• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • EVVEL ZAMAN
  • VİTRİNDEKİLER

Yer bir modernlik midir?

“Lâle Müldür moderni eleştirir mi yahut bu kavramı bir yer olarak mı ele almaktadır? 'Modernliğin yeri' var mıdır onun düşüncesinde? Her gün yeniden yaşayanlar modern olabilirler mi? Evet, neden olmasın? Bir yandan temel olarak kalmak, diğer yandan her gün bile değil, her an değişmek.”

Lale Müldür. Fotoğraf: David Konecny

ALİ AKAY

@e-posta

ELEŞTİRİ

11 Mayıs 2023

PAYLAŞ

Lâle Müldür için ne düşünülmeli ve neyi nasıl söylemeli? Moderni eleştirir mi yahut bu kavramı bir yer olarak mı ele almaktadır? “Modernliğin yeri” var mıdır onun düşüncesinde? Her gün yeniden yaşayanlar modern olabilirler mi? Evet, neden olmasın? Baudelaire için modernlik bir yandan ebediliği, diğer yandan göklerde uçan bulutlar kadar uçuşkan ve yer değiştiren bir kaymayı ifade ediyordu. Bir yandan temel olarak kalmak, diğer yandan her gün bile değil, her an değişmek. Geyikler her gün yaşayan hayvanlar mıdır? Ve, bir dert olarak her gün yaşamak ve bir gün ölmek dert silsilesi değil de ne olabilir? Varlığın unutuluşu bir umut değil, bir yaşam düşüncesi olarak her gün bizi bu ebedi alana, bu yere doğru taşımıyor mu? Lâle Müldür hem bu soruyu soruyor hem de beyaz bir porselen vazo sistemi içinde düşünüyor.

Neden geyikler modernlik ile birlikte düşünülüyor? Belki de geyik, modernlik bitti mi yoksa bitmedi mi diye biteviye konuşan bizlere bakarak için için gülüyordur. Bu kadar geyik olmaz diye mi bir yandan bize dokunurken dili dışarıda gülüyor, hayır, hatta kahkaha atıyor? Ne anlattığını bilmeyen, birdenbire unutarak başka bir konuya geçen bir hafızanın boşluğunda düşünceye yer aradığında, belki de ileriye doğru sıçrayacak bir düşüncenin bu söz konusu unutulan boşluğa yeniden düşeceği ânı beklerken kahkahasıyla bir adım daha ileriye doğru giderek boşluğun yerini kolaçan ediyor. Hatta içine düşmüş olduğu bu boşluğun içinde yer olarak nereye dayanabileceğini soruyor. Bu geçmişten gelen bir boşluk, hiçliğin bir boşluğu; ve eski zamanlardan kalma, artık unutulmuş bir felsefenin ardından bakarak ne kadar ondan uzağa düştüğümüzü hatırlarcasına “ama ben egzistansiyalist olamam” diye yazıyor Lâle Müldür.

Lâle Müldür
Anne'ye Ayetler ve O'nun Postmortem Alâmetleri
YKY, 2012
160 s.

Anne’ye Ayetler ve o’nun post-mortem alametleri bu soruları sormakla başlıyor. Modernliğin yeri var mıdır yoksa yok mudur? Hiçlik ile Varlık arasındaki dengenin içinde boşluk nasıl bir imkân sağlayabilir? Saint-Germain-des-Pres mahzenlerinde Amerikan caz müziğiyle boşlukla, savaş sonrası hayatın boşluk içindeki hali bir endişe yaratmakta mıydı, o dönemin “havalı egzistansiyalistlerine” göre? Bizden bir önceki nesil hem savaşa hem de savaştan sonra oluşan “saçma bir hayatın saçma bir edebiyatına” takılıp kaldığında, hayatın “heyhat, bir geçiciliğe” bağlı olarak aktığını ve bir şeyler yapmak için ise uzandığı eliyle “ince uzun narin ve cafcaflı elini” yeniden heyecana ulaşmak adına, “aşılamaz felsefe olan Marksizme” uzatmakta mıdır?

Sartre tam da bunu yapmıştı. Kendi sınıfına ihanet ancak boşluk ve hiçlikten çıkarak Varlığa doğru uzanmaktan mı geçiyor? İnce uzun narin eliyle geyikleri sevmek demek modernliğin en kuvvetli vurgusu olan yeniye uzanmak, olmamışa doğru gitmek ve yaratı denilenin içinden geçen bir akıl dışılığı beslemekten mi geçecektir?

