Brüksel’in Art Deco klasiği Bozar’da
aşkın dile gelişi
“Bozar’daki Love is Louder sergisi aşkın/sevginin tüm yönlerine odaklanıyor. Hans/Jean Arp & Sophie Taeuber-Arp sergisi ise avangard sanatın bu önemli ikilisini arkadaşlık, aşk, üretim ortaklığı üzerinden keşfe çıkıyor.”

Apolonia Sokol, The Ship of Fools, 2021. Sanatçı ve The Pill izniyle.
Belçikalı mimar Victor Horta 1919 yılında başkent Brüksel’de bir güzel sanatlar merkezi tasarlama görevini üstlendiğinde hiç ummadığı engellerle karşılaşmıştı. Yeterli fon olmadığı gibi, arazinin toprak yapısı da sorunluydu ve en önemlisi, şehre tepeden bakan kralın manzarasını bozmayacak kadar alçak bir bina planlamak gerekiyordu. Projeye dokuz yılını veren Horta, Art Nouveau mimarinin dekoratif süslemelerinden uzaklaşıp Art Deco’nun geometrik çizgilerine geçişini simgeleyen bir başyapıt yaratmayı başardı. Manzara sorununu binanın büyük kısmını yokuş arazide toprağa gömerek hallettiği için muazzam büyüklüğüne rağmen bina dışarıdan fazla göze çarpmıyordu ama mütevazı görünüşünün ardında beklenmedik zenginlikler gizleyen Brüksel’e de zaten böyle bir bina yakışırdı.
Beaux-Art kelimesinden devşirme adıyla Bozar, açıldığı 1928 yılından bu yana sadece sergileri ve konserleriyle değil, ikonik binasıyla da Belçika’nın en önemli kültür alanlarından biri olmayı sürdürüyor. İlk “altın” yıllarında Prokofyev, Üçüncü Piyano Konçertosu’nu burada bizzat çalmış, Cocteau kendi yazdığı tiyatro oyunu Orphée’de sahne almış, Buñuel’in sürrealist Un chien andalou filmi Paris’ten sonra burada da skandala yol açmıştı. 1968 Mayısı’nda girişteki büyük Horta salonu kurumlara karşı sanatçılar ve öğrenciler tarafından işgal edilmiş, 1974’te burada sergi açan kavramsal sanatçı Marcel Broodthaers binanın girişine bir deve bağlamıştı. 2019’da pop sanatın tanınmış ismi Keith Haring’in ölüm yıldönümü anısına düzenlenen sergi pandemi yüzünden kesintiye uğramasına rağmen büyük kalabalıklar çekmiş, Bozar’ın en popüler sergisi unvanını almıştı.

Birkaç sene önce yaşanan yönetsel sorunların ardından bir de ufak yangın geçiren Bozar, 2023 başında göreve gelen yeni sanat yönetmeni Christophe Slagmuylder’in vizyonuyla yeni bir döneme adım attı. Görsel sanatların, müziğin, filmin, performansın binanın tasarımında da planlandığı gibi diyaloğa girdiği, sadece sanat “tüketilen” değil, aidiyet duygusu hissettiren, kapsayıcı ve dinamik bir yer olmayı hedefliyor. Sezonluk programlar daha bütünlüklü düşünülüyor; konserlerde ve bu yıl açılan mini sinema salonunda gösterilen filmlerde ana sergilerin temalarıyla bağlantılar kuruluyor. Standart yüksek tutulurken elitizmden uzak duruluyor.
Bozar’a gitmek, giriş salonunda mimarinin havasını solumak, Henry Le Boeuf konser salonunda müzik dinlemek, kitapçısında sayfaları karıştırmak, adını Horta’nın isminden alan Victor Kafe’de vakit geçirmek, Michelin yıldızlı lokantasına dışarıdan –ya da içeriden– bakmak, yan taraftaki Sinematek’e uğrayıp lobisindeki eski sinema makinelerini görmek ve tabii sergilerini gezmek büyük zevk. Olur da buraya yolunuz düşerse, şu sırada Bozar’da sevgi temasıyla birbirine bağlanmış iki büyük –ve ilginç– sergi sürüyor.

Hans/Jean Arp & Sophie Taeuber-Arp. Friends, Lovers, Partners, 20. yüzyıl soyut sanatının önemli çiftlerinden birine odaklanıyor. Dada akımı içinde yer aldıkları 1915’te Zürih’te tanışmalarından, Sophie Taeuber-Arp’ın 1943’te sobadan zehirlenerek ölmesine kadar birlikte ve ayrı ayrı ürettikleri heykel, çizim, pentür, mücevher, tasarım, kukla, ahşap rölyeflerini görme şansı yakalıyoruz bu sergide. Sanatsal olarak birbirlerini ne kadar derinden etkilediklerini anlıyoruz. Hans/Jean Arp karısının ölümünün ardından derin bir bunalıma sürüklenmiş, onun geometrik çizimlerini farklı malzemelerle tekrar tekrar yaratarak adını yaşatmaya çalışmış ama sanat tarihinin derinliklerine gömülmesine engel olamamıştı. Son yıllarda unutulmuş kadın sanatçıları ortaya çıkarma çabasıyla ismi sanat dünyasında yeniden beliren Sophie Taeuber-Arp bu sergiyle bir kez daha hak ettiği yeri buluyor.

Arpların sergisini tamamlayıcı nitelikteki Love is Louder farklı ülkelerden sanatçıların gözünden sevgiye/aşka odaklı. Belli ki herkesi ilgilendiren temasıyla geniş yelpazeden bir izleyici kitlesini çekmeyi amaçlıyor. Ama ne kiç bir duygusallık hâkim bu sergiye ne bir belgesel havası. Sevginin sadece mutluluk tarafını değil, gerilimli ve trajik yüzünü de sergiliyor. Geleneksel aile kavramının nasıl değiştiğini, akraba ve arkadaşlık ilişkilerinin bizi nasıl şekillendirdiğini, toplumsal dayanışmanın ne anlama geldiğini gösteriyor. 1967 Aşk Yazı’ndan günümüze altmış yıllık bir dönemi kapsayan sergiye katılan seksen sanatçının çalışmaları sevginin türlerine göre üç bölümde toplanmış. Önce aşk, ardından akrabalık ve arkadaşlık, en son toplumsal anlamda sevgi ve dayanışma.

Emin
Sergi alanına girmeden hemen önce, holdeki büyük duvarda Kasper Bosmans’ın günümüzde queer sevginin görünmezliğini vurgulayan mekâna özgü işinin önünden geçiyoruz. Ve içeri girer girmez bizi aşk karşılıyor. Tracey Emin, tekstil çalışmasında aradığı ideal sevgiliyi yazılı olarak duyururken, Louise Bourgeois’ın pembe kumaştan yapılma, birbirine sarılmış çıplak çifti, dokunma ve yakınlık arzusunu güçlü bir şekilde dile getiriyor.

Bourgeois
Çifti cam bir vitrinin içinde havada asılı olarak sergileyen Bourgeois, onları iki kişilik özel evrenlerinde korumaya almış aşkın kırılganlığını da vurguluyor.
Marta Minujín’in birbirine geçmiş yatakları tutkuyu, Ornarghi & Prestinari ikilisinin birbirine dolanmış diş fırçaları “füzyona uğramış” bir çifti yansıtıyor. İstanbul galerisi The Pill'in sanatçısı Apolonia Sokol'un Aptallar Gemisi adlı işi (yazı girişindeki ana görsel), Sebastian Brant'ın ütopik topraklara doğru yelken açan –fakat varamadan gemileri batan– bir grup akılsız adama dair 15. yüzyılda yazdığı manzum hicve gönderme niteliğinde. Sokol'un çiziminde erkeklerin yerini alan kadınlar, güvenli duruşlarıyla bu geminin batmayacağına dair feminist bir mesaj veriyorlar.

Joëlle Dubois, sevişme ânında aralarına ekran girmiş çift tablosuyla ilişkilerin yeni teknoloji etkisiyle duygudan yoksun bir alışverişe dönüştüğünün altını çizmek istiyor.
Marina Abramović ile Ulay’ın 1980’de birlikte gerçekleştirdiği Rest Energy (Durağan Enerji) performansının videosunda, iki sanatçı vücut ağırlıklarını kullanarak aralarındaki yayı –ve ilişkiyi– dengede tutmaya çalışıyorlar. Ve biz bu esnada okun yaydan çıkmaması için çabalayan ikilinin giderek hızlanan kalp atışlarını duyuyoruz. Abramović tüm kontrolü karşısındakine bıraktığı bu performansın kendisi açısından en zor performanslardan biri olduğunu söylemişti.

Aşkı tüketip bitirdikten sonra sergi mekânı genişliyor ve Fernando Marques Penteado’nun davetkâr enstalasyonuyla birlikte akrabalık ve arkadaşlığın evrenine giriyoruz. Buradaki yerleştirme bir grup erkek arkadaşıyla toplanma planı yapan Xavier’in hikâyesini anlatıyor. Arkadaşların portreleri duvara asılmış. Masanın üzeri dağınık, bir atıştırmalık listesi göze çarpıyor. Xavier sanki bir anlığına dışarı çıkmış, her an geri gelebilir.

Hemen ardından büyük bir salona girince Gert ve Uwe Tobias kardeşlerin tuval üzerine dev ahşap baskısının etkisinde kalıyoruz. Âdem ile Havva’nın oğulları Kabil ve Habil’in İncil’deki –aynı zamanda Kuran ve Tevrat’taki– hikâyesini, Kabil’in kıskançlık yüzünden kardeşini öldürmesini anlatan çalışma, kardeşler arası ilişkilerin karmaşıklığına dikkat çekiyor. Aynı mekânda Nevin Aladağ’ın aynaları da var. Duvara asılmış farklı boyutlardaki beş ayna, dört kişilik bir aileyle köpeklerini temsil ediyor. Karşısına geçip istediğinizin içinde kendinizi görüyor, istediğiniz rolü üstlenebiliyorsunuz.

Toplumsal anlamda sevgiye/ dayanışmaya ayrılmış son bölüm serginin en politik alanı. Açılışını feminist sanatçı Evelyne Axell’in 1968 Mayısı’na ve cinsel özgürlüğe referenas veren çalışması yapıyor.
Yoko Ono ile John Lennon’un 1969’da gerçekleştirdikleri ünlü yatakta oturma performansının videosunu da burada izliyoruz. Robert Indiana’nın ünlü eseri LOVE sergiye dahil edilmemiş ama Eugenio Merino, Tevrat, İncil ve bir Kuran yorumu kitabının –gerçek Kuran kullanmaktan çekinmiş herhalde– kapaklarına Indiana’nın stilinde LOVE kelimesi yontmuş, onlara sevgi aşılıyor. Tony Cokes’un yazıdan oluşan videosu “bu ulusu sevginin gücüyle sarsmak lazım” diye bildiriyor. (Fakat şu noktada pek imkânlı gibi durmuyor.)
Sergiyi gezenleri Julianne Swartz’ın mekâna özgü eğlenceli yerleştirmesi uğurluyor. Bir banka oturuyorsunuz, yanınızdaki kişiyle ele ele tutuşuyorsunuz, boştaki elinizi bankın koluna koyduğunuz anda bir mekanizma harekete geçiyor ve büyük düşünürlerin sevgi üzerine yazdıklarını okuyan çocukların sesi duyuluyor.
 2023-981636440.jpeg)
Durant
Love is Louder beğenilmesi kolay bir sergi. Gösterilen işler ilginç. Büyük lafların edildiği kavramsal açıklama metinlerinin yerine her bölüme dair kısa bir bilgi verilmesi olumlu. Kronolojik bir sıralamaya göre değil de, sevgi türlerine göre düzenlendiği için farklı dönemleri kıyaslamak açısından enteresan. Sam Durant’ın bir işinden alınma başlığı sevginin daha güçlü olduğunu söyleyerek umut veriyor. Nelerden daha güçlü olduğunu düşünmek ise bize kalıyor. Nefretten, umutsuzluktan, baskıdan, kayıplardan, savaşlardan, ayrılıklardan, şiddetten? Jean Arp için belki ölümden. Love is Louder’da sevgiyi her haliyle görüyoruz, Hans/Jean Arp & Sophie Taeuber-Arp sergisinde sevgiyi hissediyoruz. Bozar sergiler direktörü Zoë Gray’in deyişiyle, Love is Louder dünyanın karamsarlığına karşı pozitif bir mesaj. Ve bir yudum sevgi.