Mesele sadece Açık Radyo değil,
ama bu çok mühim bir mesele!
Açık Radyo'ya emek vermiş, radyonun programcısı ve dinleyicisi 33 kişiye şu üç soruyu sorduk: Açık Radyo’nun hayatınızdaki yeri nedir? / Açık Radyo’nun susturulma girişimini nasıl yorumluyorsunuz? / Açık Radyo neden açık kalmalı?
Çizim: Nâzım Hikmet Richard Dikbaş
Açık Radyo’nun (AR) karasal yayın lisansının iptal edilmesine dair kısaca durum şu: AR lisansının iptali, iktidarın dışarıdan gelişigüzel gibi görünen ama Tayfun’un (Polat, bkz. aşağılarda) dediği gibi, ajandasında kesin bir yeri ve zamanı olan, enerjimizi çalmak, bizi umutsuzluğa hapsetmek için taktiksel ama içi boş, dolaylı bir hamlesi. İçi boş, çünkü bir bürokrasi ve hukuk skandalı! RTÜK, AR onun dayanaksız ve basın özgürlüğünü ihlal eden kararına karşı irade göstermemiş olmasına rağmen, hatta verilen para cezasının ilk taksitini ödemiş olmasına rağmen, yargı sürecini dışarıda bırakarak radyonun yayın lisansını iptal etti. AR’nin basın açıklamasından şimdi ne olacağına dair kısa bir alıntı yapayım:
“Açık Radyo’nun karasal yayın lisansının iptaliyle birlikte, FM yayına bağlı sürdürülen eşzamanlı internet yayını da sona erdi. Ancak karasal yayın lisansının iptali radyonun kapanması anlamına gelmiyor. Radyonun yayıncı olarak başvurma hakkı olan farklı lisans biçimleri mevcut ve bunlardan biriyle yayının sürdürülmesi planlanıyor. Ayrıca karara karşı yürütmenin durdurulması istemli dava açılmış olup hukuki süreçler halen devam etmektedir.”
“Radyo nasıl olsa bir şekilde yayınına devam eder” umutlu beklentisine hak vermekle birlikte karasal yayının önemini es geçmemek lazım. AR Yayın Koordinatörü Didem Gençtürk şunları söyledi:
“Tabii ki karasal yayın bilabedel herkesin rahatlıkla erişebileceği ve Açık Radyo’nun kendisini var ettiği kamu yayıncılığı için çok önemli bir alan. Özellikle afet durumlarında önemi tartışılmaz. Ayrıca karasal yayınla yankılandığımız arabalar, evler, atölyelerde 16 Ekim’den beri Açık Radyomuzun sesi duyulmuyor. Cezaevlerinden de çok fazla bizi dinleyen dinleyicimiz için büyük bir kayıp. Yeni bir frekansta devam etmek ise maalesef mümkün değil. İstanbul’da yayın yapan çokça radyo var ve tabii sırada yayın lisans hakkına sahip olup da bekleyen bir sürü radyo da var. Yeni bir lisans için bizim de sıranın sonuna eklenmemiz gerekir.”
Dolayısıyla öyle hemen pes etmek yok. Takipteyiz!
İktidar her ne kadar sağ gösterip soldan vursa da, bir aradalığımızı bölmeye çalışıyor olsa da olanlara ses çıkarmakla yükümlüyüz. Örneğin 62 basın örgütü ve STÖ’nün AR’nin kapatılmasına verdiği hızlı ve ortak tepkinin benzerlerini bağımsız basına, medyaya uygulanan her türlü sansüre, kapatma cezasına ve insanları sadece gazetecilik yaptıkları için gözaltına alma, tutuklama faaliyetine karşı da duymak gerekirdi. 2016 yılında onlarca bağımsız medya mecrasının susturulmasının kara lekesini hâlâ söküp atamamış olsak gerek. Özellikle yakın zamanlarda bir sürü Kürt gazetecinin evlerinden koparılarak teker teker gözaltına alınmasına aynı ivedilikte ve yan yanalıkla tepki vermek ne iyi olurdu! Kendimi de içine katarak çoğumuzu özeleştiriye davet ediyorum. Her yandan topa tutulduğumuz bu cinnet kuşağında AR’nin lisansının iptal edilmesiyle başlamamış ve bitmeyecek bir direnme çağındayız. Köşelerimizi sağlam tutalım ve bu kıyamet çağında Ömer Madra’nın akıl sağlığımızı ve dirayetimizi kaybetmemek için bize hep öğütlediği gibi, “Yapmayı en iyi bildiğimiz şeyi yapmaya devam edelim”. Tabii ki yanı başımızdakini de görerek, “insan yapımı” felaketlere ve katliamlara alışmayarak…
Birazdan aşağıda okuyacaklarınız, konunun ivediliğinden mütevellit çok kısa bir zaman zarfında ulaşabildiğim ve cevaplamaya vakti, isteği olan kimi programcıların ve dinleyicilerin sorduğum üç soruya verdikleri cevaplardan derlediğim bölümler. Alfabetik sırayla yer verdiğim bu isimlerin neredeyse hepsiyle bizzat tanışıyorum. Kimi eski ya da şimdiki AR çalışanlarını da yoklamıştım, fakat AR yayın ekibinin, hatta tüm emekçilerinin şu an var gücüyle çalıştığından adım gibi eminim. Siz bu röportajı okurken belki de –umarım– AR dijital ortamda yayına başlamış olacak; dolayısıyla binada şu an kesin hummalı bir faaliyet hali vardır. Üçüncü kuşak çalışanlarından biri olarak –tabii ki şimdiki ekibin çoğunluğunun 15-20 yıldır orada olduğunu düşünürsek, benim 4 yıllık maceram devede kulak kalır– radyonun işleyiş biçimine tanığım ve tahmin ederiz ki, bu abesle iştigal lisans iptali hadisesi bütün dengeleri altüst edecektir. Umarım oranın parçası gibi hisseden ve yaşayan kimse zor durumda kalmaz.
Kişi sayısını kısıtlı tutmam gerekiyordu, zira 29 yılı aşkındır 1.300’den fazla programcıdan ve 1.200’ün üzerinde programdan bahsediyoruz. (Açık Radyo Nedir metninden radyoyla tüm detaylara ulaşabilirsiniz.) Dinleyicilerinden bahsetmiyorum bile… Olabildiğince çok sesli bir metin olmasına çalıştım. Ama yine de radyonun çeşitliliğini buraya sığdırmamın mümkün olmayacağını biliyorum. AR’nin şahsına münhasır yapısına bizzat tanık olmuş, kulak kabartmış sadece 33 kişinin sözünün önüne ya da arkasına, herkesin ortak paydada buluştuğu bir yerde içimden geldiği gibi kalem sallamak yerine, ben de onlara sorduğum sorulara tek bir paragrafta cevap veriyorum –ben de alfabetik sırada yerimi aldım…
Akın Yılmaz
Açık Radyo zamanımı en fazla paylaştığım, en yakın arkadaşım gibidir; özellikle tatil günlerinde hiç ayrılmayız. Medyada kalitesizlik hüküm sürerken, kaliteli işlere duyduğum hasreti Açık Radyo sayesinde gideriyorum. Her türden en kaliteli müzik dinleyebiliyorum. Özellikle pazar günleri 11.00 ile 18.00 arasında adeta mest oluyorum. Açık Radyo’suz bir hayata alışmak, hele 30 yıldır hiç ayrılmamışken, çok zor olur sanırım. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovmuşlar. Kalitesizliğe alışmış olanlar kaliteden rahatsız olurlar ve yok etmek isterler. Belki biraz da kıskanırlar ona sahip olamadıkları için. Bu dünyada güzel şeylerin de bulunması gerektiği için, güzel, doğru ve düzgün işleyen kurumların da hayatta kalabildiğini göstererek, özellikle gençlere iyi şeyler yapabileceklerine dair umut vermek için Açık Radyo açık kalmalı.
Barış Demirel
Açık Radyo’nun benim için karşılığı “bellek”. Susturulma girişimine bir bu eksikti diyorum. Ne dünyada ne memlekette eşi benzeri olmayan bir yapıda 30 yıl boyunca insanları düşünmeye ve sevmeye teşvik etti. Uyandırmaya çalıştı. “O sevgi” sayesinde hâlâ ayakta. Artık çölde vaha diyemeyeceğim, çünkü her sene ülke ahvali daha da mide bulandırıcı oluyor. Açık Radyo şu an benim için cehennemde güvenli bir alan.
Can San
Açık Radyo-Kapalı Radyo değişim ve düzen arasındaki sosyo-politik ilişkinin su yüzüne vurması bana göre. Bugün yaşadığımız ülkede değişim isteyen yurttaşların yanı sıra sivil toplum örgütleri, “sahibinin sesi” dışında yayın yapan medya kuruluşları, (yani gazete, dergi, radyo-TV ve e-haber siteleri) yayınevleri, siyasi partiler, meslek odaları, sendikalar, üniversitelerle değişimin önünü tıkayan anti-demokratik ve baskıcı iktidar odakları, çıkar çevreleri, düzen yanlıları arasında çatışma yaşanıyor. Haziran-Gezi olayları bu çatışmanın en belirgin göstergelerinden biriydi. Açık Radyo kurulduğu günden bu yana adıyla müsemma, “açık toplum”un bağımsız platformu oldu. İktidarın ve çıkar odaklarının toplumun sorgulamasına, araştırmasına, bilgi sahibi olmasına, paylaşımına engel olan anti-demokratik ve baskıcı tutumuna karşı durdu. Ayrıca Türkiye radyo tarihinde bir çığır açtı. Açık Radyo susmayacak!
Demet Hakman
Açık Radyo kimsenin değil, hepimizindir. Başından sonuna tam bir kolektif emek, hep söylendiği gibi gerçek bir müşterektir. Açık Radyo’nun zihni, ufku açıktır, yaratıcıdır, ciddi ve neşelidir, rengârenktir. Açık Radyo hiç şaşmadan hep barıştan, adaletten, iyilikten, güzellikten yana olmuştur. Açık Radyo direngendir. Açık Radyo sesi kısılanların da sesidir. İşte bu yüzden Açık Radyo açık kalmalıdır.
Deniz Koloğlu
Açık Radyo’yla (AR) annem Nilgün Saraçoğlu sayesinde tanıştım. Radyo açıldığı günden beri evde hep açıktı. Başta ergen kafayla, “Amma da konuşuyorlar!” diyordum. Birkaç yıl sonra, algım biraz daha açıldığında radyodan çıkan konuşmalara, müziklere, her türlü titreşime kulak kesilmeye başladım. Üniversite döneminde sabah okula giderken, akşam eve döndüğümde ve gece uykuya geçerken dinliyordum. Mesela Amma Hikâye, mesela Açık Gazete, mesela Gaygoni A.G, mesela Pazartesi Kuşağı... Bu radyo hayatıma girdiği andan itibaren dönüşümümün başladığını 46 yaşımdan geriye baktığımda rahatlıkla söyleyebilirim. Virüsü kapmıştım. Açık Radyo sadece bir radyo değildir; kişiler ve isimler üstü, kolektif bilinci besleyen bir bilgi ve seda kazanı; bir algı biçimi; kamu yararına kesintisiz deprem yayınları yapan bir radyo üssü; parti, sergi, Müzik Şenliği, yarışma, konferans, panel gibi boyundan büyük işleri layıkıyla gerçekleştirmiş bir organizasyon; dünyanın en zor işlerinden biri olan gönüllü koordinatörlüğünde çığır açmış bir yayın organı; farkındalığın dayanılmaz ağırlığı; Türkiye’de dile kolay ama çok fazla farklılığın ve çeşitliliğin kendini imha etmeden bir arada bu kadar uzun süre durabildiği (30 sene!) yegâne yapılardan biridir – belki de yegânedir.
AR’yi korona zamanlarından beri çeşitli sebeplerle az dinler olmuştum. Ama şehir ve hayat biçimi değiştirdikten sonra iyice uzaklaştım. Eski sadık dinleyici günlerimden esinle ifade etmek gerekirse, her şeyden önce Türkiye’ye iklim krizini Ömer Madra getirmiştir! Açık Gazete, özellikle de Ömer Madra’nın üslubu –bunu kendisine de çıtlatmışlığım var– her ne kadar her sabah kendimi keseyim de dünyanın sonunu görmeyeyim dedirtse de, dünya haliyle ve kaçınılmaz gidişatla bağ kurmamızı sağlar. AR’de çalınan müzikler kulak kaslarımızı geliştirir; müzik dağarcığımızın spor salonu gibidir mübarek! AR’nin anlatası bitmeyen, konusunun titiz delisi programcıları sabrımızı titretir ama merak da ettirir. AR’yi kapamak zordur. Evde dinlerken düğmesinden kapamaktan bahsediyorum. Kapayamazsınız. AR’yi sevmenin yaman çelişkileri vardır. AR’nin susturulmaya çalışılması beni tabii ki kişisel bir yerden vurdu, çünkü hem bir dinleyicisi olarak hem de eski bir çalışanı ve programcısı olarak radyoyla kesip atamadığım bağlarım var. Bu sebeple bu radyoya hayatımın ayrılmaz bir parçası, beni ben yapan, bana soru sormayı, birbirine bağlı ama uzak parçaları anlamlı bir şekilde bir araya getirmeyi öğrendiğim bir yer olarak ister istemez duygusal bir yerden bakıyorum. Bu müşterek yapıya çok şey borçluyum. Açık Radyo açık kalmalı, çünkü özgür, özgün, ufuk açıcı, tarafsız mecralara, çoksesliliğe, farklılıklara, kıyıda kalmışları duymaya ölesiye ihtiyacımız var.
Eda Gecikmez
Açık Radyo’nun hayatımdaki yerinden ziyade, ben kendimi Açık Radyo’nun hayatında bir yer, bir parça olarak görüyorum. Yıllara yayılan birliktelikle iç içe geçmişiz, bir olmuşuz. Özellikle resim yaparken, atölyemde en büyük eşlikçim. Bu şekilde yaptığım çalışmalara baktığımda kulağıma o an dinlediğim programlar gelir ve çok keyif alırım. Aynı zamanda etrafımda küçük küçük notlar uçuşur; ya bir isim, ya bir cümle, ya da bir şarkı adı. Öyle çok şey öğrendim, öyle çok insanla tanıştım ve kendime kattım ki… Nezaketle konuşma, sevgiyi, tutkuyu veya öfkeyi, korkuyu paylaşma, can kulağıyla dinleme, merakla öğrenme ve en çok da yalnız olmadığını hissetme… Depremler, yangınlar, pandemi… Dışarının en ufak kaosunda hemen radyomu açtım; doğru bilgiye ulaşmak, dayanışmak ve direnebilmek için. Tüm bunlar aslında çok daha fazla söyleyebileceklerimin küçük bir kısmı ve bu anlamda radyonun susturulmaya çalışılması evimin içine girip müdahale edilmiş gibi hissettiriyor. Şu an atölyedeki sessizlik RTÜK’le baş başa oturuyormuşum gibi beni sinirlendiriyor ama çok derinden radyonun susturulamayacağını bildiğim için bu beyhude çabalarına acıyorum. Açık Radyo sadece bir frekans ya da bir kayıt stüdyosu değil, bir oluş şekli ve buna kimse engel olamaz. Açık Radyo aslında hâlâ açık; açık kalmaya da devam edecek.
Emre Dağtaşoğlu
Açık Radyo siyasetten hukuka, çevre bilincinden sanata, sağlıktan spora çok çeşitli konularda bilmediğim detaylara vâkıf olmamı mümkün kılmış, hayatın daha önce dikkatimden kaçan veçhelerini fark etmemi sağlayarak fikir dünyamın şekillenmesinde ve muhayyilemin zenginleşmesinde etkili olmuş bir mecra. Ayrıca kendi aralarında derin gönül bağları kuran çalışanları, dinleyicileri ve program yapımcıları geniş bir aile oluşturmakta. Dolayısıyla entelektüel boyutunun dışında duygusal olarak da insanı besleyen, karanlık zamanlarda umut, ilham ve güç aşılayan, güzide bir kurum. Tüm bu nedenlerle Açık Radyo sıradan bir medya kuruluşundan çok daha fazlası benim nazarımda. Açık Radyo’nun susturulma girişiminin hukuken de, vicdanen de, ahlaken de hiçbir dayanağının olmadığını düşünüyorum; hatta biliyorum! Kanımca bu girişimin en temel amacı, toplumu şeffaf biçimde bilgilendirmeye özen gösteren ve çeşitli fikirlerin serdedilebileceği özgür bir ortam sunan, bu yolla da insanları birçok konuda uyanık tutan mecralara göz dağı vermek. Dolayısıyla sadece Açık Radyo ve onun bayağılıktan uzak, ilkeli yayınları sindirilmeye çalışılmamakta, aksine, sayısı zaten çok az olan bu gibi kurumların cesaretinin kırılması da amaçlanmaktadır. Kimi insanların neden böyle bir çaba içinde olduğunun kısa ve net yanıtı ise sadece kendi çıkarlarına hizmet etmesi amacıyla yalan üzerine kurdukları yapının yıkılmasından korkmalarıdır. Açık Radyo’nun neden açık kalması gerektiğiyle ilgili oldukça uzun bir liste verilebilir, ancak “akıl” ve “umut” kavramları birçok meseleyi özlü biçimde ifade etmektedir. Açık Radyo temel birkaç ilke etrafında farklı fikir ve görüşlerin özgürce ifade edilebildiği, vasatlıktan uzak, derinlikli işlerin yapılabildiği güzide kurumlardan biri olduğundan, toplumun akıl ve umut tarafını beslemektedir. Tekdüzeliğin, vasatlığın, ilkesizliğin giderek norm halini aldığı, korku ve baskının hâkim olduğu bir ortamda buna akıl, umut ve yaratıcılıkla direnen bağımsız kurumların varlığı çok önemlidir. Açık Radyo birçok başka nedenin yanı sıra en çok da toplumun akıl ve umut yönünü beslediği, bu yolla birçok insanın nefes almasını mümkün kıldığı için açık kalmalıdır.
Eray Aytimur
2001’de, üniversite mezuniyetimin 15. gününde Açık Radyo’ya “Beni aranıza alırsanız ne iş olsa yaparım” tarzında bir e-posta gönderdim ve hayatım sonsuza kadar değişti. Açık Radyo’da bulduğum her şey zaten hayatta istediğim her şeydi. Kâinatın tüm sesleri, renkleri ve titreşimleri… Açık Radyo’nun çalışanı olmak aidiyet ve adanmışlık ihtiyaçlarımı öyle güzel motive ediyordu ki, radyoda çalışmaya başlayınca ilk yaptığım şeylerden biri evimi radyonun sokağına taşımak olmuştu. Çalışan kadrosu olarak bağlarımız zaten güçlüydü ama özellikle bazı programcılarla da kardeş olduk. Bir yandan da hep birlikte çok eğleniyorduk. Açık Radyo’nun benim hayatıma profesyonel anlamda muazzam katkısı ise –naçizane– müzik gazeteciliğini öğretmesidir.
Her şey harikaydı ama kısa sürdü. Bugünkü aklım olsaydı, Açık Radyo’dan ayrılığıma uzanan süreci başka türlü yaşardım. “Gençler bilse, yaşlılar yapabilse” denir ya… Ama bence işin kişisel boyutu dışında, Açık Radyo’nun bütün hayat hikâyesi içinde unutulmaması gereken bir gerçek var: Açık Radyo’da çalışmak, genellemeyelim ama çoğunlukla bir tercih meselesidir.Radyonun organizasyon yapısını ve kaynaklarını düşününce, kimsenin oraya para kazanmak için girmediği aşikâr. Ve fakat süreç içinde, ülkenin politik ikliminde Açık Radyo o kadar yalnızlaştırıldı ki, reklam ve sponsorluk gelirlerinin daha da sert kaybıyla, bugün aslında dijital medyada çok yaygın olan bireysel destek projesine ihtiyaç duyuldu ve ilk kez başvurulduğu Şubat 2004’te kampanya anlık sonuçları ve kalıcılığı açısından başarılı olsa da, insani ve profesyonel açıdan iyi yönetilemedi. Gerçekten de kâinatın tüm seslerine kulak verirken birbirimizin sesini duymaz olmuştuk. Fakat 2024’ü öngörsek ya da bilsek eminim bazı şeyler farklı bir şekilde yaşanırdı. Düşlediğimiz kâinatla ilgili samimi olduğumuz sürece Açık Radyo ile aynı rüyada buluşmak için çalışanı olmak gerekmiyor.
Açık Radyo’da çalışmaya başladığımın ilk haftasında yöneticilerden Meral Mutlu’nun programcılardan Muammer Ketencoğlu ile birlikte Tuna’nın Beri Yanı programında çaldığı müziklerden ötürü mahkemeye çıktığını gayet net hatırlarım. Ya da Amma Hikâye programında Bukowski’nin “Kasabanın En Güzel Kızı” öyküsü bahane edilerek aldığımız iki haftalık kapatma cezası herhalde hafızalardan hiç çıkmadı. Ki bunların da öncesinde İstanbul Harbiye Askerî Müzesi’ndeki Müzik Şenliği’nde bazı konserlerin iptalleri Açık Radyo ile iktidarın hayata pek de aynı taraftan bakmadığı ve Açık Radyo’yu nasıl bir hayatın beklediği konusunda yeterince ipucu veriyordu. Ama daha kötüsü hep vardı… O günden bugüne birçok medya kuruluşu kapatıldı veya el değiştirdi ve akademisyenler ihraç edildi. Yasama, yürütme, yargı, medya tek elde. Açık Radyo’nun kapatılması da, bu tarihsel bağlamda çok utanarak söylüyorum ki kaçınılmazdı. Eleştirileri, alternatif görüşleri, farklı kimlikleri, varoluşları, farklı türleri tehdit belleyip hedef gösteren bir şiddet tufanında Açık Radyo’nun durduğu yer ve temsil ettiği fikirler daima müthiş bir meydan okuma oldu. Sosyal medyanın hayatın merkezine oturmasıyla vatandaş haberciliği denen kavram büyük önem kazandı ama düşünün ki Açık Radyo bunu 30 yıldır yapıyor. Tüm bu zorluklara rağmen umudumuzu kaybetmemeli ve özgür düşüncenin, bağımsız medyanın savunucusu olmaya devam etmeliyiz. Çünkü tarih bize gösteriyor ki, baskılar ne kadar şiddetli olursa olsun, gerçeğin sesi her zaman bir yolunu bulur ve yeniden yankılanır.
Eser Epözdemir
Dinleyicisi, nice Dinleyici Destek Projesi’nde destekçisi, nice programda konuğu ve eski Açık Dergi’cilerinden biri olarak tedrisatından geçtiğim sevgili Açık Radyo… Kulağımın, kafamın, emeğimin, sesimin evrildiği, müthiş insanlarla müthiş karşılaşmaların, müştereklerin sahnesi, bir tür var olma alanı Açık Radyo. Ne Açık Radyo, ne başka bir demokratik ses susturulamamalı, susmamalı. Burası haklı mücadelelerin, seslerin ve sessizliklerin kendilerine yer bulabildiği, yarattığı kamusal faydanın tartışmasız çok kıymetli olduğu, mevcudiyetini 30 yıldır çok büyük oranda gönüllülük esasıyla, neredeyse ütopik bir şekilde sürdüren ve en önemlisi, dinleyicisiyle yaşayan, nev-i şahsına münhasır bir ses-mekândır. Açık Radyo eşitçe nefes almak üzere mevcudiyetini var etmiş bir organizmadır. Açık Radyo açık kalmalıdır!
Hülya Uçansu
Açık Radyo kurulduğu yıldan bu yana, ülkemde çağdaş sorunları irdeleyen, yaşamın her alanındaki sorunlara ve yaratıcı disiplinlerine eğilen programlar yapan, varlığıyla bana “neredeyse” uygar bir ülkede yaşadığımız duygusunu veren, özgürce nefes alabildiğimiz, özel bir yayın alanıydı. Bu yapılan, insandan, hayvandan, tabiattan, kadınlardan, çocuklardan nefret eden otokrat bir yönetimin hoyrat bir uygulaması. Ne ilk ne son yasaklamaları! Açık Radyo yaşamdan sevinç duymak isteyen ülkemin aydınlık yüzlü insanlarının hayata açılan penceresi.Nefes aldığımız alanlar teker teker susturuluyor. Yaşarken nefeslerimizin kesilmesini istemediğimiz için Açık Radyo açık kalmalı diyorum.
İştar Gözaydın
Açık Radyo’nun kurucularındanım. 1995’ten bu yana önce Haklarımız, ardından Açık Dergi, çok sayıda ve rock’tan dünya müziklerine, cazdan klasik Batı müziğine uzanan geniş bir yelpazede programlarla, Ayşe Çavdar ile birlikte yaptığımız hukuk içerikli programlarla hep Açık Radyo’da oldum. Tutuklandığımda eşim İskender Savaşır ve çok sayıda dostumuzun, İskender vefat ettiğinde tüm sevenlerinin sesi oldu Açık Radyo. Onsuzluğa tahammül etmek zor; bir değerlim daha eksildi gibi hissediyorum yaşamımdan. Neyse, en kısa zamanda kavuşacağımıza inanıyorum. Açık Radyo’nun susturulma girişimi Türkiye siyasi ikliminin kuraklaştırılma çabalarından bir tanesi daha. Açık Radyo gerçekten tüm seslere ve renklere açık bir imkân sağlıyor. Bir yandan güvenilir bir haber ve bilgi, öte yandan her farklı meşrebe uygun bir keyif kaynağı. Siyasi ve kültürel bilgi ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek başka bir medya aracı düşünemiyorum; o yüzden AÇIK kalmalı.
İzel Rozental
Bu sabah yıllardan beri ilk kez Açık Radyo olmadan uyandım. Kendimi boşlukta hissettim. Didem’e (Gençtürk) “Sabahlık’ı şimdiden özledim” diye mesaj attım. Hep Açık Radyo’dan beslendiğimi zannederdim; meğer fazlası varmış! Yakın zamanda annemi yitirmiştim, ardından radyomu yitirmek ağır geldi! Bilmem anlatabiliyor muyum? Açık Radyo’nun susturulma girişiminden dolayı rahatsızım! Planlı, sistemli bir şekilde toplumun tektipleştirilmesine doğru atılmış bir yeni adım olarak görüyorum. Açık Radyo otuz yıl önce ihtiyaçtan doğmuştu. Aksi halde bu kadar uzun ömürlü olamazdı. Bugünün siyasal, sosyal ve kültürel yaşam şartlarında bu ihtiyaç misliyle artmıştır. Alternatifi olmadığı için, genç neslin “sağlığı” için Açık Radyo açık kalmalıdır.
Levent Üzümcü
Açık Radyo benim için çok uzun zamandan beri süregelen bir dostluk gibi. Akıl ve vicdan birlikteliğinin bir paylaşımı. Sadece radyonun öbür ucunda onu dinleyen insanlar değil, aynı zamanda radyonun yayınına etkin bir şekilde katkı sunabilen dinleyicileriz. Açık Radyo toplumda sayısı gittikçe azalan, aklı fikri, vicdanı hür insanların birbirlerinden haberi olmasını, dünyada olup bitenleri ortak dertleri, vicdanı ve aklıyla yorumlamasını sağlıyordu. Bu tarz baskı rejimlerinde böyle bir şeyin önüne geçmeyi o rejimin yöneticileri çok ister. Çünkü özgül ağırlığı olan Açık Radyo dinleyicilerinin özgül ağırlıklarını birbirleriyle paylaşarak daha da ağırlaşmalarından, etki alanlarının daha da artmasından korkarlar. Hiçbir radyo, hiçbir televizyon kanalı kapatılmamalı. Toplumun genel değerlerine karşı saldırıda bulunan, provokatif yayınlar yapan kanalları engelleyebilmek için Radyo Televizyon Üst Kurumu diye bir şey kurdular. Ama tıpkı adalet mekanizmasının yanlış işlediği gibi, RTÜK’ün kendi içindeki adalet mekanizması da sadece nalıncı keseri gibi çalışmakta. Faşizmin hukuk alanında gördüğümüz cezalandırmamak, cezalandıramamak, sadece siyasi suçluları ve düşünce suçlularını cezalandırmak, hiçbir suçu olmayan, kanıtlanmış hiçbir suçu olmayan insanları içeri tıkmak gibi, sebeplerini anlayabildiğimiz ama zamanlamalarını kestiremediğimiz birtakım yöntemleri var. Kendimizi bir an önce bundan kurtarmalıyız! Açık Radyo gibi son derece şeffaf yayın kuruluşlarının uğradığı bu muamele aslında bize karşı da uygulanıyor. Bu aslında Açık Radyo’yu dinleyenlere verilmiş bir ceza. Bu yanlıştan bir an önce dönülmesini bekliyorum. Keyfi sebeplerle, kelimeler cımbızlanarak, sadece kapatmaya yönelik, sesleri susturmaya yönelik faaliyetler yapmanın kime ne faydası olacak?
Muammer Ketencoğlu
30 yıldır her hafta ayrı bir heyecanla Tuna’nın Beri Yanı programını hazırlayıp sunan bana Açık Radyo’nun hayatımdaki yeri sorulduğunda hem çok şey yazabilirim hem de kitlenir kalırım. Hem dinleyici hem de programcı olarak dünyada yer işgal etmemin en önemli dayanaklarından biridir Açık Radyo. Bir yol arkadaşıdır; gezegenimizi havasıyla, suyuyla, eşitsizlikleriyle, güzellikleriyle, savaşlarıyla ve güzel insanların çabalarıyla kavramamıza ışık tutan bir yoldaştır. Bir müzik kütüphanesidir. Konuşulmayanların konuşulduğu yerdir. Suskunların dilidir. Bir farklılıklar evrenidir. Daha ne olsun! RTÜK’ün yaptığı, tahammülsüzlük, farklı düşüneni susturma çabası ve tıpkı Gezi’de olduğu gibi milyonlara saygısızlıktır. Radyonun kapanacağı haberini aldığımdan beri “Demek ki biz doğru şeyler yapıyoruz” diye düşündüm. Çünkü nefes almak istiyorum; bildiklerimi ve tutkumu insanlarla paylaşmak, bildiklerini paylaşanları dinlemek, ezilenin, horlananın, dışlananın sesi olmak ve sesini duymak için Açık Radyo açık kalmalı diyorum. Müziğiyle, edebiyatıyla, felsefesiyle, yansız haber ve analiziyle günümüz dünyasını kulağımda hissetmek istiyorum. Direncimi tazeleyip mücadelemi sürdürmek için Açık Radyo açık kalmalı diyorum.
Murat Lu
Açık Radyo hayatımdaki dönüm noktalarından biriydi. Bildiğimi sandığım bazı alanların gerçek derinliğini, daha önce hiç ilgilenmediğim bazı şeylerin aslında ne kadar çekici olduğunu gördüm.
Sadece programları ve ekibi değil, gece yarısı prova stüdyosuna dalıp aklımıza eseni kaydettiğimiz günleri, programları bittikten sonra sohbete dalıp radyodan çıkamayan programcılarıyla Açık Radyo’da yaşadığım birçok ânı hâlâ gülümseyerek hatırlarım. Açık Radyo’nun susturulma çabası dünya çapında her alandaki totaliter saldırı dalgası düşünülünce ne yazık ki pek de şaşırtıcı gelmiyor. Açık Radyo’nun her şeyiyle hemfikir olmayabilirsiniz ama hemfikir olmadığınız her şeyin yasaklanmasını istiyorsanız nasıl bir dünya dilediğinize dikkat edin derim.
Murat Meriç
Ankara’da yaşadığım dönemde İstanbul’a hiç yüz vermezdim ama sadece orada olduğu için kıskandığım bazı şeyler vardı; Açık Radyo bunların başında gelirdi. Sonrasında internet sayesinde gittiğim her yere Açık Radyo’yu götürdüm ama hiçbiri onu radyodan dinlemek kadar keyif vermedi, vermiyor, vermeyecek. Karasal yayın sonlandı; her yerde ve her koşulda hayatıma eşlik eden ses sustu. Açık Radyo’nun susturulma girişimi açıkçası şaşırtıcı değil, çünkü muhalif olan susturuluyor. Bugüne kadar durmaları şaşırtıcı geliyor bana. Bu ülkede biat etmeyenin, karşı söz söyleyenin ve hatta sadece gerçekleri dile getirenin yaşama şansı çok kalmadı. Açık Radyo’nun susturulması tamamen bununla ilgili. Açık Radyo bir ansiklopedi gibi. Her an ondan yeni bir şey öğrenebiliyorsunuz. Maddeleri sürekli güncelleniyor ve yeni maddeler ekleniyor. Kapağı hiçbir zaman kapanmayacak bir ansiklopediden söz ediyoruz. Üstelik her şey tamamen gerçek. Çevre sorunlarından iklim krizine, kitaplardan şarkılara, toplumsal hareketlerden doğaya uzanan geniş perspektifi cabası. Dahası, sesimizi duyurabileceğimiz, bizi duyan neredeyse tek mecra. Tam da bu yüzden Açık Radyo açık kalmalı.
Nâzım Hikmet Richard Dikbaş
En sevdiğim Açık Radyo programı Sarhoş Atlar Zamanı. Sevgili Akif’in (Burak Atlar) hazırlayıp sunduğu program genellikle çalıştığım bir akşam olan pazar akşamı 22’de başlıyor. Akif benden belki biraz daha klasik rock’çı. Dolayısıyla her hafta, “Bu hafta bakalım programda ne olacak; benim sevdiklerimden mi, yoksa o kadar da bayılmadığım, tabiri caizse düz rock mı?” diye bir geçer aklımdan. Gördüğünüz gibi, gergin bir tarafı da yok değil bir Açık Radyo programını sevmenin… Eğer sevdiklerimdense de sınav bitmiş değil: İkimizin de sevdiği grubun veya akımın benim sevdiğim parçalarını mı çalacak; yeterli ve gerekli dedikodu, bağlantı ve hikâyeleri aktaracak mı?
Bütün bu şakalar bir yana, hem bilmediğim hem de hemen sevdiğim bir parça çalarsa değmeyin keyfime. Böyle coşku, beklenti, bağlılıkla yoğrulmuş bir yeri var hayatımda Sarhoş Atlar Zamanı’nın ve Açık Radyo’nun. Üstelik Barış Akademisyenleri olarak davalarımızın devam ettiği dönemde 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde bu programa konuk da oldum. Açık Radyo’nun hayatımızdaki, hayatlarımızdaki yerine bir de şöyle bakmak isterim: Birlikte bir yere giderken arabada, ziyarete gittiğimiz bir arkadaşın evinde, eş-dostun mekânlarında Açık Radyo hep yanımızda. Dinlemekten, hatta çeşitli programlara katılmaktan ibaret değil Açık Radyo’yla ilişkimiz; hayatımızın ayrılmaz bir parçası.
Açık Radyo’nun susturulma süreci bize Türkiye’nin bir yüzyıldır sorduğu, sorması gereken soruyu bir kez daha sorduruyor: Türkiye tarihiyle, geçmişiyle, sorumluluklarıyla yüzleşecek mi, yüzleşmenin yollarını arayacak mı, yoksa geçmişin korkunç olaylarının üstünü örtmeye devam mı edecek? Üstünü örttükçe bugün bu korkunçluğun hayatın her alanına, günlük hayatımızın her ânına sirayet etmesine izin vermeye devam mı edecek? Bu ağır bir sansürdür ve sansürle hiçbir şey çözülmez. Eğer Türkiye ilk seçeneğe yaklaşacaksa Açık Radyo açık kalmalı. Sadece Açık Radyo değil, geçtiğimiz on yılda kapatılan radyolar, televizyon kanalları, gazeteler, dergiler... Liste uzar; hepsi açılmalı. İfade özgürlüğü bunu gerektirir.
Nilgün Saraçoğlu
Merak ederdim, böyle yapışıp dinlerdim, içine girip açıp bakmak isterdim. Hele çocuk saatlerini! Çocukluğumdan beri hayatımın ta içinde radyo. Ders çalışırken, iş yaparken ve hatta uyurken açık bırakırdım; hep yanımda olurdu. Annemin söylenerek kapatışlarını hatırlarım; piller akar, radyo bozulurdu. 1994 yılında sevgili ve değerli Ömer Madra, Açık Radyo’nun ön çalışmalarını yaparken sanki benim de bir hayalim gerçekleşiyor gibiydi. O rüya gerçek oldu, ailemizin bir üyesi oldu, sonra Deniz kızım bir parçası oldu. O gün bugündür hayatımda 94.9, sonra da 95’ten başka bir frekans olmadı. Bu bir radyo aşkı. Açık Radyo’nun susturulma girişimiyle ilgili yorum yapamayacağım ve yapmayı da çok arzu etmiyorum; galiz şeyler çıkabilir içimden. İyisi mi ne yapabiliyorsam bulunduğum yerden yapayım. Ayrıca bu girişimin başarılı olması mümkün mü? Zaten açık olan bir şey nasıl kapanır? Açık Radyo’nun neden açık kalması gerektiğine dair gerekçeler saymakla bitecek gibi değil. Bu yüzden sadece bir tanesini söyleyeceğim: Açık Radyo açık kalmalı, çünkü biz öyle istiyoruz; bu kadar yalın. O bizden alacağı enerjiyle, düşüncelerimizin bir uzvu olarak yaşamını sürdürecek. Dinleyicileri var oldukça Açık Radyo da açık kalacak.
Osman Tümay
Açık Radyo’da programcı olarak çalışırken, bildiğimi sandığım şeyleri aktarmak yerine, ilgi duyduğum konular hakkında seslendiğim insanlarda merak uyandırmanın daha doğru olacağını ve bunu yaparken aslında ne kadar az şey bildiğimi öğrendim. Tanımış olmakla bahtiyar olduğum dostlarım da cabası… Açık Radyo’nun susturulma girişimini yüzyıllar boyu mutlakiyetle yönetilmiş bir toplumun uyanış mücadelesinde geçici bir gerileme olarak görüyorum. Mutlaka kazanacağız. Açık Radyo geçen otuz yıl içinde kendisi gibi birçok girişime örnek teşkil etmeliydi ve onlarca, hatta yüzlerce Açık Radyo kurulmuş olmalıydı. Bunun gerçekleşmemiş olmasında payımız olduğunu ve telafisi için, buna yönelik farklı bir strateji oluşturulabilmesi için radyomuzun açık kalması gerektiğini düşünüyorum.
Pınar Erkan
Açık Radyo bu mümbit toprakların en değerli ürünlerinden biridir. Açık Radyo gibi bir oluşumun çizgisinden, şirazesinden hiç kaymadan, 30 yıl boyunca niteliklerini asla kaybetmeden kültür üretmeye devam etmesi eşsizdir. Sadece bir radyo değil, bir yaşam biçimidir. Binlerce yıllık tarihi olan, yüzlerce uygarlığın izlerini yaşatan böyle bir ülkede Açık Radyo tam da bu topluma aittir. Çok zengin, çok sade ve çok düzgün bir tavırla, insan yaşamına ait her şeyi harikulade bir üslupla paylaşır. Üstüne üstlük, bu ülke kendine bu kadar şahane bir pansuman yapabiliyorken, radyoyu kapatıp bundan vazgeçilir mi? Yıllardır dinleyicisi, radyonun yaydığı ortam ve kültürün katılımcısı olanlar bunu çok iyi bilir; birkaç cümleyle anlatması zor. Nesiller yetiştirmiş bir okuldur da adeta orası. Radyonun en önemli vasıflarından birinin de yarattığı denge duygusu olduğu kanaatindeyim. Toplum içinde oluşturduğu denge ve denge duygusu, Açık Radyo’nun yarattığı biçimiyle kaybetmeyi göze alamayacağımız bir şey. O nedenle Açık Radyo açık kalmalıdır. Kalacaktır da. Susturulma girişiminin nedenlerinden, niçinlerinden ziyade, ülkenin şu geldiğimiz koşullarında bu girişiminin nasıl karşılanacağının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Radyo o her zamanki bilge haliyle, başında zaten Ömer Madra gibi bir bilge de varken mutlaka sakin, soğukkanlı ve dirayetli bir tutumla çözüm üretecektir. Krizlerden yenilikler, atılımlar, parlak fikirler doğar. Toplumun nasıl karşılayacağı önemlidir. Burada da çok şaşıracağımızı filan sanmıyorum. Ancak olumlu gelişmeler bekliyorum.
Raife Polat
Radyo-televizyon mezunu biri olarak radyo her zaman televizyondan daha tılsımlı bir mecraydı benim için. Mezun olduktan sonra yeni açılan pek çok radyoya onlarca program önermem de bundandı. Derken Açık Radyo ilk yayın döneminde çevre sorunlarıyla ilgilenen yirmili yaşlarındaki bana ve Özgür Gürbüz’e program yapma sorumluluğunu verdiğinde ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. O program çok kısa ömürlü olsa da, benim Açık Radyo maceram bugünlere dek geldi; hep bir parçam olduğunu hissettim radyonun. İlerleyen yıllarda Açık Radyo ve Pozitif’in ortak düzenlediği Müzik Şenliği’nin ikincisinin ve ‘99 Depremi nedeniyle gerçekleşemeyen üçüncüsünün organizasyon ekinde yer alarak; kısa soluklu ilkinden sonra iki ayrı programın daha yapımcısı, bir dönem destekçisi ve her zaman gönüllüsü, dinleyicisi olarak. Şimdi düşünüyorum da, dönem dönem daha içerden, dönem dönem gerisinden Açık Radyo’yla yaş aldım desem yanlış olmaz sanırım. Açıkçası kararı öğrenince ilk tepkim “Neden şimdi?” oldu. Neredeyse 30 yıldır yayın yapıyor bu radyo ve 30 yıl önce neydiyse şimdi de o! Üzerine çok düşünmeye gerek yok tabii; bu sorunun yanıtını az çok biliyoruz. Güzel ülkemizin anti-demokratik ortamında çok da şaşıramıyoruz artık bu kararlara maalesef! Açık Radyo’yu susturmanın o kadar kolay olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Çalışanları, programcıları, destekçileri ve dinleyenleriyle büyük bir aile Açık Radyo. Ama gerek basının gerekse politik duruşu ne olursa olsun, “aklı selim, açık fikirli” bir kesimin karar karşısındaki sessizliği, kabullenişi düşündürücü. Daha geniş bir kitlenin bu kararı sorgulaması, tepki göstermesi gerekirdi ve bunun için hâlâ geç değil. Açık Radyo kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık derken bunu gerçekten yapabildiği için, Türkiye’nin ve dünyanın her bölgesine olabildiğince uzanabildiği, oradaki tüm halkları kucaklayabildiği, seslerini duyurabildiği için açık kalmalı. Bilimin ve sanatın işlevlerinin ne kadar hayati olduğunu gösterebildiği için açık kalmalı.
Dünyanın tek olduğunu ve onu koruyup kollamamız gerektiğini her fırsatta söylediği, iklim krizini ciddiye aldığı ve çözüm arayışında olduğu için açık kalmalı. Aklınıza gelecek her konuda programa alan açtığı ve dinleyicisini bilgilendirdiği için açık kalmalı. Söz uçar dese de o sözün uçmadığını bilen dinleyicisinin radyosuna ihtiyacı olduğu için açık kalmalı. Liste uzar gider ama yerimiz dar, burada keseyim ben; kısaca Açık Radyo açık kalmalı!
Seval Şahin
Açık Radyo’yu İstanbul’a geldiğim ilk yıllarda, radyonun da ilk açıldığı zamanlarda önce bir dinleyici olarak keşfettim ve hep dinleyicisi, destekçisi, Nisan 2015’ten bu yana da programcısı oldum. Radyoyu çok seviyorum; dahası, radyonun programcı olarak bir parçası olduğumdan bu yana hep “Şu hayatta yaptığım en güzel şeylerden biri” diyorum. Onun bir parçası olmak, bu sayede bağımsız bir kamu yayıncılığına fayda sağladığınızı bilmek insana çok iyi geliyor, kendinizi şahane hissediyorsunuz. Açık Radyo’nun susturulma girişimi kabul edilemez. 30 yıla yakın bir süredir kamusal fayda fikriyle hareket eden, “Kâinatın tüm seslerine açık” bir radyoyu kapatmak akıl alır gibi değil. Açık Radyo bu ülkenin güzelliği, zenginliğidir. Ondan mahrum kalmak ülkemiz için de büyük bir eksikliktir. Açık Radyo farklı çevrelerden, mecralardan kişilerin bir araya gelebildiği, kendilerini rahatça ifade edebildikleri bir platform. Kendimiz gibi olmayanla karşılaşmak için demokratik bir ortam sunması, her düşünceden bireyi kucaklaması radyoya gelen herkesi etkiliyor. Bu karşılaşmalar demokrasinin geliştiği, farklılıkların fikir alışverişinde bulunabildiği, konuşabildiği ortamlar yaratıyor. Açık Radyo bunu yıllardır yapıyor. Türkiye’de bunu yapabilen kaç kurum, kaç platform var? Böyle bir ortamın yok edilmesi ülkemizdeki demokratik ortam açısından büyük bir kayıptır; bu yüzden radyomuzun tez zamanda tekrar açılacağına inanıyorum.
Sevil Tunaboylu
Radyoyla tanışmam seninle tanışmamıza denk düşüyor Deniz’ciğim. 2010 sanırım, daha önce aklım neredeydi, hiç bilmiyorum. Cazır Cazır’ı perşembeleri kaçırmazdım hiç; hâlâ dinliyorum. İlk solo sergi söyleşimi Açık Radyo’da yaptım mesela, İlksen (Mavituna) ve Gözde’yle (Kazaz). Üçümüzün bir masa başında geçirdiği o akşamüzeri benim için çok önemlidir. Gözde cevabını bildiğim bir soru sormuştu; bense heyecandan kekelemeye başlayıp gözlerimi bana çevirmiş ses kayıt cihazına dikmiştim ve sessizlik... İlksen kıvrak bir manevrayla sözü alıp rahatlayacağım bir yere bırakmıştı. Birlikte sessizce gülümsediğimizi, sonra da İlksen’in bıraktığı yerden sohbete devam ettiğimizi hatırlıyorum. Radyoyla yatıp radyoyla kalkan biriyim. Radyo bazen evdeki büyük boşlukları doldurur, yalnızlığı giderir. Resim yaparken gündüzleri bilim, edebiyat ve sinema sohbetleri iyi gider; geceleri ise özellikle pazartesi ve cuma geceleri özeldir benim için. Çarşambaları Tuna’nın Beri Yanı’nı babam kendi atölyesinde, ben kendi atölyemde ama birlikte dinleriz. Yemek yaparken Açık Dergi dinlemeyi çok severim. Sabah erken kalktıysam Sabahlık hafifçe çalar. Eğer gündem yeterince berbatsa dibi boylamamak için Açık Gazete dinlerim; bazen korkunç gerçekleri işitmek, tek başına ekrana bakakalmaktan iyidir.
Korktukları her şeyi yok etmeye ant içmiş gibiler. Açık Radyo bilgiye en doğrudan ve yalansız ulaşabildiğim tek mecra. Çok sesli, eleştirel bir alan. Üstelik son yayında da açıkça görüldüğü gibi, neşeli kalmaya, bir şeylerin üstesinden neşeyle gelmeye söz vermiş bir radyo. Sanırım en çok korktukları şey de bu; hayata tüm farklılıklarıyla ve birbirleriyle tutunan insan toplulukları. Kişisel ihtiyaçlarımdan azade, –evde bir sessizlik hasıl oldu ve bu hiç güzel değil– ona toplum olarak ihtiyacımız var. Açık Radyo bizim toplanma alanımız. Çocukların, hayvanların, ağaçların, kadınların, LGBTİ+’ların, işçilerin, sakatların, öğrencilerin, öğretmenlerin, doktorların, hastaların, depremzedelerin, müzisyenlerin, sanatçıların, sanatseverlerin sesi. Bu sebeple açık kalmalı.
Sinem Bozbulut
Son 20 küsur senedir günaydın’ım, çoğunlukla her sabah sesini herkesten önce işittiğim ev arkadaşım, yol arkadaşım, danıştığım, öğrendiğim, okulum… ve bu yaşıma kadar bir parçası gibi hissettiğim belki de tek topluluk. Açık Radyo’nun susturulma girişimini nasıl mı yorumluyorum? Ben sorayım: Bağımsız ve özgür bir yayın organı neden susturulmak istenir? Açık Radyo’nun kapatılma girişimi bir çeşit tecavüz gibi hissettiriyor bana; evime girilmiş, malıma mülküme çökülmüş ve bağırıp yardım isteyemeyeyim diye de elimi ayağımı bağlamışlar, ağzımı bantla kapatmışlar gibi...
Açık Radyo açık kalmalı, çünkü Açık Radyo belki de son kalemizdi ve kapatılması son kalemizin de işgali gibi. Belki bu süreçte daha büyük alanları kaybettik, belki Açık Radyo’dan daha geniş mecraları etkileyen alanlardan yara aldık, ama yine de her sabah “Oh, bugün de sesine erişiyorum” dediğim mecradan doğruları, gerçekleri ve o kayıplara dair süreçleri dinleyebiliyordum. Bir nebze iyi hissettiriyordu belki de bu. Şimdi onu da kaybetmek kişisel olarak elimde avucumda gerçek ifade özgürlüğüne dair hiçbir şey kalmamış gibi hissettiriyor.
Sona Ertekin
Açık Radyo henüz açılmadan önce, bir fikir ve hayal olduğu günlerden beri radyo hayatımın bir parçası. 17 yaşında Jim Morrison manyağı, genç bir yazar adayı olarak The Doors haftası özel yayını için İstanbul’a gelmiştim. Bu vesileyle ilk makalelerim Cumhuriyet, Yeni Yüzyıl, Cumhuriyet Dergi gibi yayınlarda basıldı. İlerleyen yıllarda programcısı oldum, senelerce sevgili Eraslan Sağlam’la birlikte Açık Dergi’yi hazırlayıp sunduk. Radyonun 15. yılı için Açık Kitap’ın editörlüğünü sevgili Ömer Madra ile birlikte üstlendik. Açık Radyo bir okul ve yuva oldu bana, ki hâlâ da öyledir. Hayatımdaki yerini kelimelerle tarif etmem imkânsız desem yeridir. Unutulmaz anılarla dolu, hayata bakışımı şekillendiren, beni zenginleştiren bir yaşam merceğidir Açık Radyo. Bugün Açık Radyo ile büyümüş nesiller varken, basın ve habercilik dalında Türkiye’de ve dünyada –Hollanda Kraliyet Etki Ödülü’nden tutun, Dünya Ses Kayıt Koleksiyonları Birliği’ne kadar– sayısız ödüle layık görülmüş, böylesine prestijli ve köklü bir kültür kurumunun kapatılması fikri abesle iştigaldir. Açık Radyo’yu kapatma arzusu çoksesliliğe, barış çağrısına, iklim mücadelesine, dayanışmaya, hak arayışlarına yapılmış bir saldırı ve susturma çabası niteliğindedir.
Açık Radyo neden açık kalmalı? Açık Radyo, Türkiye’nin kültürel ekolojisinin yapı taşlarından biri. Doğru bilgiye ulaşmak, başka yerde bulunmayanla buluşmak, her konuyu uzmanından ve delisinden dinleyip öğrenmek, bizi besleyen kültürel ve sanatsal kaynaklara doymak için her zaman ihtiyacımız var Açık Radyo’ya. Hepsi bir yana, 30 yılda konusunda uzman 1.416 gönüllü programcıyı fikren ve kalben buluşturması, köklü bir haber kaynağı, kültür kurumu ve koca bir aile olarak nesiller boyunca bizleri bir araya getirmesi muazzamdır.
Şenol Ayla
Açık Radyo benim için kamusal alandır. Diğerlerini dinlediğim, sözümü söylediğim, ahbaplık ettiğim, birlikte kızıp birlikte sevindiğim en büyük meydandır. Açık Radyo susturulamaz diyoruz ama zaten susturulamaz ki… Çünkü Açık Radyo bir lisans değildir, Açık Radyo çok uzun zamandır enkaz altında kalanların sesidir; birbirimizi dinleyen kulağımız, düşünen beynimiz, soru soran aklımız, meraklara açılan kapımız, nefes aldığımız penceremiz, ötekileri anlayışımız, merhametimiz, vicdanımız, başka kimseden duyamadıklarımız, kendi içimize bakışımız, kaygılarımız, umutlarımız, dayanışmamızdır. Açık Radyo kendimizdir, biz’dir. Bunları susturmak mümkün mü? İşte onun içindir ki Açık Radyo susturulamaz; bizler yine hepsini yapmaya ve yaşamaya devam ederiz. Açık Radyo elektrik gibidir, kesildiğinde eksikliği anlaşılır. Açık kalacaktır, çünkü bu ülkenin böyle bir aydınlığa ihtiyacı var.
Tayfun Polat
Açık Radyo’yu test yayını yapmaya başladıklarında yakalamıştık ablam Raife ile. Sonra Pozitif ile birlikte düzenlenen Müzik Şenliği’nde çalıştım. Zaten ekipte çok arkadaşım vardı ama Açık Radyo çekirdek ailesinden bir sürü insanla da tanıştım. Hatta ilk görüşte âşık olduğum kadınla yıllar sonra bu şenlikte tekrar karşılaştık ve birlikte olmaya başladık. 24 yıldır evliyiz. Sonra kız kardeşim Nurgül, Açık Radyo’da çalışmaya başladı. Açık Radyo ailemiz gibi olmuştu birkaç yıl içerisinde. Birçok arkadaşımı, dostumu Açık Radyo vasıtasıyla tanıdım. Birçok arkadaşım da radyoda program yaptı ilerleyen yıllarda. Sabah ilk uyanan radyoyu açardı bizim evde ve gün boyu radyo yaşantımızın fonunda yer aldı hep. Oğlumun hayatta söylediği üçüncü (ve dördüncü) kelime “Acıg Radyo”. Ben daha çok müzik programlarının takipçisi oldum. Başta Psycoacoustics ve Harita Metot Defteri. Çok şey öğrendim bu programlardan. Pazartesi Kuşağı’nın büyük hastasıydım. Vertigo, Ahtapotun Bahçesi, Ay Palas... Yıllar sonra ben de “yerli” programımla Pazartesi Kuşağı’na dahil oldum. Rüya gibi bir şeydi bu benim için. Türünün ilk ve o zamanlar tek örneği olan programımda, ana akımın dışında kalan yerli müzisyenlere yer veriyor ve tanıtıyordum. 8 sene boyunca, bugün milyonlarca dinleyicisi olan ya da en uçta, en avangard müzikleri üretmeyi tercih etmiş yüzlerce müzisyenin kayıtları ilk kez Açık Radyo’da çalındı. Bu program benim müzik piyasasındaki konumumu da çok farklı bir yere getirdi. Açık Radyo’nun imkânlarıyla oldu bunlar. 10 senedir Datça’da yaşıyoruz. Buraya yerleşmemizden itibaren (berbat internetimizin de etkisiyle) radyo dinleyicisi olmaktan günbegün uzaklaştım. Ama hâlâ dostlarım orda çalışıyor ya da program yapıyor. Hâlâ çok önemli içerikler üretiliyor. Ve açıkçası kendimi hâlâ Açık Radyo ailesinin bir parçası olarak görüyorum.
Açık Radyo’nun susturulma girişimi her şeyden önce bir ilk değil. Bu kadar çeşitlilik içeren, farklı görüşlere yer veren, çoksesli bir yapı hâkim düzenin, hükümetlerin, yönetimlerin hoşuna gitmez. Daha önce de yasaklar getirildi, cezalar verildi Açık Radyo’ya. Şu günlerde bunun yapılmasını biraz daha farklı okuyor olabilirim. Son yıllarda örgütlülükten uzak muhalif düşünceye sahip bireylerin ortak paydada buluşabildiği eylemlerin neredeyse tamamı belli hassasiyetlerin “okşanmasıyla” gerçekleşiyor. Ve bizler bu eylemlerle, bu yasaklarla, bu cezaların, hükümlerin kaldırılmasıyla uğraşırken, eforumuzun büyük kısmını bunlara harcarken, hâkim düzen kendi ajandasını uygulamaya devam ediyor. Açık Radyo’yu susturmaya cüret etmek de böyle bir hamle bana göre.
Açık Radyo susmaz. Geri gelir. Açık Radyo’ya sahip çıkanlar biraz daha yorulur ama. Bu kadar geniş bir içerikte yayın yapan bir radyo daha yok. Sadece bu içeriğin artık paylaşılamıyor olması bile yeterlidir buna karşı çıkmak için. Büyük bir kültürel birikim ve emek var burada. Açık Radyo yayınlarının insanların hayatlarına dokunduğunu bizzat kendi yayıncılık deneyimlerimden biliyorum. 5 seneden fazla oldu “yerli”yi bitireli. Hâlâ mesaj atıyor dinleyicilerim bana. Bu yayınların, programların dinleyicisi var, karşılığı var. İnsanların buna ihtiyacı var.
Ufuk Tanışan
Eski bir çalışanı olarak Açık Radyo hayatımda her zaman önemli bir yer kaplayacak. Zira çalışma hayatımın iki yıla yakın bir zamanını geçirmeme karşın beni en çok etkileyen ortama Açık Radyo’da tanık oldum. Temelleri çok sağlam atılmış bir fikrin etrafında emek harcayan insanları görmek, onlarla aynı yolu yürümek insanın ruhunu temizliyor. Açık Radyo’yu bir anlamda ilerici insanların kafasındaki Türkiye ütopyasının bir tezahürü olarak görüyorum. Bu yüzden de radyodan asla kopamıyorum. Açık Radyo’nun susturulma girişimini liyakatsiz insanların nafile bir çabası olarak görüyorum. Bu nedenle de hiç karamsar değilim. Kâinatın tüm seslerine açık bir fikri hiçbir kurumun susturamayacağına yakında hep beraber tanık oluruz. Açık Radyo açık kalmalı, çünkü tek sesliliğin dayatıldığı bir toplumda kâinatın tüm seslerine ihtiyacımız var.
Vedat Ozan
Açık Radyo’nun hayatımda çift yönlü etkisi var. Bir tanesi dinleyici olarak kültürel perspektifime ve bilgi dağarcığıma yaptığı katkı. Çok şey öğrendim, harika müzikleri öyküleriyle beraber dinledim. “Bu da mı varmış” dedirten birçok olguyla ilk kez orada karşılaştım. Bunların kıymetini ölçecek bir ölçüm aletinin var olduğunu sanmıyorum. Bir diğer etki ise her yerde gururla dile getirdiğim, üç yıllık kısa programcılık geçmişim üzerinden hayatımda kapladığı yer. İkisi de uzun soluklu, ikisi de ilk günden beri devam ediyor. Özellikle programcılık cephesinden etkilerini sıralamam gerekirse, Açık Radyo’nun kafamda oluşan “persona”sının karşılığını verebilmek için her cümleyi çift kaynaktan doğrulayarak söylemek, söylemi oluştururken de benim gibi düşünmeyen insanların da var olduğunu bilerek, itmeden, uzaklaştırmadan, bilakis kapsayarak anlatı oluşturmak gibi etkilerin hayatımdaki kalıcı etkilerden olduğunu söyleyebilirim. Bunlar sayesinde kişi olarak bir uslup oluştu. Benden gayrı ilgili olduğum alana da katkısı var Açık Radyo’nun, zira “koku” gibi soyut addedilen bir duyuyu konu alan bir programın yayınına imkân sağlayarak Türkiye’de hiç konuşulmayan bir duyu üzerinden duyu-kültür köprüsünün kurulması radyo sayesinde oldu. Olmasaydı en önemli duyularımızdan birisi hakkında hâlâ emekliyorduk. Emekliyorduk, çünkü tek kaynak radyodaki bu programdı ve ben anlattığım pek çok şeyi programları hazırlarken öğrendim. Bir anlamda öğrenme disiplinimi yeniden kurdu diyebilirim orada programcı olmak. Birisi “Bir kültürel girdap oluşturalım. Birikimlerin dışavurumu ve bilginin paylaşımı girdabın içine doğru çekilsin, böylece alan boşalsın. Biz de o alanda başımız ağrımadan rahatça dolaşalım” dese, yapılacak ilk hareketlerden birisi Açık Radyo’yu kapatmak olurdu. O kadar farklı seslerin yer bulduğu bir radyo ki AR, bu haliyle doğal olarak mahalleler arası geçişkenliğe imkân veriyor. Açık Radyo bilgi, ilgi ve birikimlerin paylaşıldığı, kapsayıcı, herhangi bir mahalleyi dışlamadan yayın yapılabilen bir platform olduğu için; müziğiyle ve sözel yayınlarıyla kuytularda kalmış ilgilere ses olabildiği için; hem bakmayın siz tanıtımında “Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık” demesine, sadece onlara değil, kâinatın tüm koku ve tatlarına, yani tüm duyulara açık bir radyo olduğu için açık kalmalı.
Volkan Artunç
Bağ kurmaya yarar Açık Radyo; benzemeyenler ve benzeyenlerle. Aşkları, dostlukları, tutkuları ve hayal gücünü tetikler! Hata yapma fırsatı verir! Zihninizin içine bolca fikir, bolca müzik koyarsınız. Benliğinizi doyurur. Açık Radyo’nun susturulma girişimi ülkenin renk paletinin solgunlaştığını düşündürüyor ama şaşırmıyorum! Fikirlerden korkanlara aşinayım tarihten. Karasal lisansın iptali karşı durulması gereken bir tutuma ihtiyaç duyuyor. Bu bir tecavüz ve ifşası için her imkân kullanılmalı. Bunu buraya sabitliyorum fakat Açık Radyo de dönüşmeli; karasal yayına bel bağlamadan yeni medya araçları içerisinde kendini üretmeli. Açık Radyo var olduğumuz için, var olacaklar için ve meraklılar için açık kalmalı.
Yağmur Yıldırım
Hem dinleyicisi hem de on bir yıldır Açık Mimarlık ile programcısı olduğum Açık Radyo benim için ev. Radyonun çıkmaz sokağına girdiğimde, akşamüzeri Açık Dergi’de İlksen’in sesini duyduğumda, stüdyoya girip kulaklığı taktığımda eve girmişim gibi hissediyorum – öyle bir tanıdıklık hissi. Yüzlerce yayında kimlerden, neler neler dinledim! Radyo sayesinde tanıştıklarımın bazıları zaman içinde yakın arkadaşlarım, can dostlarım oldu. Kriz anlarında, kafam karışıkken kendimi radyoya attım. 6 Şubat depremleri sonrasında olağan yayın akışımızın dışına çıkarak her gün saatlerce özel yayınlar gerçekleştirdik; o korkunç günlerde inanılmaz işler yapan insanları dinlemek ve bunları paylaşmak bana güç verdi. Yalnız olmadığımı hissettiren, güçlendiren, kendine has rutinleri ve ihtiyaçları olan, haftamı örgütleyen, hoş bir tanıdıklık yayan bir ev: Açık Radyo’nun hayatımdaki yeri bu... Ve 16 Ekim’de stüdyoda tüm programcılar ve yayın ekibiyle beraber saat 1’de yayını bitirdikten sonra, 2011 yılından beri ilk kez bir perşembe sabahı Açık Mimarlık yayımlanmadı ve o sabah içimde duyduğum boşluğu tarif etmem zor; o kadar ev olmuş.
Açık Radyo’nun karasal yayın lisansının iptal edilmesi basın ve yayın özgürlüğü için, insanların haber alma ve iletişim özgürlüğü için telafisi olmayacak büyük zararlara yol açan bir karar; 95.0 frekansının sessiz olduğu her saniye bu zarar daha da büyüyor. Radyonun yeni biçimlerde yayın hayatına devam edip edemeyeceği, şu ya da bu mecradan sürüp süremeyeceği çok konuşuluyor, çok soruluyor; elbette radyomuz yaşasın ama bu yaşananları kanıksayıp normalleştirmemek gerektiğini, ihlallere karşı hak talepleri üzerinden söylem üretme ihtiyacımızı vurgulamayı önemli buluyorum.
İnsanların haber alma ve iletişim özgürlüğü için, basın ve yayın özgürlüğü için açık kalmalı. Kayda değer ya da makbul görülmeyenin, “Aman şimdi bunun sırası mı?” denilenin, sesi kısılmak istenenin kendine yer bulabildiği bir alan Açık Radyo. Programcılarının büyük emekle ve etik sorumlulukla gönüllü olarak içerik ürettiği, bağımsız yayıncılık yapan ve bunu 30 yıldır sürdürebilen bir topluluk radyosu. Bunlar günümüz Türkiyesi’nde hayati önemde ve işte bu yüzden Açık Radyo açık kalmalı.
Yeşim Burul
Açık Radyo’nun benim için çok hayati bir yeri var. 1995’te açıldığında 20 yaşında bir üniversite öğrencisi olarak kapısında girip çevirmen, yapımcı, sunucu, muhabir, programcı, editör, vb. pek çok rolü üstlendiğim, radyoculuğu ve yayıncılığı öğrendiğim yer. 30 yıllık sürecin en yakın tanıklarından biriyim; benim için ikinci bir okul, ikincil bir aile gibi. 30 yılın sonunda maalesef ülkemizde medyanın ve yayıncılığın geldiği yer çok üzücü. Çoksesliliğin bastırılmaya çalışıldığı, sosyal, kültürel ve siyasi anlamda derinlemesine analizlere ve eleştirilere kapalı bir ortam oluştu. Açık Radyo bu ortamda her şeye rağmen bir can suyu vazifesi görüyor. Kendisi mütevazı ama etkisi büyük. Bürokratik olarak da, hukuki olarak da lisans iptalinin çok zorlama olduğunu düşünüyorum. Bu yanlıştan geri dönmelerini umut ediyorum, çünkü FM frekansında karasal yayın yapma hakkımız bence çok kıymetli. 94.8’den 94.9’a, oradan da 95 FM’e giden sürecin tamamına şahidim; bu emeklerin yok sayılmaması gerek. Ayrıca iletişim akademisyeni şapkamla şunu söyleyebilirim ki, Açık Radyo açık kalmalı, çünkü dünyada bir eşi benzeri yok. 30 yıl önce yola çıkılırken de çok iddialı ve yürütülmesi zor bir girişim olduğunu düşünmüştüm. Ama içerik ve format açısından dünyaya bu çeşitliliğe sahip olan ikinci bir radyo yok. Hem sözel hem de müzik programlarıyla müthiş ufuk açıcı, hayatın her alanına değen bir özelliği var. Dünyaya bu kadar açık, dünyanın en temel sorunlarını ve krizlerini diğer tüm mecralardan daha önce gündeme getirme çevikliğine sahip başka bir medya kanalı da yok ülkemizde.
İşte bu yüzden hem Açık Radyo açık kalmalı hem de bu yayıncılık anlayışı cezalandırılmak yerine çoğaltılmalı.
Zeycan Alkış
Açık Radyo beraber büyüdüğüm bir dost! Kimsenin Açık Radyo’yu susturabileceğine inanmıyorum. Beraber yaşlanacağız. Ortak değer ve özgürlüklerimizi geleceğe taşımak için Açık Radyo mutlaka açık kalmalı.
Önceki Yazı
Haftanın vitrini – 44
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Bir Antikahramanın Hatıra Defteri / Burjuvazi ve Çıplak Kollular / Direnişin Kökleri / Esrarengiz İstanbul / Hiçbir Şey Yapmama Kitabı / Hotel Milano / İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet / Mezhepçilik Kültürü / Osmanlı’da Aşk / Yıkımdan Umut Çıkarmak
Sonraki Yazı
Benim Açık Radyo!
“Açık Radyo çok yakında 30. yaşını kutlayacak, birlikte kutlayacağız. İlk yayına başladığında doğmamış birçok kişi bugün Açık Radyo’da program yapıyor. Kâinatın seslerinin, renklerinin ve titreşimlerinin işitilebileceği programlar kuşaklardan kuşaklara devredildi, devrediliyor.”