Nietzsche için Schopenhauer (III):
“Metafizik karabiber”
“Eğitici Olarak Schopenhauer, Nietzsche felsefesinin derin ormanına adım atarken ilk ağaçları izlemek gibidir. Bu orman Wagner, Montaigne, Goethe ve diğer isimlerle okuru karşılar, yerleri sabittir. Bir tek Schopenhauer, ormanı geçerken bizimle yürüyen bir ağaç gibi, eşlik de edecektir.”

Friedrich Wilhelm Nietzsche, Johann Wolfgang von Goethe, Arthur Schopenhauer
Faust mu, Mefistofeles mi?
“MEFİSTOFELES
(…)
Ne işimize yarar sonsuz yaratılış?
Dönüştürmek yaratılanı hiçliğe?
“Bitti artık!” Nedir bunun anlamı?
“Var olmamıştı hiç” demek gibi bir şey bu,
Ve dönüp dolaşıyor daire halinde, sanki varmış gibi!
Yeğlerim ben bundan dolayı sonsuz boşluğu.”
Johann Wolfgang von Goethe, Faust
Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832) tüm yaşamı boyunca yazmakla uğraştığı eseriyle bir başyapıt yarattı. Faust sayısız isme ve esere ilham veren, yüzyıllardır yeni tür meyveler vererek canlı kalan, Alman kültür bahçesinde dikili özel bir ağaç gibi. Goethe’nin ünü ve önemi çağlara yayıldı.
Nietzsche’nin Goethe’ye yaşamı boyu saygı duyduğu bilinmekte. Bu durum gençlik yıllarında da böyle: Leipzig Üniversitesi’ne kaydını yaptırdığı zaman, Goethe’nin bu üniversiteye kayıt yaptırmasının üzerinden tam yüz yıl geçmişti. Bu tarih üniversite tarafından da dikkate alınıp kutlanmıştı. Nietzsche okula başlarken yaşadığı bu tesadüfü iyi bir alamet saymıştı. Nietzsche’yle Goethe’nin Leipzig’de öğrenci olmaları arasında yüz yıl fark var. İkisinin öğrencilikleri yaşayış yönünden de farklı: Goethe babasının yolladığı hukuk fakültesinden sıkılıp vaktini türlü eğlencelerle harcamış, Nietzsche ise bu kültür şehrinin tadını çıkarırken, çalışkan ve üretken olmayı başarmış. İyi bir okur, çalışkan bir öğrenci, özgün bir yazar olarak Nietzsche, kitaplarıyla tanıdığı Goethe adını, kıyasıya eleştirdiği Alman edebiyat ve kültür dünyasından itinayla ayırır.
Nietzsche, anlatımı yönünden Schopenhauer’i zaman zaman Goethe’ye benzetir. Ona göre bunun dışında Alman ustalarıyla arasında bir benzerlik yoktur.
Üzerinde önemli bir etkiye sahip bu iki isim, Goethe ve Schopenhauer, Nietzsche için okurları yönünden farklıdır. Ona göre Goethe çok az kişiye hitap eder, büyük ölçüde düşünceli yaratılıştaki kişiler için yapılmıştır, kitle tarafından yanlış anlaşılır. Schopenhauer ise kendisine bakanların en etkin kişiler olmasını gerektirir. Yalnızca onlar zarar görmeden bakabileceklerdir ona; çünkü düşüncelileri uyutur ve kitleyi ürkütür.
Goethe’yi dikkatle okumuş olan Nietzsche, Schopenhauer okumanın anlamını ele alırken onun en önemli karakterlerini kullanır:
“Schopenhauer’ce yaşamak isteyen biri, muhtemelen Faust’tan çok Mephistoteles gibi görünecektir – elbette her olumsuzlamada her zaman kötünün belirtilerini gören ebleh modern gözlere. Oysa özellikle güçlü bir kutsanma ve kurtulma özleminin sonucu olan bir olumsuzlama ve yıkma türü de vardır; Schopenhauer bu türün ilk felsefi öğretmeni olarak gelmişti bizlerin, kutsallığını yitirmiş ve dünyevileşmiş insanların arasına.”[1]
Nietzsche, Goethe ile Schopenhauer ilişkisini dil, anlatım ve kültüre olan katkı yönünden kurar, biyografilerine bakıldığındaysa aralarındaki etkileşim ayrıca önem taşır.
Schopenhauer’le Goethe çağdaştır. Dahası, onlar Weimar’da tanışmışlardır. Zamanının kültür kenti olan Weimar, Schopenhauer’in annesinin evinde bir süre yaşadığı yerdir. Goethe ise özellikle bu kentin kültür yaşamına olan katkılarıyla bilinen, son derece saygın bir isimdir. Renkli ve hareketli bir yaşam kuran annesi, evinde düzenlediği partilerde şehrin kültür çevresinin ileri gelen isimlerini ağırlar; davetliler arasında Goethe de vardır. Schopenhauer onunla bu davetler vesilesiyle tanışır. Başlarda annesinin evinde, aynı mekânda bulunsalar da, uzaktan uzağa süregiden bu tanışıklık zamanla yakınlaşmaya doğru biraz daha ilerler.
Goethe kimi çalışmalarını genç felsefe doktoru ve arkadaşının oğlu olan Schopenhauer’le konuşur. Fikirlerini paylaşmakta sakınca görmemiş, konuştukları da Schopenhauer’in ilgisini çekmiştir. Diyalogları yazışmalarla da sürmüş ama bakış açılarındaki farklılıklar neticesinde iletişimi kesmişlerdir. Ancak Schopenhauer kendisinden neredeyse kırk yaş büyük olan Goethe’ye yaşamı boyu saygı duymuştur. Schopenhauer’in gençlik kahramanı, eserlerinde ve otobiyografilerinde gerek ondan yaptığı alıntılar gerekse eleştirel görüşlerinde her zaman yer bulmuştur; onu “büyük Goethe” ya da örneğin Faust’u “ölümsüz şaheser” diyerek anar. Bununla birlikte, buluşmalarının tek yönlü bir etkisi olmadığını, iletişimlerinin karşılıklı bir etkileşim yarattığını savunmuştur. Buna göre yalnız Goethe’nin Schopenhauer’e değil, Schopenhauer’in de Goethe’ye etkisi olmuştur.[2]
Upanishadlar
“İnsanı bağlayan da, özgür bırakan da sadece düşüncesidir. Dünyaya bağlanırsa esir olur, dünyaya bağlanmazsa özgür olur.” (Upanishadlar)
Upanishadların Schopenhauer için değerini anlamak için, “Bu dünyada mümkün olan en faydalı ve en yüceltici kitaptır. Bu kitap yaşamımın tesellisi olmuştur ve ölümümün tesellisi olacaktır” dediğini bilmek gerekir.[3]
Upanishadlar, Hintlilerin teoloji ve felsefe metinleridir. Konuları ölüm, ölümden sonrası, yaşam, Tanrı ve evrendir. Tanrı’nın doğası, kurtuluş, yeniden doğuş hakkında bilgiler içerir. Kitap M.Ö. 600’lere tarihlendirilir. İçerdiği bilgilerin gizli olduğu, herkese öğretilmemesi gerektiği uyarısı yapılsa da, 1657’de Farsçaya çevrilmiş, Farsçadan Latinceye çevirisiyse 19. yüzyılın hemen başında Avrupa’da basılıp yayımlanarak dünyaya açılmıştır.
Biyografilerine bakılırsa, Schopenhauer’in Upanishadlar’ı ilk keşfi ve incelemesi 1813-1814 yıllarına rastlar. Filozof yirmi altı yaşındadır ve başyapıtını yazmasına yaklaşık dört yıl vardır (İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya, 1818). Bu tarihler aynı zamanda Doğu metinlerinin Batılılarca keşfedilip çevrilmesi yönünden de önemlidir. Doğu kaynaklarının Batı düşüncesine etkileri 19. yüzyılın başlarında dikkat çekici bir yoğunluk kazanır. Kitabını söz konusu yüzyılın ortalarında kaleme alan Nietzsche konuyu şöyle ele alır:
Hint antikçağı kapılarını açıyor; bu dalın uzmanlarının Hintlilerin ölümsüz eserleriyle, onların felsefeleriyle olan ilişkileri ise bir hayvanın bir lirle ilişkisinden farklı değil: Oysa Schopenhauer, Hint felsefesiyle tanışmanın, yüzyılımızı diğerlerinden üstün kılan en büyük avantajlardan biri olduğunu belirtmişti.[4]
Doğunun Batıya etkisinin yarattığı devinim Nietzsche’nin satırlarında da yer bulur. Zamanın uzmanlarını yetersiz gördüğünü söylemekten çekinmeyen Nietzsche, Doğu kaynaklarını ele alış yönüyle Schopenhauer’i ayrı tutar. Filozofun yaklaşımı Hint felsefesini yüceltir; bu felsefeyle tanışmak da çağı yüceltecektir; bu yeni yeni yaygınlık kazanan felsefe, düşünce dünyasında üstünlük sağlamaya yarayacak bir avantajdır.
Schopenhauer, “Mutlu bir yaşam olanaksızdır: İnsanın ulaşabileceği en fazlası, kahramanca bir yaşamdır”[5] derken, kahramanlığı karşılığında bir şey beklemeksizin, tüm yaşama yayılan bir gayret olarak ele alır. Herkesin yararına olacak bir sonuca ulaşan kişi ödüllendirilmez, lakin unutulmaz da. Dünya böylesi başarıları takdir etmek yönünden nankördür, ancak istenci Nirvana’da yok olur; Hint felsefesi açısından bakılırsa bu nihai yokluk, ulaşılması en güç noktada bulunur. Mutlu olacağı sanrısıyla harekete geçen insan gündelik koşturmanın içinde istençle doludur. Bu isteme sonucu ulaştığı her şeyin etkisi kısa sürede geçer ve kendini yeni isteklerin harekete geçirdiği bir diğer koşturmacanın içinde bulur. Bu sonrasız, hedefsiz çaba bir yere varmaksızın tekrar edip durur. Yaşam yoksunluk ve tatmin arasına çekilen kısacık bir çizgi olur. Bu yüzden kalıcı bir mutluluk yoktur; bu yerine getirilmeyen boş bir vaat olur. Bu gerçeği görebilmek ve karşı harekete geçebilmekle, kahramanlıkla ilişki kurulur.
Metafizik karabiber
“Yaşamak demek tehlike içinde olmak demektir.” (Friedrich Nietzsche)
Nietzsche, Schopenhauer’in yaşadığı yıllarda etkisinin pek az oluşuna hayret eder. Ancak hemen ardından, toplumun zaten böylesi bir dehayı anlama kapasitesinden yoksun olduğunu söyler. Schopenhauer kitapları ilk kez yayımlandığında okuyucu bulamamıştır. Ardından yavaş yavaş okunmaya başlansa da, bu ilk okurlar ona uygun değillerdir. Ne diline ne konu edindiklerine bir aşinalıkları yoktur. Onda ilgi çekici bir şey bulamazlar, felsefesiyle ilgilenmezler.
Nietzsche’nin tüm bu gidişata eklediği tehlike, tanınan biri olmaya başlamasında bulunur. Bu tehlikeli bir durumdur, çünkü hakkında yazılan eleştiriler onu okur-yazar dünyası içinde eritme ya da yanlış kalıpların içerisinde olmadığı bir şey haline getirme, sıkıştırıp öğütme anlamına gelebilir: “(…) Schopenhauer’i güçsüz zamana uyar hale getirme ya da hatta onu tuhaf, çekici bir baharat olarak, adeta metafizik bir karabiber olarak öğütme yolunda bin bir çeşit çaba (…).”[6] derken kastettiği budur. Filozof zamana aykırıdır, beklentileri karşılamaz. Sessizce okurunu bekler. İyi bir eser mutlaka okurunu bulur. Ya da okurlar onu bulur. Kaldı ki bu buluşma okur-yazar ilişkisinin temeli olur. İyi bir eser, öneminin anlaşılması yıllar, hatta yüzyıllar alsa da, değerinden bir şey yitirmeksizin yerini bulur. Schopenhauer için durum tam da böyle olmuştur. Yıllar geçtikçe dikkatleri üzerine çeker, acelesi yoktur; gittiği yolu biliyordur. Günümüze bakıldığında, sayısız isme ve esere ilham vermekte, canlılığını korumaktadır. Kaldı ki Nietzsche, Schopenhauer’de etkileyici olanı anlatırken “kalıcılık” vurgusu yapar. Schopenhauer’in kalıcı olacağından emindir. Düşündüğü gibi de olmuştur. Bunun sebebini, başka türlüsü olamayacak bir kesinlikle mühürler ve Schopenhauer’in “öyle olması gerektiği için” kalıcı olduğunu söyler. Kendi gerçeğini yaşamak böyle olur.
Korkunun ve tembelliğin olmadığı bir dünya
“… herkes kendi kendinden firardadır…” (Friedrich Nietzsche)
“Yalnız ve sakin kaldığımızda, kulağımıza bir şeyler fısıldanacağından korkarız, bu yüzden sessizlikten nefret ederiz ve kendimizi toplumsallık içinde sağırlaştırırız.” (Friedrich Nietzsche)
Nietzsche, Eğitici Olarak Schopenhauer kitabını İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya’nın etkisinde, onu keşfetmenin sevinciyle yazmıştır. Elbette onu anlatırken kendini de anlatmaktadır.
Felsefe fikir tohumlarıyla doludur. Okuyarak bu tohumlar ayıklanır. Okur kendi zihnine ekeceklerini ayırır. Düşünceyle çatlayan bu tohumlar yeni topraklarda farklı farklı kök salacak, yeni fikirler oluşturacaktır. Bu kaçınılmaz etkileşimle Nietzsche kendi fikirlerini büyütürken, felsefesinin engin ormanının başındadır. İlerleyen yıllarda değişen fikirlerini çekinmeden ele alabilmesi de bundandır. Korktuğu bir şey yoktur, düşünce tembelliği etmez, değişimlere duyarsız kalmasıysa olanaksızdır.
Kendini bulma yolunu tutturan, hayatını buna adayan Nietzsche’nin filolojiden felsefeye rotasını kırdığı kitapta Schopenhauer, “(…) dünyanın özünün idraki söz konusu olduğunda bunun üzerinden sadece felsefenin yardımıyla geçilebilir. Her insan esasen bütün felsefi hakikatlerin sezgisel veya in concreto olarak bilincindedir; fakat bunları soyut bilgiye, düşünceye taşımak felsefenin işidir ve felsefe de bunun ötesini ne yapmalıdır ne de yapabilir.”[7] diyerek felsefenin ne olduğunu söylerken, Nietzsche’nin girdiği yol da açıklık kazanmış oluyor.
Felsefe, felsefi hakikatleri bulan insanı kendi gerçeğine de taşır. İşte bu yüzden, “(…) her felsefe sistemi salt gerçeklik yerine, o sistemi kuranın kendi iç gerçeğini gösterir”.[8] sözüyle felsefenin anlamı açıklık kazanır; Nietzsche’yi neden ve nasıl okumak gerektiğine dair fikir verir. Nietzsche felsefesi kendine giden yolun rotasıdır. Adalet ve merhametin olmadığı bir dünyada kendini bu değerlere tabi kılmaksa kişiyi gündelik dünyanın, toplumsal olanın dışına çıkarır. Bu sebeple felsefeyle uğraşanların, felsefi gerçeklere ulaşanların, kendi iç gerçeğine bakma cesareti olanların toplumla bağdaşamaması olağandır. Çünkü “İnsan çözmeye çalıştığı bir karışıklıktan dolayı filozoflaşır”.[9] Nietzsche kitabı okuduktan sonra filolog kimliğini geride bırakıp filozoflaşır, çözmeye çalıştığı çok önemli bir karışıklık vardır.
Nietzsche neye karşı savaştığını ayrıntılarıyla anlatır:
Yaşamımızdaki en ayrıntılı hazırlıkları asıl görevimizden kaçmak için yaptığımızı; yüz gözlü vicdanımız onu sanki yakalayamayacakmış gibi kafamızı herhangi bir yere gizlemeye can attığımızı; yüreğimizi sırf ona daha fazla sahip olmayalım diye nasıl devlete, para kazanmaya, toplumsallığa ya da bilime telaşla verdiğimizi; ağır gündelik çalışmaya bile, yaşamak için zorunluymuş gibi ateşli bir tutkuyla ve düşüncesizce kendimizi kaptırdığımızı hepimiz tek tek anlardan biliyoruz (...) Çünkü aklımızın başına gelmemesi daha gerekli görünüyor bize. Bu telaş geneldir. Çünkü herkes kendi kendinden firardadır; bu telaşın gizlenmesi de geneldir, çünkü hoşnut görünmek ve sefaletini keskin gözlü seyircilerden gizlemek istenmektedir; kulağa yeni gelen sözcük-çıngıraklarına duyulan gereksinim de geneldir: Üzerine bunlar asıldığında, tantanalı-şenlikli bir havaya bürünecektir yaşam.[10]
Nietzsche’nin büyük hedefi kendini bulmaktır. Bu yolda tüm gücünü kullanır. Kendinden kaçmaz, kendine doğru koşar; toplumun yarattığı uğultuya kulaklarını tıkar ve kendini dinler, hayatını da buna göre şekillendirir. Kendi iç gerçeğinin peşindedir. Sessizlik içinde çok sesli bir eylem olan okuma onun biricik evrenidir. Schopenhauer’i büyük bir arzuyla kendi zihin âlemine davet eden kendisidir: “Kişi onu yalnızca kendisi için, kendi zavallılığını ve zorunluluğunu, kendi sınırlılığını kavramak için, bunun panzehirlerini ve avuntularını öğrenebilmek için, yani benliğini feda etmek, onu en soylu niyetlere ve özellikle de adalete ve merhamete tabi kılmak için yorumlamalıdır”[11] derken, kendi özgün sebepleriyle çözüm aradığı, kendi özgün sonuçlarının peşindedir. O yüzden ileride Schopenhauer kalıbını kırıp kendi biçimlerini verdiği anlamları bu kez filozof kimliğiyle felsefesine yerleştirir.
Eğitici Olarak Schopenhauer, Nietzsche felsefesinin derin ormanına adım atarken ilk ağaçları izlemek gibidir. Bu orman Wagner, Montaigne, Goethe ve diğer isimlerle okuru karşılar, yerleri sabittir. Bir tek Schopenhauer, ormanı geçerken bizimle yürüyen bir ağaç gibi, eşlik de edecektir.
NOTLAR
[1] a.g.e., s. 36.
[2] Schopenhauer, Goethe’den bir alıntı belirterek dipnotlarda açıklama yapar ve şöyle der: “Goethe bu benzetmeyi benden almıştır. Ben ondan almadım.” Gerekçe ve kanıtlarını sıralayarak durumu açıklar. Görüşmelerinin, mektuplaşmalarının ve konuşmalarının etkisinin her zaman peşinde olmuştur Schopenhauer. (Arthur Schopenhauer, İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya, çev. A. Onur Aktaş, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2020, s. 415.)
[3] Safranski’nin Schopenhauer biyografisinde sayfa 363’te yer alan alıntı, filozofun ifadelerini açıkça belli eder. Bir diğer biyografi yazarı Cartwright ise konuya 239. sayfada yer vermiştir. Bu nokta Schopenhauer’in Upanishadlar’la olan ilintisini anlamak için önemlidir.
[4] Friedrich Nietzsche, Eğitici Olarak Schopenhauer, çev. Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 88.
[5] Schopenhauer’den belki de en sık alıntılanan, pek çok kaynakta rastlanan bu ifadeler Nietzsche’de de yer alır. (Friedrich Nietzsche, Eğitici Olarak Schopenhauer, çev. Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 37.) Suut Kemal Yetkin, filozofun Türkçeye çevrilmiş yeterince eseri daha yokken, hakkında yazdığı yazının hemen başına yerleştirir bu alıntıyı. (Suut Kemal Yetkin, Büyük Tedirginler-Schopenhauer-Tolstoy-Nietzsche, Pars Matbaası, Ankara, 1976, s. 1.)
[6] Friedrich Nietzsche, Eğitici Olarak Schopenhauer, çev. Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 70.
[7] Arthur Schopenhauer, İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya, çev. A. Onur Aktaş, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2020, s. 542.
[8] Suut Kemal Yetkin, Büyük Tedirginler-Schopenhauer-Tolstoy-Nietzsche, Pars Matbaası, Ankara, 1976, s. 11-12.
[9] Arthur Schopenhauer, İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya, çev. A. Onur Aktaş, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2020, s. 109.
[10] Friedrich Nietzsche, Eğitici Olarak Schopenhauer, çev. Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s. 43.
[11] a.g.e., s. 21.
KAYNAKÇA
- Arthur Schopenhauer, İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya, çev. A. Onur Aktaş, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2. basım, 2020.
- David E. Cartwright, Schopenhauer, çev. Sibel Erduman, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1. basım, 2023.
- Friedrich Nietzsche, Ecce Homo, Kişi Nasıl Kendisi Olur, çev. Can Alkor, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 4. basım, 2001.
- Friedrich Nietzsche, Eğitici Olarak Schopenhauer – Zamana Aykırı Bakışlar-3, çev. Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 3. basım, 2019.
- Friedrich Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu, çev. Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 3. basım, 2013.
- Johann Wolfgang von Goethe, Faust, çev. İclal Cankorel, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 5. Basım, 2016.
- Julian Young, Nietzsche – Bir Filozofun ve Felsefesinin Biyografisi, çev. Bülent O. Doğan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1. basım, 2015.
- Michel de Montaigne, Denemeler, çev. Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 41. Basım, 2020.
- Rüdiger Safranski, Schopenhauer – Felsefenin Yaban Yılları, Bir Biyografi, çev. Ali Nalbant, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul, 1. basım, 2015.
- Stefan Zweig, Kendileriyle Savaşanlar – Hölderlin, Kleist, Nietzsche, çev. Nefer Ermiş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 26. basım, 2024.
- Suut Kemal Yetkin, Büyük Tedirginler – Schopenhauer, Tolstoy, Nietzsche, Pars Matbaası, Ankara, 1976.
- Upanishadlar, çev. Korhan Kaya, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 5. basım, 2017.