1000. hafta: Bu fotoğraflardakiler için
“Cumartesi Anneleri mücadelesinden haberi olan herkes, kendisine şu soruları sormalı: Bir insanın devlet tarafından gözaltına alınarak kaybedilebildiği bir ülkede ben neredeyim, benim tavrım nedir?”

Cumartesi Anneleri 600. haftada Galatasaray'da. Sağda: 1000. hafta için cumartesianneleri.org.tr tarafından tasarlanan afiş.
Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’nda buluşabildiği zamanlarda, yoldan geçenler bazen durup sorardı: “Neden burada toplandınız?”
Bu, bir nefeste cevaplaması zor bir soru.
Soranlar çeşit çeşit insanlardı. Gençler, yaşlılar, öğrenciler, emekliler, İstanbul’un en işlek caddesini ziyaret eden turistler.
Sorularına devam ederlerdi: “Bu fotoğraflardakiler kim?”
Toplanmanın mümkün olduğu dönemde bile polis, insanların ‘güvenlik’ çemberinin dışında birikmesini hoş karşılamaz, sorular sorulmadan, cevaplanmadan yürümeye devam etmelerini isterdi.
Bazen Latin Amerikalı turistler olurdu, belki Arjantin’den, Şili’den, Guatemala’dan, Meksika’dan. Onlara aşina gelirdi gördükleri: Kayıpların fotoğrafları, kuşak kuşak yakınları, dostları, insan hakları savunucuları, az sayıda olsa da bir arada, faşizmin aralarından kopardığı yakınları için eylemdeydiler, dili bilmeseler de bunu anlar, anladıklarını belli eder, bazen de o dünyanın birçok yerinde iyi bilinen, Cumartesi Anneleri’ne de ilham kaynağı olan mücadeleyi zikrederlerdi: Plaza de Mayo Anneleri, Arjantin’deki diktatörlüğün zorla kaybettiği yakınları için mücadele eden anneler, akrabalar, insan hakları savunucuları.
Türkçe olsun İngilizce olsun, insan cevap vermeye başladığı andan itibaren bir yetersizlik hissi gelip çatardı: Gözaltında kaybedilenlerin hikâyelerini, failleri koruyan cezasızlığı, kayıp yakınlarının bir, iki, üç kuşaktır Galatasaray Meydanı’nda yaşadıklarını tek seferde aktarmak, mücadelenin zaman ve mekândaki tarihini, hele ki bu insan hakları ihlallerinin Türkiye’nin resmi olmayan tarihle ilişkisini dinleyene hemen anlatmak mümkün değildi. ‘Cumartesi Anneleri’, ‘insan hakları’, ‘gözaltında kayıp’ dilden dökülen ilk kelimeler olurdu.
Olup biteni tam anlamıyla aktarmak belki zaten hiçbir zaman mümkün değildir. Ancak belgesellerle, konferanslarla, sergilerle, yazılarla, en önemlisi, insanları insanlarla buluşturarak, birleştirerek, örgütlenerek bu işe bir yerinden başlanabilir.
Galatasaray Meydanı, 700. haftada ağır polis şiddetiyle engellenmesinden bu yana bariyerlerle kapalı. Şehrin en işlek caddesinin merkezinde bir meydan, etrafı bariyerlerle sarılı bir kafes. Ne Cumartesi Anneleri toplanabiliyor, ne bir başkası, yürümek, oturmak, konuşmak yasak. Polis şiddetinin, gözaltıların, davaların ardından, son dönemde, Anayasa Mahkemesi’nin açık kararlarına rağmen, ancak bariyerlerin önünde, kısıtlı katılımla yapılabiliyor Cumartesi Anneleri buluşmaları. Ve 27 Mayıs 1995’te başlayan bir mücadele, yüzlü haftaları da tamamladı, 1000. hafta geldi.

İşte şimdi, Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’nda 1000. kez buluşmasına sayılı saatler kala, elimizde bu yazının en başında bahsettiğim soruları samimi bir merakla soranlara güvenle verilecek bir kitap var: Serdar Korucu, Cumartesi Anneleri: Galatasaray Meydanı’nda 1000 Hafta’da bizi 22 kayıp yakınıyla buluşturuyor. Görüştüğü kayıp yakınlarının dilinden hem her gözaltında kaybedilenin hikayesini, hem de bu hikayelerin kesiştiği büyük, yaygın, süregelen mücadeleyi dinliyoruz.
“Kemiklerimizi istiyoruz” demek, ağızdan kolay çıkıyor gibi görünse de altında o kadar derin bir anlam var ki... Karşınızdakinin vicdansızlığını, pervasızlığını, bir bütün olarak hiçsizleştirilmeyi gösteriyor. Ne demek kemik istemek?
Böyle diyor 2 Kasım 1996’da Kulp’ta gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Şirin Bayram’ın kardeşi Halime Bayram. Bu kitap, bu hiçsizleştirilmeyi reddedenlere ses oluyor. Evet, okurken ağlatan ve öfkelendiren bir kitap bu, ama hem okunması, hem de okutulması gerekiyor.
Galatasaray Meydanı’nda kocaman bir aile olduk. Bizim gibi bizim acımızı yaşayan çok sayıda anne olduğunu gördük. Pek çok eş olduğunu, çocuk olduğunu gördük. Gözaltında kaybetmenin bir devlet politikası olduğunu orada daha da iyi anladık,
Bunları söyleyen, 21 Kasım 1980’de İstanbul’da gözaltına alındıktan sonra bir daha kendisinden haber alınamayan Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren. Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın, 2013 yılında, 5. Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmadaki sözlerini de hatırlayalım:
Bizler, yalnız gözaltında kaybedilen evlatlarımızı arama mücadelesi vermiyoruz. Aynı zamanda, bu toprakların tüm evlatlarına özgür, eşit, adil, insan onurunun dokunulmaz olduğu gerçeğinin inşası için de mücadele ediyoruz. Bu topraklardaki tüm insanlık suçlarıyla yüzleşmek ve insanlık suçu üreten zihniyeti mahkûm etmek için mücadele ediyoruz. Bu nedenle, 442 haftadır Galatasaray’dayız. Kayıplarımızı istiyoruz, hakikati de. Kayıplarımızı istiyoruz, demokrasiyi de. Kayıplarımızı istiyoruz, barışı da.
İçinde yaşadığımız ülkenin nasıl işlediğini anlamak için bu kitap şüphesiz iyi bir başlangıç noktası. Bir eğitimci olarak, bir gün bu kitabın müfredata dahil edildiğini görebilmek de umudum, arzum ve hedefim. Hayalim.
Cumartesi Anneleri, hakikat ve adalet için mücadele ederken, sık sık kendileri de yargılandılar ve yargılanmaya devam ediyorlar. 23 Şubat 1995’te İzmir’de gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız’ın kitaptaki sözlerine kulak verelim:
Şimdi yargılanıyoruz da... Savcı diyor ki, “Sanık Hanife Yıldız” Bu nasıl oldu? Ben dedim, “Ya ben davacıyım. Nasıl sanık oldum? Ben sizden bir şey almamışım, siz benden almışsınız. Geri verdiniz mi? Yok.” Bir boncuk düşer kaybolur, anlarsın, bu boncuk mu? 19 yaşında bir can, 19 yaşında bir genç bu.

Cumartesi Anneleri:
Galatasaray Meydanında 1000 Hafta
Doğan Kitap
Mayıs 2024
352 s.
Cumartesi Anneleri, her Cumartesi saat 12’de Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdikleri buluşmalarda ve Serdar Korucu’nun kitabı Cumartesi Anneleri: Galatasaray Meydanı’nda 1000 Hafta’nın her cümlesinde, Türkiye’de gözaltında kaybetme, veya dünyada daha yaygın bilinen ismiyle zorla kaybetme suçunun, bu insanlığa karşı işlenmiş suçun, Plaza de Mayo Anneleri hareketinin kurucularından, oğlu 1977’de zorla kaybedilen Gustavo için büyük mücadele veren Nora Cortinas’ın deyimiyle “suçlar suçu”nun, “suçların en ağırı”nın, cezasızlıkla, sessizlikle, umursamazlıkla sürdüğünü gösteriyor. Varlığıyla, sürekliliğiyle, kararlılığıyla Türkiye’de gözaltında kaybetme suçunun işlenmesinin önüne büyük oranda geçmeyi başaran bu eylemden, Cumartesi Anneleri mücadelesinden haberi olan herkes, kendisine şu soruları sormalı: Bir insanın devlet tarafından gözaltına alınarak kaybedilebildiği bir ülkede ben neredeyim, benim tavrım nedir?
Serdar Korucu, önsözde ve röportajlarda “bu kitap benim değil, Cumartesi Anneleri’nin kitabı” diyor, yine, ancak böyle büyük bir işin altına girip altından hakkıyla kalkan bir aydının görebileceği eksiklerden bahsediyor. Bu onun samimiyeti, biz okurları ise ona fazla fazla, kuvvetli bir teşekkür borçluyuz, çünkü bu kitabın doldurduğu, tamamladığı yer muazzam. Eren Keskin’in sözleriyle, “bu coğrafyada resmi ideolojinin yasakladığı her konuyu tartışmaya açan” bakışıyla Serdar Korucu’nun bu kitap için harcadığı yoğun, titiz zihinsel emek, resmi anlatının asla bahsetmediği Cumartesi Anneleri’nin, geniş kitlelerce, ve umudum, yeni yetişen, genç kuşaklarca bilinmesini, konuşulmasını, bu mücadelenin güçlenmesini sağlayacak.
Önceki Yazı

Cemil Kavukçu’nun Gölgeli Muhabbetler’i:
Üçü de erkekti… Dördüncüsü de.
“Cemil Kavukçu öykülerinde dolaysız güncel politikadan ('memleket hallerinden') uzak durmayı fazla havai ya da sorumsuz görünmeden başarmış yazarlarımızdandır. Ama dünyanın bu sürekli savaş rejimi gönül rahatlığıyla ve uzun süre 'lıkırdama' ve 'tatlı tatlı' anlatmanın altındaki toprağı da çekiyor.”