“Biz ezelden beri buradayız!”
Norveç’te yaşayan Filistinli yazar, çevirmen Rana Issa’nın, şiiri başlı başına bir direniş aracı olarak gören yaklaşımla diyalog halinde, 1940’lardan ve Nekbe günlerinden 1970’lere ve bugüne kadar uzanan bir süreçte Filistin topraklarında yaşayan şairlerin yazdığı şiirlerden yaptığı kişisel bir seçki.
Gazze'nin Mayıs 2021'deki bombalanışından. (fotoğraf: Musab Ebu Toha)
Filistinliler yurtsuzlaştırılmalarının ilk günlerinden itibaren başlarına gelenleri şiirle kayıt altına almışlardır. İslamiyetin doğuşunun çok öncesinden başlayarak şiiri bir tarihsel kayıt, bir divan olarak gören Araplar arasında köklü bir gelenektir bu. Araplar tarih yazımıyla da ünlüdürler ama şiir, tarih yazımından farklı olarak, insanların bilinçlerine nüfuz eden, onların duygusal durumlarını kayda geçiren ve biçimlendiren bir hafıza aracıdır. Filistinli şairler Arap şairlerdir ve geniş bir coğrafyaya yayılmış olup Siyonist projeden çok daha eskilere dayanan bu poetik gelenekten esinlenmektedirler. Filistinliler şiiri hem bir divan hem de baskıya karşı bir protesto yöntemi olarak yüceltirken direnişin şiirini yazarlar. Şiiri ürettikleri gibi, şiiri öğrenirler de, ezberlerler de. Politik muhayyilelerini şiirle besler, ruhdaşlıklarını şiirle muhafaza ederler.
Burada seçtiklerim, Filistin şiirinin bu özelliklerini örnekleyen ve süregiden imha eylemine doğrudan cevap veren şiirler. Bu seçki Filistin şiirinin ya da Filistinli olmayanların Filistin üzerine yazmasıyla oluşan o engin mirasın bir temsili olma amacı taşımıyor. Esasen diasporanın önemli sesleri, Filistinli olmayıp Filistin üzerine Arapça ve diğer dillerde yazan çok önemli radikal şairler bu seçkiye dahil değil. Ben bunun yerine tarihteki ve bugün hâlâ süren toprak mücadelesiyle bir dayanışma jesti olarak Filistin’den yazan şairleri öne çıkarmaya karar verdim. 1973’te İsrailliler onu öldürdüğünde Beyrut’ta sürgünde yaşayan Kemal Nâsır’ın şiiri ise burada bir istisna oluşturuyor. Nâsır aracılığıyla, Filistin’den söz ettiğimizde ortaya çıkan tarihsel derinlik ihtiyacına işaret ediyorum. Nâsır sömürgeciler tarafından (İsrailliler kadar Britanyalılar tarafından da) hapsedilmek ve öldürülmek suretiyle hedef alınan Filistinli şairlerin ortak mirasının bir parçasıdır. Bu mirasın geçmişi, Britanyalılar tarafından şiirleri nedeniyle birçok kez hapsedilen ve 1938’de çatışmada öldürülen Nuh İbrahim’e kadar uzanır, fakat aynı zamanda Mahmud Derviş, Tevfik Zayyad, Nâsır Ebu Surur, Darin Tatur (bu seçkide yer alıyor) ve daha birçoklarını kapsar. Şairler de bazen çatışmada ölürler. Nekbe’nin olduğu yıl ölen Abdürrahim Mahmud’un yazgısı buydu; başka şairler de sivil kayıpların bir parçası olarak, sivilleri ve sivil altyapıyı vurmaya bilhassa kararlı İsrail şiddetinin kurbanları olarak can verdiler. Bu savaş esnasında 2023’ün Ekim ayında öldürülen Gazzeli şair Hibe Ebu Neda’nın yasını tuttuk. Ebu Neda’nın şiirin etkili bir direniş aracı olduğu yönündeki hâkim Filistin düşüncesini sorgulayan bir şiirine burada yer veriyorum. Bu savaşın başından itibaren Gazze’de ölen diğer şairlerin[1] de yasını tutuyor ve ölümleri henüz kayıt altına alınmamış olanlar dahil, savaşta kaybettiğimiz bütün şairleri anıyoruz. Onlar şair oldukları için değil, sadece Gazzeli oldukları için hedef seçilmişlerdi.
Hibe Ebu Neda
Hibe’nin şiirlerinden değerli meslektaşım, şiir üzerine çalışan akademisyen, Pennsylvania Üniversitesi’nde Arap Edebiyatı doçenti olan Hüda Fahreddin aracılığıyla haberdar oldum. Hüda savaş başlayınca birçok Filistinli şairi tercüme etmeye girişti ve Hibe’nin şiirleri de bu çeviriler arasında ön planda yer aldı. Hibe ödüllü bir romancı ve şairdi. “Oksijen Ölüler İçin Değildir” adlı romanı henüz Arapçadan diğer dillere çevrilmiş değil. Bu yetenekli yazardan, 20 Ekim 2023’te Han Yunus’a yapılan hava saldırısında öldürülmesi vesilesiyle haberdar olmak insana keskin bir acı veriyor. Kızımın doğum gününden beş gün önce öldü. Soykırım başladığından beri hiçbir özel günü kutlamadık, zira bir anlık anlamlı bir mutluluğu bile imkânsız kılacak kadar baskın bir keder var ve katliam insanı çıldırtacak şekilde devam ediyor. Şairlerimizden soykırımda öldürülmeleri vesilesiyle haberdar olan bizlere yazıklar olsun. Bu korkunç kayıplardan sonra nasıl şifa bulacağız? Soykırımı, şiirin radikal potansiyeli aracılığıyla protesto ettiği için halinden memnun olabilecek bir okura meydan okumak amacıyla, burada yer vermek için Hibe’nin nice güçlü şiiri arasından bu şiiri seçmeye karar verdim. Şiir bizatihi etkili bir direniş aracı değildir. Şiirin devrimci potansiyeli enerjisini sokaklardan ve baskı görenlerin cesaretinden alır.
Biraz Daha Sık Dişini
Ne kadar yalnızız ah!
Herkes kazandı savaşlarını
Bir tek sen çamurunun içinde çıplak
Hiçbir şiir geri getirmeyecek ey Derviş
Yalnız olanın kaybettiklerini
Ne yalnızız ah!
Başka bir cehalet çağı bu
Lanet olsun ki
Aynı safta cenazende
Savaşta bizi ayıranlar
Ne yalnızız ah!
Yeryüzü serbest pazar
Ve koca memleketin senin
Tescilli bir mezat
Ne yalnızız ah!
Bir cehalet çağı bu
Ve kimse yanımızda durmayacak
Öyleyse sil eski yeni tüm şiirlerini
Gözyaşlarını sil
Ve sen memleketim
Biraz daha sık dişini.
Türkçesi: Mehmet Hakkı Suçin
Necvan Derviş
On yılı aşkın dostluğumuz için Kudüslü şair Necvan Derviş’e minnettarım. Lübnan’dan ayrılıp Norveç’e sürgüne gitmeye karar verdiğimde iyi arkadaş olduğum az sayıdaki Filistinli sanatçıdan biriydi Necvan. Kanımızın sürekli dökülmesinin ötesinde, Filistinli olmanın temel özelliklerinden biri de hareket etmenin, birbirimizle buluşmanın ve birbirimizi tanımanın bize yasaklanmış olmasıydı. Bu yasak bizi toplumsal ve kültürel düzeyde olduğu gibi kişisel düzeyde de etkiliyor. Anne tarafından Filistinli bir mültecinin çocuğu olduğum için, ben doğmadan önce çeşitli yerlere dağılmış, hapsedilmiş, birbirinden koparılmış, delirtilmiş ve de öldürülmüş Filistinli aile mensuplarının yokluğunda büyürken hissettiğim öksüzlük duygusu beni sıklıkla derinden etkilerdi. Sürgünde ise başka Filistinlilerle karşılaşma fırsatı benim için çok değerli oldu.
Onu ilk tanıdığımda yeni yeni adını duyuran bir şairdi Necvan. Bugün artık Filistin’in en önde gelen edebi seslerinden biri. Yirmiden fazla dile çevrilmiş birçok ödüllü şiir kitabının yanı sıra El-Arabi el-Cedid’in kültür sayfalarının editörlüğünü yapıyor, ayrıca Arap ve Filistin kültürüne odaklanan festivallerin ve sanatsal platformların organizasyonunda etkin biçimde çalışıyor; bunu yaparken de Filistin’den yükselen yeni seslerin duyurulmasına özel bir ilgi gösteriyor. Burada yer alan şiiri Filistinlilere özgü o yok edilme korkusunu, bizim bir nevi gölgemize dönüşen bu korkuyu çok iyi yansıtıyor. Necvan bu şiiri on iki yıl kadar önce, Gazze’de şimdi tanık olduğumuz soykırımdan çok önce yazmıştı. Bu şiiri Kudüs’te ve Batı Şeria’da bir Filistinli olmaktan söz etme biçimi nedeniyle seçtim.
Fobi
Beni şehirden kovacaklar çökmeden gece
Havanın faturasını
Işığın bedelini ödememişim güya
Beni şehirden kovacaklar akşamdan önce
Güneşin bedelini
Bulutların aidatını ödememişim güya.
Beni şehirden kovacaklar güneş doğmadan
Geceye galiz küfürler etmişim de
Methiyeler göndermemişim yıldızlara
Beni şehirden kovacaklar çıkmadan anamın rahminden
Varoluşu gözlemişim şiirler yazmışım
Yedi ay boyunca
Beni varoluştan kovacaklar çünkü hiçliğe meyilliyim
Beni hiçlikten kovacaklar
Çünkü şüpheli bir bağ var varoluşla aramda
Beni varoluştan da kovacaklar
Hiçlikten de
Çünkü dönüşümlerin çocuğuyum.
Beni kovacaklar…
Türkçesi: Mehmet Hakkı Suçin
Şeyha Huleyya
Filistinliler gururlu insanlardır. Bu savaş sürerken, Gazze’de, onları yoksunluk içinde gösteren videolarının çekilmesine öfkelenen bireylerin (yetişkinler kadar çocukların da) acısını içimde sık sık hissettim. Böyle hatırlanmak istemiyorlar ve bunu, onların protestolarını, mahremlerine saygı duymaksızın kameraya alıp kendi sosyal medyalarına yükleyen kişilere söylüyorlar. Kameranın arkasındaki kişi ise, muhtemelen bu yoksunluğa neden olan adaletsizliğe karşı harekete geçiyor ve canavarları etkileyip onları daha insanca davranmaya yöneltebileceği ümidiyle bu adaletsizliği anlatmak istiyor. Gözlerimin gördüğü, kulaklarımın işittiği şeyler yüreğimi yakarken, nasıl da taciz edildiğimizi, sefaletimizi bir temaşaya dönüşmekten uzak tutma gücüne artık nasıl da sahip olmadığımızı düşünüyorum. Bu zayıf düşmüş halimizin dünyanın gözleri önüne serilmiş olması, Filistinli bedevi şair, romancı ve öykücü Şeyya Huleyya’nın bu şiirini seçmeme neden oldu. Nekbe’yle alay edebilmek ve böylece Nekbe’nin sürekli biçimde içimizde canlı tuttuğu o acıya hâkim olabilmek için, Huleyya’nın burada yaptığı gibi bir kurucu kavram olarak Filistinlilik ile dalga geçmek gerekiyor. Bu hürmet eksikliği, anlatımızı ayakta tutan temel direklerin dogmaya dönüşmemesi için elzem bir dürtüdür. Huleyya, Hayfa’da yaşayan ödüllü bir yazar; Filistin dışında fazla tanınmıyor. Arapça yazan ve yerleşimci devletin 1948’deki sınırları içinde yaşayan Filistinli yazarların kaderi çoğunlukla budur. Benim kendi ailemle yaşadığım deneyime benzer şekilde, Arap edebiyat âleminin, memleketlerinden hiç ayrılmamış olan Filistinlilerle bağları tarihsel olarak kopmuştur.
Nekbe
Annem üç yaş küçüktür Nekbe’den
Ama büyük müyük tanımaz
Her gün iki kez arşından indirir rabbini
Sonra da uzlaşır Abdülbasıt’ın tilavetiyle.
Miskin kadınlara tahammülü yok
Hiç ağzına almadı Nekbe diye bir kelimeyi.
Bir komşusu olsaydı Nekbe adında
“Gücümü kuruttun hayırsız komşu”
Diye çıkışırdı pervasızca.
Bir ablası olsa Nekbe adında
Ona bir tepsi hubbeyze[2] ikram eder
Ve susturuverirdi
Şikâyete devam ederse:
“Yeter ama, beynimi yedin,
Yalvardım mı sanki ziyarete gel diye?”
Kadim bir dost olsa o
Aptallığına tahammül eder mezara kadar
Sonra da hapsederdi bir çerçeveye
Göçüp gidenler duvarında
Ve ruhunu arındırırdı resmine bakıp
Sevdiği Türk dizisini izlemeye oturmadan önce.
Yaşlı bir Yahudi kadın olsa
Ziyaretine giderdi her Şabat
Ve kahkaha atardı latif İbranicesiyle:
“Seni fingirdek körpe hoppa.”
Ve şayet annemden küçük olsa Nekbe
Yüzüne tükürür ve şöyle derdi:
“Terbiyesiz, topla sokaktan sıpalarını!”
Türkçesi: Mehmet Hakkı Suçin
Musab Ebu Toha
Gazzeli şair Musab Ebu Toha’dan ve Gazze’deki Edward Said Kütüphanesi’nden, Amerikalı şair ve çevirmen arkadaşım Marilyn Hacker sayesinde haberdar oldum. Fakat Things You May Find Hidden in my Ear (“Kulağımda Saklı Bulabileceğiniz Şeyler”, City Lights Publishers, 2022) adlı kitabı aracılığıyla Ebu Toha’nın şiiriyle karşılaşmam bu yılbaşında New York’a yaptığım bir seyahatte, Brooklyn’deki Unnamable Kitabevi’nde mümkün oldu. Savaşı konu edinen şiirlerin çoğunlukla ticari saiklerle ilgi odağı haline getirilmesine her ne kadar kuşkucu yaklaşsam da, kitabı derhal satın aldım. Sonuçta, uzun zamandan beri en tatminkâr poetik deneyimlerden birini yaşattı bana bu kitap. Şair İngilizce yazıyor ve ABD’nin önde gelen üniversitelerinde eğitim görmüş. Bu savaşa kadar Gazze’de oturuyordu, sonra İsrail işgal kuvvetleri onu yakaladı ve uluslararası baskı sonucunda da serbest bırakmak zorunda kaldı; o da ailesiyle birlikte Mısır’da mülteci olarak yaşamaya başladı. Onun bu kitabından şiirleri eşime okumaya başladım, aldığım kitabı da New York’taki sevdiğim bir yazar arkadaşıma hediye ettim. Oslo’ya yanımda getirip bu güzel şiirleri kızıma da okuyabilmek için bir kitap daha aldım.
Bu şiiri seçkinin bir parçası olarak seçmem ise Filistin için seslerini yükselten ve Filistin üzerine yazan Audre Lorde gibi şairlere saygımın bir gereği. Birkaç yıl önce, Lübnanlı entelektüel ve yayıncı Lokman Slim’in Güney Lübnan’daki İran destekli Hizbullah mensupları tarafından öldürülmesi vesilesiyle, Lorde’un burada Ebu Toha’nın üzerine çeşitlemeler yaptığı şirini Arapça çevirmiştim. Ebu Toha’nın bu şiire yaptığı atıf, Lorde’un ünlü şiirinin[3] sonunu sorguluyor ve sansür karşısındaki tavrı konusunda kıymetli bir içgörü sağlıyor. Ebu Toha’nın da ima ettiği üzere, bizler sansür karşısında sessiz kalmadık, sessiz bırakıldık, zira bizi sansürleyenlerin suç ortakları dinleme yeteneklerinden vazgeçtiler.
Tek Memleket İçin Bir Ayin
–Audre Lorde’un İzinden
Öteki tarafta yaşayanlar,
sizi görebiliyoruz, görebiliyoruz yağmurun
sizin (bizim) tarlalara, sizin (bizim) vadilere yağdığını ve süzülüp aktığını sizin “modern” evlerinizin çatılarından
(bizim evlerimizin tepesine kurulmuş olan.)
Güneş gözlüklerinizi çıkarıp buraya, bize bakabilir misiniz,
yağmur sularının sokaklarımızı nasıl da bastığına,
nasıl delik deşik olduğuna çocukların şemsiyelerinin
okul yolunda bastıran şiddetli sağanağın altında?
Gördüğünüz şu ağaçları bizim gözyaşlarımız suladı.
Meyve vermiyorlar.
Şu kırmızı güller kanımızdan alır rengini.
Ölüm kokuyorlar.
Bizi sizden ayıran şu nehir
bizi söküp atarken uydurduğunuz bir seraptan ibaret.
TEK MEMLEKET VAR!
Öteki tarafta duran sizler
bize ateş ederek, üzerimize tükürerek,
daha ne kadar duracaksınız orada, etrafınız nefretle çevrili?
Takacak mısınız o kara gözlüklerinizi,
artık onları çıkaramayacak hale gelene dek?
Yakında burada gözünüzün önünde olmayacağız artık.
Gözünüzü kırpmışsınız kırpmamışsınız, fark etmeyecek,
orada dikilmişsiniz dikilmemişsiniz, fark etmeyecek.
Nehrin karşısına geçmeyeceksiniz
daha çok toprak almak için,
kendi serabınızda yok olup gideceksiniz çünkü.
Ve biz öldüğümüzde,
kemiklerimiz büyümeyi sürdürecek,
erişip karışmak için köklerine zeytinlerle
portakalların, yüzmek için o güzelim Yafa denizinde.
Bir gün, siz burada olmadığınızda yeniden doğacağız biz.
Çünkü bu memleket bizi biliyor. Anamız o bizim.
Öldüğümüzde, onun rahminde uyuyoruz sadece
karanlık çekilip ortalık ağarıncaya kadar.
Artık burada OLMAYANLAR,
Biz ezelden beri buradayız.
Hep de konuşuyoruz, fakat siz
bizi hiç dinlemek istemediniz.
Türkçesi: Yasemin Çongar
Kemal Nâsır
Kemal Nâsır, Filistin uğruna mücadelesini silahla sürdürmek için fazla korkak olduğunu söylerdi. Onun tercih ettiği silah kalemiydi. 1924’te Gazze’de doğan, Ramallah yakınlarındaki Bi’r Zayt’ta yaşayan Nâsır, Beyrut’taki Amerikan Üniversitesi’nden mezun oldu; kendisini gazeteciliğe ve siyasi eylemciliğe adamadan önce ilk başta Arapça öğretmenliği, sonra da avukatlık yaptı. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) İcra Komitesi’ne seçildi ve 1969’da FKÖ sözcüsü oluncaya dek örgütün enformasyon bürosunu yönetti. 10 Nisan 1973’te, Beyrut’taki Verdun Caddesi’nde –1999’da İsrail Başbakanı olan Ehud Barak’ın yönettiği– bir Mossad operasyonuyla öldürüldü.
Nâsır bu şiirinde, isimsiz bir şehirde bir soykırım saldırısını takip eden yürek parçalayıcı sessizliği tasvir ediyor. Genelde yapmadığı bir şeyi yapıp şiirine tarih atmış. Bu beni nispeten az bilinen bir katliamın bu şiirin tarihine denk düşüp düşmediğini araştırmaya yöneltti. Öyle bir katliama rastlamadım. 1948’de Filistin şehirlerinde tanık olduğu katliama ve imhaya mı atıf yapıyordu? Yoksa geleceğe ve bizim bugünümüze bakıp doğduğu şehrin nasıl da bir ölüm şehri haline getirileceğini mi öngörüyordu?
Yeşil Işık
Ölülerin şehrinde yürüdüm
Gölgemi çiğneyerek
Vatanımı sordum katledilmiş halkımı harabelere
Bu sessizlik bu uyku bu ürküntü
Gölge gölge uzanan bu solgunluk
Cesetler bağrına basıyor beni
Etrafımı sarıyorlar
Yürürken şehirlerinde.
***
Hayır, ey şehir
Hayat vermeye gelmedim
Kavuşturmaya da kimseleri
Dağ fare doğurdu müzakerelerin en büyüğünde
İş işten geçtinin oyun sahasında
Arsızlık kıldırdı cenaze namazını
Namertler oturuyordu uzlaşmazlığın masasında
Oturumları yönetenlerse sponsorlar ve arabulucular
Derme çatma bir masada… kırıntılara bakıyorlar
Oysa kimseyi doyurmayacak kırıntılar
Kırıntılar, kimseyi doyurmayacak.
***
Ölülerin şehrinde yürürken
Gölgemin üzerine bastım
Vatanımı sordum halkımı
Yerle bir harabelere, hayata
Fakat her şeyi ölü buldum.
***
Ölülerin şehrinde yürürken
Tenim yorgundu
“Ben”im yaralı
Acizliğin kibri yetişemedi kurtuluş kervanına
Bir tayf gördüm yokluğu yok ediyordu
Bir ışık huzmesi gibi süzüldü toprağa
Yürüdüm arkasından
Hayatın içinden geçerken buldum kendimi
Yürüdüm iman gibi ölülerin şehrinde
Var oluşla, dolup taştım umutla
Bir çocuk gördüm o anda… daha bir yaşında.
15.10.1965
Türkçesi: Mehmet Hakkı Suçin
Darin Tatur
Nasıriye doğumlu Darin Tatur 11 Ekim 2015’te bu şiiri yazdığı için gözaltına alındı, şiddet kışkırtıcılığı ve terör örgütü üyesi olmakla suçlandı. Üç yıl süreyle nezarette tutulmakla ev hapsi arasında gidip geldi; ta ki uluslararası baskı sayesinde nihayet serbest bırakılıncaya dek. İsrail savcıları davayı saçma bir şekilde, (bir yığın edebiyat profesörünü de işin içine katarak) Tatur’u bir şair olarak itibarsızlaştırmak üzerine kurmuşlardı. Filistinli-Amerikalı şair Nur Hindi’yi, “Sikmişim Sanat Konferansını, Benim Halkım Ölüyor” başlıklı ünlü şiirini yazmaya sevk eden de bu davaydı. Birçok başka yerleşimci yönetimler ve sömürgeci güçler gibi, yerleşimci devlet de halkın kendisini savunma hakkı söz konusu olduğunda donup kalıyor. Bu hakkın varlığını teslim etmek, bir halkı mücadeleyle karşılık vermeye yönelten koşulların varlığını kabul etmekle aynı anlama geliyor. İsrail toplumunun bugün böyle bir gerçeği tanıyamayacak kadar radikalleşmiş olduğu aşikâr. Bu da Filistinlilere direnmekten başka çare bırakmıyor, zira kendimizi tehlikeye atarak gerçekleştirdiğimiz bu eylemlerle kendimize dönüyoruz biz. Direniş yoluyla Filistinli oluyoruz, bizi kurbanlaştıran baskı mekanizmalarını reddederek halk oluyoruz. Şiiri Darin Tatur’un kendi sesinden şurada dinleyebilirsiniz.
Diren Halkım
Diren ey halkım, diren onlara
Diren ey halkım, diren onlara
Kudüs’te yaralarımı sardım
Acılarımı Allah’a gönderdim
Ruhumu avucuma koydum
Halkımın Filistin’i uğruna
Hayır diyeceğim “barışçıl çözüm”e
Bayraklarımı indirmeyeceğim
Çıkarana kadar sizi vatanımdan
Ve diz çökene kadar gelecek bir zamana
Diren ey halkım, diren onlara
Diren Yerleşimcilerin soygununa
Şehitlerin kervanına sen de katıl
Utancın anayasasını parçala
Bize zilletten başka bir şey vermeyen
Ve alıkoyan hakkımızı almaktan
Diren ey halkım, diren onlara
Onlar ki yaktılar masum çocukları
Göz göre göre vurdular Hedil’i
Katlettiler güpegündüz
Diren ey halkım, diren onlara
Diren sömürgecinin çirkefliğine
Kulak verme bizi barış vehmine bağlayan
O kuyruklara
Korkma halkım dilinden Mirkava’nın
Ondan daha güçlü yüreğindeki hak
Direndikçe var olacaksın
Hayat bulacaksın kavga ettikçe
İşte sesleniyor Ali de sana:
Diren ey halkım, diren devrimci
Sensin adımı tütsülere yazacak olan
Sensin verilmiş cevap kopmuş organlarıma
Diren ey halkım, diren onlara.
Türkçesi: Mehmet Hakkı Suçin
RANA ISSA:
Norveç’te yaşayan Filistinli yazar, çevirmen Rana Issa aynı zamanda sürgündeki Arap kültürel üretimini yaygınlaştırma amaçlı masahat.no platformunun kurucusu ve sanat yönetmeni. Issa’nın son kitabı The Modern Arabic Bible: Translation, Dissemination and Literary Impact, Edinburgh University Press tarafından 2023’te yayımlandı. Rana Issa’nın ilk olarak ‘internationale dergisinde yayımlanan bu yazısının Türkçe çevirisini kendisinin özel izniyle K24’te yayımlıyoruz.
ÇEVİRİYE DAİR:
Yazıyı ve yazıda yer alan şiirlerden Musab Ebu Toha’nın “Tek Memleket İçin Dua: Audre Lorde’un İzinden” şiirini İngilizce aslından Yasemin Çongar çevirdi. Yazıda yer alan diğer tüm şiirleri Arapça asıllarından Mehmet Hakkı Suçin Türkçeye kazandırdı.
Filistin şiirini dünya okuruna ulaştırma çabasındaki herkesin emeğine büyük saygı duymakla birlikte, bu metindeki şiirleri yazının İngilizce baskısı için Arapçadan İngilizceye tercüme eden çevirmenlerin isimlerine ve Rana Issa’nın o çevirmenlerden söz ettiği bölümlere, Türkçe metinde bir karşılığı olmadığından yer vermedik. Şiirlerin Arapça asıllarını bize ulaştıran Rana Issa’ya müteşekkiriz.
NOTLAR:
[1] İsrail’in Gazze saldırısında ölen on binlerce masum insan arasında oldukları şu âna kadar tespit edilebilen Filistinli şairler şunlar:
Hibe Ebu Neda, Ömer Ebu Şaweş, Rifat El Arir, Abdül Kerim Haşhaş, İnas el-Saka, Cihad El-Mesri, Yusuf Dawas, Şüheda El-Bühbehan, Nur el-din Haccac, Mustafa El-Sawwaf, Abdullah El-Akad, Said El-Daşhan, Muhammed Abdülrahim Salih, Selim El-Neffer.
[2] Doğranmış ebegümeci yaprağına zeytinyağı, sarımsak ve tuz karıştırılarak pişirilen bir halk yemeği.
[3] Audre Lorde’un söz konusu şiiri “A Litany for Survival” (Hayatta Kalmak için Bir Ayin) başlığını taşır. Bu şiirin Türkçeye Özgün Özçer tarafından yapılmış çevirisini, Özçer’in K24’te Lorde hakkında yazdığı kapsamlı yazıda bulabilirsiniz.
Önceki Yazı
Haftanın vitrini – 43
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Ahlak / Demokrasi ve Toplumsal Hareketler / Kapitalizm Tarihi İçinde Sosyal Politika / Nadir Metaller Savaşı / Psikanaliz ve Devrim / Sahicilik / Sıfıra Yükselmek / Şedit Arzu / Yeni Karanlık Yüzyıl / Zihnin Tiyatroları