Hanau'daki yayalar için bir ses yolu
Doğup büyüdüğü şehir Hanau'da yaptığı daimi ses sergisi üzerine Hakan Kurşun'la söyleşi yaptık, ayrıca Hanau Belediyesinden Martin Hoppe ile serginin Hanau için önemine dair konuştuk...

Hakan Kurşun
İnsanlar hayatının pek çok dönemini bir şarkıyla, filmle ya da kitapla ilişkilendirmeyi severler. Benzerlik kurmak, iliştirmek, bağlantı kurmak şeyleri ya da olguları anlamanın bir yoludur bizim için. Bazen de anlatmanın… Müzisyen Hakan Kurşun da buna çok benzer bir şeyi daha farklı bir amaçla yapmış. Almanya’nın Hanau kentinde doğup büyüyen Kurşun, Hanau için bestelediği 6 parçadan oluşan bir ses sergisini şehre armağan etmiş. Eylül 2024 tarihi itibariyle süresiz olarak açık olan Klangweg adlı sergi gezilebiliyor/dinlenebiliyor. İnternet üzerinden de dinleyebilirsiniz.
Hanau Belediyesi’nin Kültür, Kent ve Uluslararası İlişkiler Başkanı Martin Hoppe ile birlikte bu sergiyi gezip hem kent hem de sergi hakkında konuştum. Klangweg (Ses Yolu) adlı sergi, Geburt (Doğum), Traum (Rüya), Regen (Yağmur), Kraft (Güç), Erde (Toprak) ve son olarak Weite Zeit (Geniş Zaman) adındaki istasyonlardan oluşuyor. İstasyonların bulunduğu yerlerde küçük plakalar üzerinde bir-iki cümlelik bilgilendirme notu ve besteleri dinlemek için de QR kodlar yer alıyor. Plakaların yerleştirildiği istasyonlar için hem şehir tarihi hem de sanatçının yaşamı için önemli yerler seçilmiş. Martin Hoppe’nin söylediğine göre, 19 Şubat 2020’de Hanau’da gerçekleşen dehşet verici saldırıdan sonra Hakan Kurşun, Belediye Başkanı’na yazarak Almanya ve Türkiye arasındaki duygusal bağların güçlendirilmesi, demokratik değerlerin düşünülmesi adına şehre katkıda bulunmak istediğini söylemiş. Martin bunun için fikirler ortaya çıktıktan sonra Kulturfonds Rhein-Main e.V. Başkanı Dr. Julia Cloot ve Nilüfer e.V. Başkanı Mehmet Kuşcu ile görüşüp projeye destek vermelerini istemiş.

Hem bir belediye çalışanı olarak hem de vatandaş olarak bu serginin şehre katkısını değerlendirmesini istiyorum Martin’den. Bavyera bölgesinin, Hanau’nun 17. yüzyıldan beri sürekli göç aldığından bahsediyor.
“Yıllardır ve hâlâ nüfusun yüzde 20’si her 5 yılda bir değişiyor. Her değişimle birlikte bazı şeyleri yeniden açıklamak gerekiyor. Örneğin önümüzdeki yıl saldırının üzerinden 5 yıl geçmiş olacak. Ve bunu bilmeyen insanlar var. Bu yüzden o insanları küçük de olsa böyle şeylerle hatırlatmamız gerek. Öğrenmeli ve öğretmeliyiz.”
Eylül ayından beri açık olan sergiye ilginin nasıl olduğu ve kalıcı sergi olmasının önemi üzerine konuşuyoruz:
“Bunun uzun süreli bir proje olmasını çok önemli buluyorum. Üstelik yeni medyadan da yararlanıyoruz. Örneğin Yeni Zelanda’da gece yarısı saat ikide bile internet sitesine girip müzikleri dinleyebilirsiniz. Ayrıca kalıcı bir sergi olduğu için yeni şeyler ekleme seçeneğimiz de var. Evet, Eylül 2024’te Belediye Başkanı, hastane yetkilileri, Goodyear yetkilileri ve bazı basın mensuplarıyla sergiyi açtık. Elbette dünyanın her yerinden insanlar bu sergiyi görmek için gelmiyor. Amaç da bu değil zaten. Örneğin Neustadt Rauthaus’un orada, insanlar dinlenmek için oturduklarında plakaları görüp müziği dinleyebiliyorlar. Ve biraz düşünmek için fırsatları oluyor.”
Martin’le yaptığımız küçük turun ardından Hakan Kurşun’la konuşup projeyi bir de ondan dinlemem gerektiğini fark ediyorum...
Açık Radyo’daki röportajınızı dinledim; o programda göç politikalarında uygulanan entegrasyon yaklaşımını doğru bulmadığınızı, katılımcı toplumun önemine daha çok inandığınızı söylüyorsunuz. Bunun Klangweg’le bağlantısını nasıl kurdunuz? Mesela Klangweg bu katılımcı toplum fikrine nasıl bir katkı sunabilir sizce?

Düşünmek için zaman aralıkları oluşturabilir. O kadar hızlı bir dönemde yaşıyoruz ki, düşünmeye çok az vakit harcıyoruz. Çok hızlı kararlar verdiğimiz dönemler oluyor. Entegrasyon oturmuş bir kavram. Herkes entegrasyondan bahsediyor ama… Ben de hayatım boyunca entegre olmaya çalıştım. Dolayısıyla belli bir yaştan sonra aslında bunun çok da bir işe yaramadığını hissetmeye başladım. Entegrasyondan uzaklaşmaya ve bunun da mekanik bir işlem olduğunu düşünmeye başladım. İnsanların birlikte olabilmesi için katılımcı düşüncenin ve sorumluluk etiğinin gelişmesi gerektiğinden yola çıktım ve belki müzikle, seslerin dokusuyla, tınılarıyla insanları düşünmeye teşvik edebilirim diye düşündüm. Öyle bir bağlam var. Müziklerin amacı aslında insanları düşünmeye teşvik etmek. Ne düşünmeleri gerektiğiyle ilgili özellikle bir şey yazmadım. İnsanlar kendi istediklerini düşünsün. Müziklerimdeki niyet aslında katılımcı olabilmek için alan yaratmak.
Bu projenin sizden çıkması, sizin böyle bir öneride bulunmanız üzerine belediyenin hemen harekete geçip uygulamaya başlaması, belki de katılımcı toplumun bir örneği olabilir, entegrasyondansa…
Evet!
Peki, her şeyin çok hızlı olduğundan bahsettiniz. Bu da beni daha sonraki sorularımdan birine getiriyor aslında. Bestelerin birinin adı geniş zaman. Neden zaman değil de geniş zaman? Her şeyin bu kadar hızlı olmasıyla bir bağlantısı var mı?
Geniş zaman… Aslında ben belli dönemlerde zamanı hayatımda hızlandırmaya çalıştım, belli bir dönemde de yavaşlatmaya çalıştım. Geniş zaman aslında zamana bırakmak… Zamanı duraklattığımızda alışkın olduğumuz bazı periyotlar var en basitinden; kalbimizin atış hızı. Onu bile yavaşlatabiliyoruz. O da kendi içinde bir yandan hızlanıp yavaşlıyor. Bu biraz karışık bir konu tabii… Hayatımın belli dönemlerinde otonom sinir sistemiyle ilgilendim. Çünkü o bizi neticede sürekli bir şekilde sürüklüyor; biz ona ne kadar müdahale ediyoruz, o bize ne kadar müdahale ediyor ve onunla aramız nasıl derken müziği yavaşlatmaya başladım. Yani belli bir yaşıma kadar daha hızlı çalayım, daha hızlı yaparsam daha iyi olur gibi bir dürtü vardı içimde. Bir yerden sonra dedim ki, bir dakika, ben tam tersini yapmaya çalışayım, daha yavaş çalayım. Ne kadar yavaş çalabilirim? Sonra o kadar yavaş çalmaya başladım ki, bu sefer kendimce şartlanmış olduğum periyotların içinde aslında ayrı dünyaların olduğunu fark ettim. Geniş zaman oradan geliyor; alışkın olduğumuz periyotların arasındaki o geçişken bölgeler. Vurguların arasındaki alanlar… Bende öyle olmuştu, o alanlar sanki bir yokluk gibiydi. Halbuki o alanların içinde de çok büyük evrenler var, dünyalar var. Zamanı açtığımızda periyotlara değil de periyotlar arasındaki, daha doğrusu vurguların arasındaki alana odaklandığımızda geniş zaman oluşuyor diye düşündüm.

Yine zaman kavramından ilerleyeceğim. Altı bestenin bir tanesinde metronom kullandım, diğerlerinde zaman dalgasını açık bıraktım demişsiniz. Teknik bir şey gibi gelmiyor benim kulağıma. Çok soyut ama aynı zamanda herkesin hayatında hissedebileceği bir şey gibiymiş geliyor. Zaman dalgasını açık bırakmak dinleyicide nasıl bir etki yaratıyor? Sizin besteleme sürecinizde nasıl bir etkisi oldu?
Periyodik sistemler hayatımızda çok fazla yer almaya başladı. Müzikte de periyodik sistemler mevcut. Özellikle ‘80’lerden sonra bilgisayarla çalışmaya başlayınca… Metronom uzun zamandan beri vardı, bir çalgı olarak da, bir ses olarak da… Ve müzik yaparken belli bir zaman aralığına yaslanarak, belli bir periyot sistemine yani metronomu kullanarak kendi zamanımızı kontrol ediyoruz, hızlanmamak ya da yavaşlamamak için… O sürekliliği sağlamak için… Bu da bir müziksel yaklaşım. Buna mutlak zaman diyebiliriz. Bir de izafi zaman var. Yani açık zaman var: Metronomsuz çalmak. Akustik müzik, birçok müzik türünde. Eskiden müzik açık olarak kaydedilirdi. Caz, rock, pop… Bilgisayarın kullanımı sonucunda daha çok metronomlu müzik yapılmaya başlandı. Bugün dinlediğimiz popüler müziğin büyük çoğunluğu metronomlu müziktir. Metronomlu müzik de çok güzeldir. Ben hayatım boyunca metronomlu müzik yaptım. Metronomsuz müzik de yaptım. Ama bu çalışmayı yaparken kendi kendime dedim ki, bunu açık kaydetmelisin. Açık çaldığınız zaman, yani metronomsuz, o zaman herhangi bir zamansalsınırlama, süreklilik söz konusu değil. Tamamıyla siz kontrol ediyorsunuz müziğin nereye gideceğini; dolayısıyla değişken zamanda çalıyorsunuz. Değişken zaman müziksel anlatımda muazzam bir kuvvet. Müziği yönlendirmek, hızını yönlendirmek… Bunu bu projede kullanmak istedim. Hem kamusal alanda olduğu için hem de kendimi rahat ifade edebildiğim için. O yüzden özellikle şarkıları açık kaydettim. Bu da hissediliyor, örneğin Geburt parçasındaki tempo yapısı tamamen içsel ve değişken. Anlatımın çok önemli bir parçası zaman değişikliği. Erde’de bilinçli olarak sabit bir zaman kullanmak istedim. Onun da kendine has bir güzelliği var. Sabit zaman içinde kendi zaman aralıklarınızı oluşturabiliyorsunuz ama sonra tekrar geri gelip daha önce vermiş olduğunuz hız kararına, tekrar oraya yaslanıp devam edebiliyorsunuz. Onun da kendine has bir dünyası var.
Parçalarda kültürel ya da etnik unsurlar yok. Çok daha evrensel bir şeyle karşı karşıyayız sanki. Bendir de kullanıyorsunuz ama gitar da var ve bunların parçalarda yer alış biçiminde herhangi bir etnik tını yok. Bunun bir nedeni var mı?

Tamamıyla içsel… Ses tınılarının neden olduğu bazı birikmiş görseller, hayatlar, anılar olabiliyor. Ben hâkim olduğum çalgıları çaldım ve ses tınılarının neden olacağı imgeleri katmak istemedim. Çünkü bu kombinasyonla kendimi ifade edebiliyorum. Ses dokularını tasarlarken çok düşündüm. Ne yapmam gerektiğini… Mesela kuvvet var, Kraft; fabrikanın girişinde… Fabrikayla çok anım var. Nasıl bir ses dokusu oluşturursam bu hissi verebilirim ve bu anlaşılır… Orada bendir ve akustik gitar var kuvveti simgeleyen. Akustik piyanoyu kullandım birkaç parçada; onun neden olduğu derinliği kullanmak istedim. Bu sesler benim hayatımda var olan, benim hâkim olduğum ses renkleri ve çalgılar. Onlarla rahat ediyorum, bu yüzden onlarla oluşturdum kurguyu. Yani bu da tamamıyla içsel; nasıl hissettiysem öyle çaldım. Bunu da çok düşündüm, yani nereye varmalıyım; çünkü kamusal alanda olacak, müzikle karşılaşacaklar. Daha geniş bir kitleye müziğimi anlatabilmek için seslerin renklerini çok daha minimalize ettim, çok daha kompakt, anlaşılır sesler elde etmek istedim. Birkaç parçada synthesizer sesleri var. Onları da tasarladım. Onlar da işte bugünü ve yarını simgeliyor. Her çalgı aslında farklı dönemleri simgeliyor. Gitar ve akustik piyano modernizmi simgeliyor bir noktada… Synthesizerçağdaş müziği simgeliyor. Seslerle dönemler arasında bir ilişki kurdum. Ana çalgım gitar. Gitarı da istediğim gibi çaldım.

Anladığım kadarıyla besteleri yapma sürecinizde kamusallık fikri sizi çok yönlendirmiş.
Heyecanlandırdı… Gerdi… Daha da çok düşünmeme neden oldu. Bir de daimi bir sergi olması aslında ocak ayında kesinleşti. Daha önce bunu geçici bir sergi olarak sunmuştum. Sonra belediye sağ olsun, daimi bir sergide karar kıldı. Bu tabii nabzımı bir hayli yükseltti. Çünkü geçici bir sergide daha dürtüsel davranıp daha farklı bir hisler demetiyle yola çıkabilirdim. Sürekli bir sergi olması bende muazzam bir sorumluluk yarattı. Otuz sene sonra da dinlenecek, elli sene sonra da dinlenecek belki. Birisi bunu o zamanlarda dinlediği zaman anlaşılır olsun istedim. Ses dokularını tasarlarken, besteleri yaparken nasıl armonik bir ilerleme olabilir, nasıl melodik bir yapı olabilir, çalgılar arasındaki etkileşim nasıl olmalı... Bunların hepsini düşündüm açıkçası. 3-4 ay sadece düşündüm, maketler yaptım, düşündüm, besteledim attım, tekrar besteledim attım. İlginç bir üç ay geçirdim. Sonra bestelerin çalgı seçimlerini yaptım. Ondan sonra da kaydettim. Yaklaşık üç ay da o sürdü. Kamusal alanda olması bambaşka bir sorumluluk getirdi. Daha önce albümler kaydetmiştim. Kendi kişisel albümlerim var. Bir albüm yaparken kalıcı ve kamusal alanda olacağını düşünüyorsun. Ama bu sanki daha kişisel. İnsanların o müziklerle karşılaşması daha rastlantısal ve kişisel olabiliyor. Böyle bir durumda şehrin içine aslında bir ses atmosferi ekliyorsunuz. Onun sorumluluğu bambaşka bence. O yüzden mesela söz yok. Bir yerde çok az söz var, çok kısık bir şey, bir cümle… Ama genelinde söz yok, eklemedim.
Kamusallık sebebiyle…
Evet, kesinlikle…
Söz yok zaten, bunu söylediniz, hiç görsel de yok…
Bir tane var aslında. Madur Dağı’ndan bir çayır resmi. O var sadece. Onu da çok düşündüm.
Mesela Dunlop’un orada bir plak var, acaba ‘60-‘70’lerden bir görsel olamaz mıydı?
Tabelaların üzerine ne koyacağımızı iki sene düşündük. İki sene aslında ne besteleyeceğimi de bir yandan düşünüyordum. Tabelalarda ne yer alacak… İletişimde görsellik çok kullanılıyor; burada odak işitsellik ve neticede amaç yayaları sesleri dinlemeye teşvik etmek. İmgelerle, görsellikle bir müzik çalışmasına ilgi çekmeye çalıştığınız zaman gördüğünüz şey doğrudan bellekteki birçok veriye ulaşıyor. Hemen bir yargı sistemi devreye giriyor; iyi-kötü, sevdim-sevmedim. Çünkü resim böyle… Birçok zevk sistematiği devreye giriyor. Yazı daha derin bir iletişim formu, çünkü o yazıyı okudukları zaman, göz yazıyı gördüğü zaman hemen bazı mekanizmaları kapatıyor; güzel ya da çirkin… Ve okumaya başlıyor. Okumaya başlayınca oradaki kontekst ve sentaks sonucunda bir kanıya varıyor ve diyor ki, ben bunu dinleyeceğim ya da dinlemeyeceğim. Dolayısıyla tabelalarda öncelikle linguistik iletişimle dikkat çekmek istedik. Farklı şekillerle ya da formlarla ya da resimlerle… Düşünce köprülerini kurmak istemedik.
Yönlendirmek istemediniz.
Evet yönlendirmek istemedik. Hızlı karar verirdi karşılaşan kişi. İlgi de çekebilirdi tabii. Ama o alanı kullanmak istedik. O bilgileri okusunlar. Az bilgi var zaten. Oradaki en önemli cümle aslında: Her gün yeni bir gün… Ve diğer istasyonların da bilgisinin orada olmasını istedik. Öyle bir çalışma… Bir tane görsel var, o da işte Madur Dağı’nda çektiğim çayır resmi. Benim çok sevdiğim bir yer. Geçen yaz çekmiştim.
Regeneration’ın videosunda da oradan bir görsel var, değil mi?
Evet ama o fotoğraf yok. Orası böyle düşünmek için hoş bir yer. İlginç bir coğrafya, güzel bir yer. Biraz rahatlatıcı. O resimde koyunlar var. Bir dağ düşünün, 2.200-2.300 rakımdasınız, zirve 2.400 küsur. Yani zirveye çok yakın yerlerde dolaşabiliyorsunuz. Hiç kimse yok; bir tek koyunlar ve çoban vardı uzakta. Birçok fotoğraf çekmiştim. Sonra bu fotoğrafa baktık. Onların da hoşuna gitti. O fotoğrafa ilk baktığınız zaman bir rahatlama oluyor, ben öyle hissediyorum. Biraz medeniyet de var, koyunlar var, çoban var… Ekonomi… Birçok şeyi de simgeliyor aslında. Yaşam, devamlılık, kuvvet. Soyut bir şey de olabilirdi, grafik olabilirdi, Hanau tarihinden bir şey olabilirdi ama bence bu güzel anlatıyor.
Ses Yolu şehrin kimliğine nasıl bir katkı sağlıyor sizce? Ya da siz nasıl bir katkı sağlamasını umuyorsunuz?
Ben düşünmek için zaman aralıklarının açılabilmesini umut ediyorum. Klangweg’i ziyaret eden ya da Klangweg’le yürüyen yayaları hayal ederek besteledim. Bütün bu kurgu da yayalarla ilgili. Onları dinledikleri zaman biraz rahatlamalarını umuyorum. Şehrin düşünce sistematiklerinin gelişimi için alanlar yaratabileceğini ümit ediyorum.
Çok indirgemeci soru olabilir. Bu altı besteden birini seçseniz “İşte bu, Hanau” dediğiniz beste hangisi olurdu?
Geburt.
Kraft diyeceğinizi düşünmüştüm.
Kraft da çok iyi, Geburt, Weite Zeit… Kraft beni daha çok anlatıyor. Geburt, Hanau… Biraz da Weite Zeit… Çünkü onda sonlara doğru ortalık karışıyor. Orada çok gerilimler de var, ama Geburt parçasının yeri bir başka.
Çok teşekkür ederim bu güzel söyleşi için.
Ben teşekkür ederim.