Haftanın vitrini – 44
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Bir Antikahramanın Hatıra Defteri / Burjuvazi ve Çıplak Kollular / Direnişin Kökleri / Esrarengiz İstanbul / Hiçbir Şey Yapmama Kitabı / Hotel Milano / İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet / Mezhepçilik Kültürü / Osmanlı’da Aşk / Yıkımdan Umut Çıkarmak
Bir keresinde bir tanıdık, kafede, Almanca tek bir sözcük söylemektense, tüm savaş boyunca aptal numarası yapmayı ve yol kenarlarında taş kırmayı tercih ettiğini söylemişti. Bayılırım böyle boş laflara. Bir veya iki ay içinde, meteliğe kurşun atınca, iş aramaya başlayacak ve kılı kırk yarmayı bırakacak. Kahramanlar yoktur.
20. yüzyılın en mühim Polonyalı yazarlarından biri olan Kornel Filipowicz’in başyapıtı Bir Antikahramanın Hatıra Defteri, İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde, Alman işgali altındaki Polonya’da kahramanlığı anlamsız bir kavram olarak gören bir antikahramanın hikâyesini anlatıyor. Savaş boyunca kimileri tarafından bir hain olarak görülen bu antikahramanın tek amacı ne olursa olsun hayatta kalmaktır. Kimseyi öldürmek ya da kendini öldürtmek istemez. Bu uğurda ülkesi için savaşmayı reddedip kazananların yanında saf tutmak zorunda kalsa bile…
Türkçede ilk kez yayımlanan Bir Antikahramanın Hatıra Defteri, insanlığın karanlık dönemlerinde neye değer verdiğini, ideal ahlak kavramını sorgulatan, etkileyici bir metin.
Daniel Guérin’in Fransız Devrimi sırasında Fransa’daki sınıf gerilimlerini incelediği çalışması Burjuvazi ve Çıplak Kollular, 31 Mayıs 1793 yılında Jirondenler’in düşmesinden itibaren ilk modern sınıf çatışmasının ortaya çıkışına tanıklık etmemize yardımcı oluyor ve burjuva devriminin jakoben liderlerine karşı baldırı çıplaklar tarafından yönetilen proleter bir devrimin tohumlarının atıldığını gösteriyor. Eser, burjuva olarak kabul edilen önde gelen siyasi figürler ile Parisli çıplak kollular olarak adlandırdığı işçi kesim militanlar arasındaki bağlantılara dikkat çekiyor ve “tabandan terör” ile “tepeden terör” kavramlarına ışık tutuyor. Bu şekilde Guérin, devrimi tamamlamak için baskı önlemleriyle çıplak kolluları kullanan burjuva bu figürlerin Thermidor’da nasıl düştüğünü anlamamızı kolaylaştırıyor. Fransız Devrimi tarihine getirilen bu yeni bakış açısı, burjuva demokrasisi ile proleter demokrasi arasındaki temel farklılıkları vurgulayarak “fikir birikimimizi yeniden inşa etmemize”, “eşitlik ve özgürlük fikirlerinin gerekli sentezini” yeniden düşünmemize imkân tanıyor. Claude Guillon’un önsözü ise komünist tarihçilerden çok sert eleştiriler alan eseri çeşitli tarihçilerin çalışmalarından yararlanarak yirminci yüzyılın ideolojik ve tarih yazımı tartışmaları içine yerleştiriyor.
"1936-1939 Ayaklanmasından söz ederken, Şeyh İzzeddin el-Kassam’a özel bir parantez açmak gerekir..."
İngiliz Manda yönetimi altındaki Filistin yıllar boyu Yahudi yerleşimciliğine maruz kalmıştır. İngiliz baskısını sürekli ensesinde hisseden Filistin halkı, bu duruma artık bir son verilmesi kanaatindeydi. Arap işçiler işlerinden olmakta, köylüler arazilerinden kovulmakta ve Filistinliler sürekli toprak kaybetmekteydi. Bunun üzerine köylüler, yazarlar, şairler, gazeteciler ve dinî önderler bir komutandan emir almışçasına topyekûn direniş göstermeye başlamıştır. Çare yalnızca silahlı bir ayaklanmaydı. Ayaklanmayı başlatan hamle ise Şeyh İzzeddin el-Kassam ve komutasındaki yirmi beş kişiden gelmiştir. Sonrasında ise birbirini takip eden olaylar çığ gibi büyüyerek devrim ateşini harlamıştır. Ayaklanma, tüm halk nezdinde kabul görmüş ve büyümeye devam etmiştir…
"-Siz yiğitler nerelisiniz?
Biz Filistin gençleriyiz.
(...)
-Korkma damadın babası,
Kan içerek büyüdük biz!"
İcabında kavgacıları ayırırlar, kanlı bıçaklı düşmanları barıştırırlar, racon keserler, söz dinlemeyenlerin ağızlarına birer tokat atıverirlerdi. Esnaf arasında sözleri çok geçerdi. Dik ve çevik adamlardı. Eskiden kalma bir itiyatla [alışkanlıkla], hâlâ sol omuz inik, sağ omuz kalkık yürürler, afili afili konuşurlar, fıskiye gibi tükürüklerini ta ileriye püskürürlerdi. Feslerini, yine eski tertip eğri, kaş üstüne kadar eğik giyerlerdi. Bu külhanbeylere, kabadayılara mahsus giyiş tavrı idi.
Yirminci yüzyıl Türk basınının önde gelen isimlerinden Münir Süleyman Çapanoğlu’nun (1894-1973) sağlığında kitap olarak yayımlanmak şansı bulamayan çalışması Esrarengiz İstanbul, Sultan II. Abdülhamid döneminden (1876-1909) başlayarak Meşrutiyet’e ve 1920’lere uzanan yeraltı dünyasını, kabadayıları, külhanbeylerini, karanlık sokakları ve belli yerlerde de batakhaneleri, meyhaneleri ve gazinoları anlatıyor. Kabadayıların kaç çeşidi vardı? İsim isim, semt semt kabadayılar neredeydi ve vukuatları nelerdi? Hangi silahları, nasıl kullanırlardı? Argoları, jargonları, raconları neydi? Kabadayıların siyasetle ilişkisi, mafya döneminden çok önce nasıl başlamıştı? Sadece kabadayılar mı? Hayatlarında eğlencelerin mühim bir yer tuttuğu hovardalar, çapkınlar nasıl âlem yaparlar, nerelerde eğlenirlerdi? Meyhanelerin müdavimi şairler ve edipler kimlerdi? Sizleri bu kitapta, 100-120 yıl evvelki İstanbul’un karanlık ve esrarengiz binbir âlemi ve çehresi bekliyor…
Faydacılığı şiar edinmiş bir dünyada ‘faydasızlığın’ nasıl bir faydası olabilir?
Ağırlıklı olarak dijital alanda çalışan sanatçı Jenny Odell’den çok yönlü ve ilham verici bir kitap: Hiçbir Şey Yapmama Kitabı. 7-24 çevrimiçi yaşamlara, ekran ve etkileşim bağımlılığına, vitrindeki hayatlara karşı bir duruş manifestosu, zamanımızı sömüren kapitalist makinenin kurduğu düzlemlerden bir çıkış haritası.
Parks çekici ve alaycı bir zarafetle yazıyor ve onun ilginç, bilgili anlatıcısı sonunda teselliyi Avrupa kültürünün büyük temalarında değil, bir ağaca takılıp kalmış bir balonda ya da bir karatavuğun sarı gagasında buluyor. –Spectator
Bir cenaze daveti. Geçmişin karanlık gölgeleri. Ve kaçınılmaz bir yüzleşme… Frank Marriot, eski dostu ve ezeli rakibi Dan Sandow’un cenazesi için apar topar Milano’ya gelirken, sıradan bir yolculuk yaptığını sanıyordu. Ama Milano, sadece bir şehir değil, geçmişte gömülü kalmış acıların, kırık ilişkilerin ve pişmanlıkların sahnelendiği bir arenaya dönüşür. Frank, Dan’in son arzusunu yerine getirmek için geldiği bu şehirde, aslında ruhunun en karanlık köşelerine doğru bir yolculuğa çıkmıştır. Ve bu yolculuk, sadece geçmişle hesaplaşma değil; Frank’in tüm hayatını yeniden şekillendiren sarsıcı bir aydınlanmanın da kapılarını aralayacaktır.
Tim Parks, son romanı Hotel Milano ile okurları modern bir tragedyanın içine çekiyor. İç içe geçmiş hayatlar, kaçırılmış fırsatlar ve çözülmeyen sırlarla dolu bu roman, okuru yalnızca Frank’in değil, her birimizin hayatının dönüm noktalarına sürüklüyor. Unutulmaz karakterleri ve sarsıcı anlatımıyla Hotel Milano, geçmişin asla tam anlamıyla geride kalmadığını ve her an geri dönmeye hazır olduğunu hatırlatıyor.
Parks, zarif ve ironik üslubuyla sıradan olaylar üzerinden büyük felsefi meseleleri ele alırken bireyin toplumsal roller, kişisel ilişkiler ve zamanla kurduğu bağı derinlemesine ve etkileyici bir şekilde irdeliyor. Hayatın yüzeyinde gezinen basit anların, aslında büyük bir içsel devinim ve kaçınılmaz bir değişim barındırdığını ustalıkla gösteriyor.
Roza Hakmen’in pürüzsüz çevirisiyle Türkçede hayat bulan Hotel Milano, bir hayat muhasebesi, dostlukların ve kayıpların izlerini süren bir sorgulama olarak dikkat çekiyor.
Cumhuriyet’in kurulduğu 1923’ten 2023’e uzanan 100 yıllık dönem hakkında bir bilanço, bir döküm ya da genel bir değerlendirme yapmak nasıl mümkün olabilir? Bu hacimli derleme kitap, temelde işte bu soruya bir yanıt verme çabası olarak görülmeli. Kitapta bir araya gelen çalışmalar, Türkiye’de Cumhuriyet’in 100 yılına, sıradan insanlara odaklanan bir çerçeveye öncelik vererek yaklaşıyor. Bazı çalışmalar 100 yıllık dönemin tamamını değerlendirmeyi, bazıları ise sadece belirli bir dönemi yakından incelemeyi tercih ediyor. Kitabın bütünü, okurlara tarihten siyaset bilimine, sosyolojiden mimarlığa, edebiyat çalışmalarından ekonomiye farklı disiplinlerden gelen akademisyenlerin çalışmalarıyla seçmen davranışı, demokrasi, modernleşme, siyaset mücadeleleri ve yurttaşlık deneyimleri gibi konular hakkında detaylı bir perspektif sunuyor. Siyasi sloganların uzun tarihi, Medeni Kanun’un çevirisi, Ankara’nın imarı, Dersim’deki askerî operasyonlar, ideolojiler, popülizm, kadın hareketi, Kürtler, gayrimüslimler, Aleviler, laiklik, AB reformları, kentsel dinamikler, sermaye ve üniversitelerde neoliberalleşme karşımıza çıkan odaklar arasında.
Bu kitap, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü tarafından Cumhuriyet’in 100. yılı için Nisan 2023’te düzenlenen üç günlük konferansla yola koyuldu. Bu konferans, Cumhuriyet’in 100. yılı için düzenlenen en kapsamlı akademik etkinliklerden biri olmuştu. Elinizdeki derleme, bu konferansa konuşmacı ya da moderatör olarak katkı sunmuş akademisyenlerin çalışmalarını okurlara sunuyor. İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet: Demokratikleşme Momentleri, Sıradan İnsanlar ve Siyaset bir yanıyla bir konferans kitabı. Fakat diğer bir yanıyla bu kapsamlı çalışma bundan çok daha fazlası. Dikkatli okurlar, kitapta yer alan önemli sayıda bölümün konferans tebliğlerine oranla çok daha hacimli olduğunu fark edeceklerdir. Kitapta “Erken Cumhuriyet’e Bakışlar”, “Türkiye Siyasetinde Fikirler ve Davranışlar”, “Demokratikleşme Momentleri”, “Laiklik”, “Yurttaşlık”, “Kentsel Mekân”, “Ekonomi ve Kurumlar” ve “İlk Yüzyıl Nasıl Başladı ve Nasıl Bitiyor?” başlıklı sekiz kısımda, 43 bölüm yer alıyor.
İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet: Demokratikleşme Momentleri, Sıradan İnsanlar ve Siyaset, Türkiye’de eleştirel sosyal bilimlerin, Cumhuriyet’in 100. yılının önemine uygun düşen, geniş çerçeveli ve titiz bir yorumlama çabası.
Webde açık kaynak olarak okurların kullanımına sunulan kitapta yer alan yazarlar: Ahmet Demirel, Ali Cengizkan, Arus Yumul, Asım Karaömerlioğlu, Ayhan Kaya, Ayşe Ozil, Ayşegül Bozan, Başak Tuğ, Büke Boşnak, Bülent Bilmez, Cemil Boyraz, Çimen Günay-Erkol, Cuma Çiçek, Deniz Güneş Yardımcı, E. Tutku Vardağlı, Elmas Köçkün, Emre Altürk, Emre Erdoğan, Emre Gönen, Erol Köroğlu, Erol Ülker, Ersin Kalaycıoğlu, Evren Aysev, Evren Hoşgör, Eylem Ümit Atılgan, Fatmagül Berktay, Fırat Genç, Gencer Özcan, İlter Turan, İnan Rüma, İsmail Kara, Karel Valansi, Mehmet Ali Tuğtan, Nuray Mert, Nurhan Yentürk, Ömer Turan, Ozan Kuyumcuoğlu, Özge Onursal-Beşgül, Pınar Sayan, Pınar Uyan Semerci, Tuğçe Erçetin, U. Ceren Ünlü, Umut Azak, Yağmur Nuhrat, Yeşim Arat.
Osmanlı Lübnanı’na odaklanan Ussama Makdisi mezhepçiliğin İslamın modernliğe gösterdiği tepkilerden biri ya da dinsel gruplar arasındaki toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin sonucu olduğu tezine karşı çıkıyor ve modernliğin tezahürlerinden biri olduğunu gösteriyor. On dokuzuncu yüzyıldaki dinsel şiddet olaylarının, özellikle mezhep temelli seferberlik ve katliamların cemaatler arası çatışma geleneğinin devamı olmadığını, madun toplulukların yeni bir dünya kurulurken verdikleri mücadelelerin karmaşık, çokkatmanlı bir dışavurumu olduğunu savunuyor.
Makdisi’ye göre mezhepçilik dinsel kimliklerin siyasi ve toplumsal amaçlarla seferber edilmesini temsil ediyordu. Tanzimat’la birlikte Avrupalılar Ortadoğu’da varlıklarını daha fazla hissettirmişlerdi; bu da Lübnan’ın dinleri aşan, hiyerarşiye dayalı toplumsal düzenini sarsacaktı. Makdisi Hıristiyanları İslami despotizmden kurtarma fikriyle hareket eden Avrupa sömürgeciliğinin, misyoner heyetlerinin ve Şarkiyatçılığın, ayrıca Osmanlı milliyetçiliğinin ve yerel milliyetçiliğin nasıl farklı anlatılar oluşturduğunu ve bu anlatıları nasıl kendi modernlik görüşleri ve ilerleme projeleri doğrultusunda devreye soktuklarını anlatıyor.
Çok sayıda birincil kaynağa yaslanan kitap, yalnızca Osmanlı modernleşme sürecinde ve Ortadoğu’nun sömürgeleştirilmesi esnasında Lübnan örneğinde yaşananlara değil, yakın geçmiş ya da günümüzdeki potansiyel ve fiili çatışmalara da ışık tutuyor.
“Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kıyl u kâl imiş ancak”
Fuzuli
Osmanlı İmparatorluğu’nun zengin edebiyat ve duygu dünyasında, aşk neydi ve kim bu aşka lâyık görülürdü? Aşkın yaşanma biçimi ile toplumsal normlar birbiriyle çatışınca mı gerçek aşk mümkün oluyordu? Yoksa safiyane bir aşkı yaşamak toplumsal normlara uyduğu müddetçe mi mümkündü?
Osmanlı'da Aşk, Tacizade Cafer Çelebi’nin Hevesnâme’si, Celili’nin Hecrnâme’si, Dai Mehmed Efendi’nin Nevhatü’l-Uşşâk’ı ve Enderunlu Fazıl’ın Defter-i Aşk’ı gibi klasik Osmanlı edebiyatının başyapıtlarını, dönemin sosyal ve politik ağları bağlamında irdeliyor.
Özlem, şehvet, ayrılık ve arzu gibi duyguların erken modern Osmanlı dünyasında nasıl ifade edildiğini ve yaşandığını gözler önüne seren bu eser, toplumsallık ile bireyselliğin basmakalıp sınırlarını duyguları irdeleyerek bozuyor. Üstelik Osmanlı’da Aşk’ı okurken duygunun tarihselliğinden günümüz duygu deneyimlerine bir kapı aralandığını göreceksiniz.
“İnsanların gönül bağı kurması açısından dayanışmanın somut hali o ateşin etrafında gözüküyordu aslında. Çünkü böyle olunca insan gidip çalışıyor, yorulduğu zaman gelip oturup başkasıyla sohbet ediyor. O kalkıyor işini yapıyor, bitirince yine orada oturup çayını içip başkasıyla sohbet ediyor. E ne olmuş oluyor? Hem bir taraftan çalışma, dayanışma, işin değeri bu, ama bir taraftan da sosyal hayat devam etmiş oluyordu.”
6 Şubat 2023 depremleri, büyük can kaybıyla, devletin kriz yönetimindeki ağır problemlerle ve süregiden mağduriyetlerle, sarılamayan yaralarla konuşuldu. Oysa bir de, çok güçlü bir dayanışma ve umudu yaşatma uğraşı var. Özellikle, ihmale uğradığı duygusuyla adeta ikinci bir deprem yaşayan Hatay’da kendisini gösteren bir veçhe, bu.
Serkan Turgut, Yıkımdan Umut Çıkarmak’ta, bize Hatay sahasının bu yüzünün yanı sıra, gönüllülerin çalışmasının ve “Kolektif Koordinasyon” adıyla örgütlenen öz yardım faaliyetinin, orada bir hayat kurduğunu gösteriyor.
Kitap, Hataylılık-Antakyalılık-Samandağlılık kimliklerinin, ayrımcılığın ve demografik mühendislikle ilgili endişelerin deprem sahasında oynadığı role de eğiliyor. Yıkımdan Umut Çıkarmak, “umut etmekten yorulmayanların ülkesi”nden, “iyiliğin bulaşıcılığından” kesitler sunuyor.
Önceki Yazı
Vásquez ile çarpıtma sanatının kıyılarında
“Vásquez’e göre, hem okur hem de yazar için kurgu mekânı özgürlük alanıdır. 'Kurgu, gerçeği arayan işlenmiş yalandır' diyen Vásquez'e göre kurgu yoluyla ahlaki yargıyı askıya alıyoruz.”
Sonraki Yazı
Mesele sadece Açık Radyo değil,
ama bu çok mühim bir mesele!
Açık Radyo'ya emek vermiş, radyonun programcısı ve dinleyicisi 33 kişiye şu üç soruyu sorduk: Açık Radyo’nun hayatınızdaki yeri nedir? / Açık Radyo’nun susturulma girişimini nasıl yorumluyorsunuz? / Açık Radyo neden açık kalmalı?