Edward Said’i okumak
“Said, Filistinlilerin bir halk olarak geleceğinin Siyonist korkulara ipotek edilmesinin bir 'felaket' olduğunu 1979’da yazmıştı. Bugün değişen şiddetin boyutu, kendisi değil.”
Edward Said. Sağda, Said Lübnan'ın güneyindeki Kafr Kila köyünden İsrail sınırının diğer tarafına 'sembolik' bir taş fırlatırken. 4 Temmuz 2000. Fotoğraf: AFP
Metin analizi modeli, edebiyat kuramı, edebiyat eleştirisi ve Ortadoğu çalışmalarıyla bu alanlarındaki araştırmacıların akademik söylemini sarsmış ve dönüştürmüş bir öğretim üyesi olmakla kalsaydı Edward Wadie Said, (1 Kasım 1935 - 24 Eylül 2003) evet, insanlık tarihinin yıldızlarından biri olarak yine de tarihe geçerdi ama siyasi duruşu ve klasik Batı müziği donanımıyla kazandığı parlaklık onu bir nevi Kutup Yıldızı haline getirdi. Kudüs’te Amerikan vatandaşı Filistinli Hıristiyan baba, Lübnanlı Hıristiyan anne ve bir kardeşten oluşan varsıl bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve Kahire’deki Victoria Koleji’nden sonra Princeton ile Harvard üniversitelerinden mezun olan Said, 1963 yılında İngilizce ve Karşılaştırmalı Edebiyat fakültelerinin bir üyesi olarak katılmış olduğu Columbia Üniversitesi’nde ders vermeye 67 yaşında vefat ettiği 2003 yılına dek devam etti.
Asıl ünü ve etkisi 1978’de yayımlanan Orientalism (Şarkiyatçılık, Metis Yayınları, 2003) ile geldi: Batı-Doğu ilişkilerindeki yanlış kültürel temsillerin kaynağı olan Şarkiyatçılığı eleştiren ve Batılı olmayan halkların Batılı temsillerine meydan okuyarak sömürge-sonrası çalışmaları başlatan bu çalışmasıyla dünyaca tanınmış bir kültür eleştirmeni oldu. Ancak bu şekilde ünlenmesinden önce de alanında önde gelen bir karşılaştırmalı edebiyat akademisyeniydi.
Said’in yayınlanan ilk kitabı Joseph Conrad and the Fiction of Autobiography, (Joseph Conrad ve Otobiyografisinin Kurgusu, Alfa Yayınları, 2023) doktora derecesini kazanmak için sunduğu akademik tezinin genişletilmiş haliydi. Bir edebiyat kuramcısı ve eleştirmeni olarak Said, engin bir ilgiyi ve bilgiyi haiz olduğu müzik alanından bir deyimle, kendisi için bir cantus firmus[1] gibi olduğunu ifade ettiği Joseph Conrad üzerinde kariyeri boyunca çalıştı.
London Review of Books’ta 1998 yılında yayınlanan “Between Worlds” (Dünyalar Arasında) başlıklı makalesinde, “Hiç kimse kaybolmuşluğun ve yönünü kaybetmişliğin kaderini Conrad’dan daha iyi temsil edemezdi ve hiç kimse bu durumu düzenlemeler ve konaklamalar ile değiştirmeye çalışma çabası konusunda daha ironik olamazdı.”[2] diye nitelendirir bu Leh-Britanyalı yazarı. Görünüşte Conrad’ın yaşamıyla kendisininki arasında pek çok benzerlik vardır. Her ikisi de yabancı ya da kolonyal idare altındaki coğrafyalarda doğmuştur. Yerinden yurdundan olmayla, her ikisi de anadilleri olmayan bir dilde yazmak zorunda kalmıştır. Yerinden edilme, sürgün ve marjinalleşmenin tedirgin edici deneyimlerini paylaşmışlardır. Geride bıraktıkları yok olan eski rejim ya da içinden çıktıkları sömürge dünyasıyla ulaştıkları yeni, yabancı, belirsiz olan ve nihayetinde kalacakları iki farklı dünya arasındaki kopukluğa yakalanmışlardır.
Sürgün edilişleri hem Said’e hem de Conrad’a insan deneyiminin çeşitliliğinin bilincinde olarak kayda değer bir kavrama keskinliği sağlamış görünüyor. Said’in 2000’de yayınlanan Reflections on Exile’da (Sürgün Üzerine Düşünceler, Hece Yayınları, 2020) ifade ettiği gibi, yaşanmışlıklar, “simültane boyutların farkına varılmasına yol açıyor, (bu) kontrapuantal bir farkındalık”.[3] (s. 186)
Joseph Conrad, Said için büyüleyici olmuştur, çünkü bir anti-emperyalist olmasına rağmen emperyalizmin kaçınılmaz olduğuna olan inancı, onu emperyalizmin totalleştirici varsayımlarıyla suç ortağı yapmıştır. Conrad’ın Afrikalıları, herhangi bir “gerçek” deneyimden ziyade bir Afrikacılık geleneğinden (yani, süreçleri bakımından Oryantalizme çok benzeyen bir Afrika “bilme” biçiminden) çıkar ve bu Afrikalıların neredeyse uğursuz ilkelliği (aynı zamanda insanlığın kendisinin ilkelliği olsa da – ya da belki de öyle olduğu için) emperyalizmin misyonunu meşrulaştırır. Conrad’a göre emperyal süreci kurtaran şey “yalnızca fikirdir. Arkasında duygusal bir gösteriş değil, bir fikir ve bu fikre duyulan bencil olmayan bir inanç”.[4] Eğer kısa vadeli fethin yıkımından kurtulmuşsak, diyor Said, o zaman kurtuluş fikri bunu bir adım öteye taşır. Çünkü emperyalist her ne kadar en başta sömürgeleştirilenler üzerinde egemenlik kurmak için inşa edilmiş olsa da, emperyalizmin misyon fikrinin kendini haklı çıkaran pratiği tarafından kurtarılır ve bu fikre saygı duyar.[5] Conrad emperyalizmin iki farklı ama birbiriyle yakından ilişkili yönünü yakalar: Toprakları ele geçirme gücü ve fırsatının kendi başına size egemenlik hakkı verdiği fikri ve “emperyalizmin kurbanı ile faili arasına yerleştirilmiş, kendini yücelten, kendi kendine ortaya çıkan bir otoritenin meşrulaştırıcı rejimini geliştirerek bu fikri gizleyen uygulama”.
Beginnings: Intention and Method (Başlangıçlar: Niyet ve Yöntem, Metis Yayınları, 2020) adlı kitabında Said, Vico, Valéry, Nietzsche, de Saussure, Lévi-Strauss, Husserl ve Foucault‘nun görüşlerinden yararlanarak edebiyat eleştirisinin kuramsal temellerini analiz etti. Beginnings, Said’in Oryantalizm, entelektüeller üzerine çalışmaları, dünyevilik ve analitik “coğrafya” çalışmaları dahil olmak üzere daha sonraki yazılarıyla ilişkili tüm ilgi alanlarının ortaya çıkışını haberleyen kuramsal bir çalışmadır. Edward Said modern eleştirel söylemin, Jacques Derrida ve Michel Foucault’nun yazıları ve Marksizm, yapısalcılık, dilbilim ve psikanaliz gibi etkilerle etkileyici bir şekilde güçlendiğini gösterir. Bununla birlikte, çeşitli yöntem ve ekollerin, metinleri dünyaya bağlayan karmaşık bağları göz ardı ederek, edebiyat eserlerini bir teori veya sistemin gerekliliklerini karşılamaya zorlama eğilimleri nedeniyle sakatlayıcı bir etkiye sahip olduğunu savunur. Said eleştirmenin hem eleştirel sistemlerle hem de egemen kültürün dogma ve ortodoksileriyle arasına mesafe koyması gerektiğini savunur. Bilinç özgürlüğünü ve tarihe, metnin zorunluluklarına, siyasi, sosyal ve insani değerlere, insan deneyiminin heterojenliğine karşı duyarlılığı savunur. Eleştiri ilkelerini ve pratiğini birleştiren Beginnings’de bir dizi yazar –Swift, Conrad, Lukacs, Renan, Dante, Milton ve diğerleri– vasıtasıyla özgünlük, dünyevilik, yazarların rolleri gibi kavramları irdeler.
1988’de yayınlanan Nationalism, Colonialism, and Literature: Yeats and Decolonization Edward Said’in Culture ve Imperialism’de irdelediği süregelen ırksallaştırma meselesin i(Culture and Imperialism) yine bir anti-kolonyal duruşla ve Yeats vasıtasıyla İrlanda bağlamında ele alır. 1990’daki Nationalism, Colonialism, and Literature “Said’in Yeats üzerine çalışmasının, Terry Eagleton ile Frederic Jameson’ın makaleleri ve Seamus Deane’nin önsözü eklenerek yeniden basımıdır.
Ölümünden sonra 2007’de yayınlanan On Late Style: Music and Literature Against the Grain’de, (“Geç Üslup Üzerine”) aralarında Beethoven, Thomas Mann ve Jean Genet’nin de bulunduğu büyük sanatçıların hayatlarının sonlarında ürettikleri eserleri incelemiştir. Said bu çalışmasında ele aldığı geç dönem eserlerinin çoğunun bir ömür boyu süren sanatsal çabanın sonucu olmaktan ziyade, çelişkiler ve neredeyse içinden çıkılmaz bir karmaşıklıkla dolu olduğunu açıkça ortaya koyar. Böylelikle bu eserlerin çoğu zaman toplumun beğenilerine ters düşebilse de, sanatçının alanında ileride olacakların –gerçek sanatsal dehaların eserlerinin– habercisi olduğunu görmemize yardımcı olur.
Juilliard Müzik Okulu’nda eğitimini tamamlamış olan Edward Said kamusal bir entelektüel olmasının yanı sıra çok başarılı bir piyanistti. The Nation dergisinde müzik eleştirmeni olarak çalıştı ve müzik hakkında dört kitap yazdı: Musical Elaborations (1991); Daniel Barenboim ile sohbetlerinin bir ürünü olan Parallels and Paradoxes: Explorations in Music and Society (2002), ölümünden sonra 2007’de yayınlanmış son kitabı Music at the Limits ve 2024’te yayınlanan Said on Opera. Her biri müzikseverlerin ufkunu genişleten bu eserler Said’in sanatsal yaklaşımıyla entelektüel analizlerinin iç içe geçtiği cevherlerdir.
Said aynı zamanda Filistinlilerin haklarını ve devletlerini savunmak için düzenli olarak yazarak ve medyada görünerek Amerika Birleşik Devletleri’nde en çok tanınan Filistinli Amerikalı oldu. 1977 yılında sürgündeki Filistin parlamentosu olan Filistin Ulusal Konseyi’ne bağımsız üye olarak seçildi. Gizli müzakereleri ve Oslo antlaşmalarının zarar verici içeriğini protesto etmek için 1993’te konseyden istifa etti; bu anlaşmaların Filistinlilerin kendi kaderini tayin etmesine asla yol açmayacağına ve bunun yerine Filistin liderliğini sadece işgalin İsrail’in uygulayıcısı haline getireceğine inanıyordu. O zamanlar Said analizlerinde genellikle yalnızdı ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) başkanı Yaser Arafat’ın sert bir eleştirmeni oldu.
O zamandan beri tarih ve günümüzde yaşanmakta olanlar Said’in analizini haklı çıkardı. Filistin halkını “kurbanların kurbanları” olarak tanımlayan Said, “kendi dinamikleri ve nihayetinde kendi özgünlükleri” olsa bile, Filistinlilerin nasıl kaçınılmaz bir şekilde Avrupa’nın Yahudi tarihinin bir parçası haline geldiklerini, 1979’da yayınlanan The Question of Palestine (Filistin Sorunu, Pınar Yayınları, 1985) adlı kitabında “İsrail’in güvenliğinin Yahudi halkına yönelik gelecekteki soykırım girişimlerine karşı gerçek bir koruma olduğu konusunda çoğu Yahudi tarafından hissedilen korkuyu ... elimden geldiğince derinden anlıyorum” diye açıklıyor:
Ancak ... temel kaygısı geçmişin tekrarlanmasını önlemek olan bir yaşamı tatmin edici bir şekilde sürdürmenin hiçbir yolu olamaz. Siyonizm için Filistinliler artık mevcut bir tehdit biçiminde yeniden vücut bulan geçmiş bir deneyimin eşdeğeri haline gelmiştir. Sonuç olarak Filistinlilerin bir halk olarak geleceği bu korkuya ipotek edilmiştir ki bu hem onlar hem de Yahudiler için bir felakettir.
Bugün değişen bir şey varsa, o da şiddetin artan boyutu ama şiddetin kendisi değil. Edward Said’in 1989’da kaleme almış olduğu şu satırlar yaşanmakta olanları anlatıyor:
Ancak İsrail ne kadar zalim ne kadar insanlık dışı ve barbarca olursa olsun, ne kadar yüksek sesle ne yaptığını ilan ederse etsin, bu geçersiz kılınıyor ya da gizleniyor. Bir hastaneyi bombalamak; sivillere karşı napalm kullanmak; Filistinli erkek ve erkek çocuklardan sürünmelerini, havlamalarını ya da ‘Arafat bir fahişenin oğludur’ diye bağırmalarını istemek; çocukların kollarını ve bacaklarını kırmak; insanları yeterli alan, temizlik, su ya da yasal sorumluluk olmaksızın çölde gözaltı kamplarına hapsetmek; okullarda göz yaşartıcı gaz kullanmak: İster ‘terörizme’ karşı savaşın bir parçası isterse güvenlik gereklilikleri olsun, tüm bunlar korkunç eylemlerdir. Bunları not etmemek, hatırlamamak, ‘Bir dakika’ dememek: ‘Yahudi halkının iyiliği için bu tür eylemler gerekli olabilir mi?’ dememek açıklanamaz, ancak aynı zamanda bu eylemlerin suç ortağı olmaktır. Başka durumlarda ve başka ülkeler için fevkalade ince eleştirel melekelere sahip olan entelektüellerin kendi kendilerine dayattıkları sessizlik hayret vericidir.
Said’i okumak bize her yerde baskıya karşı durmanın, eyleme dönüşen etik bir pozisyon keşfetmenin ve partizanlıktan önce şüpheciliği benimsemenin gerekliliğini hatırlatıyor.
NOTLAR
[1] Müzikte cantus firmus, sabit melodi, çok sesli bir kompozisyonun temelini oluşturan, önceden var olan bir melodidir.
[2] Edward Said, “Between Worlds”, London Review of Books, vol 20 no 9 (7 May 1998), s. 3 [Bütün alıntılardaki çeviriler yazara aittir.]
[3] Edward Said, Reflections on Exile and Other Essays, Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 2000, s. 186
[4] Edward Said, Culture and Imperialism, London: Chatto & Windus, 1993, s. 81.
[5] Edward Said, Culture and Imperialism, London: Chatto & Windus, 1993, s. 82.
Önceki Yazı
Yemekten sonra tango yapacağımız söyleniyor ama ayak bileklerimiz zincirli
“Remi Kanazi şiirinin öfkeli sesi okuru lafı hiç dolandırmadan taraf olmaya çağırıyor. Bu çağrıda en başta bir riya dökümü talebi var.”
Sonraki Yazı
Nekbe’den yüz yıl sonrasını hayal etmek
“Ghalyini’ye göre Filistin bilimkurgusunun ayırt edici bir başka özelliği de farklı mülteci toplulukları ya da farklı kuşaktan mülteciler arasındaki kültürel bağlantısızlıkları odağına almasıdır ve bilimkurgu alternatif gerçeklikler üzerinden bu meseleyi araştırmak için şaşırtıcı imkânlar sunmaktadır.”