• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Timur Çelik’e veda:

‘Düpedüz gerçekçi’

“Yaptığı resimlerde Berlin’in nabzını, sokakların hikâyelerini ve insanların yüzlerini ‘yakın çekim’ görebilirsiniz. Bir şehir ve insan portrecisidir Timur Çelik. Bir ‘kayıt etme’ ustasıdır; insanları, ifadeleri ve olayları kaydeder.”

Timur Çelik. Arkada, 2009'daki resimlerinden birinin ayrıntısı: 'u-bahn schönleinstrasse'. (kolaj)

AHMET ERGENÇ

@e-posta

PORTRE

23 Ocak 2025

PAYLAŞ

Timur Çelik’i geç tanıdım ama çok sevdim. Bu harika ressam, bu harika arkadaş birkaç gün önce aramızdan ayrıldı, ardından ince bir sızı ve büyük bir üzüntü bırakarak. Böyle bir veda yazısı yazarak kendisine olan vefa borcumu ödemek ve üzerimize çöken hüznü biraz dağıtabilmek istedim.

Timur’la geçen sene bu sıralar Berlin’de tanışmıştık. Timur o kadar Berlinli, Berlin’deki kültür ve siyaset çevresinde, diasporada o kadar tanınan biriydi ki, Berlin’e gidenlere söylenen şeylerden biri de “Timur Çelik’i ziyaret et” olurdu. Bu tavsiyeye uyup onu ziyarete gitmeyi zaten düşünüyordum ki, daha ilk akşam Memed Erdener’in sergi açılışında tanıştık. Önce ayaküstü sohbet, sonra uzun bir gece. Bu geceyi anlatırsam, Timur Çelik’in nasıl biri ve nasıl bir sanatçı olduğunu da anlatabilirim sanırım.

Timur Çelik, 'Berlin', 260x200 cm, tuval üzerine yağlıboya, 2008.

Erdener’in sergisinde ayaküstü konuştuktan sonra, sergiden sonra verilen yemekte, masada yan yana düştük Timur Çelik’le. Kısa süre içinde ‘kafamızın tuttuğunu’ ve bir özel yakınlık kurulmaya başlandığını anladık; sanki eskiden, çok eskiden tanışıyormuş gibi. Berlin’de yaşamak, sürgünler, olaylar, kültür-sanat ortamları, siyaset, edebiyat ve diğer şeylerden bahsederken ortak bir dil ve ortak bir espri oluşmaya başladı aramızda. Sonra, bana şöyle bir bakıp, halen hatırladığım bir şey söyledi: “Sen de iyi serseriymişsin.”

Serseriyi tabii ki bir iltifat olarak kullanıyordu; ben de bu iltifatı görerek, “Sen de baş serseriymişsin” gibi bir şey demiştim. Ele avuca sığmaz, önceden belirlenmiş yollara uymaz, hayatın garip yollarında dolaşmayı seven, yoğun ve tahmin edilemez bir hayat süren kişi anlamında ‘serseri’. Evet, kendisi ‘serseri’ bir abimizdi; hayata karşı acayip meraklı, büyük büyük, heyecanlı heyecanlı konuşan, hayat denen, dertli denen şeyle dans edebilen bir serseri abimiz.

Timur Çelik, Tayyip Erdoğan portresiyle.

O gece yemek masasından kalktığımızda, beni ve birkaç kişiyi de kast ederek, “Hadi içmeye gidiyoruz” dedi. Halbuki o masada da içiyorduk. Ama onun “Hadi içmeye gidelim” dediği şey başka bir şeydi. Berlin’in daha underground barlarında, daha underground kişilerle karşılaşmalardan bahsediyordu. Onun teklifine uyarak önce Neuköln’de Türkiye’den birilerinin açtığı bir bara gittik. Türkiye’den ve dünyanın başka yerlerinden Berlin’e ‘kaçanların’ ve sığınanların uğrak yeri olan bu barda Berlin, İstanbul ve siyasi olaylara dair sohbetler yaptık. Türkiye’nin siyasetini ‘uzaktan ama yakından’ izliyordu.

Sonra da oradan, sokakları hissede hissede yürüyerek, arada birileriyle konuşarak, Kreuzberg civarında başka bir ‘sabaha kadar açık’ bara gittik. Berlin’in ‘uyumak istemeyenleri’nin bir araya geldiği bu son bar ‘gecenin sonuna yolculuk’ gibiydi. Masada Timur Çelik, Selçuk Duran, Aslı Dinç ve ben vardık, etrafımızda da Berlin’in ‘uyumak istemeyen’ serserileri. Ve evet, o bardaki, o son bardaki en ‘kıdemli’ kişi Timur Çelik’ti; altmış dört yaşında bir genç olarak, bütün hayat heyecanıyla oradaydı.

Timur Çelik, “Görgü Tanığı” serisinden, 2020.

O geceden kafamda kalan izlenim şuydu: Timur Çelik ‘dipsoman’ diyebileceğim bir tutku ve heyecanla insanları, halleri ve hikâyeleri yokluyor, sokakları adeta kokluyor ve insanların yüzüne de doğrudan, gözlerini kaçırmadan bakıyordu. Sokaklar, hikâyeler ve suratlar. Bu üçü sanırım Timur Çelik’in sanatının da üç temel unsurudur. Yaptığı resimlerde Berlin’in nabzını, sokakların hikâyelerini ve insanların yüzlerini ‘yakın çekim’ görebilirsiniz. Bir şehir ve insan portrecisidir Timur Çelik. Bir ‘kayıt etme’ ustasıdır; insanları, ifadeleri ve olayları kaydeder. O dağınık görüntüsünün altında son derece özenli ve hassas bir kayıt aygıtı gizlidir desem yeridir.

Bu uzun geceden iki gün sonra, Erden Kosova ile birlikte Timur Çelik’in atölyesine gittiğimde, orada bir ‘yüzler’ ve ‘portreler’ geçidiyle karşılaştım ve bir de Berlin manzaralarıyla. Atölyenin orta yerinde sehpa olarak kullanılan tabureye konan üç bira eşliğinde yine hararetli, daldan dala geçen bir konuşma başladı. Bu konuşma hali için ancak ve ancak ‘hayat dolu’ diyebilirim. Nietzsche’nin kast ettiği anlamda dirimsel bir yoğunluk da diyebilirim buna.

Timur Çelik'in fırçasından Osman Kavala (solda), liseli Hrant Dink

Bu ‘hayat dolu’ hal, bu dirimsel yoğunluk Timur Çelik’in portrelerinde de görülür. O portrelerde kişiler donmuş değil, sanki ‘hareket halinde yakalanmış’ gibidir. Hiperrealist değil, başka bir şey var burada. Hiperrealizmin o donuk haline uymayan, bize doğru bakan, yoğun portreler. Christoph Tannert bu hal için ‘nabız’ benzetmesini kullanmış ve şöyle demiş:

“Portreleri boyanan yüzlerde gözden kaçmayan bir nabız var – işte bu da çağdaş olma çabasında olan, ancak sadece söylemlerin cansız karikatürleri olabilen, kuru bir anlatıma sahip resimlerle arasındaki farkı açıklıyor.”[1]

Hayatla iç içe, burun buruna bir ‘yakınlık’ var burada.

Timur Çelik üzerine en güzel yazılardan birini yazmış olan merhum Özgür Uçkan da bu portrelerdeki dirimsel gücü şöyle açıklamış:

“Büyük boyut sadece işlerin boyutlarıyla ilgili değil; her durumda tuvaldeki boyutlar büyüyor: Çünkü her şey yakın-plan ve bu, bakışın menzilini yakınlaştırıyor, bakışı yavaşlatıp derinleştiriyor, algıya nüfuz etme gücü veriyor.”[2]

Bu algıya nüfuz etme ve nabız gibi atma tespitlerine ben biraz da ‘tuhaflık’ eklemek isterim. Portrelerinde, o yüzlerde genellikle biraz tuhaflık, biraz ‘dağılmış’ ya da ‘hırpalanmış’ bir ifade, biraz deformasyon vardır ki, bu da o portreleri soğuk birer portre olmaktan çıkarıp, eti kemiği hissedilen ve genelde ‘trajik’ bir şeye dönüştürür. Mesela, yaptığı büyük boyutlu Birol Üner portresinde, Üner sanki az önce bir kavgadan, belki de ‘hayat kavgası’ denen şeyden, varoluşsal bir kavgadan çıkıp gelmiş gibidir.[3] Timur Çelik’in bir ‘tuhaflık’ ya da bir ‘kusur’ ekleyerek, o portreleri ‘hiperreal’ bir soğukluktan çıkarıp ‘düpedüz gerçek’ bir şey yaptığını söylemek isterim. Ya da kendi deyimiyle, ‘duygusal gerçekçi’ bir estetik kurduğunu.

Timur Çelik, Birol, 200x150 cm, tuval üzerine yağlıboya, 2010.

Timur Çelik’in portresini yaptığı kişilerle Ulus Baker’in bahsettiği anlamda bir dostluk kurduğunu düşünüyorum. Şöyle demişti Baker:

“Kendisine yakınlık duyduğumuz, sempati duyduğumuz, bize bu izlenimi verecek şeyde, yani kendisiyle dostluk kuracağımız her şeyde, şöyle bir ‘başka dünyadan’lık… bir tür tuhaflık olmazsa asla dostluk kurulamaz.”[4]

Timur’un sadece kendi ‘dostlarını’ değil, dünyadaki ve bilhassa Türkiye’deki birçok muhalif siyasi ve kültürel figürü de resmettiğini hatırlayalım ve biraz sıralayalım kimlerin resmini yaptığını: Hrant Dink, Tahir Elçi, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Eren Keskin, Gülten Kışanak, Ahmet Türk, Aslı Erdoğan ve diğerleri. Ayrıca ‘Görgü Tanığı’ adlı serisinde de Türkiye’den önemli ‘politik anlar’ı resmediyordu. Mesela bir istenmeyen vatandaşın, bir ‘persona non grata’nın helikopterden atılma ânını. Mesela üniversitelerdeki protestoları. Mesela açlık grevlerini. Bir kayıt, bir arşiv alanı olarak resim. Bir siyasi ve dikenli alan olarak resim alanı.

En son Hrant Dink anmasında Timur Çelik’in yaptığı Hrant portresinin de taşındığını görüp, bir karanfilin ve bir hissin elden ele nasıl dolaştığını görmüştüm. Su akıp böyle yatağını buluyor. İyi ki yaşamış, iyi ki çizmiş Timur Çelik. Ardında ‘duygusal’ ve ‘düpedüz gerçekçi’ bir arşiv bıraktı. Siyasi angajmanı da yüksek bir arşiv. Huzur içinde yatsın.

 

NOTLAR

[1] Bkz. Kolaj Art 

[2] Bkz. Kolaj Art

[3] Zamanında Birol Ünel’le de ilgili bir veda yazısı yazmıştım. Kendine hiç acımayan Birol Ünel’in de Timur Çelik’in ruh benzeri olduğunu düşünüyorum. Yazı için bkz. "Birol Ünel: Cool ve trajik", K24

[4] Bkz. "Ulus Baker – Sanat ve Arzu", tabutmag.org

Yazarın Tüm Yazıları
  • Timur Çelik

Önceki Yazı

SÖYLEŞİ

Hanau'daki yayalar için bir ses yolu

Doğup büyüdüğü şehir Hanau'da yaptığı daimi ses sergisi üzerine Hakan Kurşun'la söyleşi yaptık, ayrıca Hanau Belediyesinden Martin Hoppe ile serginin Hanau için önemine dair konuştuk... 

ÖZGE İPEK ESEN

Sonraki Yazı

VİTRİNDEKİLER

Haftanın vitrini – 4

Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Anadilim Suskunluktur Benim / Çok Uzak Çok Yakın / Garip, Çok Garip / Gezegeni Nasıl Düzeltiriz? / Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık / Karaçamın Dirilişi / Rüzgârdı Dinleyen / Seçilmiş / Uykuya Yatmak / Zamanın Olmadığı Bir Evren

K24
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist