• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Mazbut bir hayat, sağlam bir ahlak ve bol bol sevginin sakin hıncı: Gibi

“Gibi'nin dünyası, büyük meselelerle alakadar olmayı bırakmış, kendi dünyalarında bir şeyleri kontrol ederek kendini inşa etmeye çalışan karakterlerle dolu... Küçük meselelere bunca bağlanış sanki elden sadece bunun gelmesinin hıncı. Bir çeşit eğlenceli delilik hali.”

Gibi dizisinden tipik bir sahne. Soldan sağa: Yılmaz (Feyyaz Yiğit), İlkkan (Kıvanç Kılıç), Ersoy (Ahmet Kürşat Öçalan)

KERİM BURAK AYDIN

@e-posta

SİNEMA-TİYATRO-TV

9 Mayıs 2024

PAYLAŞ

İlkkan’ın can dostu Yılmaz aşk acısından kahra düşmüştür. Yemeden içmeden kesilir. Eski model tıngır mıngır arabasıyla âşık olduğu kızın evine gider. İki bira alır. Tınısı eskilerden arabesk şarkı açar, ona eşlik eder, üzüntü içinde debelenir. Evde, kucağında evcil hayvanı Çoco ile otururken İlkkan, Yılmaz’ın bir an için üzüntüden kör olduğunu düşünür. Öyle bir acıdır bu…

Gibi’nin kendine özgü dünyası böyle bir şeydir. İnsanların aşk acısından kör olma ihtimali olan bir âlem. Kişiler de tüm içtenlikleriyle özenle kurulan bu dünyanın kurallarına inanır ve riayet ederler. Kişilerin içinde nefes alıp verdiği bir âlemdir bu. Her biri izleyiciyi gülmekten boğan o meşhur sahnelerin gerçekleştiği kozmos, Gibi kişileri için son derece gerçektir. Aşk acısından kör olmak şaka malzemesi değildir onlar için. İlkkan buna gerçekten de inanır. Yılmaz’ın kendine gelip de kör olmadığını öğrenince, “He, iyi, ödüm koptu ya!” diye cevap verir.

Gibi, 5. sezon, 2. bölüm: "Kahır".

Bu yazıda Gibi dünyasının ekseninde döneceğiz. Gibi, sütunları iyi yerleştirilmiş bir yapı inşa etti ve yoluna başarıyla devam ediyor. Yeni jenerasyon senarist adayları için artık bir dönüm noktası o. İnternet üzerinden bir platformda yayınlanmasıyla ve yapımcısının işin içeriğine müdahil olmamasıyla kendi kurallarını kendi koymaya soyunmuş ve bunda ticari olarak beklenenin üstünde önemli bir başarı kazanmış bir “yeni nesil” iş. (Bkz. Candaş Tolga Işık’ın Gibi ekibiyle söyleşisi.)

Bir senaristin, başkarakterin yaşlı insanları yıkamaya niyetlendiği bir hikâye yazıp yapımcıya götürdüğünü düşünün. Canlandırmakta dahi güçlük çektiğimiz bir sahne. “Bunun alıcısı yok” cevabı alınırdı çok yüksek ihtimalle. “Kim buna neden gülsün ki?” Çok ayrıntılı, köşeli bir mizah. Geniş Aile senaristinin son röportajından, dizisiyle alakalı danışman tarafından “Şunu Akasya Durağı seviyesine çek” şeklinde uyarı aldığını biliyoruz. Orada da Cüneyt İnay risk almış ve dizi iyi reytingler alarak yeni bir yol açmıştı. Şimdi bu çeşit bir devrimi Gibi’yle yaşıyoruz. Dizi “katmanlı” mizahıyla toplumun birçok sınıfına temas edebilmiş görünüyor. Bu başarının ardında çok iyi bir işçilik var. Özenle üzerine kafa yorulan bir “dünya kurma” mesaisi dikkat çekiyor. Karakterler, atmosfer ve hikâye birbirlerine çok iyi şekilde bağlanmış. Örnekler üzerinden giderek dizideki ince işçiliğe dikkat çekelim.

Yılmaz’ın yıkanamayan yaşlılarla tanıştığı ve onlarla WhatsApp grubu kurarak arkadaşlık inşa ettiği şu bölümden devam edelim. Yılmaz’ın öncelikle yaşlıları yıkama kararı alması yakın arkadaşları İlkkan’a ve Ersoy’a o kadar da garip gelmez. Elbette en başta olmaz o iş deseler de durum kolayca kabul edilir. Gibi bu çeşit olurdu olmazdı diyalogları üzerinden yol almaz. Gibi’de tuhaf olaylar zaten olur. Yaşlıları yıkama bölümünde temel mesele, Yılmaz’ın bu sevgi dolu girişiminden çok, yaşlılarla fazla takılmasıdır. Bu durum sonunda kıskançlık yaratır. İzleyiciyi “sandalyeden düşüren” bu tarz “şimdi mesele bu mu yani” ayrıntılarıyla dizi dünyasını inşa eder.

