Mümkün dünyalar üzerine (II):
Sezar ile yaprak kurdu
“Sezar’ın Rubicon’u geçmesi ya da geçmemesinin, bir yaprağın ya da yapraktaki kurtun dünyasında hiçbir yeri yoktur. Bu olay Romalıları ilgilendirse bile kurtçuğu hiç mi hiç ilgilendirmez, tabii Sezar dalgınlıkla yaprağı koparmadıkça. Böcekle Sezar bu açıdan aynı dünyada yer almaz bile. Ancak yaprak kurdunun dünyasını Sezar’ın dünyasına sonsuz küçük algılara karşılık gelen sonsuz küçük kesitler bağlar.”

Sezar'ın Roma'daki büstü. (kolaj)
4.
Su buharlaştı. Ama tam ne zaman, hangi noktada? Daha önce bu noktayı bir kesik anı gibi düşünebiliriz, demiştik. Gelgelelim Leibniz açısından evren ne kesik ne de boşluk içeriyordu. Olup biten her şeyin birbirine bir yapbozun parçaları gibi tam oturduğu, boşluk sevmeyen, dolu bir yerdi evren.
Bu durumda dönüşüm ânını kesik değil de bir kesit gibi mi düşünmeliyiz? Bu daha doğru olur. Su damlasının buhara dönüşmesi yine bir süreklilik içerir. Sürekliliğin içinde olay yüz derecenin işaret ettiği bir süreklilikte, bu kesitte meydana gelir. İkincisi, kesitin kendisi bir sürekliliğe sahipse bile her kesit yine sonsuz sayıda küçük başka kesitleri içerir. Böylece Leibniz’ci bir bilinçdışını oluşturan sonsuz küçük algılara doğru giderim. Tek bir dalga sesini algılamadan önce sayısız küçük dalganın her bir sesini bilinçdışı bir biçimde, farkına varmaksızın bir uğultu biçiminde algılarım.
Ruhun her seçik algısı tüm evreni kucaklayan bulanık algılar sonsuzluğunu içerdiğinden, ruh dahi algılar seçik ve üstün haline gelmedikçe neyi algıladığını bilemez. Her ruh sonsuzluğu bilir, her şeyi bilir, ama ancak bulanık şekilde bilir. Deniz kenarında yürürken denizin çıkardığı büyük gürültüyü işittiğimde, her ne kadar ayrıştıramasam da topyekûn sesi oluşturan her dalganın sesini işitirim; aynı şekilde bulanık algılarımız da tüm evrenin üzerimizde bıraktığı izlenimlerin sonucudur. (“Doğanın ve İlahi İnayetin Akla Dayalı İlkeleri”, Monadoloji içinde, Devrim Çetinkasap çevirisi.)
Sezar Rubicon’u geçti. Sezar’ın bu eylemi gerek Roma gerek dünya tarihi açısından birçok şeyi değiştirecektir. O ânı hayal etmeye çalışalım. Sezar ırmağın eşiğinde durur, düşünür; henüz tam bir karar vermemiştir, niyetinden vazgeçebilir, ırmağı geçmeyebilir de. Orada durur, ırmağa bakar, dönüp askerlerine bakar, tedirgince dolaşır. Kesin karar ânını ne belirlemiştir? Yalnızca önceki olaylar, bu olayların doğurduğu duygular, düşünceler değil, askerlerinin kaygılı, gergin bakışları, nehrin akışı, zırhının üzerinde giderek ağırlaşması gibi durumları da hayal edebiliriz. Kafasını kaldırıp bir kartalın gökte uçtuğunu, ancak kartalı gördüğünde tam bir karara vardığını bile düşünebiliriz. Bütün bunlar –nehrin akışı, bir taşın çevresinde bir girdap oluşturması, balıkların kaynaşması, rüzgârın suyu dalgalandırışı, yaprakların titreyişi, kuşun uçuşu– bedenlerde ve şeylerde ete kemiğe bürünmüş, Sezar’ın Rubicon’u geçmesiyle bir arada mümkün küçük olay kesitleridir, kendileri de sonsuza gidecek biçimde çok daha küçük olay kesitlerini barındırır. Öyleyse Rubicon’u geçmek olay kesiti, küçük küçük olaylardan oluşan bir eğri oluşturur, bu eğri de olayın yol açacağı diğer olaylarla –iç savaş, Roma’nın imparatorluğa dönüşmesi vs.– daha büyük bir eğriyi oluşturur.
-1519409214.jpeg)
Kaynak: Wikipedia.
O sırada bir yaprağın ya da yapraktaki kurtun dünyasında Sezar’ın Rubicon’u geçmesi ya da geçmemesinin hiçbir yeri yoktur. Bu olay Romalıları ilgilendirse bile kurtçuğu hiç mi hiç ilgilendirmez, tabii Sezar dalgınlıkla yaprağı koparmadıkça. Kurtçuk açısından belli bir koku, ışık ya da renk gibi öğelerin, yani duyarlı olduğu birkaç işaretin dışında kalan o büyük dünya karanlık, bulanık ya da bomboş uzanır. Böcekle Sezar bu açıdan aynı dünyada yer almaz bile. Ancak yaprak kurdunun dünyasını Sezar’ın dünyasına sonsuz küçük algılara karşılık gelen sonsuz küçük kesitler bağlar. Bu sonsuz küçük kesitler ise başka monadların, bir yaprak bitinin, bir bakterinin, mikrobun, hatta yapraktaki ışığı yakalayan klorofilin, vs. açık ve seçik algısına karşılık gelir. Bu anlamda Sezar karanlık ya da bulanık biçimde yaprak kurdunu, yaprak kurdu da bulanık biçimde Sezar’ı bilir. Bu ikinci anlamda her biri aynı dünyaya aittir, kendi tarzlarınca aynı dünyayı temsil ve ifade eder.
Öyleyse monadların bir yandan kapıları, pencereleri yoktur, birbirleriyle ilgisizdirler, etkinlikleri yalnızca kendilerinden kaynaklanır; ama öte yandan –kendi bakış açılarından bulanık olsa bile– hepsi birbiriyle ilişkilidir, Tanrı sayesinde büyük bir uyum içinde birlikte hareket ederler. Tanrı belki de her şeyden önce bu büyük uyumdur.[1]
5.
Anımsanacağı gibi Zeno’nun paradoksları mantık bakımından hareketin imkânsızlığını kanıtlamaya çalışıyordu. Örneğin yolun yarısını, daha sonra kalan yarısını, vs. gitmek zorunda kalacağımızdan, geriye ise hep yolun yarısı kalacağından asla hedefimize varamıyorduk. Doğrusu ilk adımı bile atamıyorduk. Oysa Leibniz’ci bakış açısından tam tersi bir sonuç çıkarırız; bu sonsuz küçük mesafeler olduğu için hareket ederiz, bu küçük sonsuzlar sayesinde hedefimize varırız.
Madde açık ki bir düzeyde süreklilik içermez, bize uzanımlı görünen maddede şekil, boyut ve harekete karşılık gelen kesintiler vardır. Öte yandan sürekliliğin aktüelde de olması gerekir, yoksa idealin bu dünyada hiçbir karşılığı olmazdı. Güçlük şuradadır, maddeden yine de belli kesitler, belli süreler, monadlar, yani bir ruh çıkarmamız gerekir. Yoksa geriye ya biçimsiz madde kalırdı ya da sadece bedensiz monadlar. Her durumda olayları, yani dünya yaşamını yitirirdik.[2] Öyleyse en ufak madde parçası bile içinde her zaman canlıları, organik yaşamı barındırır.
“Maddenin her kısmı bitkilerle dolu bir bahçe, balıklarla dolu bir gölet gibi tasarlanabilir. Ama bitkinin her dalı, hayvanın her uzvu ve sıvılarının her bir damlacığı da yine böyle bir bahçe veya gölettir.” (Monodoloji, D. Çetinkasap çevirisi)
Her bir süreklilik kesiti ya da eğri parçası bir bakış açısına, bir ruha, bir monada karşılık gelir.[3] Monadların kendi görüş noktasından ifade ettiği dünya, dünyanın bir kesitini oluşturur (diğer bölümleri bulanık biçimde ifade eder). Bu, monadın bedeni aracılığıyla ilişkili olduğu, en yakınındaki dünyadır. Dünyadaki her şey birbiriyle ilişkili olsa, her monad aynı dünyayı ifade etse bile bizi ancak –belki ne yazık ki diye eklemek gerekir– bedenimizden başlayarak en yakın şeylerin, dünyanın yakınlarımızdaki parçasının sorunları gerçekten ilgilendirir.
6.
Monadlar noktalardır ama uzanımsız, parçasız, başlangıcı ve sonu olmayan yalın birlikler, Leibniz’in başka bir deyişiyle metafizik noktalardır.[4] Matematikte nasıl noktalardan bir çizgi üretemem –zira en yakın iki nokta arasında bile sonsuzluk vardır– yine de çizgi noktalar için nasıl gerekliyse, metafizik noktalar da hiçbir çizginin parçası değildir ama parçalı kesitler onlardan türer.[5] Doğa atomlardan oluşmaz ama monadlar töz atomlarıdır. Her bir kesit sonsuz sayıda başka bir kesiti içerir, bu her bir kesitse yine bir monada ya da monadlara karşılık gelir. Kesitler ideal düzleme aittirler ama dünyada, dünyayı kuracak biçimde uzam ile zaman boyutlarını kazanarak madde kılığında gerçekleşirler.
Saf olaylar ya da sonsuz kesit parçaları ideal olarak vardır. Bu ideal düzeyde bir yerleri, zamanları yoktur. Kendi içlerine kapanmış, kendilerinde korunmuş Mümkün Yüklemlerdir bunlar. Her bir monadın içine –Tanrı tarafından– kat kat dürülerek önceden yerleştirilmiştir. Ama ancak madde yoluyla belli yerle zamanı kurarak bu katları ya da kıvrımlarını belli derecelerde açarak meydana gelirler. Olay benim başıma şu yerde, şu zamanda gelir, hayatımın içinde bir dönüşüme, hayat eğrimde yeni bir kıvrılmaya neden olur, yine de Saf Olay ya da Mümkün bir Yüklem olarak benden, bedenimden, gerçekleştiği yerle zamandan bir bağımsızlığı vardır.
Öyleyse Tanrı’nın dünyasıyla sonlunun dünyası iki sonsuz diziyi kurar. Monadlar bu açıdan iki dünyanın kesişim ya da bağlantı noktasını oluşturur. Monadın bir yüzü ideal düzeye, diğer yüzü doğa düzeyine dönüktür. Demek ki olay, gerçekleşmesinden ayrı olarak bir ideal düzeyde mutlak olarak vardır, bir de dünyasal düzeyde şimdide ve burada gerçekleşir. Olayın ideal boyutu olmasaydı her şey sadece bir anlığına sürer, sonra dağılıp giderdi. Elbette bir anlığına bile diyemezdim. Çünkü maddede bir andan daha fazla süren hiçbir nokta tayin edilemezdi, bedenin kendisiyle aynı kaldığı tek bir an olmazdı.
Sonuç olarak üç boyutu ayırt edebiliriz. İlkin, Mümkünlerin ya da İdeaların boyutu vardır: Günah işlemek, Rubicon’u geçmek; âşık olmak, göç etmek. Bunlar kendi içlerine kapanmış, tek başına saf olaylardır, belirlenimleri yoktur. İkincisi, mümkün olayları yüklediğimiz monadlar gelir, ama herhangi bir Âdem, herhangi bir Sezar, herhangi bir Lenin kılığında, bunlar karşılıklı ilişkileri içinde belirlenebilirler, çünkü bir sürü mümkün dünyalar içinde farklı farklı kombinasyonlar oluşturarak yer alabilirler; başka bir deyişle bir x-y koordinat sisteminde, herhangi bir uzay-zaman eğrisinde herhangi bir a, b, c’dirler. Nihayet dünyamızın gerçekleşmiş eğrisi gelir, belli bir uzay- zaman boyutunda o Âdem, o Sezar, o Lenin vardır.
NOTLAR:
[1] Peki ya uyumsuzluklar? Kötülüğü de herhalde bir uyumsuzluk saymalıyız. Leibniz’in belki bütün felsefesi uyumsuzluğun aslında çok küçük bir yer kapladığını, bununsa sonuçta o büyük uyumun parçası olduğunu göstermeye yöneliktir. Öyleyse kötülük ya da uyumsuzluk zorunlu olmalıdır, bu büyük uyumun parçası olmalıdır. Dahası, Theodicy’de belirttiği gibi, evrende iyi kötüyü yalnızca aşmakla kalmaz, ayrıca kötü iyinin çoğalmasına hizmet eder. Elbette insan sonuçta sınırlı varlık olarak bu büyük uyumu kavrayamaz, Tanrı küçük bir kötülük miktarına evrenin toplamdaki büyük iyiliği için izin vermişse bile bu toplamdaki iyiliğin ne olduğunu kavramak insan aklını aşar. Leibniz bazen müzik örneğini verir. Tonal sisteminin aynı yüzyılda kurulduğu anımsanacaktır. Uyumsuzluklar ya da disonanslar nasıl yine temel tona dönülerek çözülüyorsa, algıladığımız uyumsuzluklar da tıpkı bir müzik parçasındaki gibi evrenin büyük uyumunu daha vurgular, hissedilir kılar. Dolayısıyla her bir yaratık –lanetlenmiş bir ruh ya da bir virüs bile– Tanrı krallığının bir sakini olduğuna göre, her eylemiyle farkında olsun olmasın aynı zamanda bu büyük uyumu yüceltir.
[2] Madde Leibniz’e göre tam olarak nedir? Göründüğünden daha zor bir soru; burada bir iki noktaya değinmek gerekirse, bir yandan her şey monadda, zihinlerde olup biter, “sanki beden yokmuş gibi her şey ruhta meydana gelir”. Çünkü monadın içsel bir birliği olması için madde gibi etkilenmemesi, etkilere göre dağılıp gitmemesi, gövdemin tüm hücreleri yenilense bile aynı kalmam için etkinliğinin kendisinden kaynaklanması gerekir. Algım bile zihinde meydana gelir. Bu bakımdan Deleuze’ün dediği gibi, algı en dipte zaten sanrısaldır. Bir kâğıt parçasını yırtıp ikiye ayırırım. Zihnimdeki istememe ve algıma, bunlar gerçekten oluyormuş gibi tam zamanında bedenimin hareketleri ve kâğıdın yırtılması karşılık gelir. Monad dünyayı algılar, dünya da tam monadın algıladığı gibi belirir. Belki bir bebeğin dünyası gibi; süt isterim ve süt birdenbire ağzıma gelir. Bu açıdan genelde iyi bir annedir dünya. Demek ki öte yandan, “her şey ruh yokmuş gibi bedende meydan gelir”. Önceden kurulmuş uyum hem ruhla bedenin uyumunu hem de kapısız penceresiz monadların eylemleri arasındaki uyumu sağlar.
Peki kâğıdın başına gelen şey nedir? Leibniz, Berkeley’in aksine maddenin de bir gerçekliği olduğunu söyler ama iyi kurulmuş bir fenomen, türemiş bir gerçeklik olarak. Kuşkusuz madde de sonsuzdur ama türemiş, ikinci türden bir gerçekliğe sahiptir. “Doğrusu, madde bu kurucu birliklerden oluşmaz ama onlardan kaynaklanır. Tözsel birlikler, parçalar değildir ama fenomenin temelidir.” Leibniz maddeyi kuvvetle ilişkilendirir ve onlardan türetir; kuvvet maddede, dolayısıyla hareket, uzay-zaman, uzanım, boyut ve şekilde ifadesini bulan şeydir. Madde bu açıdan kuvvetlere bağlı değişken bir fonksiyon gibi görülebilir. Leibniz yaşamının sonuna doğru bazı güçlükleri aşmak için cisimsel monadları bir arada tutan bir tözsel bağdan (vinculum substantiale) söz eder. Ama bütün bu zor kısımları geçiriyoruz. İlgili okuyucu Kıvrım’ın ikinci kısmına bakabilir. Ayrıca Leibniz’i düşüncelerinin gelişimi açısından ele alan, daha klasik bir felsefe anlatımı için şu kitaba da bakabilir: Richard, T.W. Artur, Monads, Composition and Force, Oxford, 2018.
[3] Bir bakıma bakış açıları bu kesitleri yaratır ama şu önemli noktayı vurgulamak kaydıyla: Bakış açıları özneye bağlı değildir, monad bakış açısının, görüş noktasının kendisidir, beden sahibi özne ise bu görüş noktasından türeyen şeydir. Leibniz’ci perspektifçilik, hakikat bakış açılarına göre değişir anlamına gelmez, aksine Nietzsche’de gördüğümüz gibi bakış açılarından doğan hakikatler vardır, demeye gelir. Ama Leibniz’de, bir zemini hâlâ sıkı sıkı korumak istediğinden Nietzsche’den farklı olarak tüm bu farklı bakış açılarından görünen aynı şehir, aynı dünyadır. Monadoloji’den: “Aynı şehrin farklı yakalardan bambaşka görünmesi ve adeta bir perspektifler çokluğu barındırması gibi basit cevherlerin sonsuz çokluğuna bağlı olarak sanki bir o kadar evren varmış gibidir; ama aslında bunlar her monadın kendi görüş noktasından algıladığı tek bir evrenin farklı perspektifleridir.”
[4] Leibniz A New System’de üç noktadan bahseder: metafizik nokta, matematik nokta ve fiziksel nokta. “[Madde atomları değil] Yalnızca töz atomları, yani mutlak biçimde parçalardan yoksun gerçek birlikler eylemlerin kaynakları ve şeylerin kompozisyonlarının mutlak ilk ilkeleri olabilirler, böylelikle de tözlerin çözümlenmesindeki nihai öğeler olabilirler. Bunlara metafizik noktalar denebilir… Öyleyse fiziksel noktaların bölünmezliği sadece görünüştedir. Matematik noktalar gerçekten de bölünmezdir ama onlar da yalnızca modalitedir. Sadece (formlar ya da ruhların kurduğu) metafizik noktalar ya da töz hem bölünmez hem gerçektir ve onlarsız hiçbir şey gerçek olamaz, zira gerçek birlik olmadan hiçbir çokluk da olmazdı.”
[5] “Şu halde tıpkı çizginin her yerinde noktaların bulunması gibi maddenin her yerinde de cevherler bulunur. Ve nasıl ki çizginin sonsuz sayıda noktayı barındırmayan hiçbir kısmı yok ise, maddenin de bir cevherler sonsuzluğu barındırmayan hiçbir kısmı yoktur. Ancak nasıl ki nokta çizginin parçası değilse, ama yine de çizginin üzerindeki nokta çizgiyle birse aynı şekilde ruh da maddenin parçası olmamakla birlikte içinde bulunduğu cisimle birdir.” (“Fardella’ya Mektup”, 1690, Monadoloji içinde, Devrim Çetinkasap çevirisi.)
Önceki Yazı

Eski İstanbul’un lezzet dünyasından…
“Gökhan Akçura’nın arşivi ve o arşivin meyveleri gerçek bir hazine. Kitaplarının sayfaları arasında müthiş bir 'mazi seyrine' çıkıyorsunuz. Benim için bu kitapları benzersiz kılan, konu ne olursa olsun daima yükseklerde dolaşan mizah dozu.”
Sonraki Yazı

Bir ‘bakışlar’ kitabı:
Siper alarak yazmak
“Mehmet Mahsum Oral hayatın mevcut görüntüsünün altında, üstünde, sağında solunda sinsice bekleyen şeylere dair, ters bir açıyla yeni ve garip şeyler söylüyor. Ayrıca hayatı anlatır gibi değil, hayattan intikam alır gibi, hayatı sarsmak ister gibi, hayattan hesap sorar ya da hayatı sürekli yoklar gibi yazıyor.”