Franz K. Âşıkları:
Yazarla metni arasına girmek
“Sönmez, kahramanı Ferdy’nin Max Brod’a yönelik eyleminin gerekçelendirilebileceği makul tüm olasılıkları birer birer aradan çıkararak her aşamada merakı canlı tutarken, okuru da metnini de yavaş yavaş 'romanın merkezi'ne, 'sorunsallaştırım' hattına doğru yönlendirir.”
Burhan Sönmez
Burhan Sönmez’in romanı[1] 1968’in yaz mevsiminde, ortasından duvarla bölünmüş Berlin’in batı kısmında, Friesen Caddesi’ndeki polis merkezinin taş duvarları rutubet kusan bodrum katındaki sorgu odasında başlıyor. Sorgulayan Komiser Müller, sorgulanan Ferdy Kaplan. Daha ilk paragraflarındaki birkaç satırla değerler uzamının geniş coğrafyasına bizi çağıran romanın ana kahramanı Ferdy Kaplan, başta Komiser Müller olmak üzere savcı ve yargıç, hep ötekilerin yönelimi/arzusu üzerinden romansal hakikatin sınırlarını genişletecek[2] ve ben de, bu kendisi küçük, (belki bir novella) gönlü geniş romanla, yazarla metni arasına girme ‘hâlet-i rûhiyye’sine (o habis, kötücül ruh haline) değinmeye çalışacağım.
Nazi taraftarı Alman annenin ve onun düşüncelerini paylaşan Türk babanın Berlin’de dünyaya gelen oğulları, anne babanın Sovyet bombardımanında ölümüyle himayesine girdiği dedesi tarafından –böbrek rahatsızlığı dolayısıyla fazla yaşamayacağını düşündüğü için– İstanbul’a, baba ailesinin (dede ve ninesinin) yanına gönderilen Ferdy ve kırık Türkçesiyle okuldaki çocukların alaylarına maruz kaldığında onu koruyup kollayan, başı ağrıdığında şakağına dokunup yanağından öpen, Kürt bir baba ve Ermeni bir annenin kızı Amalya’nın hikâyesidir bizi romanın merkezine[3] doğru taşıyacak olan.
Bir ayağı İstanbul’da, ötekisi Paris’te olan Ferdy sorgulandığı suçu Berlin’de işlemiştir. Ama o suç işlediğini düşünmüyordur: “Ben suç işlediğimi düşünmüyorum, inandığım şeyin gereğini yaptım. Yapılması gereken yapılmalıydı.” Nihayetinde inandığı şeyi yapmış, lakin genç bir öğrenciyi öldürmüştür. Sönmez (anlatıcıyı araya sokarak) Ferdy’nin (herhalde o sıra on dört-on beş yaşında olmalıdır – hesapladım) her gün okul sonrası yanlarına uğradığı balıkçıların sohbetiyle siyasete bulaştığını, iktidar olan muhafazakâr partinin askerî darbeyle sonuçlanacak yolculuğuna tanıklık ettiğini, yolun sonuna doğru gelinirkenki gösterilere onun da katıldığını çıtlatır bize. Ve işte Ferdy tam da o sıra, kalabalık içinde, annesiyle on beş yaşında Fransa’ya taşındıktan sonra (Sorbonne’daki kent mimarisi üzerine doktora çalışması nedeniyle) geldiği İstanbul’da[4] gösterilere katılan Amalya’yı fark edecektir. Meraklı okur ‘68 Paris öğrenci gösterilerine de katılan Ferdy’nin yıllar sonra yaşanan karşılaşmayla hayatını Paris’e ve Amalya’ya nasıl akıttığını bir zahmet okusun – biz şu sorunun çengeline takılalım: Özgürlükçü biri olduğu sezinlenen (ama daha sonra Türk makamlardan öğrenildiği kadarıyla ‘60’taki gösterilerden sonra Türkiye’de herhangi siyasi bir eyleme katılmadığı gibi herhangi bir grup ya da partiyle de ilişkisi olmayan) Ferdy nasıl olup da inancının gereği gerçekleştirdiği ve genç bir öğrencinin ölümüyle sonuçlanan eylemini bir suç fiili olarak kabul etmemektedir? Üstelik, öldürülmüş olan öğrenci arkadaşları tarafından sevilen iyi bir genç, anne ve babası demir fabrikasında “işçi” olduğu halde ve dahi Ferdy anne babaya üzüntüsünün bildirilmesini Komiser Müller’den rica etmişken.[5] Doğu Almanya bağlantılı bir olay mıdır yoksa? Ya da Fransa’da patlayan gençlik eylemlerinin bir uzantısı? Ya da ne?[6]
Duruşmada Ferdy hem savcının hem de merak ipine tutuna tutuna ilerleyen biz okurların bakışını (‘karanlıkta kaçan suç ortağı kısa saçlı kadın’dan – savcının işaret ettiği, bizim de “Yoksa Amalya da mı işin içinde?” diye meraklandığımız kadından) yaralanan kambur yaşlı adama çevirtecektir. Ne kamburundan ne de adından sanından haberdardır savcı o yaşlı adamın. Önündeki kâğıttaki notları eşeler ve bulur adamın adını; Max Brod’dur o yaşlı adam.
