“İki sanatçı birbirinin bahçesi olabilir mi?”
Eldem Sanat Alanı içinde yer alan Fırın’daki “İki Bahçe Arasında” sergisi, Andreas Ribbung ile Sanem Odabaşı’nın işlerini bir araya getiriyor. Kendi coğrafyalarındaki bitki örtülerinin izini süren sanatçılar kendi düşsel bahçeleri üzerinden yeni bir ortaklığın peşine düşüyorlar...
Fotoğraflar: Elif Çakırlar, Barış Aras
“İki Bahçe Arasında” sergisiyle bahçeler, topografyalar ve ortak hayaller arasındaki yakınlığa dikkat çekiyorsunuz ki, iki bağımsız sanatçı olarak ortak bir hayalin peşinden gitmek oldukça anlamlı bir durum/tavır olarak değerlendirilebilir. Öncelikle sizin için bu ortak düş, “İki Bahçe Arasında” nasıl başladı ve gün yüzüne çıktı?
Sanem Odabaşı: Tanışıklığımız Kültür İçin Alan Projesi desteğiyle oldu. Stockholm’de bir araya geldik ve gerçekleştirmek istediğim çalışma için Andreas’tan dönüt almak üzere bir kahve içtiğimiz sırada fikirlerimi paylaştım. Covid-19 pandemisinin karantina sürecinde bahçelere ve yeryüzüne bakışım değişmişti. Evimizde oluşturduğumuz küçük alanlarda ya da sokak aralarında bile bahçe oluşturma fikrine dönüt eylemlerimiz var. Bir şeyleri yetiştirmek ve onun yetiştiğini gözlemlemek yakından bir bakış sunmakla mümkün olabiliyor. Biraz bu yakın bakışın nasıl olabileceğini ve bahçe gibi geniş bir kavramın ne anlama gelebileceğini konuştuk. Andreas’la birbirimizin önceki çalışmalarına baktık, çok az rastlanan bir şekilde üretimlerimizde birbiriyle konuşan öğelerin olduğunu görmek bizi çok heyecanlandırdı. Andreas eser üretim süreciyle de birbirimizin hem düşsel hem de entelektüel bahçesi olabileceğimizi söylemişti. Bu çok hoş bir yorum ve motivasyondu başlangıç için.
Andreas Ribbung: 2023 yılının Ekim ayında tanıştık. Sanatsal çalışmalarımızı birbirimizle paylaştığımızda uygulamalarımız arasında birçok bağlantı noktasının olduğunu keşfettik. Yaratıcı alışveriş öncelikle görseller aracılığıyla gerçekleşti ve bu görsel diyalog bireysel bakış açılarımızı iç içe geçirmemize ve birbirimizin süreçlerinden ilham almamıza olanak tanıdı.
Sergi Eldem Sanat Alanı/Fırın’da gerçekleşiyor ki, söz konusu bu mekânın kendisine has aurasına da ayrıca parantez açmak gerekir. Özellikle de “bahçe” gibi aynı zamanda bir medeniyeti/kültürü/mimari yaklaşımı temsil eden bir kavramın Fırın gibi özel bir mekânda gerçekleşmesi size ne gibi imkânlar sundu?
Sanem Odabaşı: Eldem Sanat Alanı içinde yer alan Fırın, isminden de anlaşılacağı gibi bir ekmekhaneymiş yıllar öncesinde. Bu mekânın böyle bir belleği var; bir üretimin yapıldığı yer, besleten, çoğaltan bir yermiş. Bir bahçe için yakıştırabileceğimiz medeni ve kültürel unsurları içinde barındıran bir geçmişe sahip o yüzden. Bu mekânın bir sanat alanı olarak dönüşümünde faydalanılan mimari bakış açısı buranın oldukça nefes alan bir yere dönüşmesine imkân vermiş aslında. Bu nedenle serginin de temasında olan bahçe fikrine çok uyan bir sanat alanında eserlerimiz yer aldı.
Andreas Ribbung: Benim için her şeyden önce güzel bir mekân ve eskiden ekmek fırını olan iç bölüm eşsiz fırsatlar ve zorluklar sundu. Tamamen dönüştürüldüğü için bir zamanlar fırın olduğunu kendime hatırlatmam gerekti.
Sergide yer alan resim, dikiş, tekstil kolajı ve el dikişlerinden oluşan işler izleyicilere zamanla kendi kaderine bırakılmış ve modern zamanlarda terk edilmiş doğaya dair yeni bir sorgulama vaat ediyor. Sizin için bu sorgulamanın merkezinde yer alan fikir neydi?
Sanem Odabaşı: “Doğaya dönüş” anlayışından uzakta duran birisiyim. Doğayı terk ettik ve ona geri dönmemiz de pek mümkün görünmüyor. Biz anca doğaya kaçabiliriz artık. Dış dünyanın kaosundan uzaklaşabileceğimiz, biraz olsun dinlenebileceğimiz ve etraftaki şeylere daha yavaş bakabileceğimiz yerlerle uzlaşmamız daha olası geliyor. O nedenle bir bahçe, ufak bir kaçış yeri ve alanı olarak görülebilir. Doğayla daha yakın bir ilişki kurabilmek de o yüzden daha mümkün ve daha samimi oluyor bahçelerde. Bu gözlemleri yaparken, yaşama dair şeylerle ilişki kurarken, sanatımızla nasıl ilişki kurabiliriz ya da iki sanatçı olarak birbirimizin anlayışlarına nasıl yaklaşabiliriz? İki sanatçı birbirinin bahçesi olabilir mi? Bu soruları cevaplama niyetiyle başladı süreç.
Andreas Ribbung: Sanem’le aramızda bir miktar “doğa taklidi” unsuru ve organik süreçlere yönelik ortak bir ilgi olduğunu da eklemek isterim. Bir çeşit kesin olmayan kuralları veya maddeyle ilgili sınırlamaları karıştıran tesadüfi bir süreçle farklı desenler ortaya çıkmaya ve şekillenmeye başladı.
Bir önceki sorunun devamı olarak, söz konusu fikrin peşinden giderken çalıştığınız/ürettiğiniz bunca malzeme size nasıl yol gösterdi?
Sanem Odabaşı: Doğadan elde ettiğim ve iliştirdiğim çok farklı malzemeler, katmanlar ve teknikler yer aldı çalışmalarımda. Örneğin çeşitli bitkilerden kendi ürettiğim doğal boyaları kullandım. Bu nedenle mevsimleri ve zamanları doğru takip etmem gerekti. Bir de hem kâğıtta hem de farklı tekstil malzemelerinde bu boyaları kullandım, o nedenle de her yüzeyde farklı reaksiyonlar verdi renkler. Ya da farklı haftalarda topladığım aynı çiçek türü farklı renkler verebildi. Ben de o kendiliği olabildiğince göstermeye çalıştım.
“Ortaklaşma” sizin aslında sergi ile gün yüzüne çıkardığınız en önemli kavramlardan/meselelerden birisi, ki bahçe dediğimiz şeyin de aslında bir ortaklık fikri üzerinden hareket ettiği düşünülebilir. Bu bağlamda bu ortaklık sergi öncesinde ve sırasında size nasıl bir alan açtı? “İki Bahçe Arasında” için ne tür bir ortaklıktan söz edilebilir?
Andreas Ribbung: Bu ortaklık fikir ve teknikleri özgürce paylaşabileceğimiz, işbirlikçi ve yaratıcı bir ortam yarattı. Bize farklı kültürleri, ortamları ve sanatsal uygulamaları temsil eden iki ayrı bahçenin sanatsal bir diyalogda nasıl birleşebileceğini keşfetme şansı verdi. Sergi bu paylaşılan yaratıcı sürecin ve işbirliğimizden doğan kolektif enerjinin bir yansıması olarak duruyor.
“İki Bahçe Arasında” temelde iki bahçeye bakarken iki farklı kültür ve habitatla bağ kurmaktan da geri durmayan bir sergi. Nihayetinde biri Stockholm, diğeri Eskişehir merkezli olarak üreten iki sanatçı söz konusu ve her biriniz bambaşka bir pratik, geçmiş ve hafızayla hareket ediyorsunuz. “Bahçe” tam da bu noktada size birbirinize dair neler söyledi? Kendi pratiğinizle birbirinizin pratikleri arasında ne tür bağ ve yakınlıklar görmenize zemin hazırladı?
Andreas Ribbung: Sergideki çalışmalarımız besleyip büyüttüğümüz bitkilere benzetilebilir. Onlardan bir “bahçe” yaratabildik ve hatta çalışmalarımızı birleştirerek iki ortak eser oluşturduk. Bu süreçte uygulamalarımız arasında bağlantılar bulduk; farklı geçmişlerimizi, deneyimlerimizi ve sanatsal ifadelerimizi ortak bir yaratıcı alanda harmanladık. “Bahçe” bireysel çalışmalarımızın nasıl birlikte büyüyebileceğinin ve yeni ve kolektif bir şey oluşturabileceğinin bir sembolü haline geldi.
Sanem Odabaşı: Çalışmalarımızın yalın fakat güçlü, sakin ama canlı yanları var. Bu özelliklerin üretim sürecinde ve sergide ortaya çıkabildiğini düşünüyorum. Bu özellikler de bir bahçede görebildiğimiz özellikler. Ve bütün bu üretim sürecinde de ortak bir anlayışı kurmaya özen gösterdik; bu açıdan da ortaklaşma konusuna uzanan bir pratiğimiz oldu.
Sergide yer alan işlerdeki farklı formlar izleyicilere düşsel bir serüven vaat ettiği gibi, bireysel bir yolculuk arayışını da beraberinde getiriyor. Öyle ki, bir noktada düş, imge ve formun iç içe geçtiğini ve “İki Bahçe Arasında”nın bu arayışın bir sonucu olarak var olduğunu iddia etmek mümkün gibi geliyor bana. Bu noktada serginin takip ettiği düşsel serüven sizin imgelerinizle nasıl birleşti ve “İki Bahçe Arasında”nın izleyicilere aynı zamanda bireysel bir yolculuk vaat ettiği söylenebilir mi?
Andreas Ribbung: Resimlerim figüratif ve non-figüratif arasındaki sınırda denge kurarak tam anlamıyla bireysel bir deneyim ve yorum sunuyor. Figüratif unsurlar bilinçaltından kaynaklanıyor ve bu da onlara rüyaya benzeri bir nitelik kazandırıyor. Bu da kişisel keşif duygusunu daha da güçlendirir ve her izleyicinin eseri kendi benzersiz merceğinden yorumlamasına olanak tanır.
Sanem Odabaşı: Gördüğümüz imgelerin birebir aynısını yansıtmaktan ziyade bizde kalan izlerini aktarmaya çalıştık; o yüzden sergi hem düşsel hem de şiirsel bir üsluba sahip. Sergideki eserlere farklı mesafelerden bakılınca farklı yorumları yapabilmek mümkün. Net ve belirgin bir hattı takip etmekten ziyade kesişimlerden, katmanlardan ve çeşitlilikten yola çıktığımız için izleyicinin bireysel düşünü de aktive edebilir sergide yer alan eserler.
Önceki Yazı
Benim Ferit Edgüm
“Edgü’ye göre 'bir sanat yapıtını oluşturan tek öğe dildir'. Ancak Edgü dil derken sadece edebiyatın dilinden değil, resmin ve başka sanatsal alanların dilinden de bahseder.”
Sonraki Yazı
Flört grubuyla söyleşi:
“Sound anlayışımız Türk müzik sektörünün çizgisiyle hiç kesişmedi”
“Analog dönemlerde müzik üretimi oldukça pahalı bir süreçti ve bu süreçleri işletebilmek için yapımcılara ihtiyaç vardı. Müzik üreten biri olarak bu ilk bakışta harika gibi görünmekle birlikte, bu sistemin bazı yan etkilerini de fark etmiş bulunuyoruz: Müzik enflasyonu.”