık’tır; bir başka Orhan’ın, Orhan Kemal’in Devlet Kuşu’nu güçlü bir biçimde çağrıştıran yapıt. O kadar ki, Koçak’ın kitabına verdiği adı duyunca herhalde Kafamda Bir Tuhaflık’ı konu edinmiştir demiştim, değil mi ki Orhan Pamuk’un metinlerarasılıktan çekinmediği, tam tersine bütün bir Türkçe edebiyatı ve başka dillerden çekici metinleri alıcı bir gözle okuduğu ya da okuduktan sonra zihnindeki bir problemle birleştirerek yazdığı açıktır... Ama o tahminimde yanıldım, Koçak Kafamda Bir Tuhaflık’ı almamış sıralamasına. Bu keşfi biz okurlarına bırakmış olmalı.

Bir keşfim daha var. Bir gecikme şampiyonu olarak, Mehmet Rauf’un Eylül adlı romanını şu son zamanlarda okuyabildim. Okurken kendi kendime acaba Orhan Pamuk bu romanı Masumiyet Müzesi’nden ne kadar önce okumuştu diye sorup durdum. Ne kadar önce, bilmek zor, ama okumamış olması bence düşünülemez.

Eylül kitap olarak ilk kez 1901 yılında yayımlanmış, ama kitap olmadan önceki yıl, o zamanlar yaygın bir uygulama olduğu üzere tefrika halinde yayımlanmış. Berna Moran’ınki dahil, edebiyat elkitaplarında hep “Türk edebiyatının ilk psikolojik roman örneklerinden biri” türünden klişeleşmiş bir iki cümleyle tanıtılıp geçilir. Halit Ziya ve Halide Edip uzun uzun incelenirken Mehmet Rauf kısaca geçilir, hakkında uzun incelemeler yoktur ya da kıttır. Yalnızca Halit Ziya’nın diğer Mehmet Rauf yazı ve yapıtları gibi Eylül’ü de çok beğendiği ve yayımlanmasına katkıda bulunduğu eklenir. Bunun dışında hep bir tür popüler roman muamelesi görmüş gibidir.

Benim okuduğum nüsha, bir sahaftan aldığım, Mayıs 2006 tarihli Kitapzamanı yayınıydı. Kaçıncı baskı olduğu belirtilmemiş. Bu yıl aldığım İş Bankası Kültür Yayınları ürününde ise, bu yayınevinde I. basımın 2020’de, XIII. basımın da 2024 eylülünde yapıldığı belirtilmiş. Öyle görünüyor ki rağbette hatırı sayılır bir artış var.

Rağbetin bir nedeni, Eylül’ün bir aşk üçgenini konu edindiği bilgisi olabilir. Tam da günümüz dizileri için biçilmiş kaftan bir konu, bir aşk-ı memnu! Ancak, okuyanlar bilecektir, daha çok bir takıntı romanı aslında Eylül, tıpkı Masumiyet Müzesi gibi.

Karşılaştırma için bir not: Süreyya’nın teknesini saymazsak Eylül’deki tek nesne ilişkisi kadın kahraman Suat’ın çalınan eldiveniyken, Masumiyet Müzesi, adı üstünde, bütün bir müzeyi doldurması öngörülen sayısız nesneden oluşuyor. Fetiş müze.

Mehmet Rauf, özellikle yaşadığı dönem düşünüldüğünde rahatlıkla feminist sayılabilecek bir yazar sevgili kadınlar! Masumiyet Müzesi’nin üçgeni bir erkek ile iki kadından oluşurken, Eylül’ün üçgeni bir kadın ile iki erkekten oluşuyor. Varlıklı sınıf mensuplarının konu edinilmesinin kadına tanınan ağırlıkta payı olabilirse de, anlatıcının bakış açısında bunu aşan ölçülerde içselleştirilmiş cinsiyetçilik dışı bakış açısı çarpıcı geliyor insana. Romanın bitişindeki ani sertlik dış gerçekliğin trajiğini hak ettiği bir güçle temsil edebilmek için başvurulmuş bir yordam gibi. Elbette bunu ilk düşünen ben olmayabilirim, “benden önce bir başkası...” meselesi.

Eylül’ün salt bireysel psikolojiyle sınırlı kaldığı, toplumsal çevreyle ilgilenmediği için eleştirilegeldiği anlaşılıyor. Demektir ki İstibdat Dönemi’ne ait, dolayısıyla ketleyici baskılar altında yazılmış bir yapıt olması pek fazla önemsenmemiş.

Masumiyet Müzesi’nin başkişisi de varlıklı sınıf mensubudur. Gerçi kurgusu sınıflı toplumun dokusunu Mehmet Rauf’un Eylül’üne oranla daha geniş planlarda göstermiştir ama, bugün ne de olsa toplumsal gerçekliğin bütünüyle perdelendiği İstibdat Dönemi’nde değiliz. Değil gibiyiz. Her ne kadar sık sık, gitgide daha sık, yaklaşıyorsak da...

Bitirmeden önce, Koçak’ın Masumiyet Müzesi’nde Kemal odaklı olarak ince ince tarttığı, ölçüp biçtiği ilişkisel gerilimler bende Proust’tan çok ya da Proust kadar, Eylül çağrışımları da yaratıyor, belki de okumanın tazeliğindendir. Mehmet Rauf da Proust okumuş olmasın, diye soracağım ama, Proust ciltlerinin ilki 1913’te yayımlanıyor, Eylül’den tam on iki yıl sonra!

Çoğu yazı gibi bunu da tamamlanmış olmaktan uzak bir noktada bitiriyorum. Kaba haliyle bıraktığım her önermeyi yeniden ele alıp açımlama olanağını bulabilir miyim bilmiyorum. İlle de bir sonuç gerekiyorsa, “... zaman içinde Pamuk’un asıl ‘taltif etmek’ istediği okurun düşünceli’den uzaklaşıp saf’a yaklaştığı gibi bir izlenim edindim ben” (s. 12) diyen Koçak’a katıldığımı söyleyeyim, yineleme pahasına.  

 

NOTLAR

[1] Epik terimi genel olarak “destan/sı” anlamına gelmekle birlikte, Brecht’in kullanımında, publikum’u, yani izleyiciyi yadırgatma yoluyla oyuna dahil etmenin yollarını arayan tiyatro demek oluyor.

[2] Bu çalışmalardan ikisi: Kara Kitap Üzerine Yazılar, haz. Nüket Esen, 1992; Yıldız Ecevit, Orhan Pamuk’u Okumak, 1996.

Yazarın Tüm Yazıları
  • Okur Değiştirmek
  • orhan koçak
  • orhan pamuk
  • Orhan Pamuk Üzerine Üç Deneme

Önceki Yazı

DENEME

Bitki, hayvan, insan ve makine zekâsı

...ve bizim kibirli ahmaklığımız

“Öteki zekâları, mantarları, ağaçları, hayvanları... insan deneyiminin sınırlı, dar tanımlamalarıyla anlamlandırmaya çalışıyoruz.”

EBRU BİLUN AKYILDIZ

Sonraki Yazı

ELEŞTİRİ

Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği:

Bugünkü Türkiye’ye yazılmış bir kitap

“Bu kitabı okuyucuyla birlikte bir yolculuk yapma denemesi olarak görebiliriz. Hazırdaki düşüncelere esir olmayı reddeden, referans aldığı çok sayıda düşünürü bile birbirleriyle konuşturup kendi özgün düşüncesini inşa eden bir deneme.” 

FERHAT KENTEL
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist