Açık Radyo’ya dair…
“Açık Radyo, evlerinde ve iş yerlerinde radyolarını her daim açık tutan ve radyodaki sesleri aile bireyleri gibi kabul eden, çok adanmış bir dinleyici kitlesine sahip. Onlar gibi başka bir dinleyici kitlesinin dünyanın başka herhangi bir köşesinde var olduğunu sanmıyorum.”
Ömer Madra
Açık Radyo bir haftadır kapalı. RTÜK tarafından yayın lisansı iptal edildiği için bir süredir 95 FM frekansından ses çıkmıyor. Her gün bu radyoyu dinleyerek günlerine başlayan insanların hayatlarında büyük bir boşluk var.
Bu yazıda radyoyla tanışmamın ve bizi bugünlere getiren sürecin bir özetini paylaşmak istiyorum.
Açık Radyo dinleyiciliğim
Benim Açık Radyo dinleyiciliğim 1999 yazında başladı. Yani tam 25 yıl olmuş. O yaz ilk kez Boğaziçi Üniversitesi yaz okulunda ders vermek için İstanbul’da kalıyordum. Üniversitenin şimdi yıkılmakta olan Uçaksavar’daki lojmanındaki çalışma odamda masanın üzerinde duran radyoyu karıştırırken kulağıma gelen ve çocukluğumdan hatırladığım “Pembe Panter” çizgi filminin jenerik müziği dikkatimi çekince, Açık Radyo ile tanışmış oldum.
Sonra giderek ayırdına vardım ki, Açık Radyo aslında üniversite gibi bir yer. Çok farklı konularda, o konuları yakından bilen ve boş konuşmayan insanlar birbirinden güzel programlar yapıyorlar. Genellikle akşam ve gece saatlerinde de çok güzel şarkılar çalıyorlar. Zaten radyo dinlemeyi seven biriydim ama Açık Radyo’yu keşfedince tam bir radyo müptelası oldum.
O zamanlar düzenli bir internet yayıncılığı olmadığı için, radyoyu uzun yıllar boyunca ancak İstanbul’a geldiğimde dinleyebildim. Bütün bunlar daha sonraları internet yayıncılığı sürekli hale gelince değişti. Üniversite değiştirip Boston kentine taşındıktan, yani 2011 yılından sonra bilgisayardan doğrudan Açık Radyo dinleyebilir oldum.
Açık Radyo programcılığım
Sonra, 2012 yılı olduğundan eminim, mart ayındaki bahar tatili için İstanbul’a geldiğimde, radyonun destek haftasına gidecek olan kardeşim Altuğ Güzeldere beni de yanında götürdü ve destek yayınına ben de katıldım. O sıralar radyo Elmadağ Üftade Sokak’taki eski yerindeydi. İlk kez radyo mikrofonlarının karşısına, Ömer Madra ve (o zamanlar Açık Gazete’yi sunmakta olan) Mahir Ilgaz’ın bizi konuk ettiği programda geçtim.
2012 yılı aynı zamanda hesaplama bilimlerinin kurucularından olan İngiliz matematikçi Alan Turing’in 100. yaşının kutlandığı yıldı. O yılın başlarında Açık Gazete’de Turing’den ve bilgisayar bilimine katkılarından bahsedildiğini ve bunu sevinerek dinlediğimi hatırlıyorum. Ama bir yandan da “Keşke bu konular biraz daha detaylı olarak ele alınsa” diye düşünmüştüm. 1952’de cinsiyet kimliği yüzünden kovuşturmaya uğramış ve henüz 42 yaşındayken ve çok verimli bir çağında intihar ederek dünyaya veda etmiş olan Turing’in gerek hayatına, gerekse yapay zekâ hakkında düşüncelerine dair anlatılacak çok şey vardı.
Bu destek programı sonrasında konu hem Turing’e hem de Altuğ’un da, benim de en sevdiğimiz müzisyenlerden olan Leonard Cohen’e geldi. Ömer Madra hemen oracıkta Altuğ’u ve beni yeni yayın döneminde bir Cohen şarkıları programı yapmaya ikna etti; bir de popüler bilim ve felsefe programını Açık Gazete içinde bir köşe olarak konuk edebileceklerini söyledi. İkisini de kabul ettik ve Altuğ’un da, benim de radyoculuğumuz böylece başlamış oldu.
Çatlaktan Sızan Işık ve Açık Bilinç
Yeni yayın dönemi Kasım 2012 başında açıldı. Altuğ’la pazar geceleri “Çatlaktan Sızan Işık” diye bir program yapmaya başladık ve iki yıl (99 program) boyunca Cohen’in bütün şarkılarını, hikâyelerini anlatarak ve diğer sevdiğimiz müzisyenleri yorumlarına da yer vererek çaldık. (Sonra bu pazar gecesi saati, Mahir Ilgaz’ın katılımıyla Bob Dylan şarkılarına evrildi. Derken Hakan Gürvit ve zaman zaman Ömer Madra’nın katılımıyla Pete Seeger çaldık. Sonra da Zeynep Arıca’nın katılmasıyla Pazar gecesi programlarına, “İstanbul’dan Gelen Telefon” başlığıyla devam ettik, geçen sene programı tümden
Zeynep’e devredene kadar...
(Akif Burak Atlar’la tanışıp arkadaş olmam da, o ilk acemilik döneminde bir pazar gecesi Üftade Sokak’taki stüdyoya, yanına soğuk biralarını alıp bizden bir sonraki saatteki programını yapmaya gelmesiyle gerçekleşti.)
Kasım 2012’de bir yandan da Açık Bilinç ismiyle haftalık bir popüler bilim ve felsefe programı yapmaya başladım. Önceleri bu programa canlı yayında telefonla katılıyordum. Fakat bu, Boston ile İstanbul arasındaki 7 saat farktan dolayı, gece 02:30’a kadar ayakta kalmamı gerektiriyordu. O saatte uyanık olmak doktora yıllarımdan alışık olduğum bir şeydi ama gece o saatte bazı teknik konuları herkesin anlayabileceği şekilde anlatmak kolay olmuyordu. Bir süre sonra Açık Bilinç’i Türkiye saatiyle pazartesi akşamları kaydedip salı sabahı yayınlamanın daha kolay olacağına kani oldum.
Bu herkes için canlı yayına göre biraz daha çok emek demekti ama Ömer Madra sağ olsun bu konuda destek olunca hayat daha kolaylaştı. O gün bu gündür, yani bu hafta Açık Radyo’nun karasal yayını kapatılıp 95 FM sessizliğe bürünene kadar, yaklaşık 12 yıl ve 600 programdır, her hafta farklı bir konu ele alınarak Açık Bilinç sürdü.
Açık Bilinç konukları
Açık Bilinç programlarını kaydetmek için de stüdyoyu telefonla aramam gerekiyordu. Galiba ilk yılın sonunda programa ilk kez bir konuk aldım. Nörolog arkadaşım Prof. Hakan Gürvit, yeni katıldığı Dünya Alzheimer Kongresi’nde edindiği izlenimleri ve Alzheimer hastalığının teşhis ve tedavisi konusundaki son gelişmeleri anlattı. İkinci konuğum da, 2015 yılında mantıkçı Gödel’in “tamamlanmamışlık kuramı” diye bilinen, hayli teknik ve zor düşüncelerini herkesin anlayabileceği bir netlikte anlatmayı beceren, Boğaziçi Üniversitesi’nden arkadaşım, bilgisayar bilimci Prof. Cem Say oldu. Bu iki konuğun katkılarının ardından, Açık Bilinç zaman zaman başka konularda uzman diğer konuklarla devam etti. Bu konuklardan bazıları zaman içinde kendi programlarını yapmaya başladılar ve radyo içeriğine zenginlik kattılar.
Açık Bilinç’e konuk olmadan da radyoda program yapmaya başlayan arkadaşlarım oldu: Varol Ünel’in yaptığı, radyonun en sevilen müzik programlarından “The Big Easy” gibi.
Twitter duyuruları, Açık Bilinç arşivi, ve Vakayiname
2015’te salı sabahları yayınlanan Açık Bilinç programlarının duyurularını düzenli olarak pazartesi günleri, programda aktarılan makalelerin referanslarını da vererek (o zamanlar ismi Twitter olan platformda) sosyal medyaya yerleştirmeye başladım. İlk programdan bu yana bütün Açık Bilinç bölümlerini radyonun internet arşivinde bulmak mümkün. Daha sonraları bu arşiv Spotify gibi platformlarda da erişilebilir oldu.
Covid salgınının başlamasıyla, Açık Bilinç’e ek olarak “Vakayiname” isminde, Türkiye gündemini takip etmeye çalışan başka haftalık bir program yaptık ve geçtiğimiz yayın dönemine kadar devam ettik. Bu programda önce Ömer Madra, sonra onun yanında Özlem Teke de yer aldı.
Programı İngilizce yerine Türkçe yapmak ve “Teknik Masa”
Bana yıllar içinde sıkça sorulan sorulardan biri, Açık Bilinç programını niçin daha çok dinleyicinin takip edebileceği şekilde, akademik dünyadan yabancı konuklarla ve İngilizce olarak yapmadığım oldu. Bunu yapmak mümkündü ama başladığımız formatı değiştirmemeyi seçtim. Burada hemen şunu eklemek isterim. Ülkemizde gerek felsefe, gerekse bilimin herhangi bir dalı konusunda konuşabilecek ve bunu yaparken dünya çapında herkesle at oynatabilecek bir akademik kitle var. 2012’den bu yana konuk olan kişilerden çok şey öğrendim ve hepsine teşekkür borçluyum.
Teşekkür borçlu olduğum bir diğer grup da, aramızda “Teknik Masa” olarak adlandırdığımız, radyonun teknik işlerinden sorumlu idare ve kayıt elemanları. Yıllar içinde onların çalışma disiplini ve desteği sayesinde hiç atlamadan, her hafta programları yapabildik. Bu grubun Açık Radyo’yu özel kılan unsurların başında geldiğini düşünüyorum. Hakları ödenmez.
“Rönesans insanı” Ömer Madra ve Açık Bilinç’in diğer ev sahipleri
Açık Bilinç programını yapmaya karar verdiğimizde, sabahları Ömer Madra’nın yanında Açık Gazete’yi Mahir Ilgaz sunuyordu. Fakat Mahir’in o yayın döneminde ayrılmasından sonra, Açık Gazete’nin ve dolayısıyla Açık Bilinç’in ev sahipliğini yıllar boyu Can Tonbil üstlendi ve sonra bu görevi Özdeş Özbay’a devretti. İkisine de elbette teşekkür borçluyum. Ama en büyük teşekkürü hak eden Ömer Madra’ya dair birkaç cümle söylemeden geçmek istemiyorum.
Açık Radyo kurucusu Ömer Madra sayesinde var oldu ve yaklaşık 30 yıldır onun vizyonu, çalışma disiplini ve adanmışlığı sayesinde ayakta ve açık kaldı. Ömer Madra olmasaydı böyle uzun ömürlü bir kurum var olabilir miydi, hiç emin değilim. Pek çok kritik dönemeçte Ömer beyin hep doğru kararlarla radyoyu bağımsız bir medya kuruluşu olarak tutmayı başardığına, bitmek bilmeyen enerjisi ve hevesiyle radyoya zenginlik katacak yeni programların önünü açtığına şahit oldum.
Ama bunların da ötesinde, Ömer Madra’nın gerçek bir “Rönesans insanı” olduğunu söylemek isterim. Her konuya olan ilgisi, Açık Bilinç programları daldan dala atlarken hep kendini gösterdi. Benim için, her konuda Ömer Bey’in katkıda bulunduğu bir sohbetin parçası olmak hep özel bir keyif oldu.
Açık Radyo’nun dinleyici kitlesi
Açık Radyo, evlerinde ve iş yerlerinde radyolarını her daim açık tutan ve radyodaki sesleri aile bireyleri gibi kabul eden, çok adanmış bir dinleyici kitlesine sahip. Onlar gibi başka bir dinleyici kitlesinin dünyanın başka herhangi bir köşesinde var olduğunu sanmıyorum. Bu dinleyici kitlesi epey zamandır yılda bir kere yapılan “Dinleyici Destek Haftası” boyunca maddi destek de vererek radyonun ayakta kalmasını ve bağımsızlığını sürdürmesini sağlıyor.
Açık Radyo kâr amacı güden, reklamlardan para kazanan bir kurum değil. İlgili dinleyiciler hariç belki kimsenin dinlemeyeceği, hatta sıkıcı bulacağı konularda programlar yapıyor. Ama bu sayede bir tür okul gibi bir işlevi var. Başka hangi radyoda bilimden felsefeye, İstanbul tarihinden antroposen çağına, iklim krizinden bitkiler dünyasına, çocuk düşünürlerden “sakat” haklarına uzanan programlar ve dünyanın dört bir yanından şarkılar bulabilirsiniz?
Yalnız ülkemizde değil, dünyada da bence eşi benzeri olmayan Açık Radyo’dan 10 tane daha olsa, ülkemiz daha güzel bir yer olmaz mıydı? 100 tane daha olsa, olabilse… Bunun hayalini kurmak bile çok hoş.
RTÜK’ün zorbalığı ve Açık Radyo’nun kapatılması
Gelin görün ki, radyonuzu 95 FM’e getirdiğinizde artık cızırtıdan başka bir ses duyulmuyor. İnternet yayını da şimdilik susmuş durumda. Neden? Bence, yarın kimsenin isimlerini bile hatırlamayacağı bir avuç zorbanın dayatması ve dar görüşlülüğü yüzünden. Oysa herhangi tartışmalı bir konuda gerçekten ne olup bittiğini anlamak için ilk başvurduğumuz yer Açık Radyo. İleride İstanbul büyük bir deprem yaşadığında, bize dayanışabileceğimiz bir topluluk radyosu olabilecek bir mecra.
Son günlerde Açık Radyo’nun kapatılmasıyla ilgili pek çok analiz okudum. Ortada hukuka aykırı bir durum olduğu açık. Belki radyonun karasal yayını yeniden başlayabilir, en azından ben öyle umuyorum. Radyonun yayın lisansının iptal edilmesi kararının da Anayasa Mahkemesi’nden hem geri dönmesi gerektiği değil hem de geri döneceği kanaatindeyim.
“Oh olsun”cular ve “celladına âşık olmak”
Açık Radyo kapanalı beri pek çok mecradan destek geldiğini gördüm. Ama bu desteklerin yanında, doğrusu anlamakta güçlük çektiğim, kimisi “oh olsun” tarzında yorumlar da okudum.
Örneğin sosyal medyada birisi radyoyu “celladına âşık olmak”la suçlamış ve bir anlamda bu başına gelen lisans iptalinin hak edildiğini yazmış. Bir başkası da, artık pek okunmadığını bildiğimiz günlük gazetelerden birinde “Kapalı Radyo” yakıştırması yapmış.
Bu eleştirilerin çoğunun odağında 2010’da yapılan yargı referandumunda Açık Radyo’nun yüksek sesle “Yetmez ama Evet” görüşünü desteklemiş olması olduğunu görüyorum. Bu görüşü hiçbir zaman benimsememiş ve tartışmanın hep “hayır” tarafında durmuş biri olarak şunu iç rahatlığıyla söyleyebilirim: Benim yaptığım hiçbir program üzerinde bu konuda bir baskı veya sansür, hatta ima söz konusu olmadı. Açık Bilinç’te zaman zaman “Evet” görüşünü kıyasıya eleştirmiş insanlar konuk oldular. Bu demokratik ortamın gereğidir ve sık rastlamasak da, rastladığımızda takdir etmemiz ve değerini bilmemiz gereken bir tutumdur. Bu Açık Radyo’nun tutumudur.
Eğer 2010 referandumu gerçekten o zamanlar kimsenin toz konduramadığı ama şimdilerde herkesi vebalı gibi kaçtığı cemaatin bir projesi idiyse, zaten çok küçük bir zümre olan Türkiye solunu 14 yıl sonra hâlâ bölmeye devam eden , kendileri açısından başarılı bir proje olduğunu teslim etmek gerek. Yine de, bir başka örneğini Boğaziçi Üniversitesi yerle yeksan edilmeye çalışılırken gördüğüm bu “oh olsun”cu tutumu hiç anlamıyorum ve yapanlara katiyetle yakıştıramıyorum.
Peki Açık Radyo’nun daha iyi yapabileceği şeyler yok mu? Var tabii, hem de sürüyle. Yalnızca, böyle zor bir dönemde, bunların üzerinde durmamayı seçiyorum.
Bitirirken
Açık Radyo, Türkiye’de 30 yıldır bağımsız medyanın incisi olarak ayakta kalmış, ülkemizin dünyaya, kâinata açılan kapısıdır. Bu kapıyı sonsuza dek kapatmak isteyenlere inat, Açık Radyo açık kalmalıdır.
Önceki Yazı
Benim Açık Radyo!
“Açık Radyo çok yakında 30. yaşını kutlayacak, birlikte kutlayacağız. İlk yayına başladığında doğmamış birçok kişi bugün Açık Radyo’da program yapıyor. Kâinatın seslerinin, renklerinin ve titreşimlerinin işitilebileceği programlar kuşaklardan kuşaklara devredildi, devrediliyor.”