Jenny Erpenbeck’in yeni romanı Kairos. üzerine:
Sınırlar aşılırken
“Elli üç yaşındaki Hans ile on dokuz yaşındaki Katharina’nın 1986’da Doğu Berlin’de başlayan ilişkileri, yasak aşkları anlatılıyor romanda... Erpenbeck bütün romanlarının odağında ele alıp tartıştığı bellek bahsini toplumsal, kültürel görünümlerinin yanında Kairos.’ta alttan alta bedenin bir özelliği olarak da ele alıyor.”

1989'da, yıkılmasından kısa bir süre önce Berlin Duvarı.
Jenny Erpenbeck’in önceki romanları üzerine K24’te yayımlanan yazımda[1] “sınır” kavramının onun için çok önemli olduğundan söz etmiştim. Yakınlarda yayımlanan Kairos.’u[2] düşünürken de sınırları eksen almak uygun, ama bir farkla; bu kez Erpenbeck daha çok sınır aşımlarına odaklanıyor, özellikle de kişisel, duygusal ilişkideki sınır aşımına, ama bir yandan da onun romanlarını bilenlerin tahmin edecekleri gibi siyasal sınırların aşılması, hatta iptali – bu roman özelinde de Doğu ve Batı Almanya arasındaki sınır. Yine de önde olan duygusal bir ilişki.
Elli üç yaşındaki Hans ile on dokuz yaşındaki Katharina’nın 1986’da Doğu Berlin’de başlayan ilişkileri, yasak aşkları anlatılıyor romanda. Hans’ın evli olması nedeniyle kaçak göçek yaşanan bir ilişkidir bu; daha ilk günden Hans’ın girecekleri ilişkinin koşullarını, nasıl yürüyeceğini doğrudan ifade ettiği, aslında bu koşulları dayattığı bir ilişki. Yine daha ilk günden Hans’ın sevgilisinin çok genç olması nedeniyle bu ilişkinin sürekli olamayacağından ötürü kaygılandığını eklemek lazım, elbette kendi medeni durumunu ilişkinin şimdisi için bir sorun olarak görmesine rağmen sürekliliği (geleceği) bağlamında bunu çok da sorun etmediğini de. Katharina içinse bunların hiçbiri sorun değildir ilişkinin ilk zamanlarında, aşklarının gücünün her şeyi aşacağını düşünür.
İlişkilerinin ilk gününün sonundaki halleri şöyle aktarılıyor romanda:
Bir daha asla bugünkü gibi olmayacak, diye düşünüyor Hans. Artık sonsuza kadar böyle olacak, diye düşünüyor Katharina. Ardından gelen uyku, bütün düşünceleri siliyor ve onlar sakin soluklar alıp vererek yan yana yatarken başlarına gelenler beyin zarlarına kazınıyor. (s. 34)
Bu alıntının ilk cümlesi önemli, ama peşi sıra gelen son cümleyi de aktardım, çünkü Erpenbeck bütün romanlarının odağında ele alıp tartıştığı bellek bahsini toplumsal, kültürel görünümlerinin yanında Kairos.’ta alttan alta bedenin bir özelliği olarak da ele alıyor. İlişkilerine dönersek; şu cümleler de ikinci görüşmelerinden. Daha başlarken Hans’ın tehdit olarak algıladıklarını sıcağı sıcağına genç kadına da transfer etmiş olması dikkat çekicidir, Katharina bunu yine bir tür pembe gözlüklerin ardından bakarak değerlendirmektedir.
İlişkimizin devam etmesi şu andan itibaren tamamen onun sorumluluğunda, diye düşünüyor adam. Kendini kendinden korumak zorunda adam. Kız adinin biridir belki?
Zor bir ilişki olacağına beni hazırlamak istiyor, diye düşünüyor kız. Beni korumak istiyor. Beni benden korumak istiyor, ikimizle ilgili karar yetkisini bana bırakıyor. (s. 39)
Mekânlar Erpenbeck’in romanlarında merkezî bir yer tutuyor. Bu romanı da Doğu Berlin’den bağımsız düşünmek mümkün değil; Erpenbeck’in önceki romanlarındaki gibi, mekân bu kez de sadece tek bir zamana kayıtlı değil, şimdisi çok önde olmakla beraber, şehrin geçmişi de devreye giriyor – kuşkusuz “sınır”ın öte yanı, şehrin “Batı”daki parçası da. Romanın önsözü ve sonsözü günümüze yakın bir tarihte geçiyor olsa da, metnin ana gövdesi 1986’dan 1991’e doğru ilerliyor – Doğu Berlin’in son yıllarından yeniden birleşecek olan Berlin’e doğru akıyor zaman. 1986, bildik tanıdık Doğu Berlin karanlığının (bir istihbarat devletinin sosyalizmden yarattığı karanlık) sürdüğü, ama değişimin izlerinin ufaktan görünmeye, görünürlük kazanmaya başladığı bir tarih; bizzat Berlin’de kendisini pek duyurmuyorsa da mesela Budapeşte’de hayli göz önündedir. Henüz ilişkileri çok yeniyken bir arkadaşıyla Budapeşte’ye giden Katharina orada “herkesin özel bir işletme açmasına izin veril[diğini]” görür, “Berlin’de asla satın alamayacakları giysi ve aksesuar satan” dükkânların birinden, Hans’a kavuştuğu gün giymek için derin sırt dekolteli bir elbise alır. Bu çok önceden planlanmış bir tatil seyahatidir, ama pek de tasarlandığı gibi sürmez. Katharina’nın aklı sadece alışveriş sırasında değil, tatilin her ânında sevgilisindedir.
Katharina’nın Berlin’de Hans’la geçirdiği iki gün, Budapeşte’de yaşadığı her şeyin üzerini yangın söndürme kumu gibi örtüyor. Katharina, ayağını Vörösmarty Meydanı’na bastığı sırada, yaklaşık bir hafta önce Alexander Meydanı’nda dosdoğru mutluluğuma yürüdüğüm ayaklar bunlar diye düşünüyor. (s. 51)

Kairos.
çev. Ragıp Minareci
Can Yayınları
Mayıs 2023
384 s.
Jenny Erpenbeck zamandaki ve/veya mekândaki bu gibi sıçramaları seviyor; roman kişilerinin bedenlerinin bulunduğu zaman-mekân ile zihinlerinden geçen, zihinlerinde (çoğu zaman hafızalarında, ama bazen düşlerinde, karabasanlarında, hayallerinde) yer tutan zaman-mekânlar arasındaki bağlar, kopup birleşmeler üzerinden anlatıyı boyutlandırıyor. Böylece metin hem biteviye devam eden düz-çizgisel akıştan kurtuluyor hem de bu bağlar yahut kopmalar çok da altı çizilmeksizin bir düşünce alanı açıyor okurun önünde. Salt âşıkların duyduğu özlemden ibaret değil çünkü bu geçişlerin nedeni; çağrışımlar, hatıralar, fotoğraflar, belgeler (kısaca efemeralar) ve müzik. Roman kişileri, önceki Erpenbeck romanlarında olduğu gibi müzikle yakından ilgililer, hayatlarında merkezî bir yeri var müziğin (edebiyatın ve şiirin de, hatta tiyatronun da – Katharina sahne tasarımı eğitimi alıyor ve Frankfurt’ta bir tiyatroda staj yapıyor); dolayısıyla dinledikleri operalar, senfoniler roman boyunca hayli yer tutuyor, dolayısıyla bu yapıtların librettolarından satırlar ya da sahnelenen oyunlardan replikler de zaman-mekân geçişlerinin bir nedeni oluyor. Zihnin, bedenin bulunduğu yer ve zamandan kaçıp başka yer ve zamana odaklanması romanın meselelerinin yanı sıra, kuşkusuz kişilerin iç dünyalarına da bir giriş kapısı, onları daha yakından tanımanın vesilesi.
Beri yandan anlatıdaki olaylar aralarına tarihten sayfalar, ayrıntılar eklenerek de veriliyor. Mesela Hans’ın takvime, “bir yıl önce bugün birlikte yaşamayı denemeye başlamıştık” diye yazdığı sıralarda Katharina’nın hiçbir şey yazmadığını da öğreniyoruz, hemen peşi sıra gelen paragrafta bu kez Stalin’in 1953’teki ölümünün ardından Doğu Almanya yönetiminde yaşananlar aktarılıyor; –göreli özgürlükle otokrasi arasındaki geliş gidiş döneminden, ne olacağına, nasıl olacağına Moskova’dan karar verilmesinden– devamındaysa şu satırlar:
Her şey daima iki yönlüdür. Yalnızca iki mi? Suç ve kazanç, ortak bir ad altında sanıldığından çok daha sık bir araya gelir. Şunu veya bunu başkalarının sırtından büyütmek ya da küçültmek olmaz. Şunu veya bunu serbest bırakmak gerekir, çünkü günün birinde hareket belki bu inişten gelecektir. Şurada, ayrı bir yerde birikmiş enerji var, buhranda, bekleyişte, şurada sessizlik içinde umut ve öfke ürüyor. Dayanılmazı çoğaltmak, bu taraftan bakıldığında devrimci bir eylem olurdu. Yoksa oportünizm mi? (s. 207)
Bu tarihsel aradan sonra metin yine Hans’a ve Katharina’ya dönüyor, ama orada sabit kalmıyor, peşi sıra mevzu bir kez daha SSCB’ye geldiğinde anlıyoruz ki, bunlar ansızın, alakasızca girmemiştir romana, Hans’ın zihninden geçmektedir. Hans’ın bunları neden düşündüğü de anlaşılır. Stalin döneminde itibarsızlaştırılan birini hatırlamıştır, daha doğrusu Katharina’yla beraberken ona çok benzeyen bir adama rastlamış olduklarını hatırlamıştır. Bu kişinin adını not etmek için Katharina’nın kâğıtlarından birini çekip almasıyla da romanın en önemli kırılmalarından biri yaşanacaktır.
Romantik ilişkideki baskı artıp çeşitlenirken dışarıdaki, toplumsal hayattaki baskı az da olsa gevşemeye başlıyordur. Kahramanların her ikisi de duygusal olarak ilişkilerinin batağında ve bunun çevresindeki sorunlarla meşgul olduklarından dışarıda olan bitenle çok da ilgili değillerdir, ama bir yandan da gündelik hayatları sürmektedir, yaşananlara büsbütün kayıtsız da kalmıyorlardır. Ne ki her konu dönüp dolaşıp gene ilişkilerine varmaktadır her seferinde, her durumda.
Hans’ın işyerindeki masasında şimdi Kruşçev’in 20. parti kongresinde yaptığı gizli konuşmasının metninin bulunduğu sayfanın açık olması kaderin bir cilvesi. […] Hans konuşmanın basılı olduğu dergiyi kapatıyor şimdi. Yirmili yaşlarının başlarındayken Stalin’in ölümü onu derinden sarsmıştı. Ama bundan üç yıl sonra Stalin’le ilgili gerçekleri öğrendiğinde daha çok sarsılmıştı. Ona yazdığım kitap bitinceye kadar Katharina benimle olmaya tahammül edebilecek mi acaba? diye daha geçenlerde içinden geçirmişti. (s. 228)
Görüldüğü gibi, Hans’ın zihni (anlatı da) ânında Katharina’yla ilişkisine sıçrıyor gene, oradan sürüyor. Bireysel hayatlarla toplumsal olayların bu şekilde akış halinde, birbirinin neredeyse içinden geçerek verilmesi, romanda anlatılan “romantik” hikâyeyle toplumsal meseleler arasında bir koşutluk mu gözetildiği sorusuna neden oluyor, hatta diyebiliriz ki sorunun yanında yanıt da az çok beliriyor – böylesi bir koşutluğa dair birtakım izlerle ilerliyor roman. Peki, bu izler bizi okumakta olduğumuz “romantik” hikâyeyi bir alegori olarak algılamaya mı yöneltiyor? Alegorik anlatılarda ima edilen, sezdirilen olaydan/durumdan hiç söz edilmediği, sadece anlatılan bambaşka bir olay/durum onu temsil ettiği için burada alegoriden söz etmek sanırım çok doğru olmaz. Kairos.’ta yan yana, hatta iç içe geçiyor Doğu Almanya’nın hikâyesiyle “romantik” ilişki, gelgelelim ilişkide yaşananlar birebir her ayrıntısıyla, her olayıyla Doğu Almanya’daki otoriter rejimin neden olduklarına karşılık gelmiyor; “romantik” ilişki kendi dinamikleriyle, çatışmalarıyla, inişi çıkışı, dolayımlarıyla sürüyor. Bununla birlikte, “romantik” ilişkideki sorunların bazısının temelinde yatan nedenler, misal güvensizlik, kaygı odaklılık, manipülasyon aracılığıyla güç ve iktidar tesis etme, yasaklamaların pastoral (karşı tarafın hayrınaymış gibi sunulan) biçimleri, hatta açık şiddet, korkutma (şiddetin yanı sıra yalnız bırakmakla korkutma), karşısındakine zarar verdiği algısı yaratarak teslim alma gibi meseleleri rejimin baskı yöntemleriyle birlikte düşünmek pekâlâ mümkün. Bunların yanı sıra, vaktiyle çok güzel başlamış, her iki tarafı da yücelten bir aşkın yozlaşmasının zarar verici, neredeyse yok edici hale gelmesinin hikâyesi Kairos.; ve hikâyenin bu yanıyla da salt iki insan arasındaki bağı ima etmediği ortada.

O zaman bu iki olay/durumu paralel anlatmakla murat edilen ne olabilir, sorusu akla gelebilir. Benzerlikler, tamam ama benzemeyen ya da bize ilk anda benzemiyor görünen durumların da öbür tarafta bir karşılığı olup olmadığını da sorgulamaya itiyor bizi romanın bu ikili yapısı; dolayısıyla denebilir ki, romanın iki ekseni arasındaki bağlar kadar bağlantısızlıklar da düşünmeye, muhakemeye, kıyaslamalar yapmaya yöneltiyor okuyanı.
Aklımıza gelebilecek bu çerçevedeki kimi soruların yanıtlarının yazılı olmasalar da romanda mevcut olduğunu hatırlatmalıyım. (Romanda büsbütün yanıtsız kalacak, ama birer soru olarak romanı kapattıktan sonra da zihnimizde evirip çevireceklerimizi kastetmiyorum.) Önceki Erpenbeck yazımda da alıntılamıştım, deneme ve hatıralarını bir araya getirdiği Not a Novel [Roman Değil]’da[3] altını çizdiği durum hiç kuşkusuz Kairos. için de geçerli.
Hikâyeye doğru bir perspektiften bakarsanız anlatılmayan kısım büyük bir güç kazanır, çoğu zaman açığa çıkan kısımdan daha büyük bir güç edinir. Hikâyenin anlatılmayan kısmı okurun zihninde ikizinden yani anlatılmış hikâyenin içi boş biçiminden daha ağır çekebilir. Birbirlerine gerçekten karşılık gelmesi gereken bu iki taraftan birinin ağır basması, hikâyenin anlatılan kısmının okurun içinde yerleşip kalmayı sürdürmesine izin verirken, anlatılmayan yarısının, okurun, istesin ya da istemesin, sürekli olarak henüz anlatılmamış olduğunun farkında olmasına ihtiyaç duymasından ötürüdür. Bu nedenle, okur anlatılan hikâyenin anlatılmayan kısmı hakkında kendisi için somut bir anlatılmayan hikâye kurgularken bile –“gerçek”, az ya da çok makul bir hikâye hayal ediyor olsa dahi– anlatılmayan, sadece hayal etmiş olduğu yarının şu ya da bu nedenle konuşulmayan, yazılmayan bir hikâye olduğunu hiçbir zaman unutmaz. Bu nedenle bu dilsiz/konuşmayan kısmı, içeride ve dışarıda, aynı anda hesaba katmak durumundadır, gizli kalan kısmın daha ağır çekmesinin nedeni de muhtemelen budur.
Kurmacalarında anlatmadan geçtiği bu gibi olayların, hallerin yanı sıra, Erpenbeck’in Çongar’la yaptığı söyleşide, paragraflar arasındaki “boşluk”larda da esas hikâyenin ya da esas hikâyeye dair bir şeylerin gizli olduğunu itiraf ettiğini hatırlatayım. (Bu boşluklar nedeniyle editörüyle tartışırlarmış.) Bununla birlikte, bu yaklaşıma ters bir şeyler de var Kairos.’ta. İç dünyanın, bilhassa da cinsellikteki, cinsel hazdaki karanlık yanlara dair hikâyenin derinleştiği yerlerde, Erpenbeck’in kalemi sanki biraz fazla ışıklı kaçmış.
“O öyle olduğu için bu böyle olur” mantığına bizi götürecek (dolayısıyla başka ihtimalleri dışarıda bırakacak, bizim muhakeme alanımızı sınırlandıran, bir anlamda fazla aydınlatmak suretiyle karanlığı koyultacak) bir üst üste gelme, çakışma da var olaylar arasında. Roman bütününde bana istisnai göründüğünü de ekleyeyim bunun.
Yukarıda “romantik” hikâyenin rejimin bir alegorisi mi olduğu sorusundan söz ettim; böyle olmadığının bir nedeni daha var: Hangisinin hangisini temsil ettiği de tartışılabilecek şekilde kaleme almış Kairos.’u Erpenbeck. Bir örnek vereceğim; Katharina’nın yıllar boyunca içerisinde debelendiği, çıkmak dahi istemediği, bunu kendi kabahatinin kefareti olarak gördüğü balçıktan aşama aşama değil, neredeyse ansızın çıkıvermesi, sıyrılması. Elbette zaman içinde değişen birtakım şeyler vardır hayatında, duygularında, ama bütüncül bir kopuşu tahayyül ettiğinden bile söz edilmez uzun süre boyunca; beklentisi, umudu her şeyin yoluna girmesi, ilk zamanlardaki gibi olmasıdır. Ne ki olaylar öyle gelişmez, daha aniden gerçekleşir kopuş. Romanda bunun nasıl olduğuna ilişkin açık bir yanıt yok, ama bakışımızı öbür meseleye çevirdiğimizde bir yanıt ihtimali beliriyor. Genç kadına ilişkin şöyle bir cümle var.
Katharina […] devletle arasına muazzam bir mesafe koymuş. Mesafe, direniş değil, ilgisizlik gibi bir şey yalnızca, kızın gençliğiyle adamın aklının almadığı bir orantısızlık oluşturan siyasi yorgunluk. (s. 166)
Bu kez bu cümlelerin Katharina’nın duygusal ilişkinin belli bir aşamasında ulaştığı hali de ima (temsil?) ettiğini düşünüyorum. “Direniş değil, ilgisizlik” ve “yorgunluk”. Belli bir doygunluk noktasına gelmesi yaşananların (mutluluk anlarının ve sıkıntıların, sevinçlerin ve buhranların) sonrasında ilginin azalması, yorgunluk duyulması. Direniş, diretmek değil de bu kayıtsızlık yükseldiğinde özgürleşilebiliyor. Duvar da böyle yıkılmış olmasın?
Katharina’nın bireysel hayatına dair yazılmış şu cümleleri de benzer biçimde ele alma yanlısıyım – çift göndermeli.
Gelecek, açık uçlarıyla şimdiki zamana sallanarak giriyor, ta ki kendisi şimdiki zaman olana dek, şu ya da öteki insan etine işliyor, gelişen ve belki de katı egemenliğini ansızın başlatıyor. (s. 167)
Gelecek dediği Erpenbeck’in anlatıcısının, özünde ve bütününde değişimin yaşanacağı zaman elbette.
NOTLAR:
[1] Behçet Çelik, "Jenny Erpenbeck’in romanları: sınır, kavşak, müzik" – K24 (k24kitap.org)
[2] Jenny Erpenbeck, Kairos., çev. Regaip Minareci, Can Yayınları, 2023, 382 s. Geçtiğimiz yıl Kıraathane Edebiyat Evi’nde Yasemin Çongar’la Erpenbeck yaptıkları çevrimiçi söyleşide uzun uzun Kairos. hakkında da konuşmuşlardı. Şuradan seyredilebilir: "Jenny Erpenbeck Kıraathane'de".
[3] Jenny Erpenbeck, Not a Novel, A Memoir in Pieces, çev. Kurt Beals, New Directions, 2020, 212 s.
Önceki Yazı

Fahri Güllüoğlu’nun şiirleri:
“Zihin kesik kesik”
“Müziksellik lirik şiirin tutunma noktalarından biridir, şiirin özendiği bir model. Ama burada bir yandan bu model ortaya sürülürken, bir yandan da modele bir çelme atıldığını görüyoruz... Güllüoğlu’nun terimleri, 'fantasia', 'impromtu' veya 'staccato' klasik müziğin kral yolundan yan yollara, patikalara, deneysel ve riskli bölgelere sapıldığını belirtir.”
Sonraki Yazı

Şair, öykücü ve romancılara açık çağrı:
Yürüyelim arkadaşlar!
“Yürüyüş zaman içerisinde neredeyse ideolojik bir zemin ve anlam kazandı. Vaktiyle sadece yoksullara ve köylülere yakıştırılan böylesine sıradan bir rutine burun kıvıranlar bile, bahse konu 'çağdaş tutku'ya kenarından köşesinden sahip çıkabilmek amacıyla çırpınıyor bileklerinde ışıldayan akıllı saatlerin kadranlarına baka baka.”