Haftanın vitrini – 10
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Avrupa'da Faşizmin Yurttaş Dayanakları / Birlerken / Dünyanın Alacakaranlığı / Her Şey Dans Ediyor / Homo Esteticus / İdük / Köhne / Marmara / Tarihin Kısa Tarihi / Valeria Bunu Anlayamaz


Avrupa'da Faşizmin Yurttaş Dayanakları:
İtalya, İspanya ve Romanya, 1870-1945
çev. Ahmet Aybars Çağlayan
Ayrıntı Yayınları
Şubat 2024
354 s.
Gramscici bir teorik bakış açısına ve sistemli bir karşılaştırmalı yaklaşımın geliştirilmesine yaslanan Avrupa’da Faşizmin Yurttaş Dayanakları: İtalya, İspanya ve Romanya 1870-1945’te, faşist rejimlerin tıpkı kitle demokrasileri gibi zayıf ve ayrışmış sivil toplumlar yerine iyi örgütlenmiş sivil toplumlara ihtiyaç duydukları ileri sürülerek, otoriterlik hakkında genel kabul gören Tocquevilleci görüş birliğine meydan okunmaktadır. Kitapta bu yöndeki argüman ortaya atılırken, dünya savaşları arasındaki devrin en önemli üç otoriterlik örneğine odaklanılmaktadır: İtalya, İspanya ve Romanya. Bu üç örneğin hepsinde de faşizmin, gönüllü birliklerin hızla gelişmeleriyle hâkim sınıf içindeki politik partilerin zayıf bir şekilde gelişmelerinin çakışması yüzünden ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Kitaba göre bu durum bir hegemonya krizi yaratmıştır. Riley, bundan hareketle krizin 19. yüzyılda sivil toplumun gelişimine bağlı bulunarak aldığı özgül şeklin izini sürmektedir.
“İtalya, İspanya ve Romanya’da faşizmin yükselişinin bu dâhiyane incelemesi, Tocqueville ve Gramsci’yi alışılmamış ve şaşırtıcı bir sohbetin içine sokmaktadır. Bu [kitap] sivil toplum, faşizm ve demokrasi hakkındaki düşünüş şeklinizi değiştirecektir.” —William Sewell, Chicago Üniversitesi
“Hiç şüpheniz olmasın, bu [kitap] karşılaştırmalı faşizm [incelemelerinin] kat kat ötesindedir. Dylan Riley, sadece Tocqueville, Arendt ve Gramsci’nin mirasları üzerine yeniden düşünmek ve bunları bağdaştırmakla kalmamaktadır; Kıta Avrupa’sındaki sivil toplumun ve demokratikleşmenin asıl tarihi konusunda aklımızı başımıza getirmektedir. Bu teorik ders bugün dünyanın başka yerleri için hâlâ vahim bir şekilde geçerliymiş gibi görünmektedir.”
—Georgi M. Derluguian, Bourdieu’s Secret Admirer in the Caucasus: A World-System Biography adlı eserin yazarı
“Politik teoriyle tarihsel araştırma arasında güçlük çekmeden yol alan Dylan Riley’nin faşizmin standart yorumlarının altında [yatan] varsayımları semeresini verecek bir şekilde sorguladığı hayli özgün bir kitap. Tocquevilleci ve Gramscici kavramları yaratıcı bir şekilde kullanması etkileyici, argümanları da ikna edicidir. Faşizm incelemeleri alanında okunması şart bir [eserdir].”
—Enzo Traverso, Ateş ve Kan Avrupa İç Savaşı: 1914-1945 adlı eserin yazarı.
“Riley’nin faşizmin yurttaş dayanakları anlatısı eski sorulara yeni bir ışık tutmakla kalmayıp, aynı zamanda faşizmi anlamak için gerekli teorik parametreleri de yeniden tanımlamaktadır. Faşizm hakkında gelecekteki akıl yürütme şeklinizi değiştirecektir.”
—Max Whyte, American Journal of Sociology

Birlerken
Epona Kitap
Ocak 2024
59 s.
Ruhumu sakladığım tarih öncesi kabileler Ayinde şimdi Bir başka kadın çıkıyor açtığın mumyadan Dokunuşların gölgeler doğuruyor Gölgeler seni doğuruyor Böyle gezerken âlemleri Rastlıyorum evvel zaman gariplerine.

Dünyanın Alacakaranlığı
çev. Pınar Akkoç
Can Yayınları
Şubat 2024
104 s.
Başarılı yönetmen Werner Herzog 1997’de Chushingura adlı operayı sahnelemek için Tokyo’ya gider.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Filipinler’deki Lubang Adası’nda görevlendirilen ve imparatorluk ordusu dönene kadar ne pahasına olursa olsun adayı savunmaktan vazgeçmemesi söylenen Japon askeri Onoda, Don Quijote’vari mücadelesinde pes etmek bilmeden aylarca, yıllarca, on yıllarca direnir. Savaşın çoktan bittiğinden ve dünyadaki gelişmelerden tamamen habersiz olan askerin, zamanla dilini çözdüğü ormanda sabırla beklediği tek bir haber vardır: Japonya’nın zaferi.
Görevlendirildiği adada yılmadan 29 yıl geçiren asker Onoda’nın filmlere ve kitaplara birçok kez konu olan gerçek hikâyesini bu kez büyük sinemacı Werner Herzog anlatıyor.
“Muhteşem bir ilk roman.” —The New Yorker
“Titizlikle yazılmış lirik bir hikâye… Herzog, baş döndürücü gerçeklere yönelik hummalı arayışında, okurlara insanın çılgınlığına, özdisiplinine ve tahakkümüne açılan bir kapı sunuyor – kesinlikle hayatının eseri.” —The Washington Post
“Alanı dar ama verimli bu türün ustasından, saplantıdan deliliğe varan çarpıcı bir öykü.
—Kirkus Reviews

Her Şey Dans Ediyor
Everest Yayınları
Mart 2024
328 s.
Zaman gemisi kaptanı Kerim, önceki yaşamında hayatının aşkını bulmuştur. Suzan’la 70’lerde yakaladıkları şey öyle değerlidir ki “ölümden sonra yaşam varsa” yine beraber olabilmek için ant içmişlerdir. Kerim farklı bir zamanda yeniden doğduğunda artık tek amacı Suzan’ı bulmaktır. Ne yapıp edip 2015 yılındaki Türkiye’ye ulaştığında bilgisayarı Kâhin’in hesaplamalarına göre karşısında Suzan olabilecek iki kadın bulur: Kendini “harbi feminist” diye tanımlayan pavyon çalışanı Ankaralı Ebru ve Kadıköy’de direk dansı stüdyosu işleten, gücünü Hekate’den alan cadı klanının lideri Ayza.
Sona Ertekin’in gerçek dünyada fantastik adımlar atarak kurduğu Her Şey Dans Ediyor, zaman gemisinde piknik tüpü üzerinde demlenen çayı, hipnotik pavyon dansını, modern zaman cadılarını, hatta Osman Hamdi Bey ve Led Zeppelin’i bir araya getiriyor.
“Kısacası hayattaki duruşumuz, yerçekimine yaklaşımımızla ilgiliydi. İnsan kendi kafasındaki yerçekimini bir kez aştıktan sonra işinde, sanatında, evliliğinde, her alanda savrulup kaybolmadan uçabilirdi! Velhasıl, en güzeli kendini olabildiğince bırakmak ve kâh bir Mevlevi gibi, kâh saçlarını savurarak kendinden geçmiş bir dansöz gibi, olmadı bir pole dansçı gibi dönüp durmaktı ki kendi hareketin seni merkezle bir kılsın! Kendi merkezinde kendi yerçekimini yarat ki düşmeden havada kalasın...”

Homo Esteticus:
Demokrasi Çağında Beğeninin İcadı
çev. Devrim Çetinkasap
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Şubat 2024
288 s.
Luc Ferry Homo Esteticus’ta, modern felsefenin doğuşunu estetik tarihi çerçevesinde anlatıyor. Ferry’ye göre modern çağ, estetik alanda öznel beğeninin ortaya çıkması, siyasal alanda ise toplumsal sözleşme modellerinin ve akılcı siyaset felsefesinin doğuşuyla birlikte tanımlanır. 20. yüzyıl sanatçılarının özerklikten ziyade bireyselliği ön plana çıkardığı “postmodern uğrak” ise avangart akımları beraberinde getirir.
Aydınlanma ile birlikte, kaynağı ilahi otorite olan ve değişmez bir değerler düzenini yansıtan sanat ve dünya görüşüne ağır bir darbe indirildi. Otonomiye dayanan akılcı bir etik kurma girişimlerine sahne olan bu dönemde, estetik ve kişisel zevk öne çıktı. Hemen ardından, 20. yüzyılda bireyselliğin otonominin önüne geçtiği yeni bir hareket başladı. Evrensel bir aklın bağlarından sıyrılmanın gerekli olduğunun vurgulandığı bu akımın başını Nietzsche çekti.
Luc Ferry işte tam bu noktada postmodernizmin sivri uçlarına karşı çıkarak akli standartlar ve sanatsal özgürlük arasında bir denge kurulması gereğinin altını çiziyor.
Özellikle Kant ve Hegel estetiğini derinlikli ve karşılaştırmalı bir şekilde ele alan Homo Esteticus, estetik alanında önemli bir boşluğu dolduruyor.

İdük
İthaki Yayınları
Şubat 2024
120 s.
İdük, sadece içimizde beliren bir kutluluk değil, aynı zamanda bambaşka bir dünyanın kapısını aralamak isteyen bir hayalin tohumu.

Köhne
İletişim Yayınları
Şubat 2024
220 s.
“İnsanlık böyle belli olur kardeşim. İnsanlık küçük şeylerin altına saklanır. Sen başka yerde ararsın. Gözünün önündedir, görmezsin. Bakmasını bilmezsen görmezsin tabii. İnsanlığı nerede arayacağını bileceksin. Kim insan, kim değil bileceksin.”
Küçüklerin büyüklerinin yanında sigara içemediği, önüne gelenden dayak yediği, yeniyetmeyse azar işittiği bir Orta Anadolu köyünde iç içe geçmiş yaşamlar. Ankara, önünde sonunda gidilmesi gereken bir yer…
Gecekondu evler, yoksulluğun geçit vermediği hayaller, karnı doymayan bebekler, babalarının kopyası oğullar, kardeşlerini Keloğlan masallarıyla eğleyen çocuk anneler… Bir ağacın kökleri gibi birbirine dolanmış aileler, akrabalar, komşular…
Köhne, Ethem Baran’ın anlatımda ne denli mahir olduğunu her satırında hatırlatan, yaşamın dolambaçlı yollarında gezinen, canlı ve sahici bir roman.

Asu Aksoy
Oğuz Karayemiş
Aslı Uludağ ve
Kerem Ozan Bayraktar
16 s.
Marmara için farklı bir ekolojik gelecek hayali ve inşaası için nereden işe başlayabiliriz sorusunu soran sanatçı ve akademisyenler Marmara ile bir yol haritası denemesine girişti. Marmara, geliştirme süreci devam eden Marmara isimli kutu oyununun düşünce altyapısını okurlarla buluşturmayı amaçlayan bir nesne-yayın.
Marmara, Marmara’yı sürdürülebilir bir deniz ve kültür ekolojisine kavuşturmaya odaklı farklı düşünme yöntemlerini kullanmak için tasarlanmaya başlanan kutu oyununun etrafına örülü metinlerden oluşuyor. Asu Aksoy’un “Marmara’yı Hayal Etmek... Düşünmek... Hissetmek!” başlıklı yazısı Marmara’nın yola çıkış minvalini ortaya koyarken; Oğuz Karayemiş’in “Bir Yunus Olarak Duyumsamak, Bir Ahtapot Olarak Yüzmek, Bir Yılanbalığı Olarak Ölmek” başlıklı metni özgürleştirici bir imkân olarak ekolojik düşünce kavramını açıyor. Aslı Uludağ ve Kerem Ozan Bayraktar, birlikte kurguladıkları ve demo versiyonu 2022’de denemeye sunulan Marmara Oyunu’nun kavramsal ve yapısal çerçevesini kapsamlı metinleriyle aktarıyorlar. Bu metin, kendi terimleriyle bu ‘ekolojik oyun’u birlikte geliştirmek için de bir çağrı niteliği taşıyor.
Marmara Denizi’nin mevcut durumu, tahribatın somut sonuçlarını net bir şekilde ortaya koyuyor. Bölgesel ekolojik ilişkileri temel alan Marmara kutu oyunu, oyunlaştırma teknikleri kullanarak bu sorunlara dikkat çekiyor ve farklı düşünce biçimlerini keşfetmeyi amaçlıyor. Elinizdeki bu yayın ise oyunun pedagojisini ve kavramsal çerçevesini paylaşıma açıyor. Yayın, sömürgeci ve insan merkezci çevre anlayışlarına karşı duran çeşitli düşünce alternatiflerini oyun dünyası ve kurgusu üzerinden inceliyor. Bu düşünce biçimleri arasında canlılar arasındaki ilişkinin karşılıklı bağımlılığını vurgulayan simbiyotik yaklaşımlar ve insan dışındaki varlıkları bir kaynak olarak değil yaşamı meydana getiren temel öğeler olarak ele alan perspektifler yer alıyor. [...] Bu bağlamda Marmara sadece oyun tasarımı için değil, aynı zamanda farklı bir ekolojik geleceğin hayali ve inşası sırasında yararlanılabi- lecek yöntemler için bir yol haritası çiziyor.
Yarım tabaka kâğıdın 6’ya katlanmasıyla oluşan, 16 sayfalık bu özel nesne-yayın; müsilaj haberleriyle ölüm ilanı çıkarılan Marmara’yı milyonlarca yıllık tabanından başlayarak iyileştirmek için yeniden tahayyül etmenin yollarını arıyor. Marmara Kültürler Ağı’nın daveti üzerine üretilen Marmara oyununun düşünsel altyapısını sunan Marmara nesne-yayını Saha’nın katkılarıyla yayımlandı. Seçkin kitabevlerinde, sanat ve kültür mekânlarında okurla buluşuyor.

Tarihin Kısa Tarihi
çev. Ilgın Yıldız
Fol Kitap
Şubat 2024
416 s.
"Daniel Woolf'un Tarihin Kısa Tarihi kitabı, hem mekân hem de zaman açısından geniş kapsamlı olmasının yanı sıra açık, dengeli ve erişilebilir bir yapıya sahiptir. Bu kitap, insanların çeşitli yaklaşımlarını keşfetmek isteyen herkes tarafından keyifle okunabilir." —Peter Burke
"Daniel Woolf, Batı geleneğinin zenginliğini aktarırken gerçekten küresel bir tarihyazımı incelemesi ortaya koymuştur. Bütün bunları bu kadar açık ve özlü bir çalışmada iletmek kayda değer bir başarıdır." —John Tosh
Bugüne dek her coğrafyayı, mekânı, insanı, kısaca gökyüzünün altındaki her şeyi konu edinen tarihi okuma biçimlerinin bir iktidar mücadelesi olduğu gün gibi aşikâr. Muzafferin kavram setleriyle toplumların tarihini kesip biçen anlatılar yerine her toplumun kendi entelektüel hayatını dünyayla birlikte okuma gerekliliği, bugünün mücadele alanları için de önem taşıyor.
Sabit gibi görünen geçmişin aslında nasıl her bakışta yeniden üretildiğini gözler önüne seren bu kitap, Antikiteden günümüze tarihe sorulan soruların çeşitliliğini bizlere aktarıyor. Üstelik her bölümün sonunda yer alan kronoloji çizelgesinin yanı sıra konuları anlamayı ve üzerine düşünmeyi sağlayan sorularla hem tarihin mahiyetini hem de tarihî olayları öğrenmenin yollarını sunuyor. Avrupa, Asya, Afrika ve Amerika’daki tarihsel olaylar ile tarihin geçirdiği dönüşümleri bir arada düşünme fırsatı sağlayan bu kitap, tarihçilik zanaatında kültürlerarası temasın önemini de vurguluyor.

Valeria Bunu Anlayamaz
Notos Kitap
Mart 2024
144 s.
Dilek Yılmaz ilk öykü kitabında ahenksiz bir koro içindeki farklı seslere kulak kabartıyor. Okurun karakterler arasında gezinirken yakınında duyabileceği, yükselip alçalarak dalgalanan bir ses bu.
Kentten kasabaya kendini bulmaya çalışan kişilerin yaşadığı ağrıların, ritmi bozuk ilişkilerin, evden fabrikaya kuşatılanların, gidenlerin ve kalanların hikâyeleri.