Melike Işık Durmaz ile söyleşi:
“‘78’li kimliğinin temeli, ‘ortak hissiyat’ın hatırlanmasıdır.”
‘78 kuşağını özgün kılan tarafları nelerdi, siyasetle nasıl bir bağları vardı, devrim onlar için neden bu kadar önemliydi, geride neler bıraktılar, bugüne ne kaldı? Bu sorulara cevap arayan ‘78 Kuşağı-Bir Hafıza Topluluğu’nun yazarı Melike Işık Durmaz’la konuştuk...
Melike Işık Durmaz’ın İletişim Yayınları’ndan yeni yayımlanan kitabı ‘78 Kuşağı-Bir Hafıza Topluluğu’nun hikâyesi aslında yüksek lisans çalışmasında 1970’ler üzerinde durmasıyla başlıyor. Bu çalışma içinse ön görüşmeler yapıyor, daha önce kitaplarda kendini anlatmayan insanları dinliyor, onların hikâyelerine yer vererek kapı açıyor. Biz de okur olarak ‘78 kuşağını doğrudan dinlemiş oluyoruz. Peki ‘78 kuşağını özgün kılan tarafları nelerdi, siyasetle nasıl bir bağları vardı, devrim onlar için neden bu kadar önemliydi, geride neler bıraktılar, bugüne ne kaldı? Bu sorulara cevap arayan kitabın yazarı Melike Işık Durmaz’la konuştuk.
‘78 Kuşağı üzerine müstakil bir kitap hazırlama fikri nasıl doğdu?
Bu çalışmaya aslında epey zaman önce başladım. Yüksek lisansımı toplumsal ve siyasal tarih üzerine, yine 1970’ler üzerine yapmıştım. Ardından yaşanan pek çok olay beni bir şekilde bu kuşağı çalışmaya yöneltti: Anayasa referandumu, 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkma talebi, ‘78’li derneklerinin kurulması ve 12 Eylül’le hesaplaşma konusunda birlikte eylemler düzenlemeleri, bir dolu anı kitabının yayımlanması, Gezi eylemleri gibi birçok olayda, 1970’lerde sol siyaset içinde yer almış insanların varlığını ilan ettiğini ve ortak talepleri olduğunu gördüm. Bu insanlar o dönemde farklı siyasi hareketler, partiler içinde yer almış, örgütlenmiş insanlardı ama şimdi ortak bir şeyler yapıyorlardı: Ortak eylemler, ortak bir isim, bir kuşak ismi kullanıyorlardı.
Tarih kitaplarında daha çok siyasal ayrışmalar üzerinde duruluyor. Ben bu insanların nasıl ortaklaşabildiklerini merak ettim, çalışmam için ön görüşmeler yapmaya başladım ve farklı bir hikâyeyle karşılaştım. Kitaplarda anlatılandan farklı bir şey hissettim bu görüşmelerde. Bu nedenle kitaplarda kendine yer bulamayan insanları dinlemek istedim. Türkiye’de küçük-büyük birçok şehirde görüşmeler yaptım. Hayat hikâyelerini anlatmalarını istedim. Başlıca konu 12 Eylül’le hesaplaşmaydı ama görüşmeler beni başka bir yere götürdü. Farklı geleneklerden insanların anlattıklarında ortak bir izlek vardı ve bu da beni bir kuşak çalışmasına yönlendirdi.
Kitabın önsözünde Ahmet İnsel, “Türkiye dışında kendini ‘78 Kuşağı olarak adlandıran bir kuşağa rastlanmaz” diyor. ‘68 Kuşağı dünya çapında yankı uyandırdı, ancak Türkiye’de ‘78 kuşağı nasıl ortaya çıktı ve onu farklı kılan özgün yanı neydi?
‘68 dünya çapında bir olaydı. Bizde de görünümleri oldu. Türkiye’de bu rüzgârı sahiplenen ama farklı biçimde siyaset yapan bir kuşak vardı ve ağırlığını hep hissettirmiştir. ‘68 kuşağından olmak, bir dönem insanları için o tarihsel rüzgâra yön vermiş olmak gibidir. Efsaneleşmiş isimlerini bugün bile birçok insan bilir: Deniz Gezmiş, Mahir Çayan mesela. Efsaneleşmiş olayları da keza anlatılır. 6. Filo eylemlerini siyasetle az çok ilgilenen herkes ismen de olsa bilir. Bunların sol tarihyazımında da bir ağırlığı vardır; tabii insanların hafızasında da…
Onlardan sonra siyaset yapmaya devam eden ya da siyasete yeni atılanlar, solcu, devrimci kimliğini sahiplenenler için durum biraz farklı oldu. Öncelikle daha neredeyse çocuk yaştayken bu olayları ve isimleri ailelerinden, yakın çevrelerinden duymuşlar ya da bizzat tanık olmuşlardı. Yaptığım görüşmelerde bu kuşağın siyasetle tanışma yaşının çok küçük olduğunu gördüm ve şimdi düşündüğümüzde bu epey şaşırtıcı geliyor. Ama daha ortaokul, lise yıllarında siyaset yapma isteği, bir şeyleri değiştirme isteği, bir tür haletiruhiye söz konusu. Örneğin bir görüşmecim ilk okuduğu kitabın Che’nin Savaş Anıları olduğunu söylemişti. Bu da tabii solculuğu bir davranış biçimi, bir değer olarak sahiplenmelerini beraberinde getirmiş. Yani bilmekten önce hissetmek... Onlar bu havayı hissederek büyümüş ve siyasete bir anlamda kapılmışlar.
Ayrıca o dönemde tarihsel olarak da çok çalkantılı olaylar yaşanıyor; iki darbe arasında oluşuyor bu kuşağın zemini ve bu süreçte 24 saati yarın gerçekleşeceğine inandıkları bir devrime adamış, çok genç insanlardan bahsediyoruz. Çatışmalar, ölümler, katliamlar, sıkıyönetim uygulamaları, onların ilkgençlik yıllarının olağan olayları olmuş. Ve sonunda bir darbeyle hepsinin hayatı etkilenmiş, hayatları bir önceye ve sonraya ayrılmış. Bu olağanüstü koşullar da yeni bir kuşağı oluşturacak zemini yaratmış. Aslında 12 Eylül, ‘78 kuşağının varlık koşullarını sona erdiren olaydır. 12 Eylül’den sonra onların gündelik yaşamlarından siyasete kadar her şey kökten değişmiş. Hiçbir şey eskisi gibi olmamış; bu anlamda bir kapanış... Ama aynı zamanda bu insanları hafıza etrafında bir araya getirip bir kuşak olarak yeniden doğuran olay. Yani bu kuşak ancak yok olduktan sonra, 12 Eylül’de yaşanan ortak acılar ve travmalar etrafında, hesaplaşma talebiyle bir araya gelmiş, ortak bir kimlik kazanmış. Bu çok ilginç, çünkü dünya üzerinde buna benzer bir kuşak oluşumuna rastlamadım. Bence ‘78 kuşağını özgün kılan şey tam olarak bu. Aslında onları fiilen yok eden büyük bir olayın, aynı zamanda onları hafıza etrafında toplayıp bir kuşak haline getirmesi... 1970’lerde kimse “Biz bir kuşağız” demiyordu nihayetinde. Onlar bu kimliği “bugün” sahipleniyorlar. Olaylardan çok onların hafızası, onların hatırlanması ve hatırlatılması için bir araya gelişleri ve bu sayede bir kuşak olarak ortaklaşmaları ‘78 kuşağını farklı kılan şeydir diye düşünüyorum. Bence kitabın da özgün yanı onların sadece geçmişini değil, bugünlerini de anlamak istemesi.
Yaşanan iç tartışmalar, verilen mücadeleler, kavgalar, kayıplar ve acıların bir uzantısı olarak doğan bu kuşakta “hafıza”nın önemi nedir?
Hafıza kilit önemde; tam da bu topluluğu, bu dönemin insanlarını birleştiren şey bu ortak geçmiş oluyor. Benim görüştüğüm insanların hepsi de farklı geleneklerden, farklı hareketlerden, farklı örgütlenmelerden insanlardı. Solun tarihine baktığımızda da hep bu anlatılır: Hareketler arasındaki ayrışmalar, teorik tartışmalar, sürtüşmeler, kavgalar… Tarih kitaplarında her birinin kendi hikâyesi aktarılır. Her hareket kendi mirasını sahiplenip öne çıkarır. Bu çok doğal ve olması gereken de aynı zamanda. Ama benim yaptığım görüşmeler hafızaya odaklı olduğu için bunları aşan ortak nüveler ortaya çıktı: Tüm bu ayrımların farkında olan ama aynı zamanda onları arka plana koyan ortak bir kimlik, bir hissiyat, bir duruş... Hepsi de ortak bir geçmiş anlatısı kuruyordu. Küçük farklar olsa da, ayrışmalardan çok ortaklaşmaları ön plana alan, onları anlatan bir hafızayla karşılaştım. Bazı değerler, ortak normlar, ortak bir hissetme biçimi tarif ediyorlardı ve ‘78’li kimliğinin temeli de sanırım bu ortak hissiyatın hatırlanmasıdır.
‘78 Kuşağı dediğimizde hangi kavramlara mutlaka değinmeliyiz?