Lâle Müldür
Saatler / Geyikler
YKY, 2001
5. baskı, 2022
160 s.

Bir geyik gibi hoş ve bir pars gibi atak ve saldırgan bir şekilde hayata doğru gitmek, varlığın hiçlikten çıkacağı âna sarılmak olarak düşünülebilecek midir? Ama La Fontaine masallarının tersine bir belgesel “hayvanlar âlemi” dünyasında pars saldırgan bir şekilde geyik gibi güzel bir hayvanı yutacak mıdır? Eğer bir hayvan kanunu içindeysek, o halde modernliğin başlangıcındayız demektir. Leviathan bir deniz canavarıdır. Ve Jacques Derrida’nın söylemiş olduğu gibi “hayvandır kanunu yapan”, düzeni yerleştirerek bu hayvan kanunu sayesinde asayişi sağlayarak insanın başkasının kurdu olmasını engelleyen. Hayvan ve egemen arasındaki ilişki de kim kimdir? Bu ikisi bir çift midir? Yutan ve yutulan. Ezen ve ezilen denmekteydi egzistansiyalist zamanlarda. Burada ise panter ve geyik. Yutan ve yutulacak olan arasındaki bağ kafa kafaya bir bağ mıdır? Yoksa peşinden koşan hayvanın diğerini sırtından yakaladığı bir dövüş sanatı mıdır? Birinin diğerinin kafasını yakaladığı anda düşlerin derinin içine sızması mıdır? İkisinin arasında cinsiyet kimliği farkı var mıdır? Yoksa bazılarının ileri sürdüğü gibi bu fark önemli midir böyle bir anda, ölümün pençesinin sırtında gezdiği bir dakikada?

İnsan-altı bir durumdan bahsetmekteyiz; insan-üstü veya üst-insandan değil. Canlı ikisi de. Hayat var. Hayatın akışında kaderin çizdiği ânın doğa kanunlarına göre işleyeceği bir durumdan ayrılarak hayvanın kuracağı bir düzenin güvenliğinde yaşamak mıdır hayat? Hiç de öyle durmuyor yakından bakıldığında; insanın diğer insanın kurdu olduğu dünyada yaşamaya devam etmekten başka bir şeyi yaşıyor muyuz ki?

“Midir?” sorusu burada anlam değil, bir soru şekli olarak anlamsızlığın boşluğuna mı düşecektir yoksa? Mi nedir diye sorar Lâle Müldür. “Mi” ne olabilir? Hayır, belki de artık sorular notalara doğru çevrilmeye başladı; müzik aldı yerini boşluğun. Lâle Müldür diyor ki: “Mi nedir dedim… Mine midir geyik midir nedir dedim.” Ama soruyu sorduğunda belirtisiz olan bir yere doğru mu atlamaktadır “taştan taşa”? Mine kim?

Lâle Müldür
Anemon
Toplu Şiirler I (1988-1998)
YKY, 2002
6. baskı, 2010
478 s.

Hayvan kanunu yapandır: “Beyaz bir kanun içindeydi pars.” Yine çukur ve bir boşluk. Çukur tabağın içinde bir çukur daha. Bitki mi yoksa hayvan-insan mı? Alaca geyik koşmaktayken soru yine kendi kendisine dönüyor: “Bir geyik miydim ben?” Ve soru tekrarlanmakta: “Mi nedir?” Mi bir nota mıdır? Sorular birer sonat gibi birbiri ardına dizilmekte midir? Geyik ava yakalanan bir genç kız gibi. Mi nedir?

Şiddet ve “kadına karşı şiddet”. Denizler gibi kimsenin sahip olmadığı, Kilise’nin boş bıraktığı 15. yüzyıl sonu sömürge zamanlarının boş bıraktığı, boşluğa düşen özgürlük. Öyle bir özgürlük ki bu, korsanların kanununun geçmeye başladığı bir boşlukta kendisini buluveren köle tacirlerinin dünyası talan ve köle ticaretini hatırlatmakta şiddet. “Irza geçişler ve sistematikler … kovalanır denizlerde… Denizlerin mor şiirinde. Mor rengi, Mor Çatı rengi. Kadına karşı şiddetin yeri ve yardımseverliği özgür denizlerin kanunsuz özgürlüğüne teslim olanların kaçtığı, sığındığı yerler. Yer bir modernlik midir? Sorar tekrar bu özgürlük alanının sonsuzluğunda, Kilise’nin “amity line” olarak adlandırdığı boşluk alanında, denizlerin fedailerinin gezdiği su yollarında yine: “Geyik miydim ben?” Bu soru başka bir soruya daha bağlanır. Koca bir İstanbul Bienali’nin sorusu burada tekrar yakamıza yapışır: “Anne ben barbar mıyım?” Yoksa “ben bir geyik miydim?”

Gelir tekrar bu şiddet ortamından ve ırza geçilen ortamlardan, savaşlardan ve savaşların bu kötü âdetlerinden, aşağılayıcı hareketlerden, düşmanın direncini yerle bir edecek olan hareketlerden geyik bir kurban ve avcılar acımasız soru yine. “Modernliğe yürüyüş” nasıl bir karanlıktır? Aydınlanma ve modernlik bir kara yoldan geçerek, şiiri kara bir belaya bağlayan kötülük dünyasının boşluğundan kalkıp gelir.

Modernlik tıpkı “sıkı bir şiir” gibi “sıkı bir gecedir”. Tıpkı İsa’nın haça gerilmesi gecesinde oluşan ilahi fırtınanın karanlığının azabında yaşanmış olduğu gibi, Tanrı’nın oğludur ölüme mahkûm edilen. Ve gelir yazı çalar kapıyı. Havarilerin yazısı ve yazgıyı belirler gece insanlığın kaderine dokunarak. Sonsuza dek kalacak olan yazı bir kere daha kapıyı çalarak boşluğa, sözü koyar ve yazıya dönüşür, “önce var olan söz”. Sonsuz gecelerin mevsimsel ve çevrimsel geri dönüşleri eser ılık bir rüzgârın etkisiyle ve gece ebedileşmeye başlar.

Modernlik nasıl aydınlanabilir böyle bir sonsuzluğun içinden geçerken? O yüzden sorunun cevabı suale yanıt mıdır: “MODERNSİZ bir çağa… Atılakoydum ben.” Hatta ÜÇGENSİZ. Soyut sanat dünyasının daha ortaya çıkmadığı zamanlarda, perspektif kurallarını belirleyen bir üçgenin geriden geldiği ve tekrar canlanmaya çalışmasına rağmen, gecenin kanununu yapan hayvanın karanlığında üçgen nasıl geri gelebilir? Atılakoyulan bir benlik kolektifin de rüzgârının içinden geçmektedir. Üç-gen. Baba-Oğul-Kutsal Ruh! “Modernsiz bir çağın” içinde modernlik arayışı “post-mortem” bir hareket olarak kendi yolunu boşlukta aramaktadır. O zaman nerede haykırmakta oğlunun ölümünü gören annenin bakir vücudunun içe dönük yakınmaları. Oğul babaya seslenmekteyken, “neden beni terk ettin?” sorusunu sormaktayken, anne içe dönük bir oğul acısını yaşamaktadır. Kutsal bakiredir. Üçgensiz kalan artık bir bedenin iç yakınmaları dışarıya ancak gözyaşlarıyla açılacaktır. Modernliğin ihlalci yanı bu sefer sadece tinsel olanı değil, aynı zamanda maddeyi dönüştürmeye başlamak üzere beklenmektedir. “Kodların ırzına geçen sen”, modern bir benlik olarak sen. Sıkı ve Mor. Morarmış, ölüme doğru giden bir ten renginin yeniden canlanmasına yönelik atılım, “hayat atılımı” beklenen anda gelecek midir birdenbire?

ÜÇGENSİZ, ÜÇ-GENSİZ ve MODERNSİZ bir çağda?

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Anemon
  • Lâle Müldür

Önceki Yazı

DENEME

“Baştan çıkartmayı seven bir şiir”

“Lale Müldür’ün şiiri baştan çıkarmayı seviyor ama bunun peşinden terk etmeyi de, yeni bir dönemece girmeyi de. Şarkı gibi okunan şiirler bazen, bildik ama hep yeniden keşfedilmek istenen şarkılar, ve kendi sürecinde dönüşen, şarkı içinde şarkılar.”

AHMET SOYSAL

Sonraki Yazı

HER ŞEY

Lâle Müldür için 7

“Lâle Müldür bir sevinçtir, farklılıktır, hayranlıktır, en çok da sürprizdir. Şiirimizdeki varlığı da sürprizdi, yazdıkları, yayımladıkları ve henüz yayımlamadıkları da.”

HAYDAR ERGÜLEN
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist