Akademide Digital Humanities eleştirileri ve imkânları:
Dijital beşeri bilimler bir fiyasko mu?
“Dijital beşeri bilime getirilen önemli eleştirilerden biri, veri bolluğu üzerinedir. Sayısal bilimlerde bile yeni yeni tanımlanan ve tartışılan big data gibi kavramları telaşla beşeri bilimlerin kucağına bırakmak diğer disiplinlere 'bizler de buradayız!' demekten öteye gitmiyor. Bir yandan da tarihçilerin analizler yapmasına imkân tanıyacak ve aynı zamanda da big data kavramına karşılık gelecek veri setleri bulunmuyor.”

Bir zamanlar şuh kahkahaların, tanbur ve ney seslerinin yükseldiği kasırların yerini almış pek mühim ve mahrem belgelerle dolu o binanın içinde bilgisayarlar harıl harıl çalışıyorlardı. Şimdiyse koskoca arşivde güvenlik için bekleyen birkaç kişi ve teknisyen dışında insanoğlundan kimsecikler kalmamıştı. Birçok belge zaten çoktan dijitalleştirilmiş, onlarla işini gören görmüştü. Fakat daha taranmamış milyonlarcası vardı… Bilgisayarlar belgeleri hem tarıyor hem de saniyeler içerisinde Latin harfine çevirirken kodluyor, bu sayede konusuna göre tasnif de ediyordu. En derin uykusuna dalmış devletin sırlarla dolu mirası bilgisayarlara teslim edileli kısa bir süre geçmişti ki, yıllardır kimsenin cesaret edemediği onlarca belge çevrilip yayımlanmış, taliplileri de aralarında kapışmaya başlamışlardı bile!
Tarihçilerin ve arşivcilerin kimi için korkulu, kimi içinse muhtemelen en iyimser gelecek senaryosu bu olsa gerek. Artık ayan beyan ortada bir gerçek var ki, beşeri bilimlerin dünya akademisindeki konumu ölüm döşeğinde sürekli kan kaybeden bir hastadan farksız. Alanın içinde olan birçok akademisyen bu kan kaybını durdurmak için yapılan tamponlara karşı umutluyken, kimisi de ayak diretmek varken niye hemen nicel bilimlerin Truva atlarına teslim olduğumuzu sorguluyor. Bu sorgulanan tamponlardan birisiyse kuşkusuz Digital Humanities (DH) ya da Türkçe literatür adıyla Dijital Beşeri Bilimler. Girişte anlattığım hikâyeyle bağlantılı tarihçiler için en zorlayıcı şeylerden biri olan, gerek Osmanlıca gerekse diğer alfabelerde okuma konusunda geliştirilmiş yardımcı araçlara yazı içerisinde değineceğim. Ancak öncesinde Türkiye’de bu işlerin geçmişine ve dünyadan yükselen genel eleştirilere değinmek istiyorum.
Türkiye’de ilkin belediyeler ve sivil toplum dernekleri 2000’li yılların başlarında verileri harita üzerine görselleştirmek maksadıyla GIS (Coğrafi Bilgi Sistemleri) kullanmaya başladılar. Ancak bu tarihin öncesinde de dünya genelinde GIS ile beşeri bilim ve arkeoloji alanlarında çeşitli projeler üretiliyordu. Osmanlı tarihçiliğinde metin transkripsiyonu yapan araçlardan önce dijital beşeri bilimlerin GIS ile deneyimlendiğini söyleyebiliriz. Buna verebileceğim ilk örneklerden biriyse, her ne kadar sonrasında çok yetersiz bulunsa da, 2000’li yılların ortasında Bilkent Üniversitesi’nde yapılan bir konferansta Amy Singer’ın Edirne’den yapılan seyahati GIS ile görselleştirdiğini tanıtmasıdır. Türkiye’de o yıllardan günümüze GIS ile proje üreten tarihçiler arasında Göksel Baş, Murat Güvenç, Yunus Uğur, Erdem Kabadayı, Selçuk Dursun, Mehmet Kuru ve Fatma Öncel’in adları sayılabilir. DH dünya akademisinde kurumsal kimliğini kazanalı otuz yılı aşkın bir süre olmuşken, ülkemizde son on yılda adımlar atıldı. Üniversite bünyesinde ilk laboratuvar ŞEHİR’de Yunus Uğur liderliğinde kuruldu, bugün de Marmara Üniversitesi bünyesinde Osmanlı tarihi alanında çalışmalarına devam etmekteler. Onu Mehmet Kuru liderliğinde Sabancı Üniversitesi’nde kurulan bir merkez izledi; burada birkaç proje yapılsa da, özellikle Akis adlı Osmanlıca okumaya yardımcı olacak tool üstüne çalışmaktalar. FSMV Üniversitesi’nin de çeşitli projeler yapan merkezleri mevcut. Merkezlerin ürettiği projeler dışında, son birkaç yıldır görselleştirmenin sağladığı etkinin farkında olan kişilerce üretilmiş makale, tez ve benzeri akademik çalışmalarda da coğrafi ve ilişkisel haritaların sayısının arttığı gözlemlenebilir.
Dünya genelinde yükselen eleştiriler
Yurtdışındaki üniversitelerde yapılan DH projelerinin konularına baktığımızda Türkiye’den oldukça farklı bir tablo görüyoruz. Dünya akademisinde, zaten halihazırda akademinin tam da ortasına oturmuş Minorities, Gender Studies, Postcolonialism ve LGBTQ+ komüniteye dair projeler dikkat çekiyor. Daha da açacak olursam, bu projelerin konusu örneğin bir Afrikalı kabilenin kültürel mirasını, Viktoryen dönem romanlarında toplumsal cinsiyeti ya da Stonewall ayaklanmalarının dünya geneline nasıl yayıldığını ve sonrasında LGBT haklarını nasıl şekillendirdiğini kapsıyor. Sosyo-ekonomik tarih çalışmalarına veri sunmaya yönelik projelerin sayısı da az değildir, fakat asıl eleştiriler ilk bahsettiğim kısma geliyor. Bir bilgisayar programına binlerce romanı yüklemek ve burada geçen toplumsal cinsiyet tanımlarını analiz etmesini istemek, ardından da bu çıktılarla genel dönemsel yorumlara varmak ne kadar etiktir? CLS (Computational Literary Studies) adıyla literatürde yer alan bu yöntem, Nan Z. Da tarafından oldukça hatalı bulunuyor. Ancak halen dünyadaki çeşitli edebiyat araştırmacılarınca kullanılmaya devam etmektedir. Edebiyat çalışmalarında dijital beşeri bilimlerin yaygınlaşmasını savunanlarsa genel olarak modası geçmiş geleneksel yöntemleri düzelteceğini söylerken, karşılarında duranları da teknoloji korkusuna kapılmakla ya da yeni imkânları göremeyecek kadar basiretsiz olmakla suçluyorlar.
Neo-liberalizm ve üniversiteler arasında kurulmuş karşılıklı çıkar ilişkisi akademi endüstrisini dijital yöntemlerle yeniden yapılandırırken birçok kadrolu akademisyeni de sürekli proje üretmeye, kadrosuz ve güvencesiz olanlarıysa proje bazlı işlerde düşük maaşlarla çalışmaya hapsetmişe benziyor. Sermaye dostlar alışverişte görsün hesabı radikal konulardaki projeleri fonlarken, üniversiteler de bu desteği bürokratik kontrol aygıtı inşa etmek için kullanıyor. Üniversiteler kurdukları düzende daha erken kariyer zamanında insanların bireysel çabasıyla öğrenebileceği birçok dijital beşeri bilim yöntemini laboratuvar asistanı veya araştırmacısı, vs. gibi daha ziyade temel ve tıp bilimlerinde rastladığımız isimlendirmelerle markalaştırarak CV’ler için değerli bir yetenek haline getiriyor. Sırf bunun için İngiltere’de ve ABD’de paralı sertifika imkânı sunan üniversiteler dahi var. Bunu alaylı olarak deneyimlediğinizdeyse, elinizde bunu inandırıcı kılacak geçer bir akçe olmadığından, zaten bir iş güvencesi olmayan beşeri bilim öğrencileri her geçen gün bu endüstrinin çarkları arasına biraz daha itiliyor. Su götürmez bir gerçektir ki, tıpkı yazılım sektöründe olduğu gibi, dijital beşeri bilimlerde de fikir üretebilen herkes uğraşlar neticesinde her yöntemi ve aracı kendi emekleriyle öğrenebilir. Bazen bu tür konularda kervanı yolda düzmek gerekir. Formel eğitimdeki ısrar kulağa öğrenim araçlarının gelişmesiyle çökmekte olan eski güçlü, elit akademinin son bir hamleyle ayağa kalkıp “ben de buradayım” demesi gibi görünüyor. Burada bize düşen, ABD ve İngiltere’de geçtiğimiz yıl haklarını aramak için greve çıkan birçok akademisyen gibi duruma karşı koymaktır.
Gelelim Türkiye’ye… Literatürü incelediğimizde zaten yıllardır beşeri bilimciler tarafından çalışılan, yalnızca o konuların dijital araçlılarla dönüşümünü sağlamaktan ibaret olmuş ve de o kadar ötekileri kapsamayan çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Seyahatnameleri haritalandırmak, sözcük varlığı envanteri yapmak ya da makalelere konulan özelleştirilmiş haritalar koymaktan öteye giden çalışmalar yok denecek kadar azdır. Türkiye’de Storymaps formatında hazırlanmış projelerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu formatta yapılan işlerde, eğer ki herkes için daha erişilebilir ve kolay anlaşılabilir hale getirmeyi amaçlıyorsak, bunun yaygın bir yanılgı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü haritalandırdığımız kitapları ya da yazıları okuyanlarla haritalarımıza bakacak insanların bulunduğu kitle birbirinden pek de farklı değil. Bunu, Yahya Kemal’den Mektuplar adlı projemi yaptıktan sonra fark ettim. Hatta açıp kitaptan okuyan insan sayısının daha fazla olduğunu bile söyleyebilirim. Eğer gerçekten faydalı bir iş yapmak istiyorsak, mesela bir kent şairinin ya da yazarının şiirlerini/romanlarını semtler halinde kategorize edip çeşitli tool’larla duygu durumlarını analiz ederek haritalandırıp onun kişisel hayatından o semte dair anıları üzerinden bir karşılaştırma yapabiliriz. Edebiyat dünyası dışında kültürel mirasın toplumun geniş kitlelerine yayılmasına faydalı olacaksak eğer, o zaman yapıları haritalandırdıktan sonra hem ikincil hem de birincil kaynaklardan elde ettiğimiz bilgileri de ekleyebiliriz ki, halihazırda Türkiye’de bunu yapan projelerin sayısı olması gerektiği gibidir. Bunu yaparken de sadece noktalarla işaretlemenin yanında, GIS ile görselleştirmenin sağladığı nimetlerden biri olan veriler arası ilişkilendirmeyi de yapmamız gerekmektedir.
Dünyada birçok akademisyen dijital beşeri bilim yöntemleriyle geliştirilecek tarihsel oyunların ve benzer araçların derslerde yardımcı olacak materyaller olduğunu iddia ediyor. Bunun okuyarak ve derste tartışarak edinilen bilginin ne kadar yerini tuttuğunu ya da ona ne kadar yardımcı olduğunu ispatlamak gerekir. Zaten beşeri bilimler alanında lisans eğitimi gören bir öğrenci kendisine verilen yüzlerce sayfayı okumak ve sınavlarda da bunlara dayanarak fikir üretmek dışında ne gibi bir zorunluluk içerisinde olabilir ki? Oyun oynamanın hoşça vakit geçirmek ve üreticisine bir şeyler kazandırmak dışında bir faydası olduğunu sanmıyorum.
Dijital beşeri bilime getirilen bir diğer önemli eleştiriyse veri bolluğu üzerinedir. Sayısal bilimlerde bile yeni yeni tanımlanan ve tartışılan big data gibi kavramları telaşla geleneksel bir şey olduğunu inkâr edemeyeceğimiz beşeri bilimlerin kucağına bırakmak diğer disiplinlere “bizler de buradayız!” demekten öteye gitmiyor. Bir yandan da tarihçilerin analizler yapmasına imkân tanıyacak ve aynı zamanda da big data kavramına karşılık gelecek veri setleri bulunmuyor. O yüzden bu tür sayısal bilimlerin kavramlarıyla konuşmaktan ve yazmaktan uzak durmak gerekir.
Osmanlı Tarihçisi Tunç Şen veri bolluğunu Twitter’da (X) şu sözlerle eleştirmişti:
“Digital Humanities” muazzam, muazzam olmasına da bilgi/dataya erişimi kolaylaştırdığı ölçüde anlatı kurmayı zorlaştırıyor sanki. Ki, işi anlatı oluşturmak olan tarihçi, bilgi/data yığını arasında yolunu bulmadan ezilmeye mahkûm. Acaba tarih, “Digital Humanities” dışında mı kalsa?
Şen eleştirisinde haklı görünüyor. Çünkü tarihçilerin bilgisayarlarla ve araçlarla elde ettiği çokça veri sadece daha fazla örneği incelemeye ve analizleri hızlandırmaya yarıyor, bir anlatı kurmaya yaramıyor. Halbuki günümüzde gerek akademik gerek gündelik okur özellikle edebi üslupla, yani insan eliyle kurulmuş tarih metinlerine ilgi gösteriyor.
Milyonlarca metinden elde ettiği verilerle saniyeler içerisinde size aradığınız konuyu yazıp çizen üretken yapay zekâ (Generative AI) modelleri biz tarihçileri tamamen silip atabilir mi? İşi bilgi derlemek ve bunlardan metin üretmek olan yapay zekâdan korkmaya gerek yok gibi görünüyor. Başa döndüğümüzde, özellikle Osmanlıca rik’a yazıları okumanın zorluğu herkesin malumudur. Bunu yapabilecek bir yazılımın uzun vadede geliştirilmesi imkânsız gibi duruyor. Yani oradaki yazılanlar okunmayıp, sentezlenip bir metin üretilmedikten sonra yapay zekâ modelleri nasıl kullansın?
Tam da bu noktada Fatma Aladağ tarafından TEI (Metin Kodlama Girişimi) kullanılarak kodlanmış Küçük Mecmua örneğinden söz etmek gerekir. Kodlanmış dergi sayısının yapay zekâ modeli sayesinde, yer adları tespit edilip haritalandırılmış ve kelimeler arası ilişkisel grafik çıkartılmıştır. Osmanlıca örneğinden gidecek olursak, bu sayede aynı kaynağın farkı edisyonları Latin harflerine çevrildikten sonra TEI veya Voyant Tools gibi araçlarla karşılaştırılabilir. Bursa Büyükşehir Belediyesi de hazırladığı Kent Belleği Arşivi’nde tüm arşiv malzemesini kodladıktan sonra yapay zekâyla haritalandırmış, kullanıcılar için kolay bir ara yüzle sunmuştur.
Arşiv belgelerini okumaya yardımcı araçlar
Hep olumsuzluklardan bahsettim, biraz da işlerimizi ciddi anlamda kolaylaştırabilecek şeyleri anlatayım. Osmanlıca matbu metinleri çok iyi performans göstermese de okuyabilen web tabanlı araçların birkaç tanesi geçtiğimiz yıl duyuruldu. Ayrıca Osmanlıca metin içi arama imkânı tanıyan ve binlerce süreli yayını kapsayan dijital arşivler de bulunmakta. Okuyamadığımız kelimelere dair fikir veren web tabanlı yazılımlar arasında hem Latince hem de Ermenice harfler için farklı imkânlar tanıyan projeler mevcut. Bunlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum:
Wikilala.com
Milyonlarca Osmanlıca ve Latin harfli Türkçe sayfa arasında arama yapabilme ve dijital erişebilme imkânı sağlıyor.
Muteferriqa.com
Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar yayımlanmış basılı materyallerden oluşan son derece zengin bir koleksiyondan metin içi arama imkânı ve Osmanlıca-İngilizce-Latin harfli Türkçe çeviri imkânı sağlıyor. Miletos A.Ş çatısı altında faaliyet gösteren proje 2023 yılından beri yeni dijital beşeri bilim projelerini desteklemek için OTSA aracılığıyla yarışmayı kazanan projelere 5.000 dolar civarında hibe vermektedir.
READ CO.OP – Osmanlı Türkçesi çeviri aracı
Şu anlık performansı düşük olsa da gelecek vaat eden bir yapay zekâ çeviri modeli. Kelime haznesinden yola çıkarak kendisine verilen metinlerde geçenleri tahmin ederek çevirme yöntemini izliyor.
Lexiqamus.com
Osmanlı tarihçilerinin işini kolaylaştıracak ilk dijital beşeri bilim projelerinden biri olan Lexiqamus, veri havuzunda bulunan Kamus-i Türki gibi lügatler aracılığıyla okuyamadığınız kelimelere dair fikir üretiyor ve size sunuyor. Ahmet Abdullah Saçmalı liderliğinde şirketleşme yoluna giden proje, dünyadaki birçok sayılı kütüphanenin veritabanınca erişime açılmış vaziyettedir.
HTR of Armeno-Turkish Manuscripts, Printed Books, and Newspapers from the Mekhitarist Congregation in Vienna MEKHITAR
Özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda sayılarında artış gözlemlenen Ermenice harfli Türkçe (EHT) metinleri transkribe etmeye yaracak bu proje oldukça umut vaat edici görünüyor. Bir süredir Osmanlı edebiyat tarihçilerinin de gündeminde olan ve araştırmalarda kullanılan EHT metinlerde kelimelerin hepsine karşılık gelen bir harf olduğu için Osmanlıcadaki gibi okumakta zorlanılan yerlerde tahminlerle yola çıkmak gerekmiyor. Bu yüzden geliştirilen yapay zekâ Osmanlıcaya göre çok daha iyi bir performans gösteriyor. Ancak şu an bu proje kapsamında araç sadece Viyana’da yer alan Mekhitarist Manastırı’ndaki eserlerin çevirini kapsıyor. Temennimiz yaygınlaşması ve çokkültürlü Osmanlı geçmişimizi aydınlatacak yeni çalışmalarda kullanılması yönündedir.
Sonuç yerine
Yukarıda listelediğim araçların hemen hepsi kurumsal bir kimlik kazanmış vaziyette. Bunların dışında gerek ülkemizde gerekse yurtdışındaki üniversiteler bünyesinde başlanmış, ancak sürdürülebilirliği konusunda bilgi sahibi olamadığımız başka projeler de bulunmaktadır. Tarih çalışmalarında Osmanlıca ve EHT materyaller dışında kullanılan Latin harfli kartpostalları ya da el yazısıyla üretilmiş yabancı elçilik kayıtlarını okurken yardımcı olacak araçlar yirmi yılı aşkın süredir yurtdışında geliştirilmektedir. Yine READ CO.OP tarafından geliştirilmiş Transkribus bu amaçla kullanıldığında çok iyi sonuçlar vermektedir. Elisa Barney Smith tarafından tanıtılan bir araç sayesinde taranmış bir Ortaçağ Fransızcası metin OCR’dan geçirildikten sonra çağdaş Fransızcaya ve oradan da istenen dile çevrilebiliyor. Araç bunu yaptıktan sonra sayfa görünümü eskisinden farksız hale getiriyor.
Bitirirken, “dönüşen dünyada” diye başlayan klişe bir cümle kurmak istemiyorum ama gerçekten beşeri bilimciler olarak içinde bulunduğumuz durumun farkında bulunmamız gerekiyor. Temennim dijital beşeri bilimin dünya genelindeki üniversitelerde güvencesiz istihdam olmaktan çıkması, proje hibelerinin adil bir şekilde dağıtılması ve üretilen akademik çalışmalarda tek başına son ürün olarak görülmemesidir. Gerek görselleştirme gerekse arşiv belgelerini kullanmada yardımcı olacak araçlar yeni kapılar aralıyor, hepsini akıldaki konu etrafında çok da dağılmadan kullanabilmek yeterli olacaktır.
BİBLİYOGRAFYA
- Journal of the Ottoman and Turkish Studies Association, Sayı: 9, 2022.
Toplumsal Tarih, Sayı: 352, Nisan/2023. - James E. Dobson, Critical Digital Humanities: The Search for a Methodology, University of Illinois Press, 2019.
- Timothy Brennan, "The Digital-Humanities Bust After a decade of investment and hype, what has the field accomplished? Not much", Chronicle, 2017.
- Daniel Allington, Sarah Brouillette, David Golumbia; "Neoliberal Tools (and Archives): A Political History of Digital Humanities", Los Angeles Review of Books, 2016.
- Eric Weiskott, "There Is No Such Thing as the Digital Humanities", Chronicle, 2017.
- Nan Z. Da, "The Digital Humanities Debacle: Computational methods repeatedly come up short", Chronicle, 2019.
- Lorella Viola, The Humanities in the Digital: Beyond Critical Digital Humanities, Palgrave Macmillan, 2023.
- Elisa Barney, "How digital technology helps solve mysteries in the humanities", TEDxBoise.
- Fatma Aladağ, “Osmanlı Çalışmalarında Dijital Edisyon ve Metin Kodlama”, Zemin dergisi, 2023.
Önceki Yazı

Dijital Cehennem:
İletişimsel kapitalizmin ekolojik maliyeti
“İnternet her ne kadar insanlığı ilkel bir iletişim kanalı olan kablolardan kurtarmış gibi algılansa da, 'günümüz dünyasındaki veri trafiğinin neredeyse yüzde 99’u hava yoluyla değil, yerin ve denizin altına döşenmiş kablolarla' iletilmekte. Kıtaları birbirine bağlayan milyonlarca kilometre uzunluğundaki bu kabloların yerleştirilmesi, bakımı ve hurdaya çıkartılması büyük paraların döndüğü bir sektör..”
Sonraki Yazı

Filistin, mon amour (III):
Apartheid’a karşı sesler
“Şu anda Filistin’de apartheid ve ‘yüzün silinmesi’ en üst noktalara çıkmışken, İsrail’de bazı kesimler ‘izin verilebilir soykırım’dan bile bahsedebilecek kadar arsızlaşmışken, Filistinlilerin uğradığı ayrımcılığı gösteren ve onların birer yüzünün, sesinin ve kimliğinin olduğunu hatırlatan ya da ‘haykıran’ hareketler ve eylemler çok önemli.”