Gibi, 1. sezon, 11. bölüm: "Yılmaz Bey Banyo"

Gibi, izleyicisinden dünyasının anlaşılması için biraz sabır beklediğinden, belirli bir kitle diziyi benimsemekte zorlandı. Sosyal medya platformlarında Feyyaz için “aslında komik değil” yorumları yapıldı. Bu bir açıdan da doğru. Gibi komedi dizisi olarak kendini sunsa da, komedisinin içinde pek çok şey barındırıyor. Yazımızın merkezine yakın bir yerde yer alan bu meseleyi biraz açalım.

Yılgın bir neslin öyküsü

Öncelikli olarak sanki bir neslin yılmışlığının ruh hali var dizide. Hayatla ilgili, yaşamakla ilgili esprisini yaparken bu yılgınlık hissini komedi çerçevesi içinde seziyoruz. Dizide geçen birkaç meşhur sözü alıntılayalım:

“Hayat her zaman arzularımızı ve beklentilerimizi karşılamıyor.”

“Abi her şey için çok uğraşıyoruz ya!”

“Prensipli bir insan olduğum için özür dilerim.”

“Kardeşim, ben senin yılgın bir hoşgörüyle beni benimsemene mi kaldım?”

“İlkkan, sağlıklı bir insanın biraz da sevilmemesi gerekiyor kardeşim.”

“Haydi o zaman bunu kutlamak için çıkıp birer hot dog yiyelim. Başkaları gibi!”

Tüm bu sözlerin dile geldiği “tuhaf” hikâyeleriyle Gibi bir neslin ruh halini yansıtıyor sanki. Dizi, “belli bir neslin komedisi” etiketini taşıyor. Belki de bu duyguyu paylaşmadığı için, bir jenerasyon diziye yabancı kalırken bir nesil onda tamamen kendini buldu ve sahiplendi. Gibi’nin bu gizliden gizliye yılmış, bıkmış, bıyık altından gülen mizahını daha iyi anlamak için biraz senaristlerinin hikâyelerini öğrenmek ve onlar dolayısıyla yakın Türkiye tarihinde dolaşmak gerekiyor.

Aziz Kedi’nin Beyoğlu’nda kitabevi açtığını ve battığını biliyoruz. Bunun sebebi elbette Beyoğlu’ndaki kabuk değişimi. Gezi olayları, daha sonra patlayan bombalar ve akabinde bugünkü “yeni Beyoğlu” bu yetenekli senaristin iş yapabileceği bir yer olmaktan çıkmış. Şu an Londra’da yaşıyor. Bir çeşit savrulma diyebileceğimiz bu hayat kesiti aslında bir neslin yaşadıklarıyla çok paralel.

Türkiye’de on beş yıldır yaşanan keskin kültürel şok dalgası özellikle genç insanları belirli bir ruh haline soktu ve bu hâlâ devam ediyor. (Naçizane yazarınız da bu nesilden ve içerden konuşuyor.) Gibi’de bu değişen ruh halinin farklı yansımaları yer yer kendini belli ediyor.

Büyük meselelerle alakadar olmayı bırakmış, kendi dünyalarında bir şeyleri kontrol ederek kendini inşa etmeye çalışan karakterler... Küçük meselelere bunca bağlanış sanki elden sadece bunun gelmesinin hıncı. Bir çeşit eğlenceli delilik hali.

Dizinin senaristleri söyleşide hikâyenin formülü için “epik karakterler, küçük olaylar” tarifini yapıyorlar. Özellikle 1985-95 yılları arasında doğan bir nesil iki binlerin ilk on yılında görece “özgür” gençliklerini yaşadılar. Doların bir lira bandında seyrettiği o günlerde bu jenerasyon üniversite öğrencisiydi, her biri “başarılıydı”. Konserler, Rock ‘n’ Coke, protesto mitinglerinin özgürce yapılması, düşünce ortamındaki zengin tartışma atmosferi, vs. Yani “epik” karakterler inşa etmek için her şeyin müsait olduğu günler. Fakat sonra üniversite okumanın pek matah bir şey olmadığı fark edildi. Üniversiteli enflasyonunda bu epik karakterleri işsizlik karşıladı ya da az maaşlarla çalışmak zorunda kaldılar. Derken totaliterleşen rejimde “büyük olaylar” için konuşma, eleştiri yapma imkânlarının da pek kalmadığına şahit oldular. Elde “küçük olaylar” kaldı. Arkadaşlıklar, ilişkiler, vs. (Bugün Kadıköy’de rastgele bir bara oturursanız ilişkiler hakkında epik tartışmalar döndüğünü fark edersiniz.) Gibi senaristleri belki farkında olarak, belki de tesadüfen bu neslin ruh halini yansıttılar. Fakat bunu da içinde son derece şefkat barındıran bir haleti ruhiyeyle yaptılar. Gibi, yargılayan insan didaktikliğinden çok, anlamaya çalışan kişinin trajiğe düşmesinin öyküsü. Dizide edilgen bırakılan bir neslin trajik tutunma çabasının komedisi var gibi. Şu “sınıfsal veda” bölümünü örnek bir vaka olarak ele alalım.

Gibi, 3. sezon, 4. bölüm: "Sınıfsal Veda".

Yılmaz ve İlkkan zamanla zenginleşmiş eski arkadaşları Onur’un hayatında kendimerini kenarda köşede hissetmeye başlarlar. Mesele bir yerden sonra dallanıp budaklanır. Onur’la lüks restoranda yemek yiyebilmek için Ersoy kendi kanını satar. Bir komedi dizisi için değil, sanki eski bir Yeşilçam filmi için yazılmış bir öykü. (Feyyaz ve Aziz Kedi bu tarz Yeşilçam tınılı hikayelerin etrafında dolaşmaktan zevk alıyorlar. Öyküleri olabildiğince yerli kılmak için bir “effect” belki de, kim bilir?) Kan satıp nihayet parayı denkleştirdikten sonra kaburga yerken –tabii Onur bilmez olanları– hesaplaşma matematiğine odaklanalım. Şarap içen Ersoy’a Yılmaz meşhur dik bakışlarını atarken Ersoy, “Yılmaz, çok büyüğüm lan şu an, bozma beni” diye karşılık verir. Ama Yılmaz dayanamaz. İlkkan’ın tabiriyle yine Yılmazlığını yapar, Onur’a dönerek “Seninle kaburga yiyebilmek için Ersoy kanını sattı!” der ve bölümün sonunda bizimkiler Onur’la yollarını ayırırlar. “Bu kaburga bir veda olsun kardeşim” diyerek uzaklaşırlar. Burada zengin arkadaşla kaburga yemek için kan satmak meselesi küçücük bir olayın nasıl “tutunacak” bir hadiseye dönüştüğünü gösterir. İzleyenlere bol bol kahkaha attıran, dengeli, harika oyunculuklarla yaşanır bu olan bitenler. Dizinin hiçbir öyküsünde trajik hava uzatılmaz zaten. Üzerinde şaka yapabilmek için sınırlar zorlanmaz. Gibi dünyasının kaldırabileceği sınırlara gidilir, tekrar geri dönülür. Gibi’nin üç boyutlu âlemi özenle kurulmuş bu tarz dengelerle başarı sağlar.

Gibi’deki denge ve özenli ambiyans

Gibi, yerli birçok absürd komedi dizisi veya filminin aksine, kendisini tüketmemeye özen gösteren bir yapım. Karakterlerin “sınırları” onları kapsayan yaşam alanı ve atmosferle belirlenir. Ambiyans ya da kabaca “fon” önemli yer tutar dizide.

Atmosfer özellikle izleyicide tuhaflık uyandırmak için ince işçiliğiyle dikkat çeker. Sanki eşyalar karakterlerin bir uzantısıdır. Renkler, loşluk, hepsi uyum içindedir bu dünyada. Evde sabah akşam yanan abajurlar, sürekli kapalı kahverengi perdeler… Sarı bir fon süreklilik arz eder. Bütün “büyük” tartışmalar bu parlak olmayan atmosfer üzerinde cereyan eder.

Koltuklar, renkleri ve desenleri itibariyle “anneanne evi”ne uygundur. Aziz Kedi bir röportajında o ev “yanlış bir ev” diyor. Bir dönem Feyyaz’la birlikte yaşadıkları “teyze evi”nden ilham alınarak tasarlanmış. Sanat yönetmenliğinde ince işçilik evin atmosferiyle de sınırlı değil. Neredeyse bütün dış mekânlar da loş. (Karakterler zaten fazla güneşe maruz kalınca gözlerini kısarak susan tipler gibiler. Sabah kendinde değildir hiçbiri. Ya uyanamazlar ya da uyuklar gibi halleri vardır. Başarıyla kurulmuş eşya-karakter-dünya bütünlüğü olarak okuyabiliriz bunu.) Gündüz plan yapılır, akşam hadiseler yaşanır. Kafeler, arabalar, sokaklar hep olabildiğince sade, eski veya nostaljik dizide.

Dizide bir çeşit yabancılaştırma işlevi gören yaşlı insanlar da atmosferin önemli bir parçası. Son olarak bu ufak ayrıntıya da değinelim. Yılmazların apartman komşularının büyük çoğunluğu yaşlı. Bir doğum günü sekansında ortamdaki en genç insanlar bizimkiler. Yukarıda ayrıntılı değindiğimiz bölümde Yılmaz yıkanamayan yaşlıları yıkama işine soyunur. Bir başka bölümde Ümran Hanım’ın Yeşilçam’vari rüyasına şahit oluruz. Üçüncü sezonda intihar mektubunu video kayıtla bırakan yaşlı âşık Seyhan abiyi izleriz. Atmosferde gördükleri işlev bir yana, yaşlılar Yılmazların kenarda kalmış dünyalarının da dert ortakları gibiler. Merkezdeki üçlümüzle her biri çok iyi anlaşır. Mega Patern verici “Bahriye Teyze” ile beraber psikoloğa gider, sorunları birlikte çözmeye çalışırlar. İlkkan’ın hayatında Bahriye Teyze’nin kalıcı bir etki bıraktığını öğrendiğimiz bu bölümde de özenli bir senaryo işçiliğini fark ederiz.

Gibi, 4. sezon, 5. bölüm: "Patern".

Gibi’de hiçbir yan karakter herhangi biri olarak yer almaz. Hepsi ana karakterlerin hayatlarında bir şekilde var olmuşlardır. Senaryo yazılırken en başta ara karakterlerin de kendilerine özgü ayrı ayrı hikâyeleri tasarlanmış gibi duruyor. En azından izleyiciye böyle hissettiriliyor. Bir bölümde öyle laf arasında geçen erotik shop’çu Tanju başka bir bölümde kanlı canlı ortaya çıkıyor. O hikâyede olaylar yaşanıp bitse de, yan karakterlerden laf arasında alakasız şekilde bahsediliyor. Böylece onlar da üç boyut kazanıyorlar. Türk dizilerinde özellikle son yıllarda görülen tipler cehenneminde takdir edilmesi gereken önemli bir ayrışma. Beşinci sezon ikinci bölümdeki şu herhangi birinden bahsedilen diyaloga bakalım:

– Zehra abla var ya hani Yılmaz...

– Hangi Zehra?

– İşte Mustafa abinin baba bir, ana ayrı üvey kardeşi var ya, Zehra abla. Hani bir bacağı öbüründen iki santim kısaydı, ‘Keşke,’ diyordu, ‘eşit olsaydı da jimnastikçi olsaydım.’

Olabildiğince ayrıntı burada da dikkat çekiyor. Bu bazen komedi unsuru olarak tasarlansa da, çoğu zaman karakterlerle izleyiciyi ortak deneyimlerde birleştirdiği için diziyi daha gerçek kılıyor, dünyasının içine alıyor.

Sonuç olarak Gibi merkezin dışında kalan sakin dünyası ve bol bol sevgi barındıran, farklı iletişim kanallarının pozitifliğine gülümseyen, dizi tarihimizin dönüştürücü çok iyi işlerinden biri.

 

 

Yazının başlığı, Gibi dizisinin  3. sezon 5. bölümünün ismine göndermedir: " "Mazbut bir hayat, sağlam bir ahlak ve bol bol sevgi"

Yazarın Tüm Yazıları
  • Aziz Kedi
  • Feyyaz Yiğit
  • Gibi
  • televizyon dizileri

Önceki Yazı

SİNEMA-TİYATRO-TV

Netflix’imden gönderldi

“Baby Reindeer her şey gibi tüketilen, izlenip gülünecek ya da hüzünlenilecek ya da takip edilecek, Friends gibi ya da Breaking Bad gibi bir televizyon şovu değil. Hayır, Donny rolünü oynayan Richard’ın da, oralarda bir yerde yaşamaya devam eden Martha’nın da hikâyesi devam ediyor. Bu bizi tuhaf, 'metafiction' bir evrene sürüklüyor ve asıl heyecan verici –ve ürkütücü– kısım bu.”

CEM TUNÇER

Sonraki Yazı

VİTRİNDEKİLER

Haftanın vitrini – 19

Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Akabi Hikâyesi / Alman Dehası / Buzulmelek / “Gödel, Escher, Bach” Üzerine / Hacı Ağa / Kanada / Öteki Kasımpaşalı / Türkiye’de 1 Mayıslar / Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek / Yüzünü Herkesten Saklar Gibi

K24
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist