Hulki Aktunç’un İstanbul yazıları:
Olağanüstü değişen ve değişmeyen şehir
“İstanbul’u Bul Bana, doğma büyüme İstanbullu usta bir edebiyatçının, çalışkan bir entelektüelin, (yazılardan anladığım kadarıyla aynı zamanda bir şehir gezgininin ve koleksiyonerin) yaşadığı şehir üzerine gözlem ve eleştirilerini tarihsel (ve edebi) bir perspektif içerisinde ortaya serdiği kısa, ama çok temel meselelerin özüne değinen yazılarından oluşuyor.”

Kostantiniyye Haberleri gazetesi, Ekim 1989 sayısı. Hulki Aktunç. (Fonda: 1940’lı yıllarda İstanbul)
Bu senenin başlarında Hulki Aktunç külliyatına yeni bir kitap eklendi. Bengü Vahapoğlu’nun, Aktunç’un Mayıs 1989 ile Kasım 1993 yılları arasında yayımlanan Kostantıniyye Haberleri gazetesindeki köşe yazılarını derleyerek yayına hazırladığı İstanbul’u Bul Bana.[1] Gazetenin ismiyle ilgili olarak da Vahapoğlu’nun kitabın önsözünde dikkat çektiği şu nokta önemli. İstanbul Valiliği 1991 yılının başlarında gazetenin yayınını, isminin “Eski Bizans”ı hatırlattığı gerekçesiyle durdurmuş[2] ve gazete 18. sayıdan itibaren Bizim Şehir Haberleri olarak yayımlanmış. Konu yargıya taşınmış, 1992’de mahkeme yayın durdurma kararını kaldırmış ama gazete yayınına Bizim Şehir Haberleri olarak devam etmiş.

İstanbul'u Bul Bana
Hazırlayan: Bengü Vahapoğlu
YKY
Ocak 2024
112 s.
Aktunç’un İstanbul düşkünlüğünü, özel olarak da Kadıköy’e düşkünlüğünü uzun uzadıya anlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum – kendisini “Kadıköy’oğlu” olarak tanımladığını ve bu isimde bir kitap[3] yazdığını söylemekle yetineyim. İstanbul’un birçok yönü yakından ilgisini çekmiştir Aktunç’un. Öncelikle argo elbette. Büyük Argo Sözlüğü’nün[4] yazarı argo bahsine ayırdığı Kostantıniyye Haberleri’ndeki ilk yazısında şu saptamayı yapıyor.
Bir dilin en geniş argo hazinesi, o dilin metropolünde doğar, gelişir. Ha İstanbul, ha Paris, ha New York… (s. 11)
Gelgelelim aynı yazının başlığında vurguladığı üzere, “İstanbul Argosunun Tarihsel Daralışı” da söz konusudur uzunca bir süredir. Bu daralmanın nedenleriyse çok açıktır.
İmdi dünya sınırları, dünyayla ilişkileri ve ilgisi daralan bir ülkenin argosu da daralıyor. Bugünün argosu, bir harikalar panayırını çağrıştıran çeşitliliğini birkaç yüzyıl öncesinden alıyor.Bir ülke, tarihinin dramatik daralışını, argosunda yaşıyor. (s. 13)
Nedir peki birkaç yüzyıl öncesiyle bugünün farkı? Bunun yanıtını da Bengü Vahapoğlu’nun önsözünde bulmak mümkün.
Hulki Aktunç, çok-kültürlü, çok-dilli yapısıyla imparatorluk İstanbul’unun adeta bir mikro kozmosu olan Kadıköy çarşısının bu kozmopolit niteliğini korumaya devam ettiği son günlerine yetişebildi ancak. 1955’te meydana gelen 6-7 Eylül pogromu, 1964 Rum tehciri, 1960’larda artan iç göç dalgalarıy[l]a İstanbul’un demografik yapısı altüst oluyordu. (s. 7)
Aktunç’un ilk öykü kitabının başlığı da –her ne kadar aynı başlığı taşıyan öykü bu konuyla ilgili olmasa da– demografik yapıdaki altüst oluşu işaret etmez mi? – Gidenler Dönmeyenler.[5] Bu kitapta yer alan 6-7 Eylül pogromundan sahneler içeren “Göz Bağı” öyküsü edebiyatımızda bu pogromun ele alındığı ender metinlerdendir.
İstanbul’u Bul Bana’da Hulki Aktunç şehrin yaşadığı altüst oluşta iki boyutun karşılıklı etkileri bulunduğunu birkaç yerde yineliyor:
Evet, kent dokusu, kent dokusu, kent dokusu… ama insan dokusu, insan dokusu, insan dokusu!
İkisini üreten birdir ve ikisini yok eden de birbiri!” (s. 40)
Kent dokusu ile insan dokusu, birbirini sürekli üretir durur… Bu ikiliden birindeki değişim ve dönüşümler, diğerini kaçınılmaz biçimde etkiler… (s. 50)
İstanbul’un yaşadığı değişimin sürekliliğine sıklıkla değiniyor Aktunç, bu konudaki referanslarından başlıcası Ahmet Rasim. Onun Şehir Mektupları’na[6] atıfta bulunduğu yazıda, Ahmet Rasim’in 96 yıl önce kaleme aldığı şikâyetlerin tıpatıp devam ettiğini vurguluyor mesela. (Aktunç’un bu yazısının üzerinden de 31 yıl geçti, Ahmet Rasim’den aktardığı şu sahne bugün de geçerli!)
Havanın gözü yaşarınca çeneleri açılan şemsiye bezirgânları ortalığa yayılarak kimi şemsiyesiz görürlerse onun kulağının dibinde bağırmak suretiyle iş gördüler. Ya arabacılar! Onlar unutulur mu? Böyle havalarda gün onların… Hem de iki kat ücret! (s. 107)
Aktunç’un Ahmet Rasim’in diline ve anlatımına öykünerek yazdığı, hayli eğlenceli bir yazısı da yer alıyor kitapta. Bu arada Ahmet Rasim’in dolaylı bir etkisi daha olmuş Aktunç’un üzerinde. Erken yaşta okula başlamak istemiş Hulki Aktunç, ne var ki kayıt için gittiklerinde ertesi yıl gelmeleri söylenmiş. Okula başlayamayacağı için ağlayan küçük çocuğu gören bir kadın öğretmen, Rasime Aksoy müdür muavinine, “Bu karaböceği benim sınıfıma lütfen yazın” demiş. Çok sonra öğretmeni Rasime Hanım’ın Ahmet Rasim’in kızı olduğunu öğrenmiş Hulki Aktunç.

Kostantiniyye Haberleri gazetesi, Ekim ve Kasım 1989 sayıları. Sağda, Hulki Aktunç'un “İstanbul’u Bul Bana” köşesinden, Konstantiniyye Haberleri gazetesi, Eylül 1989.
Edebiyatımızın son 100-150 yılını az çok bilenler İstanbul’un yaşadığı değişimin kuşaklar boyunca edebiyatçıların zihnini meşgul ettiğinin farkındadırlar. Nitekim Hulki Aktunç da “Eskiler Alan Konak Eskisi” başlıklı yazısında bu noktaya parmak basıyor, ancak kendi kuşağını “1940’larda doğanlar”ı ayrı bir yerde tutuyor.
Doğrusu, 1940’larda doğanlar toplumumuzun, kentlerimizin olağanüstü değişimlerine tanık oldular. Bu tanıklık daha yaşlı kuşaklar için de söz konusu, ama 1940’larda doğanlar, İkinci Dünya Savaşı’nın ezici etkilerini, 1960 dönemecini, 1971’i ve sonunda 1980’i hayatlarının en önemli evrelerinde yaşadılar. […] Bunalımlar, bir tarihçenin “on yıl”ları gibi görünüyor henüz; İstanbul’da yaşayanlarsa bu görkemli şehrin ağır ağır yok edilişini de gözlediler. Hem çevredoğasıyla, hem yapısal dokusuyla, hem insan özüyle. (s. 31)
1940’larda doğmuş, Aktunç’un kuşağından başka edebiyatçılar da yapıtlarında bu “olağanüstü değişimi” gözlemişlerdir. Hulki Aktunç’un altını çizdiği kent dokusu-insan dokusu etkileşimi bu kuşaktaki birçok yazarın, özellikle öykücünün ortak teması olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Söz konusu yazarlar bu temalarda öyküler yazdıkları gibi yazı ve söyleşilerinde de sıklıkla bu konuyu ele almış, tartışmışlardır. Aklıma gelen ilk iki isim; Tomris Uyar (d. 1941) ve Selim İleri (d. 1949). Aktunç’un Kostantıniyye Haberleri’ndeki yazılarını derleyen Bengü Vahapoğlu, geçtiğimiz yılın sonlarında yayımlanan bir yazısında Tomris Uyar’ın –henüz– kitaplarına girmemiş bir yazısından şu satırları alıntılamıştı.[7]
Eskiden eski ve yeni kesimleriyle kozmopolitliğinin özgün çizgilerini yansıtan İstanbul bir bütündü, en büyük özelliği de buydu zaten. Şimdilerdeyse değil kendisine yaraşmaya çalışmak, sanki kent kültürüne uymamakta direnenlerin çabalarıyla bir kişilik yarılması yaşıyor. Derinden yaşadığı bu yarılma, aykırı öğelerin yüzeye çıkıp tek tek sırıtmasıyla çiçek bozuğu bir yüze çeviriyor görünümünü.
İstanbul, kentlileriyle etkileşimi kopmuş ‘kent’in en acınası örneklerinden biri. (s. 33)
Selim İleri’nin külliyatı içerisinde de bu konuya birçok kitapta rastlamak mümkündür. Hulki Aktunç’un da İstanbul’u Bul Bana’da yer alan bir yazısında da atıfta bulunduğu Edmondo de Amicis’in 1874 tarihli İstanbul kitabından yola çıkarak yazdığı yazısında[8] İleri, Amicis’in “sisler içindeki o ‘ilk’ İstanbul hayalinden uyan[ışını]” aktarırken, hem İstanbul’un kozmopolitliğine hem de “olağanüstü değişim”in ne kadar eskilere dayandığına dikkat çekmişti.
Daha da ilginci, İstanbul’un, silinip giden özlü semtlerden yeni mahallelere, üslupsuz binalara, yok edilen yeşillik ortasından geçmiş sözümona büyük, geniş yollara açılıyor olmasıdır.
Bir bakıma, günümüzünkine benzer bir görünüm!
Bununla birlikte, 1874 İstanbul’unun ‘metropol’ havası kolay kolay yadsınamaz:
“Her yüz adımda bir, her şey değişiyor. Burada, bir Marsilya mahallesinin sokağındasınız; dönün, işte bir Asya köyü, tekrar dönün, bir Rum mahallesi, bir daha dönün, bir Trabzon mahallesi. Konuşulan dilden, görünen yüzlerden, evlerin manzarasından memleket değiştirdiğinizi kabul edersiniz: Fransa’dan, İtalya’dan, İngiltere ve Rusya’dan yama parçaları.” (s. 69)

Aktunç, İstanbul’u Bul Bana’da yer alan yazılarını yazmaya başladığında ben de birkaç yıldır İstanbul’da yaşıyordum. Aktunç’un yazılarının yayımlanmasının üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçti. Bugün Amicis’in çizdiği ya da 1940 doğumlu edebiyatçıların çocukluk, gençlik yıllarından aktardıkları İstanbul’u, yahut Aktunç’un otuz yıl öncesinin İstanbul’a dair şikâyet ve gözlemlerini okurken ilginç bir şey dikkatimi çekiyor. Birincisi, birçok sorunun aynı kaldığı, ama aynı zamanda birçok şeyin “olağanüstü” değiştiği. Bunların yanı sıra, İstanbul halen bir metropol, daha da şişmiş, İzmit’e ve Tekirdağ’a doğru yayılmış ve kalabalıklaşmış bir metropol. Hulki Aktunç, İstanbul’un barındırdığı çeşitliliği geçmişten aldığını vurguluyordu. Bu saptama büyük oranda geçerliliğini korumakla birlikte, İstanbul’un son on-yirmi yılda aldığı göçlerin etkisi düşünüldüğünde, yeni bir tür kozmopolitlikten de söz etmenin mümkün hale geldiği söylenebilir. Değişim son sürat berdevam, ancak “kent dokusu-insan dokusu” ilişkisi de öyle. Ne ki değişmeyen temel bir dinamik daha var, hatta eskisinden daha da hâkim bir dinamik bu. Otuz üç yıl önce Aktunç bu dinamiği şöyle ifade etmiş.
Son yıllarda ilginç bir şehir vezni ortaya çıktı. Avrupa kentlerine özenen, her yerde asgari alışveriş olanaklarının benzerlerini öneren, eğlenceyi, yeme içmeyi, ulaşımı birbirine yaklaşık üsluplarda sunan bir şehir vezni. 1960’larda bile, Türkiye “kocaman ve bir tek büyük piyasa” değildir; küçük şehirlerin küçük dünyaları, biraz da, ayrı ayrı piyasacıklar oluşturmalarından geliyordu. Şimdi, koca ülkeyi günden güne daha da kaplayan o “bir tek ve ülke boyutunda piyasa”, olumlu ve olumsuz yönleriyle egemen. Olumlu yön, Türkiye insanının daha iyi yaşama özlemine denk düşen gelişmeler içermesi. Olumsuz yön, şairin “hep aynı şey aynı aynı aynı” dediği gibi, ülke boyu piyasanın şehirleri kişiliksizleştirmesi.” (s. 81)
İstanbul’u Bul Bana, doğma büyüme İstanbullu usta bir edebiyatçının, çalışkan bir entelektüelin, (yazılardan anladığım kadarıyla aynı zamanda bir şehir gezgininin ve koleksiyonerin) yaşadığı şehir üzerine gözlem ve eleştirilerini tarihsel (ve edebi) bir perspektif içerisinde ortaya serdiği kısa, ama çok temel meselelerin özüne değinen yazılarından oluşuyor. Aktunç’un sadece şehrin sorunlarından, gidenlerden ve dönmeyenlerden söz ettiği zannedilmesin; vefanın, alaycılığın, argonun, özlemlerin, hatıraların farklı ölçeklerde ve iç içe geçerek yer bulduğu bu denemelerde şehrin delilerini de anlatıyor, şehre izleri düşmüş Cemal Süreya, Yusuf Atılgan gibi edebiyatçıları da.
NOTLAR:
[1] Hulki Aktunç, İstanbul’u Bul Bana, YKY, 2024, 110 s. Kitabı yayına hazırlayan Bengü Vahapoğlu, Aktunç’un gazetedeki köşesinin üstbaşlığının da “İstanbul’u Bul Bana” olduğunu belirtiyor.
[2] Gazetenin Mart 1991 tarihli sayısında Aktunç o sayıya özel sütun başlığını değiştirmiş ve “Kostantıniyye’yi Bul Bana” yapmış. Sebebini de şöyle izah etmeye çalışmış: “Değişikliğin nedenini anlatmaya çalışan bazı karalamalar yaptım; ama bu açıklama çabaları, 20. yüzyıl sonunun bir vatandaşı olarak benliğini yaraladı. Utandım.” (s. 77)
[3] Hulki Aktunç, Kadıköy’oğlu, Heyemola Yayınları, 2009, 127 s. Bu kitap hakkında yazdığım yazı şuradan okunabilir.
[4] Hulki Aktunç, Büyük Argo Sözlüğü (Tanıklarıyla), YKY, 14. baskı, 2023, 416 s.
[5] Hulki Aktunç, Gidenler Dönmeyenler, Günebakan Yayınları, 1978, 167 s.
[6] Ahmet Rasim, Şehir Mektupları, İBB Yayınları, 2024, 750 s.
[7] Aktaran Bengü Vahapoğlu, “‘Her Şey Nasıl Korkunç, Nasıl Hızla Bağlaşıyor’: Tomris Uyar’ın Öykülerinde Kent Deneyimi”, Kum Tanecikleri Anlatıcısı Tomris Uyar Sempozyumu, Nilüfer Kütüphane, 2023. Vahapoğlu’nun alıntı yaptığı yazı İstanbul dergisinin Temmuz 1995 tarihli 14. sayısında yayımlanmış; “Değişim Sancısı: Kent Kadını” başlığını taşıyor.
[8] Selim İleri, İstanbul’un Sandık Odası, Everest Yayınları, 2013.
Önceki Yazı

Haftanın vitrini – 14
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Tatavla'nın “Kurtuluş”u / Aramızda Kalmasın / Ben Yapmadım, Beynim mi Yaptırdı? / Çalınan / Doğu Batı Dergisi / Edebiyat Fabrikası / Kadından Doğma / Kaplumbağa Ayaklanması / Neden Çalışalım ki? / Yüzüncü Yıl Notları