Prag doğumlu, otuz yıl kadar önce Naziler Prag’ı işgal edince Tel Aviv’e taşınmış olan sekseninin üzerindeki Max Brod, dostu Franz Kafka üzerine konuşmalar yapmak için kısa süre önce Berlin’e gelmiştir. Bilindiği gibi, Kafka ölmek üzereyken çalışma dosyalarını yakma vasiyetiyle dostuna teslim etmiş ama dostu kitap dosyalarını yakmamış, yayımlatmıştır. Elbette dostu Kafka’yla metni arasına giren, dostuna ihanet eden bir Max Brod değildir savcılığın dikkatini yönelttiği. Anne babası Nazi taraftarı olarak ölmüş, Yahudi düşmanı duygularla büyümüş Ferdy[7] neden o duygularla Max Brod’u hedef almış olmasın ki (o arada Ernest Fisher de yanlışlıkla mı vurulmuştur)? Öyle ya, Filistin topraklarının kendilerine vaat edilmiş topraklar olduğuna inanan, Zion idealine bağlı Brod niye Ari ırkının üstünlüğünü savunan grupların hedefi olmasın? Yoksa ‘67’de İsrail’le savaşta yenik düşen Arapların tepkisini üstlenmiş bir Filistinli militanın marifeti midir Max Brod’a yönelik eylem?
Savcı Ferdy’de tarihin karanlığına karışmış bir düşünceye yeniden hayat kazandırma azmi görürken, Ferdy ona, “Sizin anlattığınız ırkçılık benim için çocukluk yarasından başka bir şey değil” diye karşılık verir. Anne babasıyla birlikte tarihe gömülmüştür onun için ırkçılık. Evet, Max Brod’u öldürmek istemiştir fakat “Yahudi” bir yazar olduğu için değil; Franz Kafka’nın en güvendiği arkadaşı olduğu halde arkadaşının vasiyetini yerine getirmediği, sadakatsizlik ettiği için: “Bay Brod en yakın arkadaşının vasiyetine uymadı, yakmak yerine onun kitaplarını tek tek yayımladı.”[8]
Şuna tanıklık etmiş oluyoruz: Sönmez, kahramanı Ferdy’nin Brod’a yönelik eyleminin gerekçelendirilebileceği makul (el altında olabilecek, harcıâlem) tüm olasılıkları birer birer aradan çıkararak her aşamada merakı canlı tutarken, okuru da, metnini de yavaş yavaş “romanın merkezi”ne, “sorunsallaştırım” hattına doğru yönlendirmiştir. İhsas edilmiş olan merkeze şimdi biraz daha yakından bakalım.
Yazarla metni arasına girme cüretkârlığı
“Saldırının Yahudi düşmanlığından kaynaklanmadığını öğrenmek bizi memnun etti. Bu ülke büyük yazarların ölümüne hazır, ama eski yaraların yeniden açılmasına değil” diyerek Komiser Müller de romanın sorunsallaştırım merkezine doğru yola çıkacaktır bizimle. Bay Brod’u haklı bulur o. Zira, iyi dost, –eğer bir emir kulu değilse– dostunun yanlışını doğruya çevirmeyi bilendir. Ferdy ise insanı kendi suretinde yaratan Tanrı’ya (kendi eşsizliğini bozduğu için) itiraz eden Şeytan’a benzetir, Kafka’yı savunmak için Kafka’nın vasiyetini hiçe sayan Brod’u. Bir yazarın metni üzerindeki iradesini yok saymak onun ruhunu ezmektir. Üstelik Max Brod sadece vasiyete sadakatsizlik göstermemiş, kendisine bırakılan belgelerle oynamış, düzelterek yayımlamıştır da. “Düzelterek yayımlamak, bozmaktır aslında” diyecektir Ferdy daha sonra. Kafka’nın Kaybolan Adam adını verdiği romanını Amerika diye yayımlamış, Kafka’nın tercih ettiği uzun paragrafları kesip parçalamıştır kendi tercihine göre! Kafka’nın yayınevine gönderdiği ama kapağında böcek resmi kullanılmamasını mektupla bilhassa rica ettiği Dönüşüm’ün de takipçisi olmamıştır Bay Brod – ilk örneğinden sonra, bugün dünyanın dört bir yanına bakılsa, tek bir böceksiz Dönüşüm bulmak neredeyse olanaksızdır.
Ya Babaya Mektup’u? Babasından bile sakındığı, sadece annesi ve kız kardeşleriyle paylaştığı –geçmişteki zayıflıkları ve hayal kırıklıkları üzerine kendisine yazdığı– kırk beş sayfalık mektubun kitaplaşmış halde dünyayı dolaşıyor olmasına ne demelidir peki?
Max Brod’sa yetkililere haber vermeden Berlin’den ayrılmış ama ayrılmadan önce mahkemeye bir mektup göndermiş, merkeze bir ışık da o düşürmüştür: Kafka –ki, hayatı doya doya yaşayamadığı için ölümden korkandır o– kendisinden eserlerinin yakılmasını isteyen iki not bırakmış, –bir-iki eserini kendisinin zoruyla bastırmışsa da– eserlerinin hayattayken yayımlanmalarına gönülsüz olmuştur. Evet; yak benden sonra! demiştir Kafka. Ama Brod’a göre bu, beni unut! diyerek uzaklara giden sevgilinin unutulmama isteği gibi bir vasiyettir. Kafka’nın eserlerini gün yüzüne çıkarmak her ne kadar onu mutlu etmişse de, yaşlandıkça mutsuzlaşmıştır Brod; hatta Şeytan’a benzetmiştir kendisini. Evet, evet; Tanrı’yı savunmak için Tanrı’ya karşı çıkan Şeytan’a! (İlgili satırlar mahkeme salonunda okunurken Ferdy’mizin gayri ihtiyari döndüğünde Komiser’in bakışlarıyla karşılaşması okuru şaşırtmayacaktır elbet!) Ve ekler Brod: “Dante bugün yaşasaydı, beni Komedya eserindeki Cehennem’e layık görürdü.” (Kıdemli okur bir merak halkasına daha tutunacaktır: Neden İlahi Komedya değil de, Komedya?) Max Brod mektubunda saldırganları görmediğini, affettiğini ama o genç adam yerine öbür dünyaya yolculanmaktan mahrum bırakıldığı için mutsuz olduğunu da ifade edecektir.
Komiser Müller de boş durmayacak, Fransa’da yayımlanan Stylo Noir diye bir dergiye ulaşacak, adı “kara kalem” anlamına gelen dergiye takma adla kimliğini karanlıkta bırakarak yazanlar olduğunu keşfedecektir. Üstelik dergide Kafka tartışmasına katılan yazılar dikkati çekmektedir. Sönmez de İstanbul dönüşü Quartier Latin’in kuytu köşelerinde efkâr dağıtan Amalya’nın, annesinin erkek arkadaşı Doktor Hugo marifetiyle Stylo Noir’ı çıkaran gençlerle buluşmasını katacaktır hikâyeye. “Kafka yakılmalı mı?” sorusu üzerinden bir anket açmıştır dergi mesela. Sonuç orta sayfada: “Kafka yakılmalı!” (Kafka’nın vasiyetine atıf elbet.) Kafka vasiyeti gereği yok edilemeyecekse de, ona nankörlük eden Max Brod’a bedel ödetilmelidir. Onun da anketi yapılmıştır; sonuç derginin kapağında: “Max Brod Bedel Ödemeli!”[9] Bundan tam on yedi sayfa öncesinde Sönmez, Franz Kafka’yı Amalya ve Ferdy’nin “Bizim Franz”ı yapmıştır da.[10] (Karanlıkta kaçan kısa saçlı suç ortağı kadını bildiniz herhalde.)
Cüretkârlık türleri, suç ve ceza
Muhtelif yollardan kendisine doğru yürüdüğümüz merkezi bir okur olarak biz nasıl sorunsallaştırabiliriz? Her ne kadar ‘yazarla metni arasına girme’ cüretkârlığının (Max Brod’un tavrının) sorgulanışı ise de sorunsallaştırım merkezine doğru bizi taşıyan, yazarla metni arasına girme cüretinin (suçun) ölümle cezalandırılmaya soyunulmasının da aşağı kalır yanı yoktur. Suç addedilen fiillerin kendisinden önce, faillerin suça nasıl yöneldiklerini, suç diye andığımız fiillerine kendilerince haklılık kazandıran eylem öncesi süreçlerini anlamaya çalışalım öyleyse. Ama unutmayalım; işimiz karakterleri yargılamak değil, büyük ustalıkla örülmüş metnin okura açık bıraktığı ‘yorum’ kapılarından geçerek (Umberto Eco’nun “açık yapıt”ının var kıldığı imkânlardan yararlanarak) bizde uyandırdıklarını –ya da bize çağrıştırdıklarını– ayrıştırmak.
Yahudi karşıtı ırkçı eğilimli Alman anne ve Türk babanın oğlu Ferdy, insancı vasıflarıyla dikkati çeken, ayrımcılığa karşı, sanata duyarlı, Kafka hikâyesi üzerinden hayat deneyimini torunuyla paylaşan dede tarafından bir süre himaye edilmiş, gönderildiği İstanbul’daki dede ve babaannesi onu kendi odalarına serdikleri döşekte yatırmış, masallar anlatmış,[11] “Tanrı’dan gelen bir armağan gibi” kucaklamıştır. Her ne kadar Almancılığı ile incitilmişse de, kuleleri, kubbeleri, denizi, göğün bambaşka renkleri, çarşılarındaki cıvıl cıvıl insanı, Yahudi, Hıristiyan, Müslüman kalabalığıyla ve çocukluk aşkı Amalya ile büyümüş, ‘55 Pogromu’nda Türk-Müslüman toplumun örtük gerçekliğiyle tanışmış, ellili yılların iktidarını devirmeye yönelik eylemlere ve ‘68 Fransası’ndaki gençlik gösterilerine katılmıştır. Dedesinden mirasla resim de çizen, hümanist, adalet ve eşitlik yanlısı –genel anlamda– bir ‘solcu’dur Ferdy. Hatta beyninde tümörüyle Nazi işbirlikçisi muhbiri cezalandırmak üzere peşine düşen Dr. Hugo ve arkadaşlarına –Amalya ile birlikte– katılmaya heveskâr, eyleme yatkın bir adamdır da.
Amalya’yla çocukluk aşklarına bile eşlik eden Kafka ile (“Bizim Kafka”) büyüyen Ferdy, –az önce andığım kişisel/kendiliksel özellikleriyle birlikte– Kafka’yı hayatının kurucu öznelerinden biri, bir “insan” olarak sahiplenmiş, onu “bir edebiyat hazinesi olarak gören” lerden ilkesel olarak ayrışmıştır. Kafka’ya ilişkin harcıâlem kabullerden ayrışan bir entelektüel-hümanist anarşisttir Ferdy. Harcıâlemin sözcüsü savcıya şunu söyler:
“Kafka (…) bir noktadan sonra, yani ölüme yaklaşırken, yazar kimliğiyle bilinmeyi reddetmişti. Bir insandı, o kadar. Ben o insana, onun bilinmeme hakkına, onun bu dünyadan dilediği gibi göçüp gitme tercihine saygı duyuyorum. Bay Brod’un ihmal ettiği şey bu.”
Son gecesinde acı içindeyken hekimlere, ‘Beni öldürün! Eğer beni öldürmezseniz katil sayılırsınız’ diye feryat edişiyle yazar kimliğiyle bilinmemek arzusu (yazar kimliğinin öldürülmesini vasiyet edişi) birbiriyle örtüşen taleplerdir. Dolayısıyla, yazar kimliğinin temsilleri olan eserlerini (eser sahibinin arzusunun hilafına) yakmayan Brod da bir katildir Ferdy’ye göre.[12] Kafka’yı Viyana yakınlarındaki sanatoryuma yatıran, son nefesine bile çiçekle eşlik eden sevgilisi Dora da destekler Ferdy’yi. Kafka’nın bir insan olarak en derinden ne istediğini bilen, dolayısıyla –ona sadakatiyle– eserlerine değil, kendisine saygı gösterilmesi gerektiğini düşünüp Max Brod’a Kafka’nın kitaplarının yakılması vasiyetini hatırlatan da Dora’dır.[13]
Peki, eyleminin sonuçlarından dolayı pişman mıdır Ferdy? Genç ve günahsız bir insanın ölümüne yol açtığı için üzgündür (sadece); teessürünü mahkeme salonunda anne-babaya bildirmeyi ihmal etmez. Kendisini harcıâlemden özgürleştirecek ilkeselliğini taşıyamadığı için pişmanlık duyan Raskolnikov değildir ama o; sonuna kadar (ilkesellikle!) karar ve tasarrufunun arkasındadır.
Max Brod’a dönersek; Sönmez, metnine serpiştirdiği ipuçlarıyla Brod’un bir vakit gösterdiği cüretkârlığın giderek suçluluk duygusu ve pişmanlığa dönüştüğünü ihsas edecektir bize: Stylo Noir dergisindeki yazıdan etkilenerek Tanrı’nın iradesine şerh düşen (ya da itiraz eden) Şeytan atfını Brod’un da benimseyişi, etkilenmenin ötesinde o yazıyı aslında onun yazmış olma ihtimalinin vurgulanışı (“Stylo Noir dergisindeki yazılar takma adla yazıldığına göre onlardan birinin gerçek sahibi neden Max Brod olmasın?”), derginin “Max Brod Bedel Ödemeli!” diye bayrak açtığı sıra Tel Aviv’den artan sıklıkla gelen mektuplar ve Brod’un o artışta işaret edilen olası rolü (“Kafka’yı savunan ve Max Brod’u eleştiren yazılar çoğunlukla o mektuplardan çıktı.”), yazıdaki bedel ödeme eğilimi, mahkemeye gönderdiği mektupta “keşke o gencin yerine ben öleydim” deyişi (Ferdy Kaplan: “Eh, mahkemeye gönderdiği mektuptan anlaşıldığına göre, Bay Brod da bu cezayı bekliyormuş.”). Bütün bu –olay örgüsüne yedirilerek– dantel gibi örülen göndermeler bize Brod’un cüretkârlıktan pişmanlığa yol alışını anıştırır. Brod’un mahkemeye gönderdiği mektupta kendisini Tanrı’yı savunmak niyetiyle Tanrı’ya karşı çıkan Şeytan’a benzettiği satırları takiben, “Dante bugün yaşasaydı, beni Komedya eserindeki Cehennem’e layık görürdü”nün yirmi sekiz sayfa sonra Bocaccio’yla buluşturuluşu da –ilgili bahiste– Sönmez’in kurduğu şık bir göndermedir: Dante’nin eseri bilindiği üzere yüzyıllardır İlahi Komedya olarak anılır. Halbuki eserin sahibi sadece Komedya adını vermiştir eserine. Ancak onun Brod’u da Bocaccio olmuş, ölmüş bir yazarın iradesini bozarak eserin adını değiştirmiştir. Stylo Noir dergisindeki yazıda Dante’nin eserinin İlahi sözcüğü kullanılmadan anılmış oluşu da dergideki meçhul yazarla mahkemeye İlahi’siz mektup gönderen Brod’u buluşturur.
Romanın sonlanışını müstakbel okura bırakırken soralım; Sönmez, Ferdy’ye hiç mi pişmanlık kondurmamıştır? Belki şöyle: Max Brod birkaç ay sonra Tel Aviv’de ölmüş, Kafka’nın çalışmaları dahil tüm arşivini sekreterine bırakırken bir kamu kurumuna bağışlanmasını vasiyet etmiş, ancak sekreteri vasiyetine uymayıp arşivi özel mülkü kıldıktan sonra kızlarına miras bırakmıştır. Max Brod’un yattığı Trumpeldor Mezarlığı’na ön yüzünde elle çizilmiş Kafka portresiyle bir kartpostal ulaşır, arkasındaki üç sözcükle: “Seni seviyorum Max.” Bu kadar. Ve Ernest Fischer’in yattığı mezarlığa onun adına gönderilen, ön yüzüne çizilmiş balıkçı teknesi, martısı, güneşi ve Aragon’dan dizeleriyle bir kartpostal ayrıca: “Sana büyük bir sır söyleyeceğim:/ Kapat kapıları./ Ölmek daha kolaydır sevmekten,/ Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam/ Sevgilim.”[14] Aynı gün Friesen Caddesi’ndeki polis merkezine Komiser Müller adına bir zarf da gelmiştir ama. İçinden çıkan kitap ‘İlahi’sinin üstü kırmızı kalemle çizilmiş İlahi Komedya’dır: “Bayan Müller ve Bay Müller’e, sanatın güzelliği ve insanın iyiliği için…”[15] [16]
Helalleşirken
Mihail Bahtin’in “yeniden anlatma”[17] yordamıyla Sönmez’in estetik-poetik yürüyüşünün yazınsal izlerini paylaştım sizinle. Franz K. Âşıkları, çoksesliliği, çokkatmanlılığı ve sorunsallaştırdığı şeyi muhtelif yoruma “açık” tutuşuyla tam bir ‘yaratıcı tavır’ örneği. Sanatın güzelliğine ve insanın iyiliğine adanmış zarif bir metin.
[1] Burhan Sönmez, Franz K. Âşıkları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2024. (Evîndarên Franz K. adıyla yazarın ilk Kürtçe romanı olarak da yayımlanmıştır.)
[2] Burada René Girard’ın, Romantik Yalan ve Romansal Hakikat/ ‘Edebi Yapıda Ben ve Öteki’ndeki (Metis Yayınları, 2001), roman kahramanının kahramanlığının (ve anlatının) Ben’in kendisine vehmedilenlerle kurulduğu ‘romantik yalan’ın ‘hakikat’e kırılışından söz etmiş oluyorum. Yazar kolaylıkla özdeşim kuracağımız bir Ferdy bakışını (romantik yalanı), ‘ötekine göre yönelim/arzu’ bağlamında kırılmaya uğratarak romansal hakikati (ve o anlamda, Mihail Bahtin’in de işaret ettiği romansal ‘çoksesliliği’ ve ‘çokkatmanlılığı’) kuracaktır.
[3] Bu noktada Orhan Pamuk’un “romanın merkezi” tanımlamasını hatırlatmak isterim. Pamuk, Harvard Üniversitesi’nde verdiği ‘Norton’ derslerinde (bkz. Saf ve Düşünceli Romancı, YKY, 2016) romanı diğer yazınsal türlerden ayıran şeyin ‘romanın merkezi’ olduğunu söyler; romanların, “varlığına inandığımız ve aradığımız gizli bir merkezi vardır”. “[B]ir romanın en sonunda bize hayat hakkında öğrettiği, hissettirdiği, ima ettiği, gösterdiği, yaşattığı o derin şeydir” romanın merkezi. Ben de, ‘Psikanalitik Duyarlıklı Bakışla’ Romanları Yaşamak’ta (Notabene Yayınları, 2018) ‘Murakami ve destursuz roman atı’ başlıklı yazımda Pamuk’a ayırdığım bir ‘Not’ta şunu eklemiştim: “Takdir edilecektir ki, romanın merkezi denen şeyin ‘derin’ ve o yazara mahsus olabilmesi için, yazar öznenin hayatla münasebeti içinde ‘mesele’ edindiği şeylerin ve meseleye kendi içinden yol aldıracak içtenliğinin (‘samimiyet’!) olması kaçınılmazdır.” Dikkat edilirse, Pamuk’un ‘romanın merkezi’ (ve roman türü için olmazsa olmaz) dediği şey, benim, ‘yaratma edimi’ bağlamında yaratıcı özne tavrı olarak olmazsa olmaz dediğim ‘çatışmanın sorunsallaştırımı’ ile örtüşür. Ve unutmayalım; roman kişileri (kahramanları) bildik hayatta olduğu gibi romanda da ‘hikâye/olay örgüsü’ içinde belirir ve hikâye ile birlikte ‘merkez’in kurucu öğesi olurlar. René Girard’la buluşturursak; roman, ‘merkez’le ihsas edilen hakikatini, kahramanın romansal yolculuğu içinde ve dünyanın ona nasıl göründüğü üzerinden kurar; önden kendisine vehmedilen yargıyla/değerle değil.
[4] Kent mimarisi doktora çalışmasının ilgili kısmı için geldiği kentte çocukluğundaki İstanbul’u bulamayan Amalya annesi Eliz’e şöyle yazacaktır: “Eliz, eğer mutlu ölmek istiyorsan İstanbul’un yeni halini görme, aklında kalanlarla yetin.” Sönmez’in İstanbul duyarlığı adına bunu da kayda geçelim.
[5] Orta yaşlı kederli kadın ve adama duruşma salonunda üzüntülerini bildirecektir Ferdy (“Ernest Fischer’in genç ruhu önünde saygıyla eğildiğimin zapta geçirilmesini istiyorum”). Öldürülmüş olan oğul Ernest Fischer’in adını savaşın son yılında evlerine sığınan yaralı Amerikalı’dan aldığını da aynı duruşmada öğreniriz. Demek gencimiz anti-Nazi bir aileye de mensuptur. Öğrenci lideri Rudi Dutschke’yi öldüren Bachmann türü bir şey midir yoksa Ferdy’miz? Savcının ilgili sorusunu, “Anti-komünist ruh hastasının tekidir o” diye yanıtlar Ferdy. Ölen anti-Nazi işçi anne-babanın oğlu, öldüren anti-komünistliği ruh hastalığı addeden bir muhterem!
[6] Ey roman yazarı adayı, “yaratıcı yazarlık kursu” talebesi, okurun sarılacağı merak ipinin metne nasıl sarkıtıldığının, sorunsallaştırma hattının nasıl kurulduğunun farkında mısın?
[7] Halbuki hava saldırılarıyla yıkıntılar altından cesetler çıkarılamaz, kentte iniltiler ve çürümüş et kokuları yükselirken sıkıştığı yıkık bir kapının altından çıkarılıp Kızıl Ordu Sıhhiyesi’ne götürüldükten sonra zor da olsa iyileşen Ferdy’ye öğretmenlik yapan ve birlikte resim çizen dedesi, Nazi olmadığını, –Nazizmin kötülüğünün yanı sıra– pek çok Alman gibi Nazi karşıtlığını korkudan saklamak zorunda kaldığını anlatmıştır Ferdy’ye. Hatta İstanbul’dan dedesine yazdığı ikinci mektubunda Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman arkadaşları olduğunu da paylaşacaktır Ferdy. “Herkesin kendi içinde ayrı renkler taşıdığını görüyor, dedesinin ırklarla ilgili sözlerini şimdi anlamaya başlıyordu” (s. 39) der anlatıcı. Üstelik, hem 1955’teki gayri Müslimlere yönelik pogromda hem de beş yıl sonra hükümet karşıtı gösterilere katıldığında Almanlığı hatırlatılmış, ilkinde meydan dayağı yiyip bacağı kırılmış, ikincisinde gözaltına alındığı için Paris yolcusu Amalya’yı uğurlamaya gidememiştir.
[8] Gerçi Ferdy, “Ben yalnızca, ölen birinin vasiyetini yerine getirmeye çalışan bir gönüllüyüm” de der. (s. 44) Biraz tuhaf kaçar! Bildiğimiz, vasiyet, ölümünden sonra kitaplarının yakılmasıyla sınırlıdır; vasiyete ihanet edenin infazını içermez. Bu Kafka mı? 99 Keşif isimli kitabın (İş Bankası Kültür Yayınları, 2023) yazarı Reiner Stach, 96. Keşif olarak ‘Kafka’nın Vasiyetleri’ni anmış. İlki şöyle: “Çok sevgili Max, sana son ricam: Benden geriye kalacak günlükler, elyazmalar, mektuplar, başkasına ve bana ait, imzalı vs. ne varsa; kütüphanemde, çamaşır dolabımda, evdeki ve işyeri çalışma masamdakiler dahil, yani bir yerlere taşınmış ve dikkatini çeken her şeyi tamamen ve okunmadan yak; aynı şekilde sende yazılmış, çizilmiş ne varsa, başkalarında olanları da benim adıma rica edip al ve yak. Sana vermek istemedikleri mektupları hiç değilse kendileri yakma sorumluluğunu üstlensinler.”
[9] Sönmez, Stylo Noir’ı İkinci Dünya Savaşı sırasında direnişçiler tarafından gizlice çıkarılan Axiome ile de bağlantılandırmış; savcı karakteri vasıtasıyla, 1948’e değin yayımını sürdüren Axiome’un birkaç sayısında “Kafka Yakılmalı mı?” tartışmasına sayfalarını açıp anket düzenlediği, Stylo Noir’ın Kafka’ya ve onun vasiyetine sahip çıkma düşüncesini Axiome’dan alıp işi Max Brod’u cezalandırma tartışmasına taşıdığı bilgisini de paylaşmıştır bizimle. Axiome’a göre savaştaki hainlerden bile haindir Max Brod! Sadakatsiz, alçak ve sefildir. Ferdy ve Amalya’ya Axiome’dan söz eden Dr. Hugo da Max Brod’un insan doğasını ihlal eden, arkadaşının iradesini yok sayan biri olduğu kanaatindedir. Gerçeğin her şeyden, korkudan, sevgiden, hatta ölümden daha üstün olduğu savındaki Kant gibi düşünmektedir. Axiome’a katkıda bulunan Aragon’un gerçek babasının kendisinden saklanışı örneğini de verir hatta. Hasılı, dünyaya babasına baktığı gibi çaresiz gözlerle bakan, “baş edilmez bu dünyaya asla iletemeyeceği mektuplar yazan” biri olarak tanımlar Kafka’yı.
[10] Ferdy yabancı ve ağrılı başına şefkatle sahip çıkan Amalya’ya dedesinden dinlediği bir Kafka hikâyesi anlatmış, Amalya dayısının kitapları arasında bulduğu Almanca Kafka hikâyesini Ferdy’ye okutmuş, her gün okudukları bir hikâye ile kitap bittiğinde Kafka, –daha o çocukluk yıllarında– onların Franz’ı olmuştur: “Bizim Franz’ımız.” (Ferdy’nin dedesinden dinlediği o çok hoş Kafka hikâyesini değişik sonlarıyla s. 39 ve 97’de bulacaktır sevgili okur.)
[11] On, masal yaşı olmasa da…
[12] Ferdy, Max Brod’un yıllar içinde yoğunlaşan ruhsal acısıyla öldürülmeyi (bedel ödemeyi) kendisinin istediğini de benzer bir muhakemeyle iddia edecektir. Hesap sormanın sınırını, “Siz de eleştirmekle yetinseydiniz keşke” diye hatırlatan savcı daha önce de şunu söylemiştir: “Akli dengenizden şimdilik kuşku duymuyorum ama eyleminizin akıl dışılığını da görmek gerek.” Gerek Komiser Müller, gerekse savcı, Ferdy’nin arzusunun kırılmaya uğratan ‘öteki’dirler.
[13] Ferdy, Dr. Hugo’nun neden “Franz K.” sorusunu şöyle yanıtlar: “Onu ilk adıyla anmak, onun kendisi olarak bilinme hakkını gözetiyor. O bizim için yazar Kafka değil, sıradan dünya yurttaşı Franz’dır, Franz K.”
[14] “Ölülere mektup yazmak hayata duydukları saygının ifadesiydi” der anlatıcı; Amalya ve Ferdy’nin, Kafka’nın “Açlık Sanatçısı” hikâyesini okuduktan sonra ölülere mektup göndermeye karar verdiklerini fısıldar bize. Kafka’nın Prag’daki Yeni Yahudi Mezarlığı’na gönderdikleri gibi, Berlin’deki Steglitz Mezarlığı’na Ferdy’nin dedesi için, öldükleri apartmana anne-babası için, Merkez Efendi Mezarlığı’na da dedesi ve ninesi için birer mektup postalanmıştır. (Merkez Efendi Mezarlığı’na gönderilen mektubu Taş ve Gölge’nin [İletişim Yayınları, 2021] Avdo’su almıştır belki de.)
[15] Bir Kürt yazar olarak Burhan Sönmez’in bu romanının ilk Kürtçe romanı olması, romanın çağırdığı merkez (ya da Sönmez’in sorunsallaştırım duyarlılığı: ilkesellik ve ölümcül şiddet – günahsız bir gencin ölümüne yol açan ilkesellik sevdası) adına ne söyler bize? Alman dedenin Ferdy’ye umut vermek üzere Kafka’nın hikâyesinin sonunu değiştirirken söylediği, “Yolculuk insanı değiştirir” umutlandırır mı bizi de, bunca yolu yürüdükten sonra?
[16] Yazarla metni arasına girme pervasızlığı, cüreti ya da küstahlığı adına –tersten de olsa– bir başka örnek, yazarın gerçek hayattaki yakışıksız veya uygunsuz addedilen davranışlarını esas alarak romanlarının yayımdan alıkonuşu, hatta yazarlığına verilmiş ödüllerin geri alınmasıdır. Yakışıksızlığın daniskası, yayınevleri ve ödülcü makamların okurla yazar ve metni arasına girme iradesidir kanımca. Ölümünden sonra eserlerinin yakılmasını istemesi nasıl yazarın insani bir hakkı ise, gerçek hayattaki fiilin failiyle verili gerçekliğinden metnine doğru soyunmuş yaratıcı yazar öznenin bir tutulmaması talebi de insani bir haktır bence.
[17] “Yapıtta sanatsal olarak tamamlanan deneyim, eylem ve olayı farklı sözcüklerle aktarmak mümkündür. Bu tür bir yeniden anlatma, eldeki görevin metodolojik olarak doğru kavranması koşuluyla, estetik çözümleme için çok büyük önem taşıyabilir.” (Sanat ve Sorumluluk / ‘İlk Felsefi Denemeler’, çev. Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları, 2005, s. 324)
Önceki Yazı
Ortalama bir hüzün
“Aslında bu kitabın en orijinal tarafı, roller tersine döndüğünde okurun kendi yazdıkları aracılığıyla bunları kitaplaştıran yazara da, biz yeni okurlara da hikâye denen şeyden ne beklediğini, ne umduğunu göstermesi. Tuhaf bir ayna gerçekten de.”
Sonraki Yazı
“Bir şarkı yapıyorum hiçlikten”
“Akitanya dükü IX. Guilhem’in, ilk dizesi olan 'Farai un vers de dreyt nien' ile anılan ve 'modernitenin başladığı şiir' diye nitelendirilen şiirinin içerdiği tazeliği, yenileyiciliği göz ardı etmemek, önemli bir kilometre taşı olarak kaydetmek gerekiyor.”