Can Alkor’un ardından
“Can Alkor edebiyat dünyamızın 'aykırı rol modellerinden' biri olarak, hem şiirleri hem çevirileri hem de kaleme aldığı prosa tadındaki düz yazılarıyla bütüncül bir şekilde ele alınması gereken yaratıcılardan...”

Can Alkor. Fotoğraf: Necmi Sönmez
29 Mart 1936 doğumlu şair, çevirmen ve estet Can Alkor’u 17 Temmuz 2024’te edebi yolculuğuna uğurladık. Seksen sekiz yıl yaşamak az bir zaman değil. Aksine, dolu dolu geçen bir ömür olarak tanımlanacak bir süre bu. Dile kolay, seksen sekiz yıl. Alkor’un çalışmalarını, ilgilendiği alanları, ustaca saklamayı bilerek geçirdiği hayatı, hem ait olduğu kuşak bağlamında hem de kültür-sanat hayatımızda ayrıcalıklı bir yere sahip.
Alkor’un nasıl farklı, kelimenin tam anlamıyla ayrıcalıklı yaratıcıların sahne aldığı bir döneme tanıklık ettiğini vurgulamak için diğer 1936 doğumluları hatırlamakta fayda var: Güner Sümer (vefatı 1977), Sevgi Soysal (vefatı 1976), Onat Kutlar (katledilişi 1995), Oğuz Aral (vefatı 2004). Bu kuşağın hayatta olan temsilcisi Hilmi Yavuz’la birlikte değerlendirildiğinde, birbirinden oldukça farklı karakterlere sahip olan bu bireylerin kültür ortamımıza katkılarını daha derinlikli olarak kavrıyoruz. Alkor’un çalışmalarını ele alırken kurulması gereken bağlam, bu kuşağın deneysel arayışları, üretim gücü, dünyaya bakış açıları, en önemlisi kendilerine kültürel bağlamda nasıl bir koza ördükleriyle yakından ilgilidir.

Alkor
Bu konuya daha detaylı girmeden önce ele aldığımız kuşağın ikili karakterlerini belirleyen eşlerden, yoldaşlardan, hayat arkadaşlarından bahsetmemiz bir zorunluluktur. Nasıl Güner Sümer’i Tezer Özlü’den, Sevgi Soysal’ı Özdemir Nutku’dan ayrı düşünemiyorsak, Can Alkor’u de Bilge Alkor’dan ayrı düşünmemiz mümkün değil. İki cins arasındaki ilişkinin formu ne olursa olsun, bu kuşak onları farklı noktalarda tamamlayan eşlerin varlığıyla kavramsal bir bütünlüğe ulaşıyor. Kişisel olarak beni Can Alkor’un şiiriyle tanıştıran onun Bilge Alkor’un resimleri üzerine yazdıkları olmuştu. Bu nedenle, satırlarımda Can olarak yazdıklarımın aslında sevgili Bilge ile birleşmiş bir bütünlük olduğunu, ikisini birbirinden ayıramadığımı belirtmek zorundayım. Bu ruh ikizlerinin birbiri arasındaki sözcüksüz konuşmalarına olan tanıklığım nedeniyle de Can ile Bilge’nin eşine daha önce rastlamadığım bir sarmal yumağı içinde varoluşlarını tamamladıklarını düşünüyorum.
Alkor’u kuşağının diğer temsilcilerinden ayıran en önemli özellik kendisi hakkında biyografik bilgi paylaşmama konusundaki titizliği. Onun yayınlanmış bir konuşmasını, videosunu bulmak mümkün değil. Ayrıca ilk çalışmaları, nasıl bir ortamda sosyalleştiği hakkında detaylı bilgimiz yok. Ancak 1960 sonlarında şiirlerini düzenli olmayan şekilde Soyut dergisinde yayınlayan Alkor, dönemin diğer dergilerinde görülmedi. 1970’lerde Arthur Rimbaud (ilk yayınlanışındaTufandan Önce, daha sonra Illuminations ismiyle) ile Friedrich Nietzsche (Ecce Homo) kitaplarının çevirmeni olarak biliniyordu. 2007’de, tam 71 yaşında ilk kitabı güneşdil’i, (İş Bankası Kültür Yayınları) 2014’te Canto CXVII çalışmasını (Norgunk) yayınladı.[1]
2021’de Bilge Alkor Koleksiyonu tarafından Yasa Önünde kitabı yayınlandı. Kemal Noyan’ın resimlerinin eşlik ettiği bu yayın birçok yönüyle ayrı, aykırı bir kitap. Çünkü tasarımcı olarak Bilge Alkor’un imzasını taşıyan bu eserde, sayfa sayısı kullanmadan, büyük harflerle, büyük resimlerle öylesine güzel bir ritim yakalamış ki, sözcüklerdeki imgeler çizgilerdeki imgelerle birleşerek okuyuculara görsel bir şenliğin tadını taşıyorlar. Sayfalarını çevirirken her zaman büyük bir keyif aldığım bu kitabı bir tür Waltz olarak yorumladım. Bu güzel kitapta kulağa gelen müzik, yaratıcı sanatların (şiir-resim-müzik) birleşmesiyle oluşan bir tür gesamtkunstwerk hissini duyumsatıyor.

Alkor’un başyapıtları olarak değerlendirilebilecek olan bu iki kitabın dil yapısında akışkan çağrışımlarla mücadele eden güçlü bir melankolik yapısı vardır. Bu çalışmalarında kendi hayatının izlerini dizelerine gömen Can Alkor bir şekilde Orta Avrupa’da geçirdiği yılların izinde ilerler. Yasa Önünde karşılaşılan düş-kurgu dünyasında (Kafka’nın Prag’ın merkezinde olduğu) insanüstü güçlerden, Golem’den, Kabala’dan yola çıkarak okunabilecek bir destan havası duyumsanır. Ustaca damıtılmış dizelerde Alkor’un çeviri serüvenine eşlik eden Nietzsche, Rilke, Pound, Rimbaud, Trakl, Auden’den tınılar duymak bu çalışmayı daha da ilginçleştirir. Alkor burada okuyucuyu kendi düşsel mezarının etrafına kadar getirip şu etkileyici iki soneyle bitirir kitabını:
“Yine de biliyoruz, haklıydı arayan ruh,
ödül buysa bile, dağlardan son kez bakış,
uzaklarda sisler içinde bir mavilik ve
yaşarken o ülkeye gidemeyeceksiniz! denmiştir,
yaşamımız çok kısa olduğu için değil,
insan yaşamı olduğu için.”[2]
Can Alkor edebiyat dünyamızın “aykırı rol modellerinden” biri olarak, hem şiirleri hem çevirileri hem de kaleme aldığı prosa tadındaki düz yazılarıyla bütüncül ele alınması gereken yaratıcılardan biri. Onun masasında, çekmecelerinde varlığını koruyan yayınlamadıkları elbette merak uyandırıyor. Bütüncül derken onun kaleminden çıkan her şeyin bir araya geldiği bir opus magnum’dan bahsediyorum. Umarım bu yayını elimize almamız mümkün olur.
NOTLAR:
[1] Canto CXVIII” 118 adet basıldı. Her nüsha numaralandırılıp yazarı tarafından kapak deseni de çizilerek imzalanmıştır. https://www.norgunk.com/kumran-canto (erişim tarihi: 10.8.2024)
[2]Yasa Önünde, Bilge Alkor Koleksiyonu, İstanbul 2021 (sayfa sayısı belirtilmemiştir)
Önceki Yazı

Gidenlerin ardından, kalamıyorum, kalacağım
“Bir kuşak olarak gidenlerin ardından konuşmaya başladığımız yaştayız. Bu demek ki, ölüm bizim için burada. Yakın aralıklarla Genco Erkal’ı, Ferit Edgü’yü, Afşar Timuçin’i ve gönlümüzde yer tutan pek çok güzel insanı kaybettik...”
Sonraki Yazı

“Gecenin çanları” çalıyor,
duyuyor musunuz?
“Efrahim Nevzat’ın bu kitabı okurla buluştuğunda şiirler üzerine düşünen, konuşan, yazan birileri olacaktır şüphesiz. Ben burada onu hayatımızdaki yeri, dostluğu, yoldaşlığıyla anarak bir veda yazısı yazmaya çalıştım. Vedalaşmak nasıl oluyorsa…”