• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Erkek Dutların Gölgesinde:

Emval-i metrukenin ve definenin peşinde

“Özkarcı’nın romanı sadece define konusuyla ilgili değil; bununla koşut olarak Ermenilere ait malların mülkiyetinin el değiştirmesi meselesi de işin içinde.”

BEHÇET ÇELİK

@e-posta

KRİTİK

24 Nisan 2025

PAYLAŞ

Bazı kitapları okuduğumuzda önceden okumuş olduğumuz bir başka kitap hatırımıza gelir, bir akrabalık vardır sanki aralarında; anlatımı, dili de olabilir bize bu hissi veren, zaman ve mekânların yahut temanın örtüşmesi de. Geçtiğimiz yılın son haftalarında yayımlanan, Ali Özgür Özkarcı’nın Erkek Dutların Gölgesinde[1] romanını okuduktan sonra da Orhan Kemal’in Kanlı Topraklar’ını yeniden okuma isteği duydum. Benzer meselelere değinen, aşağı yukarı aynı yıllarda ve her ikisi de Adana’da geçen iki roman.

Orhan Kemal’in Kanlı Topraklar’ı[2] “1934 yılının ağustos ayının sonlarıydı” cümlesiyle anlatı zamanı çok net ifade edilerek başlar; bununla beraber romandaki olayların tarihsel arka planında yer alan eski zamanlara da sıklıkla atıfta bulunulur. Bunların arasında Adanalı Ermenilerin göçe zorlanmaları önemli bir yer tutuyor. Ermenilerden kalan malın mülkün nasıl pay edildiği, kimlere verildiği gibi meseleler de… Romanın merkezinde yer alan Nedim Ağa’nın fabrikası kadar sık olmasa da, “tehcire tabi tutulup memleketten çıkarılmış Ermenilere ait” topraklar, Ermenilerden kalma eşyalar, “İttihat ve Terakki’nin tehciriyle Halep’e kapağı atmış” bir Ermeni’nin “çeşitli eller değiştiren […] Milli Mücadele’den sonra ‘emval-i metruke’ye kalmış, oradan da, Ermeni mallarının yağması ile zenginleşmiş bir yeni zenginin eline geçmiş” bir konak da bahis konu olur romanda.

Ermenilerin asırlardır yaşadıkları topraklardan kaçmak zorunda kalmaları, bunlar kadar açık seçik olmasa da, bir başka nedenle daha gündeme gelir. Romanın başkişisi ve kötü adamı Topal Nuri sonlara doğru define arayan birtakım kişilerle ilişkiye geçer. Definecilik konusu, Nedim Ağa ya da benzerlerinin “emval-i metruke”ye sahip olmaları gibi Ermenilerle pek ilişkilendirilmez aslında.[3] Belki şu satırlardan ötürü bir nebze ilişkili olduğunu düşünmek mümkün olabilir:

Defineci Sırrı Usta’nın dükkânı da buradaydı. Öteki kuyumcu dükkânları gibi vitrinleri çeşitli altın bilezikler, yüzükler, kolye, küpelerle dolu değildi, çünkü Sırrı Usta hemen hemen bütün altınlarını definecilik uğruna harcamıştı. Yoksa, eski ustaydı, iyi ustaydı. Tehcirden çok önceleri Ermeni kuyumcuları yanında gençlik yıllarını geçirmiş, onlardan kuyumculuğu bütün inceliğiyle öğrenmişti. (s. 260)

Beri yandan, roman kişilerinden biri, Sinan, Sırrı Usta ve arkadaşlarının defineciliği biraz da “dümenden” yaptıklarını söyler. Uçsuz bucaksız toprakların sahibi bir paşazadeyi “ufaktan ufaktan yont[manın]” dümenidir. Define ekibinde yer alan ve birtakım ritüellerle gömünün yerine bulacağını ileri süren, 1927 şimendifer grevini hazırlayan eski komünistlerden Ali Şahin ise ona göre “delinin biri[dir]”. Çok haksız olmadığı roman ilerledikçe anlaşılır; çünkü Ali Şahin Lenin’le rüyasında uzun uzadıya sohbet edip tartıştığını ileri sürüyordur. 

Umut'tan bir kare: Arabacı Cabbar (Yılmaz Güney) ile arkadaşı Hasan (Tuncel Kurtiz), define için kazdıkları çukurun başında.

Gelgelelim, bu gömülerin menşei, bunların vaktiyle kimler tarafından toprak altına saklandığı meselesi pek dile gelmez romanda. Yılmaz Güney’in eşsiz filmi Umut geliyor aklıma; Çukurova’ya göç etmiş arabacı Cabbar’ın atını ve arabasını kaybedip beş parasız kaldıktan sonra define peşinde neler yaptığı, ne haller aldığı anlatılırken de, aradığı bu defineleri kimin, ne zaman gömmüş, saklamış olduğu gündeme gelmemiştir.

“Emval-i metruke”nin kimlere, nasıl peşkeş çekildiğinin açık seçik ifade edildiği, “yıllarca önce tehcire tabi tutulup memleketten çıkarılmış Ermenilere ait” “Çukurova topraklarını[n]” “ta Ayas’tan Payas’a kadar” arazilerin “Kanlı Topraklar” diye anıldığı Kanlı Topraklar’da, üstelik define bahsine de bir hayli girilmişken, roman kişilerinin kış, ayaz, gece demeden aradıkları “define”leri gömenlerin Ermeniler olduğundan ya da olabileceğinden söz edilmez. Bunun bir nedeni Adana ve civarında asırlar boyunca çok farklı kavimlerin yaşamış olması ve farklı dönemlerden gömülerin bulunma olasılığının yüksekliği olsa gerektir. Yine de Anadolu’da hayli yaygın olan define arayıcılığında, insanları buna sevk eden başlıca nedenin 1915’te kaçanların bir gün döneriz umuduyla altınlarını, ziynet eşyalarını sakladıkları tevatürü olduğu da bir gerçektir.

Bu bağlamda Kanlı Topraklar’da Ermenilerin yok yazıldığı bir yer daha var, ama orada konuşan anlatıcı değil, roman kişilerinden Paşazade Hakkı Bey’dir – “Adana Müzesinde mi, Ramazanoğlu Kitaplığında mı eline geçirdiği eski bir kitaptan okuyup öğrendiği Adana tarihi üzerine konuşuyordu[r]:”

… Milattan önce on birinci yüzyılda Önasya’dan gelen Hitit, Huri ve Kasit gibi kavimler, ama daha öncesi var, Luvi’ler. Bu Luvi’ler Kilikya’da Kızvatna Krallığını kurmuşlar. Tüm Anadolu’yu düşünüyorum da, ırkçılığın en sökmeyeceği dünya parçası bizim Anadolu. Bakın şimdi, Adana’da Kızvatna Krallığı Hititlilerin eline geçmiş, sonra Hitit yıkılmış, Asurîler gelmişler, Asurlular gitmişler, İranlılar gelmiş, İranlılardan sonra Yunanlılar, Mısırlılar, Romalılar… Yani bu topraklar korkunç bir ırk karışması. Bunları nasıl ayırır, nasıl ayırt edersiniz birbirinden? (s. 342)

İlginç değil mi; Paşazade Hakkı Bey’in okuduğu kitaba göre Ermeniler hiç uğramamışlar sanki Kilikya’ya! Paşazade de, yanında yöresindekiler de üzerinde durmuyorlar bunun. Kim bilir, belki de bu söylemeye gerek bile duyulmayan bir gerçekliktir o dönemin insanları için!

Ali Özgür Özkarcı
Erkek Dutların Gölgesinde
İletişim Yayınları
Aralık 2024
199 s.

Bu “define” konusunu aklıma düşüren, yazının başında andığım Özkarcı’nın Erkek Dutların Gölgesinde[4] romanı oldu. Özkarcı’nın romanında adlı adınca Ermenilerin “gömü”lerinden, “define”lerinden söz ediliyor çünkü. Kanlı Topraklar’ın geçtiği yıldan altı-yedi yıl sonra, 1940’ların başında geçiyor romanın ilk bölümü – bunu roman kişilerinden birinin “Devletin azınlıklara mahsus bir vergi salacağı konuşuluyor” cümlesinden anlarız. İşte tam o sıralarda Ermenilerin Adana’ya “buradaki gömülerini alıp belki Suriye’ye belki Beyrut’a kaçacaklar[ına]” inanmış bir başkomiserin bu uğurda emrindeki polisler arasından bir ekip oluşturmasıyla başlıyor Erkek Dutların Gölgesinde.

İkinci bölümse ‘90’ların sonu, 2000’lerin başında geçiyor. Bu bölümün girişinde Adana’nın şehir merkezine minibüsle gidip gelinebilen bir köyünde annesiyle yaşayan Meryem’i tanıyoruz. Meryem evlerinin bitişiğindeki çiftliğin sahibinin Adana’da lüks bir apartman dairesinde yaşayan çok yaşlı annesinin bakıcılığını yapmak için her gün köyden şehir merkezine gitmektedir.

Bu bölümde de define meselesi çıkıyor karşımıza – ilk bölümün ardından altmış yıl geçmiş olmasına rağmen. Annesiyle Meryem’in giderek artan bir sıkıntıları vardır bu konuda; civardaki define arayıcıları onlara ait arazide de kazı yapmak istemektedirler. Meryem’in annesi Zalha’ysa karşıdır.

Tüm civar köyler yıllardır define arayanlarla doluydu. Oysa Meryem, İbrahim’e kim bilir kaç söylemişti annesinin serzenişini – Ölüm çıkar kazdırmam bahçemi! (s. 76 – vurgu metinde)

Ne var ki hiç az değildir defineciler. Vazgeçecek gibi de görünmüyorlardır.

Define umudu havada asılı kalmıştı adeta, gizliden gizliye tüm konuşulanlar gibi. İddia edilenler herkesin kulağına doluyor, bir başkasının aklına saplanıyordu. Kâhyaya göre define burada bir yerde olmalıydı. Neticede burası Kiliseköy idi. Eski bir Ermeni köyüydü. Sadece bir köyden de ibaret değildi. Ermeni toprak zenginlerinin yaşadığı mıntıka tam da burasıydı. (s. 106)

Tahmin edileceği üzere, romanın ilk bölümüyle ikinci bölümü arasında önemli bir bağ bulunuyor ve metnin gerilimi ve olay örgüsü de bu bağlantının keşfedilmesine, ortaya çıkmasına dayanıyor.

Tam da Meryem’in hikâyesinin geçtiği yıllarda Hrant Dink de bu define konusuna değinmişti Agos’taki bir yazısında:

Hrant Dink

Bilenler bilir, Anadolu’da pek rağbet gören bir zanaattır define arayıcılığı. Hayatını bu yola vakfetmiş “define manyakları” vardır. İstanbul Aksaray’da özel defineciler kahvesi olduğu bile söylenir.

Bu tipler ellerinde ne yazdığını anlamadıkları, çizilmiş eski kâğıt parçalarıyla az mı çaldı AGOS’un kapısını?

Sanki kapıp kaçacakmışsınız gibi de, amanın bir de ürkerek uzatırlar ki haritayı, demeyin gitsin...

Ermeni soykırımına ve Ermenilere ait mallara ve topraklara el konmasına ve birilerine devredilmesine ilişkin edebiyatımızda anlatılar çok değildir; Murat Belge, Edebiyatta Ermeniler’de[5] ayrıntılı bir dökümünü yapmıştır bunların. Belge, kitabının eldeki malzemenin tamamını kuşatmadığını baştan belirtirse de, çalışmasının hayli zengin bir çeşitlilik içerisinde edebiyatımızın farkı dönemlerinden ve farklı dünya görüşlerinden yazarların yapıtlarının araştırılmasıyla ortaya çıktığını vurgulamak gerekir.

Bu yazılarda, erişebileceğim en geniş malzemeye erişmeye çalıştım; bunun için, bugün büyük ölçüde unutulmuş, muhtemelen yazıldığı zaman da fazla geniş okur kitlelerine ulaşmamış çeşitli romanları elden geçirdim. Ama, bütün malzemeye hâkim olmak kolay, belki mümkün de değil. Beklenmedik yerlerden beklenmedik bölümler çıkabiliyor. Öte yandan, bunca yıldır okuduğum yüzlerce romanı öncelikle bu gözle, bu konuda söylenmiş sözlerin kaydını tutmak üzere okumadığım için, bildiğim birçok kitapta olanları unutarak kaçırıyor olmam da kuvvetle muhtemel. Dolayısıyla, bu yazıların, eldeki malzemenin tamamını kapsamak gibi bir iddiası olmadığını peşinen söylemem gerekiyor. (s. 52)

Belge’nin çekincesini hesaba katmakla birlikte, araştırılan romanlarda Ermenilerden kalmış define hikâyelerine hemen hiç rastlanmadığını söylemek de mümkün. Edebiyatta Ermeniler’de define aramakla değilse de, kaçmak zorunda kalan Ermenilerin kıymetli eşyalarını gömmeleriyle ilgili olduğu ileri sürülebilecek yegâne örnek Kemal Tahir’in Büyük Mal’ındandır.

Cumhuriyet’le girilen bu yeni evrede, Ermeni malı mülkü üstüne oturan bu yeni “burjuvazi”nin yerini ve rolünü Kemal Tahir doğru değerlendirmiştir. Büyük Mal’ın önemli (ve kötü) kişilerinden Hacı Kenan Efendi, Kirkor Efendi’yi Hatap Boğazı’nda öldürtmüş, karısı Agavni ile de evlenmiş, ama sonra “Çorum’un rezil takımı Ermeni saklama meselesini ortaya atınca” […] onu da sepetlemiştir – ama Kirkor Efendi’nin altınları gömdüğü yeri de söylettikten sonra. (s. 80)

Erkek Dutların Gölgesinde, bu pek işlenmemiş “Ermeni defineleri” temasının merkezî planda ele alındığı belki de ilk roman olabilir. Beri yandan bu roman, yazarının Ermeni meselesi konusundaki ilk yapıtı değil. Özkarcı 2019’da yayımlanan Dört Köşeli Kambur[6] başlıklı öykü kitabında da Adanalı Ermenilerin hikâyelerine değinmişti. Bu kitaptaki öykülerde define, gömü ya da emval-i metruke bahsi pek geçmiyordu, odakta aile geçmişindeki Ermeniliğin gizlenmesi ve bunu gizlemenin belki de beyhudeliği vardı, çünkü gizlense de biliniyordu ve bu bilgi öykü kişilerinin hayatlarını hayli zorlaştırıyor, hatta çıkmazlara sokuyordu.

Özkarcı’nın romanı sadece define konusuyla ilgili değil; bununla koşut olarak Ermenilere ait malların mülkiyetinin el değiştirmesi meselesi de işin içinde. Emval-i metruke bahsinin Kanlı Topraklar’da adlı adınca anlatıldığına değindim başta.[7] Şu satırlar Kanlı Topraklar’ın başlarından:

Nedim Ağa […] bu şimdi ceviz masasından il idare başkanıyla konuştuğu fabrikayı yıllarca önce “Sahipleri Bilinmeyen Mallar”dan,[8] gene bu parti mebusu, hatırlı birinin yardımıyla ucuza satın almış, yıllar yılı da geliştirip büyütmüştü. Particilerin elinde bir çeşit Demokles’in kılıcıydı bu fabrika. Kafaları kızdı mı elinden alıverecekler gibi geliyor, geceleri uykuları kaçıyordu. (s. 19)

Mülkiyetin el değiştirmesi her zaman devletin satışlarına, müzayedelerine katılmak yoluyla gerçekleşmemiştir. Murat Belge’nin Edebiyatta Ermeniler’de belirttiği gibi, “Mal paylaşımı bazen de zor kullanmaya [da] yol açar”. Belge, Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti’nden şu cümleleri alıntılar.

Bir gün öğle üstü Süleyman dokuz silahlı kişisiyle Mustafa Ağa’nın kapısını çaldı, buyur ettiler.

Buradan çıkacaksın. Panosyanın mirası bana düştü. Panosyanın oğlu olduğumdan değil... Çünküleyin Panosyanı ben iteledim. Ol sebepten Panosyanın bütün malı mülkü, konağı, tarlası, çiftliği, dükkânları hep bana kaldı! (s. 81-82)

Beri yandan, 1915 sonrasında, önceleri daha çok Ermenilerin çalıştığı iş kollarında Müslüman ahali de çalışmaya başlamıştır. Bunun da bir neviden pay olduğunu düşünmek çok zorlama olmasa gerektir. Yine Kanlı Topraklar’ın anlatıcısına kulak verebiliriz.

[Ali Şahin’in] Adana’ya geldiği yıllar, İttihat ve Terakki’nin Ermeni tehcirinden az sonraydı. Memlekette makinistlik üzerine çok iş vardı. Çünkü Ermeniler memleketin bilhassa ticaret, sanayi, hatta çiftçilik işlerini ellerinde tutuyorlardı. Ali Şahin, Romanya’da bellediği makinistlik ve şoförlüğüyle Adana’da ilk Türk makinist değilse bile, şoförler arasına girmişti. (s. 309)

Belki de define, gömü konusunu da bir nevi “sanal pay” ya da “pay hayali” diye düşünmek gerekir. Öbürleri gibi bir punduna getirip fabrika, tarla, ev, taşınır eşya sahibi olamamışların kendilerine de pay düşmesi avuntuları.

Ali Özgür Özkarcı

Erkek Dutların Gölgesinde’nin roman kişileri meselenin ekonomi politiğine de açık seçik değiniyorlar.

Sonradan isminin Ramazan Münif olduğunu öğreneceği zatın, bir vergi salınacak diyorlar gayrimüslimler için demesiyle Yusuf dalgınlığından bir çırpıda sıyrılacaktı. Hacı Salih, gözleri iskambilde, gerekli efendim, gerekli diyecekti o tok sesiyle.

Her iş onlarda. Altın almaya gidiyorsun icabında, cebindeki balyaları onlara emanet ediyorsun. Nerede en değerli, para isteyen iş var, başındalar. Tüm bunların hali vaktinin yerine sokulması gerekir.

Ramazan Münif, Kurtuluş Savaşı sayesinde her şey diyerek kaykılmıştı yerinde, bakın o günden beri daha bir rahat nefes alıyoruz. İşimizi yapıyoruz. Büyümek için elzem böyle şeyler. Ramazan Münif’in, savaşla gerçekleşen kurtuluşu iktisadi kurtuluş ile taçlandırmak gerekir demesi Hacı Salih’i iyiden iyiye keyiflendirmişti, Çok yaşayın Münif Bey demişti heyecanla. Ne güzel dedin. Boşuna mı savaştık! (s. 160)

Bu alıntıda adları geçen Yusuf’un ve Hacı Salih’in kimler oldukları sorulabilir. Yusuf romanın üçüncü bölümünün kahramanı. Bu bölümde yeniden 1940’lara döneriz; civarın en büyük zenginlerindendir Hacı Salih, Yusuf da onun oğludur. Yusuf, İstanbul’a hukuk okumaya gitmiş, ucundan köşesinden solculuğa bulaşıp Sansaryan Han’a düşmüş, ardından babası onu yanına, Adana’ya aldırmıştır. Gelgelelim, Yusuf, Adana’da da Komünist Partisi’ne ulaşmanın yollarını arıyordur. (Dönemin ünlü işkencehanesi Sansaryan Han’ın –doğru adıyla Sanasaryan Han’ın– da emval-i metruke kapsamında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiş olduğuna dikkat çekmemek olmaz.)

1940’lardaki olayların 2000’lere bağlanmasından söz etmiştim; bununla kastettiğim, romanın olay örgüsünün bütünlenmesi, parçaların birbirini bulması – önceki üç bölümdeki olayların, parçaların. İşte bu da romanın dördüncü ve son bölümünde gerçekleşiyor. Özkarcı’nın, olayların birbirine bağlanmasını romanın dış-anlatıcının ağzından aktarılan, diyaloglara ve iç seslere de yer verilen akışına iki farklı anlatı tarzı katarak sağladığını belirtmeliyim. İlki 1940’larda kalmış bir defter, intikam için Beyrut’tan Adana’ya dönen bir Ermeni gencinin tuttuğu günlük; öbürüyse 2000’lerin başında doksan yaşını geçkin olan, “durumu bunamakla yaşlılık arasında gidip gelen” bir kadının hafızasının adeta infilak ederek saçılması, sayıklamaları.

Özkarcı’nın Dört Köşeli Kambur’daki öykülerinden birinde de günlük sayfaları vardı; kimi cümleleri hepten karalanmıştı bu günlüğün, kimi kelimelerse bazı harflerin üzeri çizilerek kısmen okunmaz hale getirilmişti – kısmen de tahmin edilmeye müsaitti. Romandaki günlükte böyle çizikler, karalamalar, okurun algısına, ilgisine güvenerek bırakılmış boşluklar yok; bir kez daha anlıyoruz ki, öykü arayışlar yapmak, denemelere kalkışmak için romandan daha müsait bir edebi tür.

Erkek Dutların Gölgesinde’nin merkezindeki meseleler merak öğesinin diri tutulduğu, sürükleyici olay örgüsünün katkılarıyla bütünlüklü bir anlama ulaşıyor – neler olup bittiği ilk anda tam olarak kestirilemeyen parçalar birbirini buldukça. İki farklı dönemin Adana’sına ilişkin romanda aktarılan mekân ve hayat tarzlarına ilişkin ayrıntılarla iç dünyalarına bir nebze girebildiğimiz yan karakterlerin tutum ve davranışları, bu iki dönemin ruhunu ve geçen zaman içerisinde nelerin değiştiğinin ya da sabit kaldığının resmini de çiziyor.

 

NOTLAR

[1] Ali Özgür Özkarcı, Erkek Dutların Gölgesinde, İletişim Yayınları, Aralık 2024, 199 s.

[2] Orhan Kemal, Kanlı Topraklar, Tekin Yayınevi, 2002, 375 s.

[3] Murat Belge de Edebiyat’ta Ermeniler’de Orhan Kemal’in bu romanına ayırdığı sayfalarda define konusuna değinmemiştir.

[4] Ali Özgür Özkarcı, Erkek Dutların Gölgesinde, İletişim Yayınları, Aralık 2024, 199 s.

[5] Murat Belge, Edebiyatta Ermeniler, İletişim Yayınları, Eylül 2013, 252 s.

[6] Ali Özgür Özkarcı, Dört Köşeli Kambur, Everest Yayınları, Nisan 2019, 86 s.

[7] Elimin altında Kanlı Topraklar’ın Tekin Yayınevi tarafından 2002’de yayımlanmış baskısı var. Romanın ilk baskısında geçen “emval-i metruke”ler, “sahibi bilinmeyen mallar” olarak değiştirilmiş. Orhan Kemal’in yapıtlarının günümüzde de yayımlamayı sürdüren Everest Yayınları tarafından yapılan yeni baskılarda özgün metne dönülmüş ve bir dipnotla emval-i metrukenin “sahibi olmayan mallar” anlamına geldiği ve 1915 Tehciri’nden sonra Ermenilerden kalan mallar için kullanıldığı belirtilmiş.

[8] Bkz. 7 numaralı dipnot.

Yazarın Tüm Yazıları
  • ali özgür özkarcı
  • Büyük Mal
  • demirciler çarşısı cinayeti
  • dört köşeli kambur
  • Edebiyatta Ermeniler
  • Emval-i metruke
  • Erkek Dutların Gölgesinde
  • Kanlı Topraklar

Önceki Yazı

VİTRİNDEKİLER

Haftanın vitrini – 18

Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Ay Yalan Söylüyor / Çizgiler / Detaylar / İntiharın Edebi Suretleri / MANIAC / “Mektup Selam Söyle…” / Nasıl Faşist Olunur / Reims’e Dönüş / Soğuk / Stalin Troçki’ye Karşı

K24

Sonraki Yazı

KRİTİK

Meryem’in Çiçekleri:

Susma, unutma ve bilmemenin reddi

“Tarihte yaşanmış bir dönemi ya da olayı konu edinen romanları bekleyen tehlikelerden biri, tarihsel bilginin kurgunun önüne geçerek eseri boğmasıdır. Abdullah Ataşçı’nın bu tehlikenin farkında olduğu anlaşılıyor.”

ŞİRVAN ERCİYES
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist