Pasolini, Ezra Pound ve Sovyetler eleştirisi
Pier Paolo Pasolini’nin Nisan 1969’da Ankara’da kaleme aldığı bir şiirin bağlamları üzerine...

Maria Callas ile Pier Paolo Pasolini, Medea filminin setinde, Kapadokya, 1969. Fotoğraf: Mario Tursi/Enrico Appetito Arşivi
Harvard Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı doktora öğrencisi Finlay Darlington-Bell, İtalyan yönetmen ve şair Pier Paolo Pasolini’ye (1922-1975) ait, ilgimi çekebileceğini düşündüğü bir şiiri benimle paylaştı. Şiir parçası Nisan 1969’dan ve yönetmenin (Faşizmle dirsek teması olduğu halde!) en sevdiği şairlerden biri olan Ezra Pound bu şiirin başkarakteri. Ayrıca Pound’un Kantolar’ı hem içerik hem de biçim olarak takip edilmiş, Pasolini benzer bir üslupta metni karalamış. Şiir parçasının başlığı “Versi prima fatici e poi enfatici” şöyle çevrilebilir: Önce zahmetli, sonra etkili dizeler. Şiir aynı zamanda döneminin sıkı bir Stalinizm eleştirisini içeriyor.

Medea, Pier Paolo Pasolini, 1969.
1969 Haziranı’nda başrolünü Maria Callas’ın oynadığı Medea filminin çekimleri için Pasolini’nin Nevşehir’i ziyaret ettiğini biliyoruz. Pasolini’nin bu metni, bu çekim öncesi bir gezisi sırasında olmalı.[1] Bu şiir parçasının yanı sıra, Pasolini’nin Temmuz 1969’da yazdığı, Kapadokya’nın topografyasını konu edinen (hatta yücelten!) başka şiirleri de mevcut. Pasolini’nin şiir eskizlerini de içeren düzenli günlükler tuttuğunu görüyoruz. Bu şiirler Prof. Süheylâ Öncel’in önsözüyle, 1994’te Ankara İtalyan Kültür Enstitüsü tarafından İtalyanca-Türkçe çiftdilli yayımlanmış (ama bu yazıda bahsedeceğim Pound şiiri ne yazık ki bu toplamda yok).[2] Medea’nın çekimleri sırasında yazdığı bu şiir parçalarında endüstrileşmiş şehir yaşamının insanı maruz bıraktığı yabancılaşma hissine karşı Orta Anadolu’nun bakir bozkırını koymakta; şiirlerdeki hâkim renk bu nedenle bozkır sarısı ve kahverengi. Hatta bu şiirlerde bir ars poetika bile sezinleyebiliriz: Şiirde geçen “artık sanat yazarı değilim…” ama coğrafyanın renklerini okuyabilirim mesajı.

1974 tarihli Binbir Gece Masalları filminde, Medea’nın Nevşehir’i gibi, Etiyopya, Eritre ve Yemen’i filmin doğal mekânı olarak seçtiğini biliyoruz;[3] yerel halkı oyuncu ve figüran olarak kullanmıştır. Şiirinin ve filminin merkezinde yer alan bakir coğrafyayı aynı yıl yazdığı başka bir şiirde şöyle betimler:
Nevşehir kasabasının hemen dışında,
pembenin ve eski deri şarap tulumunun rengi olan
fakir toprak sarısı –biraz donuk ve sağır hem– ve albenisiz sarımsı
Neredeyse kahverengimsi (ama kükürdün delice sarısı ile birlikte)
– artık bir sanat yazarı değilim… ama gerçek şu ki, bu renkler
Kapadokya’nın bu bölgesine her yerden sızar:
binlerce hoş küçük vadi (yukarıda bahsedilen vadi dahil) şiirsel
düzlüklerde (küçük sekiler, arsalar, vb.) buğday;
karnabaharlardan daha büyük olmayan, tek tek sayılabilen asmalar,
kil trapezlerinde – bir duvarın
pembe zirveleri arasında, bir öbek piramit, alçak bir duvar…
Haziran 1969[4]
1950’lerin ortalarına kadar Ezra Pound ve Pier Paolo Pasolini uzlaştırılamaz görülen iki farklı dünyaya aittiler. Öyle ki, Pasolini, Pound’u “ırkçı” olarak tanımlamış ve İtalyan Faşizmi ile olan bağlantılarından dolayı eserleri lekelenmiş bir şairin çevirisini yapmasından ötürü yakın bir dostunu sert bir şekilde eleştirmişti. Pasolini 1940 ve ‘50’lerde Antonio Gramsci’nin etkisinde bir Marksist’ti; insan tecrübesinin gerçekliğini boşladıkları için kendi sol kuşağını eleştirmiştir. 1960 ve ‘70’li yıllardaysa daha temel bir Marksist eleştiriye yönelecektir, çünkü kültüre bakışını Benedetto Croce’nin tarihsel idealizmi belirleyecektir.[5]

Ancak on yıl kadar sonra, Ekim 1967’de, Pasolini ulusal televizyonda yayınlanmak üzere Ezra Pound ile röportaj yapmaya Venedik’e gider.[6] Biri ömür boyu Marksist, diğeri Faşist rejimin eski bir propagandacısı olan bu iki ismin karşılaşması, “zıtların çarpışması” olarak duyurulmuştu.[7] Siyasi farklılıklarının ötesinde, 45 yaşındaki Pasolini yaratıcı gücünün zirvesindeydi; 82 yaşındaki Pound ise sessizliğe bürünmüş, konuşmaktan imtina eden bir ihtiyardı.[8]
1967’deki bu röportaj Pasolini’nin Pound’a bakışında önemli bir kavşaktır; Pasolini şairi anti-kapitalist bir kahraman olarak görür. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri, İtalya’yı Faşizmden “kurtarmış” ve mali teşvikleriyle ülkenin yeniden inşasında ve hızlı sanayileşmesinde önemli rol oynamıştır. 1950’li ve 1960’lı yıllar İtalyası “Amerikan yaşam tarzı” olarak pazarlanan modelin ortaya çıkışı ve yerleşmesiyle şekillenir; Pasolini ise kapitalist dünya düzeninin İtalyan toplumu üzerindeki bu etkilerini yakından izler: Pasolini’nin Pound’a ilgisi, şairi “faşist vesayetten” kurtarmaya yönelik aktif bir çabanın ürünüdür.[9]
Pound ve Pasolini’yi buluşturan başka bir nokta ise, şair Osip Mandelstam’ın deyişiyle, “önceki edebiyatçıların bülbül ve gül hakkındaki şairâneliklerden farklı olarak bambaşka fikirler, bilgi sistemleri ve devlet teorileri hakkında şarkı söyleyen” türden şairler oluşlarıydı.[10] Siyasi ütopyalara olan ilgi ve yatkınlıkları, bir anlamda “pratik olmayan” siyasi anlayışlarını birbiriyle buluşturmaktadır. İçinde bulundukları dönemlerin krizlerine karşı geliştirdikleri muhalif söylem ve bu krizleri çözmek için sundukları reçeteler yine bu iki figürü birbirine bağlayan özelliklerdendir.

Şiirde deneyselliğin yeni tipografi ve biçim arayışları aracılığıyla ortaya çıkışı, ideograma dayalı montajın ve imgesel ifşanın poetikası, her iki şairin de eserlerindeki tarihsellik, palimpsest estetiği, şiirlerinde hem modern hem de antik unsurların bir arada bulunması gibi faktörler iki şairin ortak paydalarından sayılabilir. Hatta metinlerine “şiir dışı” unsurları –düzyazı, tarih, siyaset, çeviri, imgeler– dahil etmeleri de bu kan bağının bir kanıtı olarak düşünülebilir.[11] Her iki şair de kriz anlarının şairleridir.
Pasolini’nin 10 Nisan 1969’ta yazdığı Ankara şiirine dönersek, aşağıda okuyacağınız şiir, Pasolini’nin ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda kapitalizm, tüketim kültürü, sanayileşen dünya, modern şehir hayatının yabancılaştırıcılığı gibi konularda kaleme aldığı Marksist eleştirel denemelerini ve şiirlerini içeren Transumanar e organizzar (“Transhümanize Etmek ve Örgütlemek”) adlı derlemenin “Per i sentieri” (“Patikalar Boyunca”) bölümünde yer alıyor. Bu şiiri İtalyanca aslından çevirmeme yardımcı olan Finlay’e teşekkür ederim.
Önce zahmetli, sonra etkili dizeler
POUND: “Nasıl gidiyor?” SİNYAVSKİ: “Fena değil.”
[POUND:
“Ee havalar nasıl?” DANİEL: “İyi, iyi.” SİNYAVSKİ: “Paskalya’ya kadar çok yağmur yağdı ama şimdi düzelmeye başladı.” POUND: “Umarım böyle devam eder.” SINYAVSKİ: “Peki bu bize ne anlatıyor?”
POUND: “明,[12] günaydın, iyi akşamlar, iyi akşamlar, iyi akşamlar,
ya sen? Ah, biz, bize ne yapacaksın, şöyle böyle, hımm,
Amerika’da ne diyorlar, ne söylemelerini isterdin?” (sükûnet)
莫[13] “Eh! Şu an biraz soğuk,
ama alıştık, burada ne kadar yükseklikteyiz,
bu alışkanlık meselesi değil, kıtasal iklim,
gece Sahra Çölü gibi soğuk, garip, Sibirya’da…”
Sizlere verecek hiçbir şeyimiz yok,
Kim geliyor, kimsiniz? Bir gölge mi?
Ben buradan evime, annemin evine geçiyorum:
kimse tanımayacak beni. Realpolitik!
Ussuri’de kemiklerimi bıraktım
ama kaybetmeden inancımı!
10 Nisan 1969 (Ankara)[14]
Yukarıda okuduğunuz Ankara şiirinin içeriği siyasidir: “Sinyavski-Daniel Olayı” diye bilinen Sovyet aydınları Andrey Sinyavski (1925-1997) ile Yuli Daniel’in (1925-1988) yargılandığı göstermelik duruşmayı konu ediniyor. Yurtdışında yayımladıkları kitaplarda Sovyetler Birliği’ni hakir görmekten ve aciz göstermekten dolayı 4 Eylül 1965’te tutuklanan Sinyavski ve Daniel, aylarca kamuoyunu meşgul edecek bu “müsamere” davanın failleri olacaklardır.

Andrey Sinyavski ve Yuli Daniel mahkemede, 1966.
Hukuken, Sinyavski ve Daniel, Sovyetler Birliği dışında yayımladıkları eserler nedeniyle suçlanamamıştır ama yine de ceza almaktan kurtulamazlar: Sovyet karşıtı propaganda yapmaktan ötürü, Rusya SFSR Ceza Kanunu’nun 70. maddesi uyarınca yargılanırlar. Bu, Sovyet yasalarının edebi eserler üzerinde uygulandığı ilk büyük davalardan biri olmuştur. Sinyavski ve Daniel’e karşı açılan dava Sovyet yazar ve entelektüeller arasında geniş yankı bulur ve 5 Aralık 1965’te Moskova’da Glasnost toplantısı yapılır. Bu, Sovyetler Birliği’nde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tabandan bir anda ortaya çıkan ilk halk protestosudur. Bu dava etrafında şekillenen tartışmalar Sovyetler Birliği Komünist Partisi Sekreteri Nikita Kruşçev’in 1950’ler ve 1960’ların başında ifade özgürlüğünü önceleyen “sosyalist buzdağı”nı eritme döneminin son bulduğunu işaret etmektedir. Bu dava neticesinde, Sinyavski kitaplarında kurguladığı edebi karakterlerinin görüşleri nedeniyle, “Sovyet karşıtı faaliyet” suçlamasıyla yedi yıl hapis cezasına çarptırılıp Gulag sisteminin bir parçası olan Dubravlag çalışma kampında çalışmaya zorlanır; ama 1971’de, geleceğin CPSU Genel Sekreteri ve KGB Başkanı Yuri Andropov’un başlattığı bir girişimle erkenden salıverilir.
Şiirin siyasi arka planı Sinyavski-Daniel davasıyla sınırlı değil. Aynı zamanda 1969 yılı, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği arasında kıvılcımlanan askerî bir gerginliğin de habercisi. Mart 1969’da Çin Halk Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği hududundaki Ussuri Nehri kıyısında, iki ülke askerleri arasında çatışmalar başlamıştı. Bu her iki ülke için ciddi bir kriz ânıydı; zira ideolojik nedenlerle uzun bir süredir bölünmüşlerdi: Hem Batıda Maocular ile Sovyet ideolojisi destekçileri arasında bir bölünme evresi hem de Amerika Birleşik Devletleri ile Çin arasında bir yakınlaşma dönemi yaşanıyordu. Pasolini her iki “gerçek sosyalizm” modelinden fikren ve zikren zaten uzaklaşmıştı. Kruşçev döneminde kısa da olsa Stalin totalitarizmi sonrası umut ışığına kavuşan Sovyetler Birliği, entelektüellerini tekrar zulme uğratmaya başlamıştı (Pasolini için Sinyavski-Daniel Davası bu durumun özeti niteliğindedir). Çin ise hâlâ Stalin’e ve onun siyasi geleneğine güveniyordu. Dolayısıyla, hâlâ bu iki devlette dolanan totalitarizm hayaleti, her iki rejimi de Pasolini için kabul edilemez kılıyordu.

Düşünsel bağlamda, Rusya ve Çin aynı zamanda Sinyavski, Daniel ve Pound’u birleştiren kültürel dünyalardır. İlk ikisi doğal olarak, ulusal bağlılıkları sebebiyle Sovyet Rusya’ya tabi idi. Pound ise kültürel olarak Çin’e aşinaydı; şair Çin hanedanlık tarihi ve Konfüçyüs öğretilerine hâkimdi. Pasolini’nin bu izleği takip ederek, şiirine Kantolar’ın görsel ve edebi estetik katma amacında olduğunu görüyoruz (şiirde iki Çince karaktere yer verecektir). Pound aynı zamanda politik yazılarında Bolşevik Devrimi’ne de ilgi duymuştu: “Bolşevizm sahte bir devrimdi ve bir ölçüde kurucuları tarafından ihanete uğramıştı.” Bu Pound’un 1944’te yazdığı bir broşürden alıntıdır. Pound “faşist” yazılarında Bolşevizm’e sempati duymayan bir görüntü çizmiş olsa da, Mussolini’ye iktisadi planı dahilinde önerdiği “ulusal pay” (national dividend) fikri, Sovyetler’deki “toplumsal pay” (social dividend) fikrinden esinlenmişti.[15] Kapitalizme duyduğu nefret karşısında Bolşevizm daha makbul bir alternatifti, çünkü Bolşevik Devrimi, kapitalizmin materyalizmi ve alaycı modernizmine karşı ilk siyasi çıkışı temsil ediyordu.[16]
Ayrıca bu üç figür kendi hükümetlerince vatan haini ilan edilmiştir; üçü bir anlamda aynı makus kaderi paylaşır. Bu bağlamla isterseniz şiire geri dönelim. İşte şiirin başlangıcı:
POUND: “Nasıl gidiyor?” SİNYAVSKİ: “Fena değil.”
[POUND:
“Ee havalar nasıl?” DANİEL: “İyi, iyi.” SİNYAVSKİ: “Paskalya’ya kadar çok yağmur yağdı ama şimdi düzelmeye başladı.” POUND: “Umarım böyle devam eder.” SİNYAVSKİ: “Peki bu bize ne anlatıyor?”
Peki bu üç kişi ne hakkında konuşur? Havadan sudan! Aslında şiirin başlığına göre hiçbir şey hakkındadır bu kısa hasbıhalleri. Sadece sohbet ederler. Amaç belki de sansüre yakalanmamaktır ya da sansüre yakalanmadan haberleşebilmek. Konuşmak istedikleri konuları konuşamadıkları için havadan sudan sözlere yer verirler. Ve bu dizeler çaba sarf edilmeden yazılmıştır: Pound’un tematik yoğunluk barındıran kantolarında gündelik konuşma diline, daha eften püften gündelik meselelere yer vermesi gibi... 1973 tarihli bir denemesinde Pasolini, Pound’un şiir dili hakkında şöyle yazar:
Pound, İtalyancayı şiirlerinde saf ve doğrudan bir şekilde kullanmış olmasaydı, bu dilin kurdu olamazdı. Kendi bilgisizliğini zarif bir şekilde istismar eden birinin etkisiyle, neredeyse delice bir dürtüyle, sadece konuşmak için var olan bir günlük dil yaratmıştır ve bu dili şiirlerinde kullanmaktan çekinmez.[17]

Pasolini’nin (ve kantoları hasebiyle Pound’un) burada yakalamaya çalıştığı dil, dilbilimci Roman Jakobson’ın “Linguistics and Poetics” (Dilbilim ve Poetika) adlı makalesinde kullandığı “ilişki işlevi” (phatic function) kavramıyla açıklanabilir.[18] “İlişki işlevi” kavramı gerçekten anlamlı bir bilgi iletmeksizin sosyal bir bağlantı kurmak için kullanılır; Pound’un Sinyavski ve Daniel’le havadan sudan konuşması aslında sosyal bir ilişki, eleştiri içermektedir. “İlişki işlevi” sadece iletişim kurmak, bu iletişimi sürdürmek ya da kesmek, iletişim kanalının çalışıp çalışmadığını kontrol etmek, (“Peki bu bize ne anlatıyor?”) muhatabın dikkatini çekmek veya iletişimin sürekliliğini sağlamak amacıyla gönderilir. İletişim kurmanın bu vurgusu öylesine sıradan bir laf alışverişine yol açabilir; belki üstü örtülü siyasal bir mesaja da. Dolayısıyla, şiirde geçen bu üç kişi arasındaki diyaloğun klişe formülleri, bir yandan iletişimi başlatmak ve sürdürmek için en doğrudan yol olarak seçilmişken, (zulme uğrayan entelektüellerin birlikte hissetmesi gereken bir birliktelik duygusu) diğer yandan Pound’un şiir dilindeki “gündelik sohbet” tutkusunun şiire dönüştüğü estetik bir tanışıklık olarak da okunabilir. Ve işte Pound, Rus meslektaşlarıyla sohbetini sonlandırıp şiirin siyasi teması olan, Sovyet ve Maocu ideolojiler arasındaki çatışmayı gündeme getirdiğinde, “ilişki”ye dair işlevsel bir tema geçişi yapar. Bu geçiş Çin karakterlerinin karşımıza çıkmasıyla (Ussuri’deki siyasi olaya bir gönderme) daha da belirginleşir: “Eh! Şu an biraz soğuk,/ ama alıştık, burada ne kadar yükseklikteyiz,/ bu alışkanlık meselesi değil, kıtasal iklim,/ gece Sahra Çölü gibi soğuk, garip, Sibirya’da…”
Ancak bu kısa hasbıhal dördüncü bir karakterin gelişiyle sona erer: Bu “meçhul asker”dir. Ve Pound ona seslenir: “Sizlere verecek hiçbir şeyimiz yok,/ Kim geliyor, kimsiniz? Bir gölge mi?/ Ben buradan evime, annemin evine geçiyorum:/ kimse tanımayacak beni. Realpolitik!/ Ussuri’de kemiklerimi bıraktım/ ama kaybetmeden inancımı.”

Çin-Sovyet sınır savaşı, 1969.
Dolayısıyla, dördüncü konuk, üç entelektüelin hiçbir esenlik vaat edemeyeceği bir ölü, yani bir “gölge”dir – bu açıkçası bir askerin gölgesidir, çünkü kemiklerini Ussuri’de bırakmıştır. Çinli ya da Sovyet askeri olduğu belirtilmemiş. Ancak bir nokta kesin: Annesine geri dönecek her köylü er gibi inancını korumaktadır (muhtemelen dönemin Marksist bir ethos’udur bu, hem Çin’i hem Sovyetler’i birleştiren bir “inanç”). Unutmayalım, bu iki ülke arasındaki çatışma aslen Realpolitik’in bir sonucu da. Ölü asker siyasi kararların inançlardan daha üstün olduğunu gösteren bir gölgedir – Realpolitik’i önceleyen bu bakış, Sovyetler’in entelektüellere zulmeden zihniyetinin bir timsali. Pasolini bu şiirinde Sovyet Rusya eleştirisini faşist Pound’a yaptırarak adeta tarihten intikamını alır; kendi mahallesine rakip perspektiften cesur bir eleştiri sunar. Aynı zamanda, Pound’un popülist ideolojisi, köylü dünyasının değerlerinin yüceltilmesini önemser. Bunu şaire –ve Pasolini’ye– somut olarak Konfüçyüs düşüncesi, yani pragmatik ve erdemli bir biçimde yaşamayı önceleyen bu Çin öğretisi göstermiştir. Çünkü meçhul asker masumdur; iki devletin arasında sıkışıp kalakalmış bir mağdur.

Pasolini’nin şiirini kendi mahallesine yöneltilmiş bir ok olarak düşünebilir miyiz? Satır aralarında siyasi bir eleştiri sunarken, tarihsel ve kültürel bağlamları da sorgular; Pound’un dilini ve estetiğini kullanarak Sovyetler Birliği ve Çin arasında süregiden siyasi gerilimleri ve totaliter benzerlikleri şiirsel dile aktarmak ister. Pasolini, Pound’un dışarıdan (faşist) perspektifi üzerinden, adı geçen iki komünist siyasi gücün uğrattığı toplumsal zulmü tartışırken, gününün siyasi çalkantılarını Realpolitik gerçeklikler üzerinden okur. Bu şiir ya da “şiirsel hasbıhal” bir yandan Pasolini’nin ideolojik karşıtlıklarını ve kültürel eleştirisini dile getirdiği bir metinken, diğer yandan politik hesaplaşmaların, entelektüel direnişin ve muktedirin zulmüne isyanın şiirsel bir ifadesi, bir yansımasıdır. Pasolini’nin Kapadokya şiirlerinde de yazdığı gibi:
Güneş Üzerine Gözlemler
– Güneşin otoritesine sahip biri var.
– Tüm otoriteleri önceden belirlemiş, daha doğrusu, güneş.
– Büyük ama geçici mutluluklar tattırır
ancak sonra bir anda bozuluverir büyü
ve aklımı başına toplayıp sürdürmek gerekir yürümeyi.
Hoş bir yer değil bu dünya, bu böyle biline.
– Çok önemlidir saatler.
– Yoktur güneşten kaynaklanmayan bürokrasi bu nedenle.
Bakanlar televizyon izlemeye,
ya da dinsel bir törenmişçesine eve döndüklerinde ihtiyaç gidermeye,
bunun (Güneşin Batışının) kaçınılmaz bir olay olduğuna
inandırırlar çevreyi.
Dinsel otoritelerin kızgın bakışıdır,
güneşin bize sırtını dönerek gökyüzünün diğer kubbesine
fırlattığı bakış:
işte burada önemli şeyler olmakta, kuşkusuz.
Kaybolup giden cömert güneşiyle ah zavallı Kayseri yöresi.
Haziran 1969[19]
NOTLAR
[1] Bkz. Ellen Patat ve Cristiano Bedin, “Pasolini’s ‘Kapadokya’”, Senses of Cinema (Pasolini’nin Mirası Özel Sayısı), 77 (Aralık 2015). Bu yazıda kullanılan şiirlerin çoğu filmin çekildiği Haziran 1969’dan. Nisan ayında mekân seçimi için Pasolini’nin bölgeyi önceden ziyaret etmiş olabileceğini varsayabiliriz.
[2] Pier Paolo Pasolini, Kapadokya’dan Şiirler, çev. Nevin Özkan, Istituto Italiano di Cultura, Ankara, 1994.
[3] Pasolini’nin Binbir Gece Masalları’ndaki mekân seçimi, üçüncü dünya, azgelişmişlik ve post-sömürgeci Marksizm hakkındaki fikirleri için: “My Thousand and One Nights”, “The Grace of the Eritreans” ve “Postscript to The Grace of the Eritreans”, Pasolini’s Bodies and Places içinde, haz. Michele Mancini and Giuseppe Perrella, Edition Patrick Frey, Zürih, 2017, 3-33, 49-53, 54-56.
[4] Patat ve Bedin, “Pasolini’s ‘Kapadokya’.” Metnin İtalyancası: Appena fuori dalla città di Nevscheir,/ il rosa e l’ocra povero, quello dei vecchi otri/ – un po’opaco e sordo, anche – e il giallino umile/ Che dà sul marrone (ma insieme al giallo pazzo dello zolfo)/ – non sono più un prosatore d’arte …ma fatto sta che questi colori/ si insinuano dappertutto in questa regione della Cappadocia: // mille vallette amene (tra cui quella di cui sopra) con i poetici/ appezzamenti (terrazzete, piazzuole, ecc.) di grano;/ vigne non più grosse di cavolfiori, numerabili a una a una,/ su trapezi di argilla – tra una parete/ di guglie rosa, un gruppo di piramidi, un muricciolo…/ giugno 1969. Ya da aynı aylarda yazdığı “Osservazioni sul sole” (“Güneş Üzerine Gözlemler”) adlı başka bir şiirinde geçtiği gibi, “güneşin tanrılaştığı” bir coğrafyadır Orta Anadolu: “Fakir Kayseri bölgesi, terk eden o cömert güneşiyle” (Povera regione di Kayseri, col suo sole generoso che se ne va) (a.g.e.). Bu şiirin Nevin Özkan tarafından yapılan çevirisini bu yazının sonunda kullandım (bkz. Pasolini, Kapadokya’dan Şiirler, s. 13).
[5] Zygmunt G. Baránski, “Pier Paolo Pasolini: Culture, Croce, Gramsci”, Culture and Conflict in Postwar Italy: Essays on Mass and Popular Cultureiçinde, haz. Zygmunt G. Baránski ve Robert Lumley, Palgrave, Londra, 1990, s. 148-152.
[6] Pasolini söyleşiyi Sicilyalı genç şair Vanni Ronsisvalle ile birlikte gerçekleştirir. Söyleşinin hemen başında Pasolini, Pound’un Whitman için kaleme aldığı “Seninle barış yaptım, Whitman—/ [Oysa] senden yeterince nefret etmiştim” (I make a pact with you, Whitman—/ I have detested you long enough) dizelerine Pound’un adını yerleştirerek tekrar okur. Verdiği mesaj gençliğinde nefret ettiği şairle artık barıştığının ve hatta ona olan hayranlığının bir ifadesidir (David Anderson, “Breaking the Silence: The Interview of Vanni Ronsisvalle and Pier Paolo Pasolini with Ezra Pound in 1968”, Paideuma 10.2 (1981), s. 333).
[7] Sean Mark, Pound and Pasolini: Poetics of Crisis, Palgrave Macmillan, Londra, 2022, s. i-iii. Pound’la yapılan söyleşide tek Pasolini göründüğü için bu mülakat ona atfedilir ama oysa bu görüşmenin gerçekleşmesine Ronsisvalle önayak olmuştur.
[8] Röportajın kaydı için buraya tıklayın. Bu röportaj yayımlandıktan büyük eleştirilere maruz kalır: Anderson, Pasolini’nin sorularını soyut ve bağlamsız addeder; J. J. Wilhelm ise Pasolini’nin röportaj için önceden sorular belirlemediğini ve irticalen gelişen bu konuşmanın hayat arkadaşı Olga tarafından tasvip edilmediğine ek olarak, Pasolini’nin nevi şahsına münhasır Kantolar yorumlarının anlamlı bir karşılıklı etkileşimi engellediğini savunur (bkz. Anderson, “Breaking the Silence”, s. 331–345; (bkz. David Anderson, “Breaking the Silence: The Interview of Vanni Ronsisvalle and Pier Paolo Pasolini with Ezra Pound in 1968”, Paideuma 10.2 (1981): s. 331–45; J. J. Wilhelm, Ezra Pound: The Tragic Years: 1925–1972 (University Park, PA: Pennsylvania State University Press, 1994), s. 345). Ayrıca Pound’un hayatının son on dört yılındaki uzun sessizliği için, bkz. Sean Mark, “‘Tempus Tacendi’: The Late Silence of Ezra Pound”, Modernism/modernity 29.3 (2022), s. 573-600.New York Times’la yaptığı söyleşide Pound sadece üç kelime söyler: “Words no good” (Kelimeler nafile/iyilik getirmez). Ama bazı eleştirmenler Pound’un sessizliğinin stratejik olduğunu, siyasi linçe uğramamak için Pound’un kasıtlı olarak sessizi ve deliyi oynadığını söylerler (Richard Sieburth, “Sero Te Amavi: On the Late Olga Rudge/Ezra Pound Venice Notebooks”, Make It New 2.2 (Eylül 2015).
[9] Mark, Pound and Pasolini: Poetics of Crisis, s. xxii.
[10] Birbirine bu kadar zıt iki figür nasıl bir araya getirilebilir? Mark bu sorunun cevabını George Steiner’ın Tolstoy or Dostoevsky’sinde arar (a.g.e., s. xxxi). Oysa Pound’un 1933 yılında yayımlanan kitabı Jefferson and/or Mussolini de birbirinden iki farklı figürü buluşturma amacını güder.
[11] a.g.e., s. xxvi ve xliii.
[12] Kantolar’ın Pisa Kantoları, Fasıl: Kaya Delici ve Thrones de los Cantares gibi bölümlerinde geçen míng karakteri, “parlak”, “açık” ve “zekâ” anlamlarında.
