Filistin mon amour (VI):
“İyimser Olmayan Umut”
“Judith Butler ve Adania Shibli, AICA Türkiye’nin davetlisi olarak felaketler çağında edebiyatı konuşmak için bir araya geldiler ve Filistin’i tartıştılar. Butler’ın teorik kavrayışı ve Shibli’nin edebi ve berrak cümleleri bir araya gelince, her şeye rağmen sözlerin gücünü tekrar hatırlamış olduk.”
Judith Butler, Adania Shibli (kolaj).
Filistin yazılarına bir süre ara vermiştim. Sanırım (farkında olmadığım) sebep şuydu: Bir feci durum üzerine düzenli yazmak da o durumun şiddetinin normalleşmesini sağlıyor olabilir; sanki her şeye rağmen durumun ‘bahsedilebilir’ olduğunu hissettiriyor olabilir. Belki de Gazze’de yaşanan bu 21. yüzyıl katliamı karşısında çaresizliği kabul etmek, susup afallayıp kalmak gerekir. Sanırım bir süre böyle oldu benim için.
Ama bu şiddet artarak devam ederken uzun süre susmak da imkânsız. Hep dedikleri gibi, bir şeyler söylemek imkânsız ama susmak da suç ortağı olmak demek. Bu yazı dizisinin başlangıcında bahsettiğim şeyi Filistinliler halen tekrar ediyor: “Filistin’den bahsetmeyi bırakmayın.”
Peki, nasıl bahsedeceğiz? ‘Hassas içerik’ uyarılı görüntülerden, bombalardan, paramparça olan ev ve insanlardan mı bahsedeceğiz? Belki böyle bir kan revan görüntüyü yazıyla bir kez daha çoğaltmak değil, bu dehşeti yıllarca yaşamış ve ‘buna rağmen’ hayatta başka yollar bulmuş Filistinlilerin yaptıklarından bahsetmek lazım. Umut ışığı gibi. Ya da Eagleton’ın ‘umut’ lafının naifliğini ve çiğliğini kırmak için kullandığı ifadeyle, “İyimser olmayan umut” gibi.
Filistin yazılarına geri dönmeme vesile olan böyle bir ‘iyimser olmayan umut’ ânından bahsetmek istiyorum: Judith Butler ve Filistinli yazar Adania Shibli, AICA Türkiye’nin davetlisi olarak felaketler çağında edebiyatı ve diğer şeyleri konuşmak için bir araya geldiler ve Filistin’i tartıştılar. Butler’ın teorik (ve provokatif) kavrayışı ve Shibli’nin edebi ve berrak cümleleri bir araya gelince, her şeye rağmen sözlerin gücünü tekrar hatırlamış olduk. İkisinin konuşmasında da ‘tarihin doğru tarafında’ olmanın berrak güzelliği vardı. Mevzu her ne kadar feci ve trajik olsa da, o zarif haklılık ve soğukkanlılık çok iyi hissettiren bir şeydi.
Konuşmanın odak noktası Filistin’de yaşanan felaket karşısında yazar, düşünür ve sanatçıların ne yapabileceğiydi. Bu soru etrafında Butler ve Shibli’nin bir araya gelmesi önemliydi, zira Butler muhtemelen bildiğiniz üzere, Filistin’deki şiddeti durdurmaya çalışan Jewish Voice for Peace oluşumunun önemli figürlerinden biri: Shibli ise Filistin edebiyatının son zamanlardaki en etkili isimlerinden biri (bir diğer isim de Isabelle Hammad’dır sanırım). Butler ve Shibli’nin Filistin konusunda söyledikleri ve bunları söyleme biçimleri umut vericiydi; iyimser olmayan, sahici bir umut. Biraz özetlemek isterim bu konuşmada söylenenleri.
‘Sizin de Filistin’e ihtiyacınız var’
Konuşmanın başında Butler, Gazze’de yaşananların –elbette– 7 Ekim’le sınırlı olmadığını, bunun ‘yapısal’ ve sistemik bir şiddet olduğunu hatırlatarak burada şiddetin anatomisini görmek gerektiğinden bahsetti ki, çok haklıydı. Filistin’de yaşanan şey ne bugüne ne de Filistin’e özgüdür sadece. Tarihte benzer örnekleri görülmüş bir kolonyal şiddetin yeni bir versiyonudur. Butler ayrıca Gazze’nin artık bütün ‘şiddet-karşıtları’ için bir sembol olduğunu, çeşitli muhalif kesimlerinden yükselen itirazların Gazze’de birleştiğini ifade etti.
Adania Shibli de buradan devralarak şuraya taşıdı konuşmayı: Filistin’in size ihtiyacı olduğu kadar, sizin de Filistin’e ihtiyacınız var. Bugün Filistin için bir araya gelen kesimler Filistin için olduğu kadar kendi gelecekleri için de mücadele ediyorlar aslında. Eğer Filistin’de bunların yaşanmasına izin verirseniz, bu başka devletlerin benzer şiddetler uygulamasının önünü açacaktır. Bu şiddet ‘yeni normal’ olacaktır. Bence bu çok kritik bir nokta: Gazze’de yaşananları 21. yüzyılda yeni bir şiddet çağının başlangıcı olarak görmek. Ve bu çağın başlamasına izin vermemek.
‘Neyi yok edemezsiniz?’
Konuşmadaki bir diğer önemli soru şuydu: Bu yıkım, bu yok etme hali nasıl anlatılacak? Butler’ın bu minvaldeki sorusuna Adania Shibli şöyle bir cevap verdi: Belki de yok edilip yıkılan şeylere değil, bu yıkım içinde yok edilemeyen şeylere bakmak lazım. Mesela bir evi yok edebilirsiniz ama ev fikrini yok edemezsiniz. Özgürlük koşullarını yok edebilirsiniz ama özgürlük fikrini yok edemezsiniz, gibi. Bunu sadece ‘mağlup-romantik’ bir yerden söylemiyordu Shibli. Yeni bir bakış açısı öneriyordu. Tıpkı Edward Said’in zamanında kullandığı meşhur cümlede olduğu gibi: “Filistin bir fikirdir ve fikirleri yok edemezsiniz.” Butler’ın ve Shibli’nin konuşması bu Filistin fikrinin, bir özgürlük fikrinin kolay kolay yok edilemeyeceğini de işaret ediyordu.
‘Kimin hayatı değerlidir?’
Butler’ın son yıllarda en çok referans verilen cümlelerinden biri şudur sanırım: “Kimin yaşamı yaşam sayılır? Bir yaşamı yası tutulabilir kılan nedir?” Butler’ın bu soruyla kast ettiği şuydu: Bazı hayatlar bazı hayatlardan daha değerlidir, daha ‘yaşanmaya’ değerdir ve o hayatlar sona erdiğinde bir yas tutulur. Ama yaşamaya değer görülmeyen diğer ‘bazı’ hayatların sona ermesi de mesele değildir; yasları tutulmaz, algıda bir duraksamaya yol açmaz.
Burada tabii Filistinlilerin hayatları ve diğerleri arasında kurulan bir hiyerarşiden, bir değer ve yas hiyerarşisinden bahsediyoruz. Butler bu hissiyatı tekrar dile getirdiğinde, Adania Shibli’nin Küçük Bir Ayrıntı adlı ‘küçük’ romanında da benzer bir şey yaptığını, bu değerler hiyerarşisini sorunsallaştırıp yaşanmaya, yası tutulmaya ve de ‘anlatılmaya’ değmez kabul edilen hayatları anlattığını açıkça görmüş olduk. Küçük Bir Ayrıntı kitabında bir tarihsel şiddetin bir ‘küçük ayrıntı’ olmaktan çıkarıldığını ve tarih sahnesine taşındığını görüyoruz. Anlatılmayan şey olmamış demektir. Bir bakıma…
Bunca şiddet karşısında yazar, düşünür ve sanatçı ne yapar sorusunun cevabı da bu olabilir belki: Bunca şiddeti mümkün o temel, sistematik değerler hiyerarşisini bozmak ve anlatılmayan o şey neyse, onu bir pankart gibi tarih sahnesine taşımak. Bugün Filistin mücadelesinin en önemli kısımlarından biri de budur herhalde: Anlatma mücadelesi. Ve bu yüzden Filistinli ‘anlatıcılar’ (yazarlar, düşünürler, sanatçılar vs.) Filistin mücadelesinin çok önemli bir parçasıdır.
7 Ekim’den sonra çeşitli kurumların Filistinli ‘anlatıcılar’a uyguladığı sansürlere rağmen Filistinliler anlatmaya devam ediyor. Adania Shibli de sansüre uğrayan yazarlardan biriydi. Frankfurt Kitap Fuarı’nda yapacağı konuşma ‘güvenlik gerekçesiyle’ iptal edilmişti. Shibli bu ‘sansüre’ dair yazdığı “Canavar Bir Zamanlar Kibardı” adlı metinde şunu söylüyor:
“Sonra aniden, yazdığım onca yıl boyunca kendimi neden sadece ‘yüzü ve adı olmayan’ karakterlere yakın hissettiğimi anladım. Bu büyüleyici bir yokluk; adsızların, ‘hiç kimselerin’ edebiyatta yeri ne olabilir ve nasıl bir edebi biçime ilham verebilirler?”
‘Yüzü ve adı olmayan’lara bir ses vermek herhalde edebiyat, film ve sanatın en hayati ve siyasi görevidir. Filistin konusunda yazıp çizmeye devam etmek de bu yüzden önemli.
Önceki Yazı
Karton karakter:
Romanlarda düz ve dolgun kahramanlar
“Anar’ın metinlerindeki kimseler, içlerinde veya dışlarında açılan manzaralara pek bakmadan, daha çok hadiseler içerisinde yer değiştirdiklerinden hacim kazanamazlar. Romantik veya klasik romanların bizleri alıştırdıkları kahramanlar gibi, kendilerine fazla dönüp bakmaz, varoluşlarını sorguya çekmezler.”