Min Nevâdiri’l-Kütüb – 34:
Yazı + Resim = ?
“Sanatçının adı Abdülkādir Hisârî. Kitabın adı yok, ama içindeki yazı-resimlerin konuları gerçekten ihâtalı: Hepsi de harflerle oluşturulmuş resimlerden meydana gelen bir İslâm ansiklopedisi neredeyse.”

Abdülkādir Hisârî’nin New York’ta, Metropolitan Museum of Art’ta bulunan bir eserinden ayrıntı.
Türkiye’de, İran’da, Hindistan yahut Pakistan’da yaşayanların sık karşılaştığı bir manzaradır, Arap harflerinden oluşturulmuş resimler. Leylek şeklinde besmele, arslan şeklinde Hz Ali’nin adı ve lakapları, ibrik şeklinde maşallah, ağlayan göz şeklinde “ah mine’l-aşk”... Hattatların çoğu bunları ciddiye almaz, çünki harfler hüsn-i hat kuralları açısından kusurludur. Elhak öyledirler. Ama gönül gözleri sanata büsbütün kapalı olmayanlar böyle eserleri gördüklerinde hayranlıklarını gizleyemezler. Yaratıcılık, ustalık, yeri geldiğinde ince bir nükte, unutulmaz kılar birçoğunu.
Peki nedir bu yazı-resimler? Bazılarına göre “İslâm’daki resim yasağı” nedeniyle sanatçıların başvurduğu bir tertip. Yani resim olmadan resim yapmanın yolu. Ben hiç öyle düşünmüyorum. İslâm’da resim yasağı olduğu iddiasına katılmadığım gibi, bu resimleri yapanları Allah’ı “kandırmaya” çalışan gafiller olarak görmüyorum. Bedeni, Toplumu, Kâinâtı Yazmak: İslâm, Cinsiyet ve Kültür Üzerine (haz. ve çev. Pelin Tünaydın, İstanbul: İletişim Yayınları, ilk basımı 2011) adlı kitabımın ikinci ve özellikle üçüncü bölümlerinde konuyu incelemiş, şöyle yazmıştım:
İnsanlar, hayvanlar, nesneler, Arap yazısı kullanılarak resmedildiği zaman [...] içsel doğaları görünür kılınır. Yazı-resim sanatı, birçoklarının iddia ettiği gibi resim yasağını aşmanın bir yolundan, yani basit bir “hîle-i Şer‘iyye”den ibaret olmak şöyle dursun, aksine, “cismânî evrenin rûhânî altyazıları” işlevini görmüştür. Röntgen makinasıyla çekilmişçesine, görünür olanın içindeki ilâhîliğin ortaya çıkarılmış hali, teyididir. Harf sembolizmi, Allah’ın cümle hilkatini —doğayı ve özgül olarak da insanı— dârü’l-İslâm olarak işaretlemiş; İslâm’ın, aslî varoluş hali ve dolayısıyla da ebediyet olduğu fikrini yerleştirmiştir. (s. 87)
Bu ay da bu konuya eğileyim dedim. Hem de nadir bir kitap hakkında makale yazarak değil, nadir bir kitabın kendisini sunarak.
Sanatçının adı Abdülkādir Hisârî. Hangi hisar derseniz, bilmiyorum. İnternette bazıları Anadolu Hisarı demiş ama, bu iddialarını neye dayandırdıklarını belirtmemişler. Olabilir tabii, ama Rumeli Hisarı, Akhisar, Karahisar, Sivrihisar, Koçhisar... yani adında “hisar” olan yer adları bol memleketimizde. Eserlerinde verdiği tarihlerden 18. yüzyılın ortalarında yaşamış olduğu anlaşılıyor. Hocasının adını da bazı eserlerinde zikrettiği görülüyor, ki Ebûbekir Râşid Efendi (ö. 1782) gibi velûd bir hattat ve hocanın öğrencisi olması kayda değer.
Ben bu yazmayı üç dört sene önce Avrupa’da bulup almıştım. Benzer en az iki yazma daha olduğunu biliyorum, ki biri New York’ta, Metropolitan müzesinde. Diğeri eğer yanlış hatırlamıyorsam İzmir’de bir koleksiyoncudaymış, ama görmedim. Keza Metropolitan’da kocaman (48,3 x 43,2 cm) bir de sefine şeklinde ashâb-ı kehf (yedi uyurlar) levhası var, resmini yukarıya koyduk. Bendekinde sadece yazıdan oluşan resimler var ama Metropolitan’daki yazmada düz metin de var, burada görüldüğü gibi. Bu yazıdan Abdülkādir Efendi’nin hocasına lâyık bir hattat olduğu anlaşılıyor.
Aşağıda tümünü verdiğimiz bendeki yazmada eserin 1181 yılının Ramazan ayında, Kadir Gecesi’nde bitirildiği belirtilmiş, yani 17 (?) Şubat 1768. Kitabın adı yok, ama içindeki yazı-resimlerin konuları gerçekten ihâtalı: Kur’ân-ı Kerîm, Mekke, Medine, Şam’daki ak minâre, Kudüs, Peygamber’in ayak izi, ayakkabısı (na‘l-ı şerif), sancağı, mezarı, tarağı, ibriği, leğeni ve kıyamet gününde müminleri altına toplayacağı sancak (livâü’l-hamd), Hz. Ali’nin kılıcı, mihrâbı ve nikābı, sefîne-i Nûh, mühr-i nübüvvet, mühr-i Süleyman, Hz. Mûsâ’nın ‘asâsı, dünya, arş-ı a‘la, mahşer yeri, cennet-i a‘lâ ve şecer-i tûbâ, peygamber’in gömleğı (kamîs-i şerîf), altında yükselen cehennem ateşiyle Sırat köprüsü, kıyâmet gününde günahların tartılacağı mîzân, levh-i mahfuz ve kalem, “cehennemde olan katran kazanı”, ehl-i beyt ve hulefâ-yı râşidîn isimleri... Hepsi de harflerle oluşturulmuş resimlerden meydana gelen bir İslâm ansiklopedisi neredeyse.
Ben çok beğeniyorum. Umarım siz de hoşlanırsınız.
Önceki Yazı

Ermeni Edebiyatından Portreler
“Oruçoğlu, sanatçıların portresini oluştururken onların yaşam deneyimlerini, edebi eğilimlerini, iç(sel) çatışmalarını, bireysel ya da örgütlü mücadelelerini sorular sorarak, ilişkilerin dinamiklerini ve bağlantı noktalarını kurcalayarak irdeler.”
Sonraki Yazı

Ertuğ Uçar ile İstanbul'a ve İstanbulin'e dair söyleşi:
“İstanbulin şeylerin kitabı...”
“Önemli olan İstanbul’u anlatırken sadece kusurlarından bahsetmemek veya kusurlarını görmezden gelip güzelleme yapmamak. Şehri olduğu gibi aktarmak. Kolay bir şey değil bu. Ben ne kadar yapabildim, bilmiyorum.”