[13] Mò karakteri Kantolar’ın son bölümü Eskizler ve Parçalar’da yer alır ve “değil” ya da “hiçbir şey” anlamına gelmekte.
[14] Pier Paolo Pasolini, Trasumanar e organizzar, Garzanti, Milan, 1971, s. 84.
Metnin İtalyancası:
POUND: «Come va?» SINIAWSKY: «Non c’è male»
[POUND:
«Il tempo?» DANIEL: «Buono, buono» SINIAWSKY: «Ha
[piovuto
molto fino a Pasqua, ma ora si è rimesso al bello»
POUND speriamo che continui così SINIAWSKY cosa ci racconta?
POUND 明, buon giorno, buona sera, bella serata,
e voi? Eh, noi, che vuol farci, così e così, ehm,
che si dice in America, che volete che si dica (silenzio)
莫 Mah! Però, fa un po’ di freschetto,
ci abbiamo fatto l’abitudine, quant’è l’altitudine,
non è questione d’abitudine, è il clima continentale,
la notte fa freddo, come nel Sahara, strano, in Siberia…
Non abbiamo niente da offrirle,
Chi arriva, chi sei? Un’ombra?
Passo di qui per tornare a casa, da mia mamma:
che non mi riconoscerà. Realpolitik!
Ho lasciato le mie ossa sull’Ussuri
senza aver perso la mia fede!
10 aprile 1969 (Ankara)
[15] Ezra Pound, ABC of Economics, Faber and Faber, Londra, 1933, s. 81. Ayrıca bkz. “Geçişli Maskeler, Parçalı Kayıtlar: Ezra Pound’un Kantolar’ı Üzerine”, Ezra Pound, Kantolar içinde, çev. Efe Murad, YKY, İstanbul, 2021 (2. Baskı), s. 819-823.
[16] Yazıda Yazıda bahsi geçen bazı yorumlar için bkz. Francesca Tuscano, La Russia nella poesia di Pier Paolo Pasolini, BookTime, Milan, 2010, s. 166-170.
[17] Bu alıntı Pasolini’nin çeşitli dergilerde yayımlanmış yazı ve söyleşilerini derleyen Descrizioni di descrizioni adlı kitaptan (bkz. a.g.e., s. 169).
[18] Roman Jakobson, “Linguistics and Poetics”, Language in Literature içinde, haz. Krystyna Pomorska ve Stephen Rudy, Harvard University Press, Cambridge, MA, 1987, s. 68-69.
[19] Pasolini, Kapadokya’dan Şiirler, s. 13. “Osservazioni sul sole” adlı şiirin İtalyanca metni: - C’è qualcuno che ha l’autorità del sole./ - Anzi, il sole ha prefigurato tutte le possibili autorità./ - Concede grandi gioie passeggere/ poi viene il momento che la bazza finisce e bisogna/ metter la testa a posto e rigar dritti. Il mondo, lo si sappia,/ non è luogo ameno./ - Grande importanza vi hanno gli orari./ - Non c’è perciò burocrazia che non abbia origine dal sole./ Quando i Ministri rincasano a vedere la televisione/ o a cacare religiosamente/ lasciano credere che ciò sia fatale (il Tramonto).// Il cipiglio dei Superiori è lo sguardo che rivolge il sole,/ voltandoci le spalle, all’altra volta del cielo:// dove si che succedono cose importanti./ Povera regione di Kayseri, col suo sole generoso che se./ giugno 1969.
Önceki Yazı

Fark ve tekrarlar oyunu
“Anlamak istediği tekrar eyleminin genlikleri gibi, Deleuze'ün dili de bu iki 'limit' arasında salınır; seriler, setler, diziler, integralin, diferansiyelin yanında, 'karanlık öncü'den, 'kötü söyleme'den söz eder.”
Sonraki Yazı

Uykuya Yatmak:
“Ne demeli şimdi, nasıl başlamalı? Unutuşu, nisyanı konuşalım.”
“John Berger ile Katya Berger, Mantegna’nın sanatını biçimsel ve nicel analizlerle sınırlamadan, ressamın yaşamını, düşünce dünyasını, sanatsal pratiklerini ve döneminin estetik anlayışını kapsamlı bir şekilde ele alıyorlar.”