• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

“Gecenin çanları” çalıyor,

duyuyor musunuz?

“Efrahim Nevzat’ın bu kitabı okurla buluştuğunda şiirler üzerine düşünen, konuşan, yazan birileri olacaktır şüphesiz. Ben burada onu hayatımızdaki yeri, dostluğu, yoldaşlığıyla anarak bir veda yazısı yazmaya çalıştım. Vedalaşmak nasıl oluyorsa…”

Efrahim Nevzat

BETÜL DÜNDER

@e-posta

PORTRE

15 Ağustos 2024

PAYLAŞ

Bu yazı biraz da sana, senin ardında kalan dünyaya bir mektup gibi olacak. Başka türlüsü nasıl olur, bilmiyorum şu an. Tek bildiğim, her koşulda varlığınla hep bizimle olacağına inanmamdı. Şimdi nasıl yoksun, aklım almıyor. Zihnim bir sarkaç gibi bir hafta öncesiyle çok yıllar öncesinin hatıraları arasında kafatasımın duvarlarına çarpıp duruyor. Bu zonklamayı tanıyorum. Kafka’nın cümlesiyle: “Her şey olması gerektiği gibi: Üzüntülü ve ağır…”

O yüzden “gecenin çanları”nı duyanlar için yaşamak kolay olmuyor. Hiç de olmadı. Sunulmuş hayatların konforunu, imtiyazını yaşamamış olanlar birbirini şıp diye fark ederler, onca kalabalığın içinde. Dünya ciddi bir yerdir, emeğin dünyası bilir bunu. Hem yaşamak hem de yaşadığını paylaşmak adına bizim gibi birbirine teyelli olanların ortaklığı, yoldaşlığı da mücadele etmeden, didinmeden, didişmeden yaşanmaz bir ömrün belgesi gibi durur hep bir kuytuda.

Sen Akademi Kitabevi’nin müdavimlerinin bildiği halinle bir köşede saatlerce önündeki kitaba eğilip dünyadan uzaklaştığında, tüm o didişmenin içinde hayatı tekrar tekrar kotarmanın başka bir yolunu da arıyordun her defasında. Bir başkasının derdini dinlemek, ona bir çare bulabilmek içindi yarım bıraktığın okumalar – ki sonra gün ışıyana kadar bitmeliydi kitap.

“Sana yetiştirdikleri” kitabın…

Hastanede yanındaydım o an, sevgili ağabeylerin Emirhan Oğuz ve Levent Turhan Gümüş zamanla yarışarak “sana yetiştirdikleri” kitabını getirdiklerinde. Gördün. Bildin. Şimdi yakınından uzağa herkes biliyor senin şair olduğunu. Oysa tüm hayatın şiir içreydi.

Kitabının arka kapağında seni okurla şöyle tanıştırıyorlar: “1962, İstanbul doğumlu. İlköğrenimini Beykoz Çubuklu İlkokulu’nda, ortaöğrenimini Üsküdar Cumhuriyet Lisesi’nde tamamladı. (Çoğu kişinin nerede olduğunu bile bilmediği o liseden mezun olmamızı pek fiyakalı bulur, kimi zaman Üsküdar’a giderken okulun yanından geçmek için yolumuzu uzatıp senin zamanında-benim zamanımda muhabbeti yapmayı âdetten sayardık.) İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Doktora çalışması siyasal nedenlerle engellendi. Ege ve Akdeniz sürgününe gitti. İstanbul’a dönüşünde çeşitli yayınevleri için editörlük yaptı ve çok sayıda kitabı yayıma hazırladı. Ayrıntı şiir dizisinin birçok kitabına editoryal katkılarının yanı sıra Sonia Sanchez’in Şiir Şarkı Haiku kitabının Emirhan Oğuz’la birlikte çevirmenidir. Şiirlerini yayımlamayı tercih etmemişti. Gecenin Çanları / Kara Haykular şair olağanüstü bir dönemi yaşarken ortaya çıkan ilk şiir kitabıdır.”

Hazırladığın, editörlüğünü yaptığın çoğu kitapta kimlik ismini kullansan da, o adın hayatla ve hayatındaki insanlarla mesafeni de gösterirdi. O adın daha çok “abiliğe”, “amcalığa” değindi. Yine sevgili kardeşin Levent Turhan Gümüş’ün kitabın başındaki metinde söylediği gibi, herkeste bir adın vardı:

“Ailesinin, onu çocukluğundan tanıyanların ‘Tombik’ diye seslendiği, hayatına sonradan girenlerin doğum adıyla ‘Burhan Gümüş’ olarak bildiği Efrahim Nevzat. (…) Efrahim Küçük Gümüş’ün ve 1978 Şubatı’nda çok erken yitirdiğimiz bir ‘abi yoldaş’ının ismini kendine mahlas olarak seçti.”

Herkeste bir adın vardı

Bense sana hep “Gora” dedim. Yazdığın şiirleri parça parça paylaştığında açığa çıkan o dünya sürgünü olan kalbinin çocukların sevinçlerinde ne kadar yüceldiğini bildiğimden. Poyraz ve Kuzey’in bir kumru kuşu gibi kendilerini bir pervazda ayazda hissettikleri zamanda onları sevginle sardığın, onlarca kez seyredilen o filmin aynı sahnelerine aynı kahkahalarla gülüp hepimize çocuk olma şansı verdiğin için sana hep minnet doluyum.

Gecenin Çanları / Kara Haykular’ı seninle aynı anlarda gördüm, elime aldım. Ancak seninle vedalaştıktan ve sevenlerin seni uğurladıktan günler sonra okuyabildim. Kitabın arka kapağındaki metni o arada defalarca okudum ama: “Ve şair, gecenin çanları çalarken can kulesinde, Quasimodo’nun sesini duyuramadığı haykırıştır, sınır taşıdır, önünde hayat uzanıp giderken peşinde ölümün koştuğu… Gecenin Çanları’nda sis içinde kalmış yağmur serpintisinin, yakıp kavuran bir acının imbiğinden süzülmüş şiirler yer alıyor. Ölümün en büyük hakikat olduğunu bilen, hayatla ölüm arasındaki sarkaçta gidip gelen Kara Haykular…”

Kitabın Ayrıntı Yayınları şiir dizisinin ellinci kitabı olarak okurla buluştu. Sevgili şair büyüğümüz, abin Emirhan Oğuz tarafından yayıma hazırlandı. Son okumasını çocuklarımızın rüyalarına yeni masallar katan abin sevgili Levent Turhan Gümüş yaptı. İki oğula kardeşliğin nasıl bir bağla yaşamak olduğunu sizlerin bilinci, beraberliği üzerinden anlattım yıllarca. O yüzden bu kitabın okurla buluşmasında nasıl bir emek, nasıl bir kalp çarpıntısı, nasıl bir elem var, biliyoruz. 30.07.2024 akşamına kadar elini bırakmadığınız kardeşin kalp izi, parmak izi dünyaya karışsın için; “Gecenin Çanları” ile açılıp “Güzelcehisar” ile kapanan bu kitap aynı nefesi paylaşan Emirhan, Levent Turhan ve İlhan’ın –ve elbette Burhan’ın– bir kardeşlik hikâyesi aynı zamanda bizler için.

“iğrenç bir iblistir karanlık

çeker çanın halatını ege’de solmakta olan

bir son yaz gecesinde” (“Gecenin Çanları”)

 

“palamar çözdü

güzelcehisar vapuru

veda zamanı” (“Güzelcehisar”)

Bu başlangıç ve en sondaki veda şiiri, aradaki haikulardan bağımsız değil elbette. Ancak bu iki şiir birbirini başka bir zaman ve uzamda tamamlıyor gibiler. Dünyada tam olarak yerini bulamamış, her nerde olursa olsun bir başka zamanda ve uzamda da olması an meselesi olanların nasıl bir çoğulluğu olduğunu da gösteren nice şiir yazmış olsa da şair, bu kitabın son dönemeçte, son düzlükte yazılan haikulardan oluşması da Efrahim Nevzat’ın varoluşuna dahil.

“Üzülmesine şimdi dayanamam”

“hayatın gölgesi /ve hayaleti ölümün /durur hep yanımda” (“Hayalet”) dediği gibi sadece direndiği, didiştiği bir hastalıktan öte, kimi zaman tüm o kalabalığın içinde bir “gölge” olarak kalmayı seçtiğinden, belki de ölümü çok önceden derdest edip bir sandığa koymuştu. O onun içinde asla ölmesine izin vermediği canların bir arada yaşadığı gizli bahçesiydi. Kapağını kaldırdığında serin nehirlerin aktığı, ardıçların, gürgenlerin gölgeliğinde bir gülümsemeyle göz göze geldiği hasretlikleri vardı içinde. Ve dilinden düşürmediği, koynunda yatmak istediği Büyük Kartal ordaydı. Kavuştular…

“duymuştun geçişini

uçurumu da biliyorsun artık

yalnızlığı da” (“Kartalın Geçişi”)

 

“ölünce kartal

soğur konağın rengi

ve donar ırmak” (“Ölür Kartal”)

Kitaptaki yüz elli iki haikunun arasında Erdal Ünal’ın kıymetli resimlerini bulacak okur. Sevgili adaşım Betül Sinanoğlu’nun illüstrasyonunu. Kitap için seçilen fotoğrafı ise Cumartesi Anneleri’nin yanında, omuz başında durduğu günlerden birinde sevgili Mehmet Özer tarafından çekilmiş. Bu bir araya geliş de gösteriyor şairin ömrünün duraklarını. Kendi çok kere adaletsizlikle yüz yüze gelmiş olsa da, kendinden öte “başkalarının acısına bakmak” için yürüdü geçti dünyayı. Onu tanıyanların bildiğini okur da bilsin diye birkaç cümleyle abi Levent Turhan Gümüş’ün yazdığı gibi bir ömürdü onunki: “Gezi’de iyi bir Beşiktaşlı olarak ‘Biber Gazı Oley’ diyen çArşılı gençlerin ve Gezi halk forumlarının içinde, önünde, yanındaydı. Gelecek güzel günlere inandı hep, o günü yakınlaştırmak için mücadele etti. Gücü yettiğince hak arayış mücadelelerinde sesini duyurmak isteyenlere destek oldu. (…) Gecenin çanları can kulesinde çalıp dururken Gazze’de öldürülen kadınlar ve çocuklar için şiirler yazdı.”

Çocuklarla 1 Mayıs'ta.

Ve çocuklar “acı denen nesne” ile karşılaştıklarında bir kalkan yapmayı bilerek gövdesini, top koşturdu onlarla Kadıköy parklarında, halı sahalarında.

Beşiktaş maçlarında galibiyetin karşı takımı tutan bir çocuğu üzeceğini fark edince “Kaybederiz umarım, üzülmesine şimdi dayanamam” diyecek kadar hassas bir insanın bu kitaptaki şiirleri yazarken kendine hiç merhamet etmediğini duyumsamak… Kartalın pençesini etine geçirip dünyaya ve çocuklara gülümsemeye devam ederken o büyük kalbin göğsünde sustuğuna nasıl inanacağız, bilmiyorum.

Az şey mi bu?

Efrahim Nevzat’ın bu kitabı okurla buluştuğunda şiirler üzerine düşünen, konuşan, yazan birileri olacaktır şüphesiz. Ben burada onu hayatımızdaki yeri, dostluğu, yoldaşlığıyla anarak bir veda yazısı yazmaya çalıştım. Vedalaşmak nasıl oluyorsa… Tek bir sevincim varsa, o da şiirin evinde artık bir şair kardeş olarak anılacağı… Sevgili şair büyüğüm, onun büyük ağabeyi, kıymetlimiz Emirhan Oğuz’un dediği gibi, “Yaşam şuncağız bir şey işte…”

O yaşam ki, artık “Geldiğimde birlikte mutlu olacak bir şeyler buluruz” diyen şairin, onu andıkça, birlikte mutlu olacağımız yaşanmışlıklar bulacağımız bir zaman bırakmış olması bize. Az şey mi bu?

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Burhan Gümüş
  • Efrahim Nevzat
  • Gecenin Çanları

Önceki Yazı

PORTRE

Can Alkor’un ardından

“Can Alkor edebiyat dünyamızın 'aykırı rol modellerinden' biri olarak, hem şiirleri hem çevirileri hem de kaleme aldığı prosa tadındaki düz yazılarıyla bütüncül bir şekilde ele alınması gereken yaratıcılardan...”

NECMİ SÖNMEZ

Sonraki Yazı

SÖYLEŞİ

Ali Volkan Erdemir’le Zen Haytası üzerine

Japon edebiyatının önde gelen Türkçe çevirmenlerinden, akademisyen, yazar ve şair Ali Volkan Erdemir’le 2023’te Paris Yayınları tarafından yayımlanan Zen Haytası adlı ilk şiir kitabı üzerine konuştuk...

AYŞE GÖRKEM KOZANOĞLU
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist