• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Ceyhan Usanmaz'ın öyküleri:

Kaplan! Kaplan!

“Usanmaz’ın öyküleri hayalet-yazarların, hayalet-gazetecilerin yanı sıra hayalet-hikâyelerin varlığından haberdar ediyor bizi. Şunu rahatlıkla söyleyebileceğimizi düşünüyorum: Bir hayalet-hikâye dolaşıyor Kâğıttan Kaplan’daki öykülerin semalarında.” 

Ceyhan Usanmaz

BEHÇET ÇELİK

@e-posta

DENEME

16 Ocak 2025

PAYLAŞ

Ceyhan Usanmaz’ın Kâğıttan Kaplan’ı[1] hakkında bir şeyler yazmak için bilgisayarda boş bir sayfa açtığımda neler yazacağıma karar vermemiştim. Kitaptaki öyküleri okur okumaz, “Hele bir başlayayım, arkası gelir nasılsa” diyerek, biraz da, ne yalan söyleyeyim, Usanmaz’ın öykü kişilerine öykünüp onlardan zihnimde kalan birtakım izi takip ettiğim takdirde nasılsa bir yere varabileceğim umuduyla –bir yandan da onlara tam tamına öykünürsem doğru dürüst hiçbir yere varamayacağımın sezgisiyle– açmıştım bilgisayarı. “Hiçbir şey yazamasam bile öykü kişilerinin taktiğini uygularım; yazmaya gönül vermiş ama bir şeyler yazma eyleminin çevresinde dolandıkça işin özünden uzaklaşan öykü anlatıcılarından bahsedebilirsem kitaptaki öykülerle ilgili de bir şeyler anlatmış olurum” diye geçirdim içimden. “Keşke,” dedim (yine içimden), “hakkında söz söylemeye kalkıştığım bir kitap hakkında hiçbir şey söylemeden bir kitap yazısı yazabilsem, ama şimdi bu niyetle giriştiğim yazının daha ilk paragrafını tamamlamadan Kâğıttan Kaplan hakkında birtakım saptamalar yapmış bulunuyorum. Maça yenik başladığımı kabul ediyorum.”

Bir kitaptan söz etmeden kitap yazısı yazmak size saçma göründüyse hatırlatırım, ilgili kitap okunmadan yazılmış birçok kitap yazısı okuduk – ya da göz gezdirdik, okunmamış bir kitap hakkında yazıldığını sezdiğimiz bir yazıyı okumak değil, okumamaktır işin doğasına uygun olan çünkü.[2] Bunu, yani okumadığımız bir kitap hakkında yazı yazmayı başarabilmenin birtakım yolları olduğunu düşünüyorum. Ancak öncelikle hep beraber şunu kabul edelim; ilk anda insana tembellik gibi gelir, ama okumadığı bir kitap hakkında bir insanın yazı yazması çok ciddi bir uğraş ve emek ister. Yazar hakkında bilinen ve az bilinen ya da hiç bilinmeyen bir şeylerden söz ederek başlanabilir mesela. Kitaptaki biyografik bilgiler yinelenebilir; örneğimizde Ceyhan Usanmaz’ın hangi dergilerde ve yayınevlerinde editörlük yahut yayın yönetmenliği yaptığı zikredilebilir.

Ceyhan Usanmaz
Kâğıttan Kaplan
İthaki Yayınları
Kasım 2024
64 s.

Bu dergilerin bazılarının ömürlerinin tamamlanmasının üzerinden ne çok zaman geçtiği vurgulanarak Usanmaz’ın yayın dünyasının çok tecrübeli isimlerinden olduğunun altı çizilebilir – meşrebinize uyuyorsa “duayen” olduğu dahi ileri sürülebilir, ancak sizin de dikkatinizi benimki gibi çekmiş olmalı, ilk kitabı henüz yayımlanmış yazarların yazı çizi atölyelerinde ders vermelerine koşut olduğunu zannettiğim bir esnemiş zaman algısının sonucunda, henüz birkaç yıllık tecrübe bile insanların duayen olarak anılması için yetiyor günümüzde. Bilmem Usanmaz hatırlar mı, bundan şu kadar yıl kadar önce bir derginin mutfağında (sözlük anlamıyla mutfağında, fincanlarımıza kahve doldururken) birkaç ünlü yazarla hasbelkader röportaj yapmış ortak bir tanıdığımızı televizyondaki bir kültür-sanat programında (ne kadar eski bir olay anlattığımı anlayın artık) gördüğümüzden ve adının yanına “eleştirmen” yazılmasından, dudaklarımızı büzerek (kahveler çok sıcaktı) konuşmuştuk. Bunun erdemli bir hareket olup olmadığına dair de konuşmuş olmalıyız; gençtik (ben bile) ve çabucak sözü büyük kavramlara taşır, büyüklenirdik.

Söze Ceyhan’ın tecrübelerinden başladıktan sonra mevzuyu kitaba az da olsa getirmek gerekeceğinden kuşku yok. Okura bir kitap hakkında kaleme alınmış bir yazı okumakta olduğunu unutturmamak gerekir. Bunun kısayolu kitaplardaki biyografik bilginin yer aldığı sayfanın hemen ardından gelen içindekiler sayfasıdır. Kitapta kaç öykünün bulunduğunu zikretmek, öykülerin uzunluklarından kısaca söz etmek yeğlenen yollardandır; bazıları kısa, bazıları daha kısa. Bakın, alelacele yazınca dikkatimden kaçtı, daha kitabın kapağını açmadan heybeye atabileceklerimiz var. Yazının girişinde yayınevinin adını “falan fişman etiketiyle” diye anabileceğimizi zihnimize derkenar etmek akılda tutulmalı – ne zaman yayımlandığı da vuruş sayısı kazandırır, “geçtiğimiz aylarda”, “geçen yılın başlarında / sonlarında / ortalarında” ya da “beşinci günün şafağında”. Usanmaz’ın kitabıyla ilgili yazıda benim dikkat çekeceğim yer ise içindekiler değil, epigrafın bulunduğu sayfa.

“Fakat artık ümit yetmiyor bana/ ben artık şarkı dinlemek değil/ şarkı söylemek istiyorum…”

Evet, Ceyhan Usanmaz, Nâzım Hikmet’in bu dizelerini almış epigraf olarak. Yazarın yılların editörü olduğunu ve bu zaman zarfında kitaplar üzerine sayısız yazı yazdığını hatırlayınca kurmaca kitabına bu dizeleri seçmesinin ne kadar manidar olduğundan devam edilebilir Kâğıttan Kaplan hakkında olacağı umulan yazıya. Bu bahisten el alarak çıkacağımız yolun roman yazmış eleştirmenlere kadar varacağını akıldan çıkarmadan ilerleyebiliriz. Bir sonraki sapaktan da modernist edebiyatın bir hikâye anlatırken bir yandan da yazı yazmanın kendisini mesele edindiği tezine sapılabilir. Beri yandan anlatılan hikâyenin doğrudan ve sadece yazmakla ilgili olmasının da hayli sık rastlanan bir durum olduğunu elbette unutmamalıyız. Ne ki, bunun başlıca örneği olduğunu her okuryazarın kabul edeceği, “yazar tıkanması” izleğinden illallah ettiğini vurgulamayı seven yazarlara rast geldiğimizde, bir klişeyi tu kaka etmenin de ne kadar klişe olduğunu vurgulamanın bir üst-klişe olup olmayacağını tartmamız gerekebilir zihnimizde. Benim önerim, buralarda oyalanacak kişinin vaktiyle bu klişeye kendisinin de yazılarında yer verip vermediğini hatırlamaya çalışması olacak. Bunu yazmayan değil, ama aklından geçirmeyen kurmaca yazarı olduğunu zannetmiyorum – mutlaka altını çizmeliyim, “bunu” derken tıkanmış yazar temasını değil, tıkanmış yazardan söz eden kurmaca metinleri klişe olmakla itham etmeyi kastediyorum.

Ceyhan Usanmaz

Epigrafın bulunduğu sayfadan, önce içindekiler sayfasına, oradan da öykülere geçmem gerekirken, böyle yapmayıp birkaç sayfa geri gideceğim; ilerlesem öykülerden söz etmem gerekecek, buna niyetim yok, çok bile konuştum. İyi yapmışım geri gidip en başta, kitabın numarası zikredilmese de birinci sayfasında yer alan yazar biyografisine dikkat kesilmekle. Buradaki son cümlenin beni bitek, eskilerin deyişiyle mümbit bir yere çıkaracağını gördüm ikinci okuyuşumda. Kitabın bu ilk sayfasında Usanmaz’ın Apaçık Radyo’da bir kitap programının yanı sıra caz programı da hazırlayıp sunduğu belirtilmiş. Buradan ilerlemeye niyetlendiğimde önümde iki yol açılıyor. İlkinde Açık Radyo’nun Apaçık Radyo’ya dönüşmesinden ve bu çok yeni gelişmenin Usanmaz’ın biyografisinde belirtilmiş olmasından hareketle kitabın ne kadar “taze” bir yayın olduğuna değinmem mümkün, ama bu yolu daha ne kadar uzatabilirim? Üstelik kitaptan uzaklaşma riski çok yüksek; oysa bunun bir kitap yazısı olması gerekiyor.

Bu yüzden öbür yola sapmak daha makul olacak sanki. Cazsever yazarın kitabı hakkındaki yazıyı “emprovizasyon” kavramı üzerinden sürdürebilirim gibi geliyor.[3] Ama bunun için bir yerlere tutunmak lazım. Aksi gibi caz hakkında çok bir bilgim de yok. Mesela “giriş taksimi” benzeri doğaçlamalara caz parçaları söz konusu olduğunda ne dendiğini bilmiyorum. (İntro olabilir mi?) Aslında yazmaya niyetlendiğim yazının salt “giriş taksimi”nden ibaret kalması çok muhtemel, ama bunun büyük bir sorun teşkil edeceğini zannetmiyorum, çünkü Usanmaz’ın öykü kişileri arasında da yazma eylemine girişmenin az öncesine odaklandıkça odaklanan, bundan ötürü de daha öteye gidemeyenler var. Defter, kalem seçimi mesela; yahut gidilecek yazı atölyesinin tespiti…

Daha bolca vardı, elini sallasan ellisiydi atölyelerin. Hepsinden birer ikişer kaptıklarınla, eklektik anlayış örneği bir bütün oluşturabilirdin pekâlâ. Hatta, yaratıcı bir çıkıntının verdiği yaratıcı okurluk atölyesinde de dirsek çürüttün. Anlatılanları elin çenende dinlemekten başka bir şey yapmadın çünkü. Can sıkıntın o kadar büyüdü ki, kimseye alan bırakmayacak bir seviyeye ulaştı, ilham perilerini bile daralttın, boğdun, sana oyalanacak bir şeyler bulmak zorunda kaldılar. O şevkle aldın aslında eline kalemi ve öğretmenini dinleyip not almak yerine ayıplı resimler çizen fırlama bir öğrenci gibi, katıldığın yaratıcı yazarlık atölyelerinin isimlerini alt alta yazmaya başladın. […]

Anladın ki asıl yaratıcılık buydu: Aşağı yukarı aynı iş için farklı isimler icat etmekti. Daha da kaldıysa katılacaktın ve katılabildiği kadar çok yaratıcı yazarlık atölyesine katılmış bir yazar adayının hikâyesini yazacaktın. (s. 28-29)

Beri yandan kitabın ortasından konuşmayı göze alırsam, (bu da ne güzel bir kalıptır ama nedense kitap tanıtım yazılarında ya da eleştiri metinlerinde yeterince ve bihakkın kullanılmıyor) Usanmaz’ın, henüz yazmadığı kitabı hakkında konuşmayı seven öykü kişisinin senelerce süren “emprovizasyonu” üzerinde durabilirim. “Kitabı yazmamayı tercih ederim” dediğini işitir gibi olduğum bu kişinin önünde açılan imkânların sayısını ve albenisini öğrendikçe nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Yazan kişinin önünde açılan imkânlar sınırlıdır sonuçta; tartışılanlar da daha çok nicelikle ilgilidir: Okur sayısı, baskı adedi ve sayısı, bir yıl içinde katıldığı imza günlerinin başka yazarlarla karşılaştırılması, bileğinin kaç imzadan sonra yorulduğu, kaçıncıdan sonra pansuman yapıldığı, vs. Oysa yazmayan kişi nerelere varabiliyor, neler çıkabiliyor karşısına? Usanmaz’ın öyküsünü okuyup da imrenmemek, gıpta etmemek mümkün değil. Her yazarın kimi zaman kafasına üşüşen, “Ben nerede yanlış yaptım?” sorusuna net bir cevap olduğu kanısındayım bu öykünün.

Artık yazdığım roman kadar, genel olarak roman yazmakla ilgili de konuşuyorduk. Yazıla yazıla bitirilemeyen metinlerle, hatta tam da bitirilmek istenmeyen hikâyelerle ilgili… Zaafımı, yani bir romanı bitiremeyişimi itiraf ederek, oyuna daha da iştahla katılmasını sağlıyordum herkesin. Zaten bir yere varmak değildi amaç, yolda olmaktı; mutluluk veren yolculuğun kendisiydi! (s. 53)

Cazdan devam etmek sahiden mümbit alanlar açıyor; bilmediğimiz konularda kalem oynatmak bildiğimiz konulardan daha kolay – bildiğimizin sınırına kadar yazabiliriz, oysa bilmediğimiz bir konuya dalmışsak önümüzde sınırsız bir alan serilidir. Ceyhan Usanmaz’ın öykülerini okurken başka öykülerinden hatırladığımız kimi ayrıntılar çok belirgin olmasalar da, siluet halinde görünürlük kazanıyor. Bu tam da albümdeki başka bir şarkıdan kulağımızda kalmış bir armoninin tamamının değilse de birkaç notasının bu kez başka çalgılarla çalınmasına benzemiyor mu? Hem bir tür yineleme olan ama aynı zamanda da olmayan, müzisyenin bu birkaç notanın çevresinde dolanıp durması bana bir tür arayış gibi gelir. O notalardan varacağı bir yer olduğunu sezmiştir; denedikçe dener, biraz ötelere ilerler, peşinden yeniden döner, biraz bekler, dönmeyecekmişçesine ileri atılır, başka bir yerlerde bir müddet dolanıp (sanırım kayda değer yerlere varamayacağını anlayınca) baştaki armoniye rücu eder. Ama bu kez alt perdeden üfler, sessizliğe çağırır adeta; öyle ki, çalgısından ses çıkıp çıkmadığından bile emin olamayız, işittiğimizin bir önceki şarkıdan kulağımızda kalmış tortuların çınlaması olmasından kuşkulanabileceğimiz kertede ses ile sessizliğin sınırında dolanıyordur müzisyen artık; varlıkla yokluğun bitişip ayrılma sahasında; hani şu hayaletlerin de salındığı.

Usanmaz’ın öyküleri de hayalet-yazarların, hayalet-gazetecilerin yanı sıra hayalet-hikâyelerin varlığından haberdar ediyor bizi. Şunu rahatlıkla söyleyebileceğimizi düşünüyorum. “Bir hayalet-hikâye dolaşıyor Kâğıttan Kaplan’daki öykülerin semalarında.” Anlatılmadan sezdirilen hikâyeler deriz ya, iyi öykülerden konuşurken, bu kez söz konusu olan tam bir varlık kazanamadan farklı öykülerde beliren, belirir gibi olan, sezilen, ama varlığını ne teyit ne de inkâr edebileceğimiz hikâyeler.[4]

Caza dönelim biz yine. Bazen bir armoni albümdeki (ya da konserdeki) farklı şarkıları katettiği gibi aynı şarkı içinde de çeşitlendirilerek icra edilir. Tek bir tema üzerine böylesi çeşitlemeler yapma ustalığını, bu mahareti, bu azmi Ceyhan Usanmaz’ın öykü kişilerinde de göreceksiniz; şaşırmayın.

 

NOTLAR

[1] Ceyhan Usanmaz, Kâğıttan Kaplan, İthaki Yayınları, Kasım 2024, 64 s.

[2] Okumamaktan söz etmişken… Okumakta olduğunuz yazının başlığının Alfred Bester’in Kaplan! Kaplan!’ına gönderme olduğu fark edilmiştir. İtiraf ediyorum, Bester’in kitabını okumadığım gibi, bu yazıyı K24 editörüne göndermeden önce böyle bir kitaptan haberim bile yoktu. Editörümüz bu başlığı önerdiğinde de, William Blake’in bu isimdeki şiirini kastettiğini zannettim önce (onu biliyordum bak!); romanı bu vesileyle öğrendim. Ama zaten Bester de Blake’den esinlenmiş.

[3] Sürdürmeyebilirim de, çünkü kimse hatırlamasa da yazar hatırlayacaktır. Bu satırların yazarının da (ne güzel bir ifadedir bu da, kimseler kullanmıyor mu artık!) aralarında olduğu üç imzalı bir kitapla ilgili kaleme alınmış bir yazıda caz ve doğaçlama benzetmesi yapılmıştı; bariz bir intihal bu yaptığım, farkındayım. (İtiraf edip günahlarımdan arındım ve sürdürdüm.)

[4] “İnsan hikâye anlatan hayvan. Oysa insanın anlattığı hikâyeleri de ancak insan anlayabilir, yani yalnızca insan için anlamlıdır. Bizi hayvandan ayıran nasıl bir eşsiz özellikse bu.” (Dipnottan yapılacak alıntı dipnotta olmalı, değil mi? (s. 21 / ikinci dipnot, çift yıldızlı.)

Yazarın Tüm Yazıları
  • Ceyhan Usanmaz
  • Kâğıttan Kaplan

Önceki Yazı

HER ŞEY

Min Nevâdiri’l-Kütüb – 31:

Titrerim mücrim gibi...

“Irklar, milletler, sınıflar, kısacası muhtelif insan toplulukları arasındaki farklılıkların cinsel farklılıklar biçiminde ifadesi çok eskilere giden, yaygın bir pratik.”

İRVİN CEMİL SCHİCK

Sonraki Yazı

SİNEMA-TİYATRO-TV

All We Imagine as Light:

Göremediğimiz bütün ışıklar

“Otuz yıl sonra Cannes’ın ana yarışmasında yer alan ilk Hint filmi olmasıyla dikkat çeken All We Imagine as Light, farklı yaşta üç kadını aynı hikâyede buluşturarak üç neslin değişmeyen yazgısını da gösteriyor.”

DİLAN SALKAYA
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.