Karton karakter:
Romanlarda düz ve dolgun kahramanlar
“Anar’ın metinlerindeki kimseler, içlerinde veya dışlarında açılan manzaralara pek bakmadan, daha çok hadiseler içerisinde yer değiştirdiklerinden hacim kazanamazlar. Romantik veya klasik romanların bizleri alıştırdıkları kahramanlar gibi, kendilerine fazla dönüp bakmaz, varoluşlarını sorguya çekmezler.”
İlban Ertem'in Puslu Kıtalar Atlası'ndan bir kare.
İhsan Oktay Anar’ın anlatı kişilerini, E. M. Forster’ın Aspects of Novel (1927) adlı kitabındaki ayrımlara başvurarak anlamayı deneyebiliriz. Kendisi de romancı olan Forster, metinlerde tecrübe ettiği kahramanları “düz” (flat) ve “dolgun” (veya “hacimli”, round) şeklinde tercüme edebileceğimiz şekilde sınıflandırır. Kartondan yapılmış gibi görünen düz tiplemeler, hayal perdesine düşen kahramanlara benzerler ve her bakıldıkları yerden sanki aynı görünürler. Anar’ın metinlerinde de kalınlığı olan kimselere rastlamak zordur. Onlar, içlerinde veya dışlarında açılan manzaralara pek bakmadan, daha çok hadiseler içerisinde yer değiştirdiklerinden hacim kazanamazlar. Romantik veya klasik romanların bizleri alıştırdıkları kahramanlar gibi, kendilerine fazla dönüp bakmaz, varoluşlarını sorguya çekmezler. Fakat bazen ani ve dayanakları pek anlaşılmayan dönüşümler yaşarlar. Duyusal deneyimleri, duyguları veya düşünceleriyle ilgilerini kesmiş gibi amaçlarına yönelirler. Herhangi bir hadisenin sürmesine yardımcı olan, bazı çarpıcı olayları yüklenen faillerdir. Neredeyse hikâye edilen eylemler sahipsiz kalmasın diye dolaşan öznelerdir. Düz karakter, yaptıklarının çok büyük sonuçları olsa da, niteliksiz bir mizaca sahip olabilir. Bu sebeple romantik veya trajik sahnelere yerleştirilemez. Minyatürler veya çizgi roman estetiğine uygun sahneler içerisinde rahat eder.
Düz karakterler, özellikle gülmeceye daha yatkın bir yazı ortamı açarlar. Gerçek dışı, abartılı davranışlarıyla ironik göndermelere uygun kişilik sergilerler. Fakat yazar onları idare etmek konusunda daha rahat davranır. Çünkü içleri yokmuş gibi, basit duygu ve düşüncelere sahip olmaları, onları farklı mekânlar ve zamanlar içerisinde gezdirme kolaylığı sağlarlar. Yazıda bir ergonomi yaratabilir. Ancak düz bir karaktere meyletmek zorunlu olarak basit bir yazarlığı ele vermez. Forster, roman tarihinde kahramanların düz olandan dolgun olana doğru bir gelişim izlediğini dile getirse de, özellikle yakın zamanlı romanlarda, sözgelimi Beckett anlatılarında, karton karakterlerin görkemli şekilde geri döndüklerini fark edebiliriz. Onunkiler ne kadar düzse, Balzac kahramanları da o kadar dolgun, hacimlidir. Ama bu ölçü birisini diğerine göre daha büyük bir yazar saymak için yeterli değildir.
Temel meyillere sahip böyle basit çizgili varlıklar, eylemleri değil de olayları tasvir etmek için uygun faillerdir. Dolgun karakter gibi geçmişini, duygularını, düşüncelerini sergilemek hevesine sahip olmadıklarından daha kolay sevk ve idare edilebilirler. Dolgun olanların içini doldurmak için onları tafsilatıyla, iç ve dış görünüşleriyle anlatmak gereklidir. Fakat ince olduklarından büyük duygular ve fikirlere daha rahat esir düşen karton karakterler, incelikli duygu geçişleri ve ruhsal dalgalanmalardan uzak, hadiseler içerisindeki sorumluluklarına, işlevlerine odaklanırlar. Bilinç akışına müsait bir iç dünyaları yoktur. Dış olaylar ve eylemler önünde sürtünmeli yüzeyler açmazlar; anlatı içinde kibirli bir duruşları yoktur. İçleri olmadığından, olaylar onlar üzerinden kolayca akar, basit iletkenler gibi bazı dış olaylara tepki verir, dış tesirleri zihni işlemlere, yorumlara tâbi tutmadan aktarırlar. Zihinsel varlıklar olmasalar da, zekâ yetilerini çeşitli hesaplar, olasılık hesapları için kullanırlar. İmgelemlerine, akıl yürütme melekelerine fazla başvurmazlar; muhayyile ve müdrike onlarda nadiren işler.
Düz karakter okuru fazla şaşırtmaz. Kimi zaman en aşırı davranışlar sergilese de, biçimsel olarak basit, kenarları ve köşeleri bellidir. Yüzü yok gibidir; bir çizgi romanda veya karikatürde olduğu gibi kaba etleriyle ortaya çıkar. Özne veya nesne konumunu işgal ettiği hadiseler içerisinde bir düğüm oluşturmaz. Mütevazı bir iletişim noktası, aktarım organı, bazı anlatı yüklemlerinin, sıfatlarının buluştuğu birer sathi özne, basit nesne konumunu işgal eder. Böyle birisini birkaç cümleyle betimlemek yeterli olabilir. Olaylar içindeki yeri büyük olsa da özüyle çok yer kaplamaz. Hükümdar olsa da son derece yüzeysel bir mevcudiyeti olabilir.
Düz karakterin sonradan hatırlanması da kolaydır. Belirgin hatlarıyla resimlendiğinden, okurda zihinsel bir karmaşaya neden olmaz. Okur gibi yazarın da ayağına dolaşmaz. Anlatı kişilerine trajik bir derinlik ve hacim kazandıran Dostoyevski bile dolgun karakterlerin etrafını çoğu zaman düz olanlarla doldurur. Böylece karton karakterler yardımıyla çok farklı dinamikleri, diyalektikleri, zaman ve mekân kaymalarını sabit bir konumdan izlemek mümkün olur. Eylemlerin icracısı hacimli kişi, düz kişiler tarafından izlenir, gözlenir ve onun yarattığı dalgalanmalar bir olay kıymeti edinir. Düz karakterler bu sırada diğerinin nasıl bir etkiye maruz kaldığını dile getirerek, onun ruhsal derinliğine ayna tutarlar.
Olayların zihinlerde değil de dışarıda cereyan ettiği metinlerde kişiler biraz böyle hacimsiz dururlar. Olaylar akıp giderken onların ne âlemde olduklarına, büyüme, gelişme sancılarına kulak vermek, başkalarıyla karşılaşmalarını anlatmak gerekmez. Bir kenarda doğalarını korurlar; anlatıcı ve okur onlara geri döndüğünde bıraktığı yerde ve zamanda bekleyeceklerini bilir. Kendi halesi ve ışığı zayıf olduğundan, atmosfere egemen olamaz. Dışarısı ne kadar aydınlıksa o kadar kendisini ortaya koyar. Yer ve zamanın kesiştiği bağlamı, atmosferi terk edemez. Bazen dolgun bir karakterle karşılaştığında onun ışığını, ruh halini ödünç alır. Metin içerisinde yer değiştiren, uzaklara gidip gelen dolgun şahsiyet onun yanına döndüğünde ne kadar değiştiğini veya değişik birisi olduğunu fark eder.
Önceki Yazı
Gece’nin derinliklerinde ne var?
“Bilge Karasu’nun edebiyat kanonumuzda müstesna bir konumu kendi özgün yazarlık maharetiyle elde ettiği genel bir kabuldür. Ancak Karasu Gece romanındaki performansıyla kendi yazarlık çizgisini de aşan, yazının, yazarlığın ve yazma ediminin sınırlarını zorlayan bir başka konum elde etmiştir...”
Sonraki Yazı
Filistin mon amour (VI):
“İyimser Olmayan Umut”
“Judith Butler ve Adania Shibli, AICA Türkiye’nin davetlisi olarak felaketler çağında edebiyatı konuşmak için bir araya geldiler ve Filistin’i tartıştılar. Butler’ın teorik kavrayışı ve Shibli’nin edebi ve berrak cümleleri bir araya gelince, her şeye rağmen sözlerin gücünü tekrar hatırlamış olduk.”