Fark ve tekrarlar oyunu
“Anlamak istediği tekrar eyleminin genlikleri gibi, Deleuze'ün dili de bu iki 'limit' arasında salınır; seriler, setler, diziler, integralin, diferansiyelin yanında, 'karanlık öncü'den, 'kötü söyleme'den söz eder.”

Won Lee. Difference and Repetition 15.
Gilles Deleuze, Fark ve Tekrar (1968) yapıtında iki tür dil kullanır: Adeta analitik veya cebirsel bir dilin yanında vahşi denebilecek, gündelik kullanımından farklı, işlenmemiş bir başka dile başvurur. Anlamak istediği tekrar eyleminin genlikleri gibi, onun dili de bu iki “limit” arasında salınır; seriler, setler, diziler, integralin, diferansiyelin yanında, “karanlık öncü”den, “kötü söyleme”den söz eder. Bu iki sınıra doğru bazen aynı anda “ıraksarken”, kavramın şiddetinden, belirleniminden uzaklaşmaya çalışır. Felsefe her ne kadar kavram yaratma girişimi olsa da, aynı zamanda mevcut olanları silme, boşaltma çabasıdır. Deleuze bu şekilde farkın genleşmesini, büzülüp yoğunlaşmasını üslubunda da tekrar etmek ister sanki. Farkı tuzağa düşürmeden, onu tekrar kendi haline terk ederek başka bir diziye, seriye doğru yönelir. Onun bu nesnesine yaklaşımı da bir tür karanlık öncü olarak, “tekrar çemberleri” arasında ilinti kurar. Onun felsefesi farkı niteliklerin ve uzamın yatay düzlemine çeken bir temsil cihazı olmaktan sürekli uzaklaşır. Derinlerde kaynaşıp duran Karanlık Öncü kavramlara, sembollere, ikonlara, temsil araçlarına yüz vermeyen “simulakrum düzenini” korumak ister. Felsefeci, farkların eşzamanlı olarak ulandığı birbirine benzemez serileri “iletişime sokan” bir Karanlık Öncü gibi araya girdiğinde, “edilgen özneler”, “özne larvaları” yaratılır. (s. 361) Bunlar kendilik nüveleri, bireyliklerin üretimine ait ilk işaretlerdir.
Karanlık öncü
Farkların bu dramı, tragedyası ya da komedyasında – ama her koşulda bir tiyatrodaymış gibi icra edilen oyununda– sahneye çıkan unsurlar ve onların ilişkileri “diferansiyel” niteliktedir.Kendi şuurunda failler, “terimler” arasındaki alakalar sahneye konmaz. İlişkiye giren, birbiriyle karşılaşan terimler ve tekillikler, benzersiz kendilikler gibi ortaya çıkar. Bu sırada her boyutta tekrar eden farkların yarattığı ıraksamalara rağmen, aralarında bir “tınlama” duyulur. Fakat Karanlık Öncü’nün de araya girmesiyle bu ses veren seriler ortasında, temsilin yakınsamaya çağıran, fark çemberlerini mekanik bir rabıta içerisine çeken “kötü söyleme” henüz açığa çıkmaz. Seriler arasındaki bu rezonansı, onları bir tür ben ve senden tamamen ayrı bir başkası gibi araya giren Karanlık Öncü başarır; örneğin Nietzsche’nin Zerdüşt’ü böyle bir varlıktır. O olmazsa her fark kendi sınırlarına doğru yol alıp orada yok olacakken, Zerdüşt onların karşılaşmalarına ve larva düzeyinde de olsa, yeni kendilik biçimleri yaratmasına imkân verir. Onun farklı olanı tahrif etmeyen aralıkta varoluşu, “birey öncesi tekillikleri” ilişkilendirir. Ben’in, benlik’lerin inşa edildiği bireylik nüveleridir bunlar. Birçoğu sonradan bastırılacak, eğilip bükülecek temel biçimler, “bireyleşme alanlarında somutlaşan” İdea’lardır. Bu tümüyle nesnel, gerçek ve “virtüel” parçalar sonradan organik, mekanik bir bütüne hizmet etmek üzere “aktüelleşir”.

Fark ve Tekrar
çev. Burcu Yalım ve Emre Koyuncu
Norgunk Yayıncılık
2017
407 s.
Karanlık Öncü bir bakıma kendinde farkı hem koruyan hem de onu mekanik tekrarların dünyasına emanet edendir. Sonsuz geri dönüşü gözetimi altında tutan özel türde bir başkası, üçüncü türden bir bireylik, iyeliktir. Yüklemleri, adları, sıfatları seçen ve varoluşa bırakandır; Zerdüşt gibi, bunu neredeyse kimse duymadan, uzak bir zamanda ve yerde yapsa bile. Gerçeğin olanaklı olana meylettiği ara yerde durur. Karanlık Öncü birbirine karşıt, uzlaşmaz, birisinin diğeri hilafına varolduğu virtüel ve olanaklı olan arasındaki tınlamayı duyulur kılmaya aday bir kendilik gibi, iki tekrar türü arasında durur; yani metafizik ve mekanik tekrarlar ve onların verimi karşılaştırılamaz iki fark türü arasında. Peygamberlerin, mistiklerin, ruhbanların yozlaşmış kopyaları olduğu bu Karanlık Öncü’nün başka türlüsüne belki bazı sanatkârlar, şairler karşılık gelebilir. İki tekrarı aynı anda temaşa etmek özel türde bir kendiliği gereksinir. Ama çok karmaşık bir birey olmaya gerek de yoktur; Zerdüşt de gücünü özünde basitliğinden alır. Kendisinin de bir ikon gibi arada durduğu ve iki yarısında farklı türden tekrarların cereyan ettiği bir etkileşime dayanma yeteneğidir biraz da sahip olduğu. İdea’yı giyinebilen herhangi bir varlıktır; girdiği, arasına karıştığı ilişkilerle sürekli kendi farkını da yaratabilen. Karanlık Öncü türünden bir tekillik, “birbirine benzemeyen iki büyük yarının birbirine tutunmasını sağlayan bireyleşmedir”. Dionysos’tan aldığını Apollon’a emanet eden ya da tersini yapabilen. Sürekli bir ikon, sembol gibi.
Her şeyin sanki tek, asimetrik ve birbirine benzemeyen iki ‘yarısı’na maruz kalır gibidir; “Sembol’ün her ikisi de ikiye bölünen iki yarısı var gibidir: biri virtüele dalan ve bir yanda diferansiyel ilişkilerin, öbür yanda bunlara karşılık gelen tekilliklerin oluşturduğu ideal yarı.” (s. 364)
Tekrar makineleri
Karanlık Öncü, bir tarafında “olumlu”, diğerinde “olumsuz yüklem”lerin varolduğu, metafizik ve “giyinik tekrarı”, mekanik ve “çıplak tekrar”ların dünyasıyla buluşturan bir faildir. Mekanik tekrarların dünyasının metafizik olanlarınkinden kopmasına izin vermez. Kendinde farkların nesnel ve gerçek tekrarı ve farklarının, olanaklı dünyaları sarmalamasına imkân verir. Karanlık Öncü orada durdukça, birincil tekrarların üretimi farklar, sürekli ikincil olanların arasına karışır, “kanar”, yaralar açar; ben ve senden ayrı olanı sürekli duyulur kılar. Görünür, işitilir, düşünülür olanın zeminindeki o tınlama, diferansiyel, varyasyon, titreşim ifadesini bulur. Karanlık Öncü, adaleti vicdani olana bağlar. Bu bağ üzerinden hep başka olanın tınısı taşınır; “ne siz ne de ben olan”, “hiç kimse” olarak başkası. (s. 365) Bu başkasının sesini ve görüsünü her an duyabildiğinden, iki oyun türünün, kuralları ve rolleri belli “insani” olanla, Nietzsche’nin kararlılıkla oynadığı, “anlaşılması en zor ve baş etmesi imkânsız”, “oyunun kurallarının oyuna dahil olduğu” “ilahi” müsamerenin aynı sahneyi paylaşmasını, birbirine değmesini sağlar.

Farkların yarattığı seriler herhangi bir gereksinimin karşılığı değildir; belki bazı arzuların, düşüncelerin hareketlenmesidir. Fark dizilerinin bir araya gelmesi, ayrışması belirli sorular, “problemler” yaratır, cevaplardan çok; cevabı kendi dışında olmayan sorular. Bu soruları bazı cevaplarla ilişkilendirme ısrarı, ikincil tekrarların işlevidir. Mekanik tekrarın makinesi, kendisini temellendiren metafizik tekrarın belli bir sorusunu ve en işe yarar cevabını güvenceye alır. Düzeneği kuran bu temel soru olur. Bir başka deyişle, makine içindeki hayalet ondan daha eski sayılmalıdır. Mekanik işleyiş bu hayaletin, simulakranın temel yüklemlerini önce kendisine mal edip onu bazı zemberekler içerisine yerleştirir, varoluşun hizmetine açar. Özünde birincil tekrarın bir “zar atışı” gibi rastlantıya açık yüklemini, kararlı kılmak, eğip bükmek, içindeki olumsal doğayı, kısmi keyfiliği bastırmak mekanik tekrarın ödevi olur. Bu sırada nedeni ve sonucu birbirine ulanmış, hangisinin daha eski olduğu bilinmeyen bir sorunun içindeki nedenler ve sonuçlar ayrıştırılır. “Zar atışlarının içinde geçtiği zaman” olarak Aion’u sıraya sokmak, zaman ve uzamı ayrıştıran, bu sırada ortaya çıkan yüklemlere bir sıra ve düzen vermektir.
Buradaki temel çaba, “yeni yaratıcı sözlerle ve tanrıların zar atışlarının sesiyle titreyen” bir dramın sahnesini toparlamak, unsurları, ilişkileri ayırt etmek, her seferinde aynı şekilde icra edilmesini güvenceye almaktır. Kendisini “çatlaklardan ve kırıklardan kusan” farkın, kökensel tekrarın üzerinin sıvanması çabasıdır. Yani bu mekanik tekrarın faili, kendisini temellendiren, yenileyen, zaman ve uzamla irtibatlı kılan etkileri, yüklemleri yok etmekle sorumlu gibi davranır. Vicdanını bastıran bir ahlak gibi, kendi ödevleri dışına taşan eylemleri görmezden gelir; yeri geldiğinde bastırır, kınar. Tuzağa düşürülen birincil tekrarların zeminsizliğine sahne açarak dramı bir tür temsile dönüştürür; her provayla daha da aynılaşan, asıl olanın kopyası gibi ortaya çıkmadığında yargılanması gereken; “soru-problem-çözüm” çevriminde sırayı karıştırmayan failler ve onların ilişkilerine düzen veren.
Önceki Yazı

Nietzsche için Schopenhauer (III):
“Metafizik karabiber”
“Eğitici Olarak Schopenhauer, Nietzsche felsefesinin derin ormanına adım atarken ilk ağaçları izlemek gibidir. Bu orman Wagner, Montaigne, Goethe ve diğer isimlerle okuru karşılar, yerleri sabittir. Bir tek Schopenhauer, ormanı geçerken bizimle yürüyen bir ağaç gibi, eşlik de edecektir.”