‘78 kuşağını tanımlamak çok kolay değil. Onları sadece bir tarih diliminde aktif siyaset yapmış insanlar olarak düşünmemek gerek. ‘78 Kuşağı sıfatını kabul edenler, benimseyenler olduğu gibi, o dönem sol içinde yer almış ama bu kuşak tabirini kabul etmeyenler de var. Bu çalışma onları kapsamıyor. Burada bu ortak kimliği ve ‘78’liliği sahiplenenler söz konusu. Nihayetinde çalışmamda ortaya çıkan en çarpıcı noktalardan biri ortak hissetme ve düşünme biçimlerine, ortak değerlere sahip olmaları ve bunu devam ettirmeleri oldu. Değerler dünyası, hissiyat dünyası kavramını kullanıyorum, bence çalışmanın en önemli kısmı bu. Bir “‘78li” tanımı yapılması istendiğinde her şeyden önce değerlerin ve dostluk, yoldaşlık gibi etik değer yüklenen kavramların ifade edildiğini gördüm. Mesela devrimci sözcüğünün kuvvetle sahiplenildiğini gördüm. “Devrimci nedir, ne değildir”in tanımını yapıyorlardı.
Bu bence ‘78 Kuşağı dendiğinde en özenle üzerinde durulması gereken nokta. Bu hafızayı, yani değerlerini, bu devrimcilik ahlakını sonraki kuşaklara aktarma meselesi de önemli; bunu çok önemli görüyorlardı.
12 Eylül’ün travması bu kuşağı nasıl etkiliyor?
Daha önce de söylediğim gibi, ‘78 kuşağını kuran olay bence 12 Eylül’dür. Hayat hikâyelerini bana anlattı insanlar, saatlerce süren görüşmeler yaptım. Hikâyeler hep 12 Eylül öncesi ve sonrası biçiminde anlatılıyordu. Demek bu tarih bir milattır. 12 Eylül konusu zaten beni, bizi, hepimizi ilgilendiren bir konu; maalesef hâlâ… 12 Eylül’den etkilenmiş bir toplumun üyesi olarak hepimizin hayatını bir şekilde belirlemeye devam ediyor. 12 Eylül sadece ‘78 Kuşağı için ya da 1970’lerde solcusuyla sağcısıyla siyasetle ilgilenen insanlar için değil, bence toplumun bütünü için bir milat. Sadece ekonomik sistemi ya da siyaset sahnesini değiştiren bir darbe değil, aynı zamanda düşünce biçimlerini de kökten etkilemiş bir darbe.
Dolayısıyla ‘78 Kuşağı’nın hafızası aynı zamanda bir 12 Eylül ve travma hafızasıdır. 12 Eylül’le birlikte tüm yaşamları, anlattıkları tüm o heyecanlı, gençlik coşkusuyla dolu “güzel günler” birden yok olmuş. Bu nedenle hepsinde bir önce ve sonra hikâyesi vardı: 12 Eylül’den önce hayat vardı, 12 Eylül’den sonrası ise tufan. Önceki zaman bir tür hayal ülkesi gibi anlatılıyordu; sonrası ise yitirilmiş her şeye dair, en çok da yaşadıkları acıları katlayan esas noktaya, dayandıkları ve benimsedikleri değerlerin yok oluşuna dair bir yasla anlatılıyordu. Bir yanda nostalji, bir yanda sonraya dair bir melankoli. ‘78 Kuşağı’nın hafızasının temel gerilimi bu bence: Hep nostaljiyle melankoli arasında gidip gelen bir hafıza.
12 Eylül sonrasında yitirdikleri her şeyi de hafıza etrafında bir talebe dönüştürüyorlar: Bu hesabı sorulmamış acıların anısı etrafında buluşabildikleri için kendilerini bir kuşak olarak ifade edebiliyorlar. Eyleme geçilecekse bunu hafıza etrafındaki kenetlenme sağlıyor, taleplerini bu hafıza oluşturuyor. Bu nedenle hafıza aslında biraz da kırılgan. Bunu darbecilerin yargılanması, yani yargılanamaması meselesinde gördük. Hesaplaşma taleplerinin sadece yargılamayla sınırlı kalmaması, daha derin ve simgesel olarak, yani düşünce dünyasında bir hesaplaşma da olması gerektiğini düşünen görüşmecilerle ancak dava sürecinden sonra karşılaştım.
Kendisinden öncekilerden aldıklarının yanı sıra geleceğe nasıl bakan bir kuşaktan bahsediyoruz?
Az önce de bahsettiğim gibi, bu hafıza bir yanıyla geçmişe nostaljiyle bakıyor, bir yandan da bugüne dair melankolik bir bakışı var. Geleceğe umutla bakanlar da vardı elbette ama tamamen umutsuz olanlar da vardı: Burada Gezi eylemleri dönemi öncesiyle sonrasını, ayrıca Kenan Evren’in yargılanması sürecinin öncesini ve sonrasını karşılaştırma imkânına sahip olduğum için çok şanslıyım, çünkü bu büyük olaylar birçok şeyi değiştirdi. Öncesinde de görüşmeler yapmıştım, sonrasında da yaptım. Kenan Evren’in sembolik olarak yargılanması meselesi moralleri çok bozulmuştu, 12 Eylül devam ediyor duygusu hâkim olmuştu. Ama öncesinde bu anayasa değişikliğine umutlu bakanlar da vardı. Gezi eylemleri bakışlarını çok değiştirmişti. Orada gördükleri coşkuyu kendi dönemleriyle karşılaştırıyorlardı ve çok şaşkınlardı. Beklenmedik bir olaydı ve çoğu yeni bir kitleyle temas etmemin heyecanını paylaşmıştı.
Olaylı bir geçmişi yaşamöyküsüne yediren bir kuşaktan bahsediyoruz. Kendisinden sonraki kuşakları nasıl etkiliyorlar?
‘78 Kuşağı’ndan sonra tarihsel bir kuşaktan henüz bahsetmek için erken. X, Y, Z kuşakları adları anılıyor, genel bir hissetme ve eyleme biçimi tarif ediliyor ama onları belirleyen bir tarihsel olay etrafında birleşmiyorlar. Bu nedenle bir tarihsel kuşaktan bahsedemiyoruz henüz. Fakat sonraki kuşaklara atfedilen, özellikle gençlikleri ‘80-‘90 dönemine denk gelenlere apolitik kuşak deniyor çoğu yerde. Bu ifadeyi görüşme yaptığım birçok insan da benimsemişti. Ama kendi dönemlerindeki tarzda örgütlenmiş eylemler gördüklerinde aynı coşkuyu bulmak üzere onlara bakıyorlardı. Ama yine de çok farklı olduklarını söylüyorlardı. Yani sonraki kuşaklarla yoğun bir teması en azından ben gözlemlemedim.
Çalışmada birebir görüşmeler yer alıyor ve kişiler kendi otobiyografisini aktarıyor. Bu kısım nasıl ve hangi çerçeveyle oluştu? Burada kimlere rastlıyoruz, öne çıkan temalar nelerdir?
Ben bu görüşmeleri yaparken özellikle isimsiz siyasi aktörlerle, kısacası eski militanlarla görüşmeyi tercih ettim. Ünlü isimlerle özellikle görüşmedim. Onların hayatlarını kitaplarda, söyleşilerde okuyabiliyoruz ama 1970’lerde siyaset yapmış, eylemler örgütlemiş, hapis yatmış, binlerce bilinmeyen isim var. Ben onlara gittim. Türkiye’nin birçok şehrinde, İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır gibi büyük şehirler dışında küçük kentlerde görüşmeler yaptım. Bunlar çok çarpıcıydı. Siyasetle yoğun bir biçimde iç içe olmayan insanlar adeta birinin gelip onları dinlemesini bekliyor gibi konuşmaya istekli ve açıktı. Hepsi, evet, kendi hayat hikâyesini anlattı; ben de bunlarda ortaklaşan temaların var olduğunu, 12 Eylül’ün, acının, kendi acılarının kabul edilmesi isteğinin olduğunu gördüm. Ama önemli bir noktayı ekleyeyim: Bu bir sözlü tarih çalışması değil, yani okurlar bir görüşmecinin hayat hikâyesini baştan sona okumayacak. Bunları inceleyerek aslında ben “bir kuşağın hayat hikâyesini” kısmen de olsa, elimden geldiğince yazmış oldum.
Önceki Yazı
Fethiye Çetin’in Mamak anıları:
“Güneş altında tutsaklar,
geçen sonbahara bakıyorlar”
“Kitabı okurken beni özellikle etkileyen noktalardan biri, Fethiye Çetin’in kullandığı bir kavram. Cezasızlık hafızası. Fethiye Çetin’in anı kitabının ve benzer metinlerin bize sağladığıysa şöyle tanımlanabilir belki: Cezasız kaldığınızı unutmadık hafızası.”
Sonraki Yazı
Piyadenin bakışı (II):
Bir teknopolis sakini
ya da sakin bir taktisyen
“Teknopolis’te fragmanlar Yeni Karanlık Çağ’da olduğu gibi bazı temel argümanlar etrafında dönmezler, fakat dönüşleriyle, içerdikleri döngüler, tekrarlar ya da diyebiliriz ki fikri nakaratlarla belki ilk değilse de ikinci, üçüncü okuyuşta bazı argümanları görünür kılarlar.”