• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Min Nevâdiri’l-Kütüb – 31:

Titrerim mücrim gibi...

“Irklar, milletler, sınıflar, kısacası muhtelif insan toplulukları arasındaki farklılıkların cinsel farklılıklar biçiminde ifadesi çok eskilere giden, yaygın bir pratik.”

Abanoz Sokak, 1950'ler.

İRVİN CEMİL SCHİCK

@e-posta

HER ŞEY

16 Ocak 2025

PAYLAŞ

Titrerim mücrim gibi… İstikbalime baktıkça değil de, bunları yazdığım şu 31 Aralık gecesi cezaevlerindeki yüz binleri düşündükçe. Protestanlığa geçtiği için Kraliçe I. Mary tarafından yakılarak öldürtülen John Bradford’a (1510–1555) mal edilen bir söz vardır: Rivayete göre bir gün idama götürülen bir mahkûm gördüğünde “There but for the grace of God goes John Bradford” (Tanrı’nın lütfu olmasaydı bu giden John Bradford olurdu) demiş. Daha sonra atasözü haline gelmiş bu söz, “There but for the grace of God go I” (Tanrı’nın lütfu olmasaydı bu giden ben olurdum) şeklinde. Cezaevlerinin suç işlememiş insanlarla dolup taştığı şu günlerde her birimiz bu sözü tekrarlasak, yeridir.

Aklım oradayken seçtiğim bu ayın kitapları, Cumhuriyet’in ilk yıllarında emniyet görevlileri tarafından yazılmış olan suç ve ceza konulu iki ilginç eser. Suçlar muhtelif, ben daha ziyade fuhuş “suçu” üzerinde duracağım yazıda. O kelimeyi tırnak içinde almam, öyle “fuhuş taraftarı” filan olduğumdan değil, yetişkin insanlar arasında ve kendi rızalarıyla vuku bulan böyle şeylere devletin karışmaya hakkı olmadığını düşündüğümden. Zaten, başka bir seçeneği olanların fuhuş mesleğini isteyerek seçeceğini pek aklım almıyor; o halde kendilerine başka seçenek bırakmamış olan toplum değil midir asıl suçlu? Seks işçiliği de bir “iş”tir nihayet; ekmek derdinde olan insanları mağdur etmekten başka derdi mi kalmamış devletin? (Konuya ilişkin cesur bir çalışma için bkz. Aslı Zengin, İktidarın Mahremiyeti: İstanbul’da Hayat Kadınları, Seks İşçiliği ve Şiddet, İstanbul: Metis, 2011.)

Her neyse, gelelim kitaplara. Birincisi, “Dersa’adet Polis Mektebi müdiri, hidmet-i fi’iliyye ve terbiye-i meslekiyye mu’allimi” Mustafa Gālib Bey’in Fâhişeler Hayâtı ve Redâ’et-i Ahlâkiyye (İstanbul: Mahmud Bey Matba’ası, R1338 [1922]) adlı eseri. Kitap Arap harfleriyle basılmış, ama 2021’de yeni harflere çevrilerek Osmanlıca aslıyla birlikte Libra Kitap tarafından tekrar yayınlanmış. Yayına hazırlayan Yücel Yiğit ve Yasin Özdemir iyi bir iş yapmış, kitabın başına koydukları önsözde yazara dair faydalı bilgiler vermişler. Oradan öğrendiğimize göre Mustafa Gâlib (Baysanlı) muhtemelen 1886’da İstanbul’da doğmuş, 1964’te vefat etmiş, önce Darü’l-fünûn’da ulûm-ı tıbbiyye, sonra da Piyade İhtiyat Zabitan Mektebi’nde ilim ve fen tahsil etmiş. Bir süre Maarif Nezareti’nde görev aldıktan sonra Beyrut Polis Mektebi’nde çalışmaya başlamış, 1913’te İstanbul’a dönerek Dersaadet Polis Mektebi’ne geçmiş, Mütareke Döneminin zor şartlarında bu görevini sürdürmüş, nihayet 1922’de Polis Mektebi’nden ayrılmış. 1927’den sonra ise muhtemelen yeni yönetime muhalefetinden dolayı yurt dışına çıkmış görünüyormuş. Yiğit ve Özdemir en az altısı yayınlanmış yedi eserinden söz etmiş, bunlardan biri de konumuz olan kitap.

Fâhişeler Hayâtı ve Redâ’et-i Ahlâkiyye (yani fahişelerin hayatı ve ahlâk kötülüğü) adından da anlaşılacağı üzre sadece inzibâtî bir kitap değil, felsefî, ahlâkçı bir boyutu da var. Bu boyut “Mukaddime” ile onu takip eden “Ahlâkın sukūtuna âmil olan esbâb,” yani ahlâksızlığın (toplumsal) nedenleri başlıklı bölümde hemen tezahür ediyor. [Bu arada Lâtin harflerinin bazen ne gibi talihsiz durumlara yol açtığı bu başlığın 2021 baskısındaki halinde görülüyor: “sükût” denmiş, ki anlamı “sessizlik”tir; oysa “sukūt” yazıyor kitapta, yani “inmek, düşmek.” Ahlâkî sessizlik (ﺳﻜﻮﺕ) değil elbette, ahlâkî düşüş (ﺳﻘﻮﻁ) söz konusu burada! Tabii suç harflerde değil, 1928 harf inkılâbında: “kef” ve “kaf” harfleri için ayrı ayrı “k” ve “q” kullanılmış olsaydı örneğin, böyle sorunlar önlenebilirdi. Geçelim...]

Kitap 1922’de yayınlanmış; yani Kırım, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları ve Sovyet Devrimi akabinde, savaş şartlarının, şehre girip çıkan yerli yabancı sayısız askerin ve yüz binlerce mültecinin dayattığı sefalet ortamında. Bu ortamı, sıklıkla yapıldığı gibi, “ahlâkî çöküş” tabiriyle nitelendirmekle ne kadar büyük bir haksızlık edildiği ve bu haksızlığı edenlerin genelde tuzu kuru kişiler olduğu herhalde meydandadır. (Konuya ilişkin ciddi bir çalışma için bkz. Çiğdem Oğuz, Moral Crisis in the Ottoman Empire: Society, Politics, and Gender During WWI, Londra: I.B. Tauris, 2021.) Nitekim Mehmed Galib her ne kadar bu tabiri kullanıyorsa da, nedenlerini ortaya koymakla insanlarda değil, tarihsel şartlarda kabahat aradığını belli ediyor bir dereceye kadar. Bununla beraber öne sürdüğü sebepler her zaman çok da akla yakın olmayabiliyor. Örneğin şöyle diyor bir yerde:

Gençliği fuhşa sevk eden esbâb ve avâmil nazar-ı te’emmüle alındığı zaman evvelâ vârid‑i hâtır olacak mü’essirât, tiyatrolar ve sinemaların muhîtimiz zihniyyetinin hazm edemeyeceği derecede açık film ve mevzûları ve bunların zâten müste’id-i işti’al bâkir dimağlar üzerinde îkâ’ edegeldikleri bâhı ve hissiyâtı tutuşturucu te’sîrât ve bir de asrî mefkûre nâmıyla telkîb olan ve kadına fıtraten hâ’iz bulunduğu hürriyet-i tâmmeyi i’tâ ma’nâsına alınarak her ictimâ’a serbestçe duhûllerine mesâğ verilmesi vârid-i hâtır olmaktadır. (s. 7–8)

Bu satırlardan anlaşılıyor ki, bütün iyi niyetine rağmen Mehmed Gālib tutucu kalıpların ötesine pek de geçememiş, toplumda gördüğünü düşündüğü ahlâkî gerilemenin sebeplerini sinema ve tiyatrolarda, modern fikirlerde, kadınların özgürlük taleplerinde aramayı yeterli bulmuş. Günümüzde de bu tür açıklamalara sıklıkla rastlanıyor, gençlerin ahlâk yönünden “nâkıs” kalan yanları sinemalara, video oyunlarına, internete, feminizme, pornoya bağlanıyor sıklıkla. Bu gerçekten böyle midir? Bir kere şunu soralım kendimize, günümüzde bir ahlâkî gerileme gerçekten de var mıdır? Varsa hangi anlamda vardır? Bu gerilemeyi eğlence ortamında aramak yeterli midir? Bu ortamı suçlamadan önce, gençlerin durup dururken ona neden rağbet gösterdiği sorusu sorulmamalı mıdır? Örneğin birtakım gayet “tutucu” hükümetlerin teşvik ettiği kestirmeci, köşeyi dönmeci kapitalizmin hiçbir dahli yok mudur bu işte?

Kitabın ilerleyen sayfalarında “mahall-i fuhş” yani umûmhâneler, pansiyonlar, “mülâkāthâne”ler ile buralarda çalışanların tâbi olduğu kanunlar ve kurallar anlatılıyor, ki bu da ilginç. Fuhşun topyekûn yasaklanmamakla beraber denetim altına alınmasının anlamını düşünmek lâzım aslında. Çünki bu yaklaşım, cinselliğe olağan toplumsal hayatın dışında bir yer bahşediyor. Oysa maden ocaklarında, yerin bir kilometre altında çalışan, çalışırken de “işin fıtratı icâbı” (benim lâfım değil bu, hatırlatırım!) feci şekilde ölen madencilerin çalışma koşulları neden fâhişelerinki kadar denetlenmiyor, bu dengesizliğin arkasında ne gibi sınıf ve mülkiyet ilişkileri yatıyor, bunlar sorgulanmamalı mıdır? Cinsel serbestiyet, neden akciğerlere dolan kömür tozundan daha önemli bir toplumsal sorundur acaba? Kimler için önemli/ önemsizdir bunlar?

“Zābıta-i Ahlâkiyye ve Fahişeler” bölümünde bu cins sorular sorulmuş mu sizce? İyi bildiniz, sorulmamış. Şöyle demiş yazar:

Seyyi’âtları tevhîd edecekleri hasenâtdan binlerce def’a fazla olan fâhişeler her memleket için bir âfettir. Bunlar emrâz-ı zühreviyyenin neşrine yardım etmek[te] ve hasta olduklarını bile bile birçok genclerle temâs ederek pâk vücudlarını ve afîf fikirlerini zehirlemektedirler. Fâhişeler ale’l-umûm aptal ve hissiyât-ı insâniyyeden mu’arrâ pek güclükle söz anlar ve hemânda gayr-i kābil-i hitâb şahıslardır. Bir fâhişenin ahvâl-i rûhiyyesini tedkik edecek olursak pek çok fecâyi’in sâ’ikı bulunduklarını nâsiyelerinde okuyabiliriz. (24)

“Vurun kahbeye” yani! Onlar olmasa her şey gül gülistan olacak.

Muhabbet tellâlları (nâm-ı diğer pezevenkler), sübyancılık, hayvanlarla cinsel ilişkiler, tecavüz, eşcinsellik (kadın ve erkek) gibi konular tek tek ele alınıyor kitapta. Uzatmayayım, önemli bir eser, gerek yazıldığı dönemin zihniyetini yansıttığı, gerekse polise intikal etmiş olan birtakım gerçek vak’aları anlattığı için. Yani eleştirel de olsa bir okumayı kesinlikle hak ediyor bu kitap.

 


Sözünü etmek istediğim ikinci kitap, “İstanbul Polis Mektebi Dahiliye Müdürü” Nurettin (Gökmen, 1891–1959) tarafından yazılmış, Mücrimler: Amelî Umuru Zabıta Tetkiklerinden Bâhis İlmî Eserdir  başlığını taşıyor. İstanbul’da, Cumhuriyet Matbaası’nda 1929’da basılmış, yani Lâtin harflerine geçildikten kısa süre sonra. Nitekim künye sayfasında “Türk zabıtasında yeni yaziyle ilk eser” ibaresi var. Ankara Polis Akademisi 2019’da tıpkıbasımını yayınlamış.

Kitabın önsözünde yazar eserini üç gaye ile yazdığını belirtmiş:

Yeni yazımızı hevesle, kolaylıkla okumak için meraklı ve meslekî bahisler tertip etmek;

Huzur ve emniyeti selbe yeltenen mütehassıs mücrimlerin ahval ve itiyadatiyle, hangi cürümleri ne şekilde ika ettiklerini anlatmak;

Mevzular hakkında daha canlı bir alâka hissi uyandırmak için yüksek karikatüristlere yaptırdığım resimlerle cürüm irtikâbı anında canîlerin haleti ruhîyelerini aksettiren vaziyetlerindeki heyecanlı tehavvülâtı tecessüm ettirmeğe çalışmak.[1]

Gerçekten de kitapta bir hayli görsel malzeme var, kimi fotoğraf, kimi çizim. Bazıları imzalı olmakla beraber sanatçıların adları malesef verilmemiş. Keşki verileydi. Genel olarak çok hoş resimler, ve dönemlerini yansıtıyorlar – örneğin insanların suçluluklarının görünüşlerine yansıdığı düşüncesine dayanıyorlar. Oysa öyle değil elbette. Hatırlarım, bir keresinde hava alanında beni bir odaya almışlar, üstümü başımı, eşyamı didik didik etmişlerdi. Tam da habire uçak kaçırılan zamanlardı. Sonunda polise sordum, “Yahu, teröriste benziyor muyum ben?” diye. Adam “Vallahi, benzemiyorsun da, terörist neye benziyor, bilmiyoruz ki!” demişti. Haklıydı tabii, suçluları görünüşlerinden tanımak keşki o kadar kolay olaydı…

Önsözü takip eden ilk bölüm “Mücrimler” başlığını taşıyor ve bir çeşit “suçlu profili” niteliğinde. Meselâ şöyle diyor bir yerde yazar:

Bunlar ekseriyetle müteehhil [yani evli] değildirler. Bir fuhşu mütemadide bulunmak için kadın ve ya çocuktan münasiplerini tahtı himayelerine alırlar. Kısmen işret ve ekseriyetle esrar kullanırlar.

Yani kitabın konusu her ne kadar doğrudan doğruya fuhuş değilse de, “mücrim”liğin özünde var olduğu düşünülüyor cinsel yasadışılığın. Önemli bir nokta bu. Irklar, milletler, sınıflar, kısacası muhtelif insan toplulukları arasındaki farklılıkların cinsel farklılıklar biçiminde ifadesi çok eskilere giden, yaygın bir pratik. Örneğin “mum söndü” iftiraları yahut siyah erkeklerin uzuvlarının büyüklüğüne dair dolaşan efsaneler, bu pratiğin sayısız örneğinden sadece ikisi. Başka yerlerde değinmiştim buna.

Bir sonraki bölüm olan “Mücrimlerde Haleti Ruhiye”, adından anlaşılacağı gibi suçluların psikolojik portresini çizmek iddiasında. Müteakip bölümler ise “Serseriler”, “Esrarkeşler”, “Kasti Yangınlar”, “Sahte Evrakı Naktîye”, “Kumar ve Kumarbazlar”, “Hane Hırsızları”, “Yankesicilik”, “Kasa Hırsızları” gibi başlıklarla mücrim taifesinin bir kataloğunu oluşturuyor kendince. Hattâ “cam kıran ve kesen”, “duvar ve tavan delen” hırsızlar ayrı ayrı ele alınıyor! Bu da okunası bir kitap, gerçekten.

 


Konuya ilişkin, son birkaç senede yayınlanmış olan elimin altındaki birkaç kitabın adını vereyim ayrıntıya girmeden, belki meraklısının işine yarar:

  • Burcu Belli, Osmanlı’da Fuhuş: II. Abdülhamid Dönemi’nde Kayıtlı Fuhuş, Devlet ve Modernlik (1876–1909). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2021. (Yeni baskısı Fol Kitap’tan çıktı sanırım yakınlarda.)
  • Roger A. Deal, Crimes of Honor, Drunken Brawls and Murder: Violence in Istanbul under Abdülhamid II. İstanbul: Libra, 2010.
  • Cem Doğan, Osmanlı’da Cinselliğin Saklı Kıyısı: II. Abdülhamid Dönemi ve Sonrası İstanbul’da Fuhuş, Frengi ve İktidar (1878–1922). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2019.
  • Deniz Dölek-Sever, Istanbul’s Great War: Public Order, Crime and Punishment in the Ottoman Capital, 1914–1918. İstanbul: Libra, 2018.
  • Liat Kozma, Policing Egyptian Women: Sex, Law, and Medicine in Khedival Egypt. Syracuse, New York: Syracuse University Press, 2011.
  • Noémi Lévy ve Alexandre Toumarkine (der.), Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza: 18.–20. Yüzyıllar. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, t.y.
  • Kent Schull, Prisons in the Late Ottoman Empire: Microcosms of Modernity. Edinburgh: Edinburgh University Press, 2014.
  • Elyse Semerdjian, “Off the Straight Path”: Illicit Sex, Law, and Community in Ottoman Aleppo. Syracuse, New York: Syracuse University Press, 2008.
  • Ömer Şen, Osmanlı’da Mahkûm Olmak: Avrupalılaşma Sürecinde Hapishaneler. İstanbul: Kapı Yayınları, 2007.
  • Başak, Tuğ, Politics of Honor in Ottoman Anatolia: Sexual Violence and Socio-Legal Surveillance in the Eighteenth Century. Leiden & Boston: Brill, 2017.
  • Mark David Wyers, “Wicked” Istanbul: The Regulation of Prostitution in the Early Turkish Republic. İstanbul: Libra, 2012.
  • Fariba Zarinebaf. Crime and Punishment in Istanbul, 1700–1800. Berkeley & Los Angeles: University of California Press, 2010.
 

 

[1] Duygular tarihiyle ilgilenenlerin dikkatini çekmek isterim bu cümleye. Ne kadar ilginç, değil mi?

Yazarın Tüm Yazıları
  • Fâhişeler Hayâtı ve Redâ’et-i Ahlâkiyye
  • fuhuş
  • Mücrimler: Amelî Umuru Zabıta Tetkiklerinden Bâhis İlmî Eserdir
  • Mustafa Gālib Bey
  • Nurettin Gökmen

Önceki Yazı

KRİTİK

Bir edebiyat olayının ötesinde Intermezzo:

Kadınlar tarafından yazılmış metinleri nasıl okuyoruz?

“Bana kalırsa Sally Rooney’nin edebiyatında da en temel mesele insan ilişkilerinin onları nasıl kurduğudur... İlişkisellik meselesi Rooney için şüphesiz politik bir boyut taşır.”

NORA TATARYAN

Sonraki Yazı

DENEME

Ceyhan Usanmaz'ın öyküleri:

Kaplan! Kaplan!

“Usanmaz’ın öyküleri hayalet-yazarların, hayalet-gazetecilerin yanı sıra hayalet-hikâyelerin varlığından haberdar ediyor bizi. Şunu rahatlıkla söyleyebileceğimizi düşünüyorum: Bir hayalet-hikâye dolaşıyor Kâğıttan Kaplan’daki öykülerin semalarında.” 

BEHÇET ÇELİK
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist