• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

DEĞİNİ GÜNLÜKLERİ 2:

“En azından henüz harfleri unutmadık!”

Magda Döndüğünde / Ömer F. Oyal; AnarŞık / Fuat Sevimay; Çevengur / Andrey Platonov; Petrov Grip Oldu / Kirill Serebrennikov; Bayram Düğünleri / Philip Larkin; Marcel Duchamp: Çırılçıplak Soyulmuş Görüntü / Octavio Paz

Kirill Serebrennikov’un yönettiği Petrov Grip Oldu (Petrovy v grippe) filminden bir sahne, 2021.

SÜREYYYA EVREN

@e-posta

DENEME

18 Nisan 2024

PAYLAŞ

Devşirme SS'ler: "Bir Alman anne daha az ağlasın diye..."

Magda Döndüğünde edebiyatımızda ender görüldüğünü sandığım birkaç izleğe sahip. Öncelikle İkinci Dünya Savaşı sırasında esir düşen Sovyet askerleri içindeki Müslüman Türk öğelerin Alman ordusuna geçen, taraf değiştirmeye ikna edilen kısmı hakkında bir roman kuşkusuz istisnai. Türkmenler, Azeriler, Kazaklar ve diğerlerinin çatışmaları ve uzlaşmaları, tercihleri ve cinayetleri arasında dolaşıyoruz; büyük savaş son düzlükteyken bunu bilmeden doğru tarafa geçme gayreti gösterenlerin yerine kendimizi koymaya çağrılıyoruz. SS’in Alman olmayan öğeleri içerme eğiliminin tepe yaptığı, Hollandalılardan, Norveçlilerden başlayan eğilimin Fransızlara, İtalyanlara, giderek Müslüman Sovyet askerlerine doğru genişlediği zamanlar. SS’in İçinden (Inside the SS, yön. Serge de Sampigny, 2017-2018) belgeselinde söylediklerine göre “cephe itfaiyecileri” denen, bir Alman annesi az ağlasın diye cepheye gönderilen yeni devşirme SS’ler bunlar. Magda Döndüğünde’de işlendiği üzere, Nazi ordusunun hizmetinde yeni SS askerlerine dönüşen Türki esirlerin Türkmenistan’ın kurtuluşu gibi ideallerle de beslenmeleri karşımızda.

Ömer F. Oyal
Magda Döndüğünde
YKY
Şubat 2022
2. baskı, Mart 2015
232 s.

Kaybedeceklerdir, yanlış tarafa geçmişlerdir gibi düşünebilirsiniz ama her durumda ölmemeyi seçenler gibi anlatılırlar. Sonunda da ne olursa olsun hayata tutunma serüvenlerini isimlerini, geçmişlerini, profillerini değiştirip Türkiye toplumuna karışmakla –kara para aklar gibi burada kara geçmişi aklayarak– taçlandırmışlardır. Fakat iyice yaşlandıklarında, ölüme çok yaklaşınca, bütün bu hayatta kalmak için uğraşları kendilerine tartışmalı görünmeye başlar ve ihtiyar Türki Sovyet vatandaşları –artık Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları– olarak sorgulamanın eşiğine gelirler geçmiş tercihlerini.

Kitaptaki bir diğer bağlantılı ender görülen izlek de Sovyet askerlerini sunuşu. Sovyet askerinin kahramanca Nazileri yendiğine dair resmî SSCB anlatılarına daha yakın olan Türkiye sol tandanslı edebiyatı içinde herhalde dağınık, emrindeki pek çok etnisiteyi birbirine bağlayamayan, karşı tarafa geçmeye veya birbirine ihanete hazır bireylerden oluşan, yönsüz ve sadece bir korkudan öbürüne sığınarak sağ kalmaya odaklanmış Sovyet askeri imgesi de yeni sanıyorum.

Ömer F.
Oyal

Son bir ender görülen izlek olarak sayabilirsek eğer, başka benzerleri de olsa gerek ama gene de çok fazla örneğimiz olduğunu sanmıyorum, Magda Döndüğünde’nin (biri hemen ölen) iki ihtiyar erkek karakterin merkezde olduğu bir hikâye olmasını sayabilirim. Yeni olmayan kısmı, ihtiyarların içinde bulundukları anda olmayı başaramayacak kişiler olarak hayal edilmeleri. Sanki ihtiyarların şimdiki zamanı aslında yoktur. Daha önce Hollanda edebiyatından bir ihtiyarlar anlatısı örneği olan Peter de Smet’in Hndrik Groen imzasıyla yayımladığı 83 ¼ Yaşındaki Hendrik Groen’un Gizli Güncesi hakkında kısa bir değini yazmıştım. Oradaki elden ayaktan düşmüş yaşlıların huzurevindeki serüvenleri, boşvermişlikleri, sisteme uyum sağlamaları, sisteme dirençleri, dayanışmaları, ümitsizlikten yaşama sevinci üretme gayretleri, değerli ama etkisiz insanlar grubu gibi kendi merakları çevresinde dolaşıp durmaları ama her durumda içinde bulundukları ânı doldurmaları ve son nefeslerine kadar âna müdahale etmeleri burada yok.Başkarakterimiz Salih Bey’in genç bir kızla kötülük dostluğu ya da örtük erotik maceraları hep geçmişe takıntılarla kapatılıyor hikâye tarafından. Başkarakter Salih Bey bugünde yaşayamıyor, bugüne bir filtre arkasından bakıyor ve bugünle gerçek bir temas kuramıyor. Hayatta kalma tutkusuyla bugüne gelmiş bir karakterin bugün hayatta olmaya çalışmak yerine kendini hayatta kalmayı başardığı günlerin anısına gömmesi gibi işliyor roman. Neden? Neden Salih Bey içinde olduğu günde yaşamayı sürdüremesin ve iyi ya da kötü yeni edimleri temelde o gün için hayal edemesin? Bunlar da kitabı kaparken aklıma takılan sorulardı. Her durumda benim için maalesef bir gecikme, bu okuduğum ilk Ömer Oyal (d. 1959) kitabı – László Krasznahorkai üzerine bir yazısını okuyunca mutlaka kendi romanlarını da okumaya karar vererek öne aldığım. Devam etmek niyetindeyim Oyal okumaya.

 


AnarŞık:
Bir ‘outsider’ (dışarlıklı) karakteri hikâyesi

Fuat Sevimay
AnarŞık
İthaki Yayınları
Ağustos 2022 [2017]
80 s.

Bir ‘outsider’ (dışarlıklı) karakteri hikâyesinin merkezine alan işlerden biri AnarŞık. Toplum dışı, yoksul, kendine özgü bir ahlak anlayışına sahip, cesur, anaakım değerlerden kopuk, bireysel ve gururlu, toplumun güzellik algısına uymayan, çirkin, bakımsız, yarı deli gibi görünen ama son derece zekice de konuşabilen ve davranabilen, kafa karıştırıcı bir dışarlıklı karakteri öne çıkaran mizahi bir polisiye gibi. Kitabın sorgulama sahneleriyle ilerlemesi Ümit Ünal’ın filmi 9’u (2002) anımsattı. Ali Poyrazoğlu, Cezmi Baskın, Serra Yılmaz, Fikret Kuşkan, Ozan Güven’in başrollerinde olduğu 9 da bir cinayet soruşturmasında peş peşe sorgu sahneleriyle ilerliyordu. AnarŞık daha mizahi tabii. Belki daha çok Joker’i (yön. Todd Phillips, 2019, başrolde Joaquin Phoenix ve Robert de Niro) çağrıştırmalıydı başkarakteri Kürdan’ın bir noktada palyaço kıyafetleriyle bir hamburger firması için sokaklarda çalışması ve bu kılıkla olaylara karışması da düşünülünce. 

‘AnarŞık’ ismi bu toplum dışı karakterin kelimenin siyasi değil de gündelik kullanımıyla ‘anarşikliğine’ ve gene de yaptakçı bir şıklık edinebilmesine gönderme yapıyor. Anarşik ama şık, öyleyse AnarŞık, der gibi, anarşik olanın şıklığı gibi. Ama tabii bilinen bir James Joyce çevirmeni olan, sözcük oyunlarını kahvaltıda yerim modundaki Fuat Sevimay (d. 1972), okurun dili/gözü ‘Anar-Sik’ diye sürçsün de istiyor olsa gerek.

Fuat Sevimay

Bir başka çağrışım alanı bir dizi Martin Scorcese (d. 1942) karakteri sanıyorum: 1976 tarihli Taksi Şoförü’nde (Taxi Driver) Jodie Foster, Harvey Keitel, Cybill Shephard ile başrolleri paylaşan Robert de Niro’nun canlandırdığı, hikâyenin sonunda başka türlü bir kahramana dönüşen dışarlıklı toplum dışı karakter Travis Bickle mesela akla geliyor. Ya da 1983 tarihli Kahkahalar Kralı’ndaki (King of Comedy) bu kez Jerry Lewis ve Sandra Bernhard ile başrolleri paylaşan Robert de Niro’nun oynadığı filmin sonuna doğru beklenmedik şekilde iyi bir kahramana dönüşen başarısız komedyenin suç üzerinden iyi sona varması hikâyesi düşünülebilir.

Tiyatro oyunu olarak da sahnelenmiş AnarŞık. Kitabı okurken bunu hayal edebiliyorsunuz. Mizahı biraz fazla mahalle güzellemesi tonunda bazen ama bu günümüzde çok güçlü bir eğilim Türk mizahında sonuçta ve hepimiz bir şekilde seviyoruz. AnarŞık da Fuat Sevimay’dan okuduğum ilk kitap oldu, son olmayacak...

 


“Aptallar iktidara geliyor. Belki hayat akıllanır!”

Andrey Platonov
Çevengur
çev. Günay Çetao Kızılırmak
Şubat 2010
3. basım, Aralık 2017
416 s.

Şaşırtıcı gecikmeler yaşanıyor kitaplar dünyamda hep. Platonov’un (1899-1951) Çevengur’u 2010’dan beri bendeymiş, Ömer Oyal kitabından sonra anca okuyasım geldi. Magda Döndüğünde’de karşımıza çıkan dolaylı Sovyet eleştirisini daha içeriden bir eleştiriyle buluşturayım bir 21. yüzyıl okumasının evreninde, bakalım ne olacak, dedim kendi kendime. Mizahın her zaman tabii zamanını yansıtma yönü var, Çevengur da kendi zamanını yansıtıyor ve 1917 Sovyet devrimiyle durmaksızın dalga geçiyor. Ama asla bir dışarıdan bakıp da dalga geçme değil; hep bir acı dalga geçme, içerden bir satir. Birlikte kaybetmemizin kendi rezilliğimizden kaynaklanan acıklı ve komik hikâyesi gibi, böyle on yıllar on yıllar sonra geri dönüp okununca.

Andrey Platonov

1928’de yazılmış, parçaları dergilerde gün yüzü görmüş ama kitap olarak sansürü aşıp yayımlanması 1988’i bulmuş Çevengur’un. Başkahraman Alexander Dvanov’un babası öteki dünyayı merak ettiği için bir bakıp geri dönmek düşüncesiyle kendini suya bırakarak intihar eden bir balıkçıdır. Dışarlıklılığı böyle başlar ve bütün kitap boyunca devam eder. Çevengur’u roman olarak çok etkileyici bulmadım ama hem bu içeriden devrim eleştirisi havası hem de aradaki güçlü espriler, imgeler, diyaloglar ve düşünce parçacıkları altını çizip durmama veya durup başımı kaldırmama yol açtı. Sözgelimi sanki erken bir ‘demokrasinin tıkanıklığı’ habercisi gibi olan, ama aynı zamanda bunu metin, söz ve esas ilginci ‘harf’ üzerinden yapan şu pasaj: “Yanıltma beni yoldaş Dvanov. Bizde her şeye çoğunluk karar vermez mi, söyle? Neredeyse herkes de cahildir; gün gelecek, cahiller okuryazarlara harfleri unutturmayı kararlaştıracak.” Harfleri unutturmanın kararlaştırılması! Distopya içinden çıkan –matruşkavari bir– distopya gibi. Veya neden şu sözleri başka bir ülkenin gelecek kuşakları 2000’lerde gerçekleşecek bir kehanet gibi okumasın: “Aptallar iktidara geliyor. Belki hayat akıllanır!” Andrey Platonov hakkında çok yazılıp çizildi, onu biliyorum, ayrıca galiba bütün kitapları Türkçede mevcut. Hatta birden çok çevirisi olmuş bazı kitaplarının zamanla Türkçede. Burada geç kalmışlığım daha trajik, çünkü bu okuduğum ilk Platonov. Neyse… En azından henüz harfleri unutmadık.

 


“İyi bir uykucu hiç uyanmaz...”

Petrov Grip Oldu (Petrovy v Grippe), Kirill Serebrennikov, 2021.

Petrov Grip Oldu, yönetmen Kirill Serebrennikov’un (d. 1969) rüyadan tam uyanmadan kurduğu bir film gibi. Fernando Pessoa dermiş ya, “İyi bir uykucu hiç uyanmaz, ben hiç uyanmadım” diye, tam öyle. Hasta bir bedende, esriklik içinde savrulan, kendinden geçmeye hep çok yakın bir zihinde geçen olağanüstü bir hikâye. Felaketlerin, şiddetin, şiirin, edebiyatın, kitapların ve aşkların arasından geçip giden, hayli iyi çalışan bir sürüklenmeler serisi. Her şey denge bozmak üzerine kurulu. Vaatkâr bir ülkeyi ve kültürü içeriden okuma ve sarsma girişimi. Platonov’un zamanında hükümetiyle pek uyuşamaması gibi, Serebrennikov da bugünkü Rusya hükümetiyle pek anlaşamayan bir yönetmenmiş; bunu filmi izleyip “Kim bu adam?” diye araştırırken öğrendim. Tiyatro yönetmeniymiş aynı zamanda ama şimdi bu yol ona kapanmış, ev hapsi geçirmiş 2017’de. İllüstrasyonlar, karikatürler, duvar yazıları, gene ve hep şiirler, rüyalar ve hep şiddet, sertlik, acımasızlıkla Rus toplumunun tıkalı uçlarında gezinmeye kalkışan bir iş.[1] Ve illa çıkış arayan bireylerin sanata dayandırdıkları denemeler. Başkahramanlarımız Petrov (Semyon Serzin), eşi Petrova (Chulpan Khamatova) ve 37 derece ateşli çocuklarının tedavisi meselesi iç içe. İlk Serebrennikov filmi benim için ve devam etmeye niyetliyim gene.

 


“Burada hiçbir başka yer garantilemiyor varlığımı.”

Philip Larkin
Bayram Düğünleri
çev. Miray Çakıroğlu
Ketebe Yayınları
Aralık 2021 [1964]
120 s.

Philip Larkin (1922-1985) hep çok sevdiğim, şiir kurmalarından da, vurucu soğukluğundan da, İngiltere üzerinden hayatın iniş çıkışlarını yakalamalarından da, nihilizan imgelerinden ve kendisine ve hepimize laf sokmalarından da kopamadığım bir şair. Bayram Düğünleri (The Whitsun Weddings), kapsamlı bir önsözle kitabın çevirmeni olan Miray Çakıroğlu tarafından sunuluyor ve Türkçe çevirilerle birlikte İngilize orijinal şiirleri de içeriyor. Şiir üzerine düşünmek için nefis bir odaklanma sağlayan, gerçek bir modern klasik. Ayrıca Larkin’in 1950’lere, 1960’lara götüren bu cildine bakıp bakıp Türkçe şiiri tekrar düşünmek de güzel bir spor. Beni en çok Edip Cansever’e (1928-1986) geri götürdü. Biraz da Melih Cevdet Anday’a (1915-2002). Hem Larkin’in de başka yerlere gitmeye ihtiyacı var, yoksa kendi yerindeki huysuzluğunu açıklamak daha zor. “Bir Başka Yerin Önemi” şiirini alıntılayalım âdettendir diyerek şiir demişken:

Yalnızken İrlanda’da, evim olmadığından burası,

Yabancılığın bir anlamı vardı. Dilin tuzlu azarlayışı,

Farklılıkta ısrar ederek bu kadar, beni dostça karşıladı:

Bu teslim edildiği zaman bir kere, artık bağlantıdaydık.

 

Philip Larkin

Tepelerle art arda, rüzgârlı sokakları, baygın

Köhne kokusu dokların, ahıra benzer,

Seyyar balık satıcıların nidası, uzaklaşan, yaradı

Beni ayrı çıkarmaya, işlenemez değil.

 

İngiltere’de yaşamanın böyle bir bahanesi yok:

Bunlar benim geleneklerim, benim düzenim

Çok daha ciddi olurdu reddetmek.

Burada hiçbir başka yer garantilemiyor varlığımı.

 


Çırılçıplak Soyulmuş Görüntü

Octavio Paz
Marcel Duchamp:
Çırılçıplak Soyulmuş Görüntü
çev. Şule Demirkol
Everest Yayınları
Eylül 2017
168 s.

Bir şairin bir sanatçı üzerine kurabileceği en harika metinlerden biriymiş meğerse Octavio Paz’ın (1914-1998) metni. Olağanüstü bir inceleme! Paz hem çok titiz bir şekilde bütün verilerin, ilgili enformasyonun izini sürüyor hem de Marcel Duchamp’ın (1887-1968) Büyük Cam (Bekârları Tarafından Çırılçıplak Soyulmuş Gelin, Hatta) işini Yeşil Kutu’su ile, Veriler: 1. Şelale, 2. Havagazı ile, Valizdeki Kutu ile bağlıyor, metinleri ilişkilendiriyor, yapıtları betimliyor, sözcük oyunlarının anlama müdahalelerin peşine düşüyor. Marcel Duchamp’ın dağınık hikâyesini parçaları birleştirerek hem kendisi yeniden kuruyor Paz hem de başka yeniden kuranları saygıyla takip edip anarak serimliyor.

Octavio
Paz

Ama sonra efsanevi dokunuşlarını yapıyor ve yeniden yorumluyor metin olarak, eleştiri olarak, eleştiri miti olarak, mitolojiyle karşılaştırarak, sanat tarihi içinde tutarak veya edebiyat tarihine çapraz iliştirerek. Stéphane Mallarmé (1842-1898) ile karşılaştırken dediği “Biri ideanın şiirini yazar, diğeri resmini yapar” sözü kalmış aklımda. “Büyük Cam düşüncelerin resmidir, çünkü eleştirel bir mittir… Eleştirinin, nesnelere ve erotik ilişkilere ait dünyadaki avatarlarının bir ânını anlatan resim(dir)…” dediği de. Bir şairden gelen, şiirden fazla uzaklaşmadan kotarılmış bir sanat okuması. Bu kitap da 2017’den beri bendeymiş. 7 yıldır beklettiğime inanamıyorum.

 

 

[1] Kaan Karsan’ın film hakkındaki Altyazı'da çıkan bu iyi yazısını dipnota koymadan edemedim.

Yazarın Tüm Yazıları
  • / Kirill Serebrennikov
  • / Octavio Paz
  • AnarŞık
  • Andrey Platonov
  • Bayram Düğünleri
  • çevengur
  • Çırılçıplak Soyulmuş Görüntü
  • fuat sevimay
  • Magda Döndüğünde
  • Marcel Duchamp
  • ÖMER F. OYAL
  • Petrov Grip Oldu
  • Philip Larkin

Önceki Yazı

SÖYLEŞİ

Mehmet Yaşın:

“Otoriter dili eleştirirken

eski ‘tanrı-yazarlar’ gibi davranamam...”

Mehmet Yaşın’ın yeni romanı Selam Metin, Ben Berceste, gerek ele aldığı konular, gerekse bu konuları işleyişi bakımından yazarın/şairin diğer metinleriyle çeşitli ortaklıklar kuran özel bir metin. Kadim aşk hikâyelerinden yola çıkarak yeni bir anlatı kurgulayan/geliştiren Yaşın ile romanına dair konuştuk...

ABDULLAH EZİK

Sonraki Yazı

SÖYLEŞİ

Alex Schulman:

“Yazdığım her yeni kitabın kaynağı affetme özlemidir.”

“Schulman’ın kitaplarının sürükleyiciliği sahiden polisiyeleri aratmıyor. Ve evet, belki içlerinde kanunla tanımlanmış suçlar yok ama insanların birbirine karşı işlediği suçları anlatıyor aslında o da. Ve tabii her suç gibi, Schulman’ın anlattığı suçların da işlendiği bir yer var: Ev.”

EYLÜL GÖRMÜŞ
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist