1920’lerin sonunda
Türkiye kültür sahnesinde robotlar
“Hakiki âdemoğullarına tamamen benzeyen bu suni insanlar, histen mahrum bir nevi zatülhareke [otomat] makine gibidirler. İşte bu zatülharekelere roboto namını vermişlerdir. Hislerinin mefkud [eksik] olmasına rağmen zekâları vardır. Aynı zamanda çok faaldirler.”

Karel Çapek’in R.U.R. adlı eserinden uyarlanan BBC yapımı televizyon filminden, 1938.
Karel Çapek’in 1920’de yazdığı ve robot kelimesini dünya dillerine kazandıran oyunu R.U.R.’un farklı çevirileri art arda yayımlanmaya başladı: Elips Kitap’ın 2013’te bastığı Patricia Öztürk çevirisinin ardından Nota Bene (2021, çev. Arzu Eylem), İthaki (2021, çev. Bilge Kösebalaban), Bilgesu (2023, çev. Esra Alnıaçık Can, Musa Yaşar Sağlam) ve Türkiye İş Bankası (2024, çev. Yusuf Eradam) yayınevlerinden dolaşıma giren çeviriler geldi. Hatta Telemak Kitap 2021’de Kateřina Čupová’nın Çapek’in eserinden yola çıkarak ürettiği çizgi romanı yayımladı.
Elips’in 2013’teki öncü çevirisini paranteze alırsak 2020 sonrasında canlanan bir R.U.R. ilgisinden söz edilebilir. Halbuki bu oyun henüz 1927’de Halit Fahri Ozansoy tarafından R.U.R.: Âlemşümul Suni Adamlar Fabrikası adıyla çevrilerek Maarif Vekaleti’nin “Cihan Edebiyatından Numuneler” dizisinin bir parçası olarak Devlet Matbaası’nca basılmıştı. “Bugünün en maruf müelliflerinden Karel Tchapek’in 3 perde ve 1 mukaddimeden mürekkep hayali komedisi” olarak sunulan oyun 1928-1929 döneminde de Yapma Adamlar adıyla Şehir Tiyatroları’nda Tepebaşı Sahnesi’nde icra edilmişti.[1]
Yazıldığı 1920 yılından 1927’ye kadar olan dönemde R.U.R. dünya tiyatrosunu etkileyen bir fenomen haline geldi ve böylece nispeten erken bir tarihte oyun Türkiye’de de gösterime girdi. Robot kelimesini devreye sokması, robotlarla insanlar arasındaki ilişkileri, ortaklıkları, gerilimleri tartışmaya açmasıyla oyun yalnızca tiyatro âlemine değil, popüler kültüre, entelektüel tartışmalara ve kültürel alanın diğer mıntıkalarına sirayet etti. Bu yayılmanın şiddetiyle nispeten hızlıca çevrilen metin, Türkiye’de sahnelenen ilk bilimkurgu oyunu olarak da tarihe geçti.
Dönemin gazetelerinde yaptığım araştırmalara göre her ne kadar 1928-1929 sezonu programında olsa da, oyun sezon boyunca değil, Ocak 1929’da kısa süreliğine gösterime girmiş gibi görünüyor. Aşağıdaki ilanı 1929’un ilk günlerinde Akşam, Milliyet, Cumhuriyet, Vakit gibi gazetelerde sıkça görmekteyiz.
Muhsin Ertuğrul’un yönetmenliğini yaptığı oyunda Ercüment Behzat Lav ve Bedia Muvahhit’in rol aldıkları bilinmekte, ancak oyuncuların tam kadrosuna ulaşamadım. Robotların canlandırılmasında hangi usullerin takip edildiğini merak etsem de, incelediğim kaynaklarda bu bilgi mevcut değildi. Ancak 3 Ocak 1929 tarihli Milliyet gazetesinde oyunun sahnelenişine dair önemli belgelerden biri yer almakta. Bu fotoğraf sayesinde oyunun atmosferine dair kısmi de olsa bir izlenim edinebiliyoruz.
Halit Fahri Ozansoy’un çevirisi oyunu kısaltarak gerçekleştirilmiş. “Alemşümul Suni Adamlar Fabrikası” başlığı “Yapma Adamlar”a dönüştürüldüğüne göre Ozansoy’un metninin sahnelenirken biraz daha değiştirildiğini tahmin edebiliriz. Ozansoy belirli diyalogları aynen aktarırken birden diyaloglar kesilir ve yaklaşık yarım sayfalık açıklamalarla o arada olanlar özetlenir. R.U.R.’un entelektüel tartışmasının yoğunlaştığı bazı kısımların da oyundan çıkarılıp özetlendiği görülmektedir. Çevirmen akıcı bir diyalog sağlamak için oyunun önemli noktalarını ikincilleştirmiştir. Ancak bu tutumun sahnelenme esnasında devam edip etmediğini bilemiyoruz. Halit Fahri yazdığı önsözle oyunun nasıl yorumlanacağına dair bir çerçeve de geliştirmeye çalışır. İnsanlarla robotlar arasındaki temel farkı şöyle ifade eder:
“Hakiki âdemoğullarına tamamen benzeyen bu suni insanlar, histen mahrum bir nevi zatülhareke [otomat] makine gibidirler. İşte bu zatülharekelere roboto namını vermişlerdir. Hislerinin mefkud [eksik] olmasına rağmen zekâları vardır. Aynı zamanda çok faaldirler.” (s. 4)

Çapek
R.U.R. insanla insan-olmayan varlıklar arasındaki ilişkiler, doğalla teknolojik olanın terkip imkânları, emek ve özgürleşme arasındaki girift bağlar, maduniyet-tahakküm-isyan dinamikleri hakkında günümüzde de bereketli tartışma olanakları sunan bir metin olmakla birlikte, Halit Fahri oyunun merkezine zekâ ve hassasiyet arasındaki öncelik meselesini koyar. Robotlarda duygu kabiliyetinin ortaya çıkışıyla birlikte robotlar özerkleşmiş ve gerçekleştirdikleri isyanla dünyadaki insan egemenliğini ve sonrasında da –bir kişi dışında– tüm insanları yok etmişlerdir. Kendisini ilk aşamada kin ve düşmanlık olarak ortaya koyan bu duygu yetisi oyunun sonunda aşk ihtimaline de işaret ederek gelişmiştir. Böylelikle dünyanın sonunun geldiğinin düşünüldüğü geri dönüşsüz bir felaket ânında bile sevme kapasitesinin neşet edebileceği ve birbirine alaka gösteren varlıklar sayesinde yeni bir canlılığın tesis edileceği fikri oyun için kurucu bir fikir olmuştur. Halit Fahri bu nitelikleri şöyle ifade eder:
“Müellifin müdafaa ettiği tez hiçbir zaman zekânın hassasiyetin yerini tutamayacağı ve kalbin ızdırapları olmadıkça beşeriyetin fena bulacağıdır.” (s. 5)
Robotların mevcudiyetinin insanlığı nasıl etkileyeceği meselesini his merkezli düşünmenin dönemin Türkiyesi’nde baskın bir düşünme tarzı olduğunu Arkadaş dergisinin 10 Ekim 1928 tarihli (yani R.U.R.’un çevirisinden sonra, sahnelenişinden önce) sayısında çıkan “Makinadan Adam Konuşuyor ve Yürüyor” başlıklı haberden de çıkarsayabiliriz. “Rişar” adlı bir İngiliz mühendisi “robot” adını verdiği makineden bir adam imal etmiştir. Dergi bu robotu şöyle tarif eder: “Bu adam bizim gibi değildir. Eti kemiği yokdur. Başdan başa çeliktendir. Kafasının içindeki bir makina tertibatı sayesinde uzaktan telsiz vasıtasile hareket etmekte, oturup kalkmakta, hatta yürümektedir.” Ancak hemen ardından bir endişe de gelir:
“Acaba bir gün gelecek biz de bu makinadan adama mı benzeyeceğiz! Onun gibi hissiz bir makina mı olacağız!”
Bu endişeleri paylaşan mühendis de insan, makine ve duygular konusunda benzer çıkarımlarda bulunur:
“İnsanlar gitgide hissizleşiyorlar. Bundan bin sene sonra insanlar düşünme kabiliyetinden tamamen mahrum olacaklardır. Aşk ortadan kalkacak ve makinalı adamdan bir farkımız kalmayacaktır.”
Haberin yazarı tartışmayı daha gayri ciddi bir düzeye çeker ve “Bin seneye kadar Allah kerim. O zamanı şimdiden düşünmeye deymez. Hele dünyadan aşk kalkmadan günlerimizi hoş etmeğe bakalım” der ama yine de robotların 1920’lerin sonlarında ana akım söyleme sirayet etmesi bakımından önemlidir bu haber. Üstelik haberde kullanılan fotoğraftaki robotun üzerinde RUR yazmaktadır:
R.U.R ile birlikte Fritz Lang’ın 1927 tarihli Metropolis filmi de robot fikrinin yaygınlaşmasında etkili olmuş, robotlara dair bilimsel gelişmeleri aktaran haberlerle birlikte bu iki eser 1920’lerin sonlarında kolektif muhayyileyi beslemiştir. Nitekim Yapma Adamlar sahnelenmeye başlamadan hemen önce, 29 Aralık 1928’te Cumhuriyet gazetesinde çıkan haber iki eser arasındaki yakınlığa işaret etmekte, Metropolis’i seven seyircilerin dikkatini bu oyuna celp etmektedir.
1928 yılında bu fikrin yükselişine yerli ve telif karşılıklar da üretilir. İskender Fahrettin Sertelli’nin Behlül Dânâ takma adıyla yazdığı Makineli Kafanın Hikâyesi adlı polisiye metinde de Tepebaşı’nda –yani Ocak 1929’da R.U.R.’un sahneleneceği sahnenin hemen yakınında– Manchester Bar adlı bir mekânda gösteri yapan bir oyuncu ve makineli kafanın hikâyesi merkezdedir. Makineli kafa, günümüzün yapay zekâ uygulamalarına öncülük edercesine, seyircilerin sorduğu her soruyu bilmekte ve yeni soruların sorulmasını teşvik etmektedir. Ancak metnin sonunda bu makineli kafanın ardındaki tertibat ve suç şebekesi açığa çıkartılacaktır.

Fritz Lang’ın yönettiği Metropolis filminden, 1927.
R.U.R.’un ve robot fikrinin yükselişte olduğu bu koşullarda Karel Çapek’in diğer eserlerine de ilgi artmaya başlar. Oyunun sahnelenmesinin ardından, Eylül 1929’da Karel Çapek’in Londra Mektupları kitabı Vakit gazetesinde Fikret Adil tarafından çevrilerek tefrika edilir. Aynı gazetede 18 Ekim 1929’da çıkan bir Darülbedayi eleştirisi de robot mecazı üzerinden kurulmuştur. Yıl başında R.U.R.’un sahnelenmesinden esinlenen bu eleştiri, tiyatronun –yukarıda oyunun ilan edildiği görselde de mevcut olan– armasındaki kafayı robota benzetmekte ve buradan da sanatçılarla yönetmen arasındaki itaat ilişkilerinin eleştirisine geçilmektedir.
R.U.R.’un sahnelenişinden üç yıl sonra, 24 Eylül 1932’de Cumhuriyet’te robotların isyan fikrini ve R.U.R.’daki başka temaları andıran “Sun’î Adam İsyan Etti” başlıklı haber çıkar. Amerika, İngiltere ve Almanya’da robot üretiminde yaşanan ilerlemelere değinen haber şöyle devam eder:
“[İ]stikbalde muharebe hatlarının birçok kısımlarında sun’i asker kullanılabileceği bile ümit ediliyor. Halihazırda mühim vazifeler gören, fabrikalarda kapıcılık yapan ve nöbet hidematında [hizmetlerinde] kullanılan adamlar vardır.”
Hem bu icatlar hem de haberlerin söylemi R.U.R.’un dolaşıma soktuğu fikir ve hayallerden beslenmektedir. Ancak R.U.R.-vari olaylar bununla kalmamakta, robotların itaati kadar isyanı da haberlerin söylemine sirayet etmektedir:
“İngiliz mühendislerinden Harri’nin yapmış olduğu böyle bir makine adam son defa Londra’da telsiz makineleri sergisinde teşhir edilmiş. İki Amerikalı bunu beğenerek 30 bin dolara satın almışlar. Lakin tecrübe esnasında mühendis Harris makinenin sol kolunun bir vidasını sıkıştırırken yanlış bir hareket neticesi makine adam mühendisin başına bir yumruk indirmiş, zavallı adam bu demir yumruğun tesirile olduğu yerde ölmüştür.”
R.U.R.’un etki alanını göstermeye çalıştığım örnekler önemli olmakla belirli bir dolaylılığı içermekte. Yapma Adamlar’ın nasıl sahnelendiğine ve seyircilerin tepkilerine dair çok az şey biliyoruz. Uzun zamandır araştırmama rağmen ancak yakın zamanda bulduğum bir makale oyuna dair bilgilerimizi hatırı sayılır bir şekilde geliştiriyor. İbrahim Necmi Dilmen’in (İ. Necmi imzasıyla) yazdığı ve 7 Ocak 1929’da yani oyunun ilk haftasında Milliyet’te çıkan yazı seyircilerden en azından birinin oyunu nasıl alımladığını gösteriyor. Dilmen, R.U.R.’un yakın zamanlı yorumlarında pek öne çıkarılmayan dinsel boyutuna gönderme yapıyor. Hislilik yetisine yapılan vurguyu önemli bulmakla birlikte, bunun ardındaki İsevi tona işaret ediyor. Böylelikle Cumhuriyet’in ilk döneminin sekülerleşme dinamiklerinden dolayımlanan ama oyunda izleri de olan bir yorum şiddetlendirilerek geliştiriliyor:
“Eser esasen teknik önünde insaniyetin istiklali kaygusuna düşmüş bir Hıristiyan ruhunun feryadıdır. Teknik terakkinin emel gayelerinden biri olan uzvi makine yapabilmek hayalinden ürken müellif bu neticeyi elde edilmiş farzederek bunun avakıbini [akibetlerini, sonuçlarını] tasvir yollu dört perdelik bir oyun yazmış.”
Oyunun temel özelliklerini betimledikten sonra teknik yönlerinin de eleştirisini yapan Dilmen, Ozansoy’un çeviri tarzının oyunun sahnelenişini kötü etkilediğini ifade etmektedir. Robotlara dair bu eser, çeviri tercihleri nedeniyle oyuncuları olumsuz anlamda robotlaştırmaktadır:
“Bu çok orijinal ve çok yeni mevzulu eserin tercümesi sahne lisanından biraz uzak kalmıştır. Oyunun daha canlı olarak oynanamamasında en ziyade lisanın uzun ve bir parça çapraşık üslubu müessir olmuş gibi görünüyor. Uzun ve muğlak cümleler sahnede sanatkârı canlı bir adam yerine eserde tasvir edilen bir yapma makine haline koyar ki, tiyatro muharrirleri için en çekinecek nokta da budur.”
Dilmen, Darülbedayi’nin sahneye koymak için gösterdiği emeği takdir ederken dekorun intizamını, robotların monoton ve makinevari hareket ve konuşmalarına gösterilen özeni de över. Üslubun daha “vazıh ve berrak” olması, insan rollerini icra edenlerin biraz daha tabii oynamaları mümkün olsaydı oyunun başarısının biraz daha artacağını ifade ederek yazısını tamamlar.
Dilerim araştırmalar ilerledikçe yeni kaynaklarla karşılaşır ve robot kelimesinin ve fikrinin –diğer diller ve ülkelerle birlikte– Türkçeye ve Türkiye’ye sirayet etmesinde önemli rolü olan bu metnin sahnelenişine, alımlanışına ve etki alanına dair kavrayışımız artar.
[1] Özdemir Nutku, Suda Ayak İzleri adlı kitabının birinci cildinde R.U.R.’un ikinci sahnelenişinden şöyle söz eder: “Ben Orta II’deyken, Robert Kolej Oyuncuları’nın ilk seyrettiğim temsili, 17 Kasım 1944 gecesi yaptığı ve 1945 yılında da sürdürdükleri Karel Çapek’in R.U.R. (Rossum’s Universal Robots) adlı oyunu gösterime girdi. Robotlardan ikisi Haldun Dormen ile Refik Erduran, diğerleri sonradan başka alanlarda tanınan İsmail Hoyi, Yusuf Kapancı ve Haldun Sel’di. Bu oyunda, ilerde hem yazar hem oyuncu olarak tanınan Nüvit Özdoğru da Genel Menajer Harry Domin’i oynuyordu.” (s. 49)
Önceki Yazı

Aslı Solakoğlu’nun On Bin Varlık’ı:
Akış ve kamaşma
“On Bin Varlık dikkatle okunduğunda kendisini açan bir metin olduğu gibi, aynı zamanda dikkat üzerine bir metin. Aldanmak çok kolay çünkü, en çok da kendimizi aldatmamız; anlatı boyunca süren sahne laytmotifinin, Çin tiyatrosu gibi başka göndermelerin yanında, buna da işaret ettiğini zannediyorum. Sahnedeyken taktığımız maskeleri de gerçekliğimiz zannettiğimizi eklemeye gerek var mı?”
Sonraki Yazı

Burhan Sönmez:
“Anadil, bir türlü kabuk bağlamayan bir yaradır...”
“Küçüklüğünden beri anadili dışlanan, onun yüzünden horlanan, okulda dövülüp devlet dairesinde azarlanan biri için anadil, bir yaradır. O yara siz uyanıkken de kanar, uykudayken de; gece gündüz ruhunuzu sızlatır. Ben bu sızıyı dindirmek için anadilime dönmek istedim. Çocukluğumu ve ölen anne babamı özlediğim için ve özgürlüğün tadını bilen diğer dillerin mutluluğuna imrendiğim için...”