• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Vilhelm Hammershøi’un resimlerinde ışığın kullanımı:

Sessizlik aydınlatılabilir mi?

“Vilhelm Hammershøi sayesinde ışığın görsel bir araçtan çok daha fazlası olduğunu öğrendim; ışık bir hikâye anlatıcısı, sükûnetin koruyucusu, anlamın taşıyıcısı.”

Vilhelm Hammershøi’un iki resmi. Solda: Sunshine in the Drawing Room II. Sağda: Interior with Woman at Piano, Strandgade 30.

CANAN ARSLANTUNALI

@e-posta

SANAT

18 Eylül 2025

PAYLAŞ

“Her zaman böyle bir odanın, içinde kimse olmasa bile böyle bir güzelliği olduğunu düşünmüşümdür, hatta belki tam da kimse olmadığı için.”

–Vilhelm Hammershøi[1]

Vilhelm Hammershøi’un birçok iç mekânında gördüğümüz yüzü olmayan kadın, Ida Hammershøi ile Vermeer’in Mektup Okuyan Kadın adlı eserine dair bir yazıyı[2] okurken tanıştım. O andan itibaren, Hammershøi’un sessiz iç mekânlarında onu takip ettiğimi fark ettim: Sırtı dönük dururken, pencereden dışarı bakarken, kapının önünde sessizce beklerken veya kapı eşiğinde dururken. Bazen okumaya veya yazmaya dalmış, parmakları masanın üzerinde hafifçe dinleniyor ya da sandalyesinde hafifçe geriye yaslanarak düşüncelere dalmış oluyordu. Onu bu donmuş anlarda izlemek, kelimelerin ötesindeki bir dünyaya bakmak gibiydi: Işık kadar figürün kendisi tarafından da şekillendirilmiş bir dünya.

Hikâye anlatıcısı olarak ışık: Monet’den Friedrich’e

Tablolarda beni büyüleyen şey hep ışık olmuştur. Bir empresyonizm hayranı olarak Claude Monet’yi çok ama çok severim, onun Haystacks ve Rouen Cathedral serileri sayesinde güneş ışığının aydınlatmadan öte, aynı zamanda duygulanım olduğunu öğrendim. Sert siyahlar veya kahverengiler yerine maviler, morlar, yeşiller ve kırmızılar seçerek yüksek tonlu bir renk paletiyle yaptığı resimlerinde gölgeler, hatta Le Grand Canal’daki gibi derin gölgeler bile, hayatın ilk bakışta fark edilmeyen canlılığını yansıtan renklerle doludur. Buna karşılık Caravaggio, ışığı “bir spot ışığı” gibi kullanarak yüzleri ve jestleri dramatize eder, karanlığı hikâyenin önemli bir karakteri haline getirir.[3] Caspar David Friedrich ise Woman at the Window gibi eserlerinde, ışığın özlemi, spiritüel arzuyu ve çerçevenin ötesindeki sonsuzluğu nasıl yönlendirebileceğini gösterir bize.[4]

Claude Monet, Le Grand Canal, 1908.

Tanıdıklarımdan hiç kimsenin Hammershøi’u tanımadığını fark ettiğimde, ışığın sessiz şiirini bu kadar ince bir ustalıkla yansıtabilen bir ressamın günümüzde neredeyse görünmez olabileceğini düşünmek beni şoke etti. Oysa onun ışığı, Monet’nin izlenimciliğinden veya Caravaggio’nun dramasından farklı olarak, yumuşak, samimi ve neredeyse gizemli.[5] Interior, Strandgade 30 ve Interior with Young Woman Seen from the Back adlı eserlerinde güneş ışığı yüksek pencerelerden içeri süzülerek zemini, duvarları ve mobilyaları okşuyor, göz kamaştırmak yerine sıradan mekânlarda sessizce yansıma anları yaratıyor. Ida Reading a Letter ve Interior with Ida Playing the Piano adlı eserlerinde figür ikincil planda; odanın konturlarını izleyerek ahşap, alçı ve kumaş üzerine yumuşak vurgular çizen ışık, başrolü üstleniyor.

Bir sanat eserine övgü: Güneş Işınlarında Dans Eden Toz Parçacıkları

Hammershøi’un Danimarka’daki 17. yüzyıldan kalma dairesindeki boş bir odayı resmeden Güneş Işınlarında Dans Eden Toz Parçacıkları (1900) adlı esere sonsuz bir çekim hissediyorum. Burada güneş ışığı pencereden hassas ışınlar halinde süzülerek havada asılı duran minik toz parçacıklarını yakalıyor. Tozlar fısıltı gibi süzülüyor; soluk gri duvarlar, açık renkli zeminler ve sade mobilyalar üzerinde parlıyor. Sahne neredeyse canlı: Toz zerrecikleri nefes alıyormuşçasına parıldayarak odaya geçici, kırılgan bir canlılık katıyor. Hammershøi’un yapay ışık kullanımı da aynı derecede incelikli; lambalar ve yansıyan ışıklar iç mekânları usulca canlandırıyor; gösterişsiz bir sıcaklık hissi vererek izleyiciyi oyalanmaya davet ediyor.

Vilhelm Hammershøi,
Güneş Işınlarında Dans Eden Toz Parçacıkları (1900).

Hammershøi’un resimlerinde beni en çok büyüleyen şey, sessizlik ve ışığın mükemmel bir uyum içinde çarpıştığı bu kadar sessiz bir mucizeyle karşılaşmanın serendipliliği. Güneş ışığının uzun pencerelerden nazikçe içeri süzüldüğü Interior, Strandgade 30’dan, sırtı dönük olmasına rağmen Ida’nın ışıkla dolu alanda tamamen varlığını hissettirdiği Ida Reading a Letter’a kadar her resim özel bir keşif duygusu veriyor: Gösterişle ve görsel abur cuburla dolu bir dünyada Hammershøi’un çalışmalarına rastlayıp sıradan, sessiz mekânların bu kadar derin bir canlılık hissi verebileceğini görmek…

1864 yılında Kopenhag’da doğan Hammershøi, Paris, Münih ve Londra’nın hareketli sanat ortamlarından uzak durarak, gözlemlere adanmış, sakin bir hayat sürmüş. Eşi Ida ile yaşadığı Kopenhag’daki dairenin sessiz, ışık dolu odalarını atmosfer, gölge ve ruh halini incelemek için bir laboratuvara dönüştürmüş.[6] Bu iç mekânlarda, masanın cilası, pencere çerçevesinin kenarı, sandalyenin yumuşak eğrisi gibi her ayrıntı önemli hale gelir, ancak asla rahatsız edici olmaz. Işık, ister günışığı olsun, isterse bir gaz lambasının zayıf ışığı, boş mekânlara hayat verir; havada ve tozlar arasında görünmez yollar çizer.

Vilhelm Hammershøi

Dust Motes Dancing in Sunbeams’de hava bile canlı görünüyor. Güneş ışınlarının ortasında hareket halinde yakalanan toz, zeminle tavan arasında asılı kalarak geçici ama büyüleyici bir bale gösterisi sergiliyor. Burada hareket var ama eylem yok, ritim var ama müzik yok, sadece kimse yokken bile odayı dolu gibi gösteren sessiz bir nabız... Hammershøi’un seçtiği soluk griler, soluk kremler ve yumuşak kahverengiler bu kırılgan atmosferi pekiştiriyor. Bir keresinde şöyle dediği rivayet ediliyor: “Şahsen eski şeyleri severim; eski evleri, eski mobilyaları ve bu şeylerin sahip olduğu o çok özel havayı.”[7]

BBC4’de "Michael Palin and the Mystery of Hammershøi" isimli belgeselde, resimleri “soğuk” bulunan Hammershøi’un renk körü olabileceği ihtimalinden söz ediliyor. Şurası kesin ki Hammershøi dikkat dağıtan renklerden her zaman kaçınır, yumuşak renk paletiyle ışığın ön plana çıkmasını sağlar; ışığın nüansları gölge ve vurguların yumuşak geçişlerinde, zemin ve duvarlarda usulca biriken ışıltıda ortaya çıkar.

Işık ve tozun bu etkileşimi bir ruh hali yaratmaktan daha fazlasını yapar; zamanın kendisini görünür kılar. Belirli bir açıyla giren güneş ışığı, havada tembelce süzülen toz, cilalı bir yüzeyden gelen zayıf yansıma, donmuş ama geçici, samimi ama evrensel bir ânı işaret eder.[8] Hammershøi’un çalışmalarında meditatif bir nitelik vardır; ağırdan almaya, fark etmeye, sanatsallaştırılmış günlük yaşamın ince ritimlerini hissetmeye davet eder bizi.

Kendi halinde bir hayatı olsa da, Hammershøi’un etkisi Kopenhag’ın çok ötesine yayılmış. Edward Hopper ve Andrew Wyeth gibi sonraki sanatçılar onun sessizliğe, ruh haline ve iç ışığa verdiği önemi yankılarken, 1960’ların minimalistleri ise onun ölçülü, neredeyse mimari kompozisyonlarıyla rezonansa girmiş...[9] (Hopper’dan ancak Hammershøi sayesinde haberdar oluşum da hayli ilginç değil mi?)

Vilhelm Hammershøi,
Interior, Strandgade 30

Ancak bu yankılar arasında bile Hammershøi’un sesi kendine özgü görünüyor: Işık ve gölgenin şairi, sessizliğin tarihçisi, toz zerreciklerinin bile bir evreni barındırabileceğine inanan bir ressam.

Onun her resminde aynı kanıya varıyorum: Hammershøi sadece odaları betimlemekle kalmıyor, görünmeyeni aydınlatıyor: Işığın sessiz geçişini, havanın fısıltısını, yokluğun varlığını... Güneş Işınlarında Dans Eden Toz Taneleri  bir görüntüden çok daha fazlası; genellikle fark edemediğimiz kırılgan güzelliği, sessizliğin bile parlayabileceğini bize hatırlatan bir deneyim.

Kim bu “yüzü görünmeyen kadın”?

Hammershøi’un eşi Ida, çoğu zaman sırtı dönük veya sessiz ev işlerine dalmış halde, yüzden fazla eserinde yer alır.[10] Ida Reading a Letter (1887) adlı eserde, çift kahve fincanı ve tek bir fincanın bulunduğu masanın yanında duran Ida, arkasında kapalı bir kapı ve önünde açık bir kapıyla çerçevelenmiştir. Bu mimari unsurlar onun varlığını sessiz gri bir alanda sabitleyerek hem onun hareketsizliğini hem de çevresinin sükûnetini vurgular. Hammershøi’un Strandgade 30’daki dairesine taşınmasından bir yıl sonra yaptığı bu resim, 17. yüzyılın Hollandalı ustası Johannes Vermeer’den, özellikle de Hammershøi’un 1887’de Hollanda’ya yaptığı seyahatler sırasında görmüş olduğu Mavi Giysili Mektup Okuyan Kadın tablosundan açıkça ilham almıştır. Saç modeli, duruşu ve odadaki nesnelerin seyrek düzeni Vermeer’in iç mekânlarını yansıtıyor, dolaylı ışık ise Ida’yı nazikçe okşayarak aydınlatıyor; sessiz ev sahnesinden dikkati uzaklaştırmadan.[11]

Solda: Vilhelm Hammershøi, Ida Mektup Okurken. Sağda: Johannes Vermeer, Mavi Giysili Mektup Okuyan Kadın .

Kitap Okuyan Kadın (1900) ve Piyano Çalan Ida gibi daha sonraki eserler, bu dinginlik, ışık ve mimari çerçeveleme keşfini sürdürmektedir. Ida’nın varlığı asla teatral değil; o hem konu hem de sessiz bir tanık; soluk ışık ve gölgenin ritmiyle izleyicinin dikkatini yönlendiren… Hammershøi’un ölçülü gri, soluk krem ve yumuşak kahverengi renk paleti bu etkiyi daha da artırarak ışığın nüanslarının hikâyeyi anlatmasına olanak tanır. Bu iç mekânlar, Hammershøi’un sıradan anları düşünsel şiire dönüştürme yeteneğini ortaya koyar; sonraları günlük yaşamın ince dramasına ilgi duyan sanatçılara ilham kaynağı olması boşuna değil.

‘Çağdaş ışık’: Olafur Eliasson’un The Little Sun’ı

Işık çağdaş sanatta sadece görsel bir unsur olarak değil, aynı zamanda sosyal ve duygusal etkiye sahip bir güç olarak da güzel bir sembol olmaya devam ediyor. Olafur Eliasson’un The Little Sun projesi bunun mükemmel bir örneği. Hem bir sanat eseri hem de sosyal bir müdahale olarak tasarlanan The Little Sun, özellikle Sahra-altı Afrika’da güvenilir elektrik kaynağı olmayan topluluklara ışık getirmek için tasarlanmış, küçük, taşınabilir, güneş enerjisiyle çalışan bir lamba.[12] Bu projenin hikâyesi yaratıcılık, yenilikçilik ve şefkatle dolu: Geçen yıl İstanbul Modern’de de bir sergisi olan Eliasson, ışığı erişilebilir, taşınabilir ve güçlendirici kılmak için sanatı, tasarımı ve sürdürülebilirliği bir araya getiriyor.

The Little Sun’da ışık sadece aydınlatma aracı olmaktan çıkıp umudun ve bağımsızlığın sembolü haline geliyor: Çocuklar onu okuldan eve taşıyabilir, akşamları ders çalışabilir ve karanlıkta kendilerini güvende hissedebilirler. Eliasson bize ışığın, sıcaklığıyla estetik sınırları aşabileceğini hatırlatır: Işık eğitebilir, koruyabilir ve moral verebilir. Bu anlamda ışık, Hammershøi’un iç mekânlarında olduğu gibi, kompozisyonun biçimsel bir unsurundan daha fazlası haline gelir; bir değişim faktörü, yaşamları iyileştiren bir araç haline gelir.

Sonuç: Işığın ebedi şiiri

Vilhelm Hammershøi sayesinde ışığın görsel bir araçtan çok daha fazlası olduğunu öğrendim; ışık bir hikâye anlatıcısı, sükûnetin koruyucusu, anlamın taşıyıcısı. Uçuşan toz zerreciklerinden Ida’nın sessiz, düşünceli varlığına kadar, iç mekânları günlük yaşamın güzelliğini, zamanın hassas ritmini ve insan varlığını mekâna bağlayan görünmez ipleri ortaya çıkarır. Işık ruh halini, hareketi ve hafızayı şekillendirir ve bence Hammershøi bu incelikli simya sayesinde sıradan ev içi mekânlarına aydınlık bir hayat verir.

Hammershøi’un sessiz şiiri, biz odadan çıktıktan sonra da uzun süre belleğimizde kalır. Resimleri bize kısıtlamada güzellik, sadelikte derinlik ve fark edilmeyenlerde mucizeler olduğunu öğretir. Bu yüzden sessizlikte, hareketsizlikte bile dünyanın sonsuz bir canlılık içinde olduğunu hatırlatan iç mekânlarına tekrar tekrar dönüyorum, ışığın kırılgan büyüsüne kapılarak.

 

NOTLAR

[1] Julian Bell, “So True, so Intimate”, The Guardian, 27.06.2008 (erişim tarihi: 14.9.2025)

[2] Bkz. Jonathan Janson, “Understanding Girl Reading a Letter at an Open Window by Johannes Vermeer”, Essentialvermeer.com, 2021 (erişim tarihi: 14.09.2025)

[3] Jacob Anderson, “The Innovative Use of Light in Caravaggio’s Baroque Paintings”, 1st-art-gallery.com, (erişim tarihi: 12.09.2025)

[4] Woman at a Window, Wikipedia (erişim tarihi: 14.09.2025)

[5] Michael Palin, “A heady fusion of Hopper and Vermeer”, The Guardian, 25.02.2005 (erişim tarihi: 14.09.2025)

[6] Lucy Davies, “Ida Hammershøi: The Identity of Art’s Most Famous “Faceless Woman”, BBC, 11.06.2024 (erişim tarihi: 14.9.2025)

[7] Julian Bell, “So True, so Intimate”, The Guardian, 27.06.2008 (erişim tarihi: 14.9.2025) 

[8] Tim Brinkhof, “Who Was Ida Hammershøi, the Unseen Muse of a Danish Master?”, Artnet News, 30.10.2024 (erişim tarihi: 13 Eylül 2025)

[9] Lucy Davies, “Ida Hammershøi: The Identity of Art’s Most Famous “Faceless Woman”, BBC, 11.06.2024 (erişim tarihi: 14.9.2025) 

[10] M. Naves, “Vilhelm Hammershoi (1864-1916): Danish Painter of Solitude and Light”, Jstor.org, 2024, www.jstor.org/stable/40919738, https://doi.org/10.2307/40919738. (erişim tarihi: 13.09.2025)

[11] M. Naves, “Vilhelm Hammershoi (1864-1916): Danish Painter of Solitude and Light”, Jstor.org, 2024 (erişim tarihi: 13.09.2025)

[12] Olafur Eliasson, “Little Sun • Artwork • Studio Olafur Eliasson”, Olafureliasson.net, 2012 (erişim tarihi: 13.09.2024)

 

TEŞEKKÜR

Hammershøi'un Danca nasıl okunduğunu örneklendirerek anlatan Yıldız Samer’e teşekkürler...

Yazarın Tüm Yazıları
  • Claude Monet
  • Ida Hammershøi
  • Johannes Vermeer
  • Vilhelm Hammershøi

Önceki Yazı

PORTRE

Mustafa Delioğlu’nun ardından:

Bir Küçük Kara Balık’ın hikâyesi

“Mustafa Delioğlu’nun sanat kariyeri Türkiye’deki çocuk edebiyatı yayıncılığıyla yaşıttır. Onun kaybı sadece bir illüstratörün kaybı değil, çocuk edebiyatı tarihimizde de bir devrin kapandığının göstergesidir.”

GÖKÇE ÖZDER

Sonraki Yazı

ENGLISH

The use of light in Vilhelm Hammershøi’s artworks:

Can silence itself be illuminated?

“Through Vilhelm Hammershøi, I have discovered that light is far more than a visual tool; it is a storyteller, a depiction of stillness.”

CANAN ARSLANTUNALI
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist