• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Orhan Veli’nin Ankara’daki İzleri

“Tolga Aydoğan’ın bu yıl yayımlanan kitabının çarpıcı yönlerinden biri, Orhan Veli’yi bir Ankara sanatçısı olarak bize tanıtırken, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’nın kendisinin de ne kadar plastik, değişken bir şehirleşme laboratuvarı olduğunu göstermek. Benim için 'Su Perileri'nin adı 'Su Perileri' değildi, Tandoğan meydanındaki havuzun heykeliydi; asıl yeri, hep olması gereken yer Tandoğan meydanıydı; oysa...”

Orhan Veli Kanık. Fonda, ilkin Hacettepe parkına getirilen, sonra Yenişehir'e, daha sonra da Tandoğan meydanına taşınan Su Perileri heykeli. 

ARMAĞAN EKİCİ

@e-posta

ELEŞTİRİ

4 Ocak 2024

PAYLAŞ

Şehirlerimiz dünyanın en eski, ek köklü şehirlerinin arasında. Şehirlerimizde geçmişin izlerinin küçük bir kısmı –büyük anıtlar, saraylar, surlar– saygıyla anılır, görünür kılınırken, geçmişin pek çok izi ya tümden yok oluyor, ya da hâlâ direnmeyi başarmış parçalarıyla, günümüzün karmaşasının içinde, sessizce, gören gözlerin onları fark etmesini bekliyorlar. Yüzyıllar boyunca tekrar tekrar geçmişi silip şehirlerimizi baştan kurmak istemiş olmamız bu durumu katmerlendirmiş. Bir şehrin her on yılda bir nasıl değiştiğine bakınca, şehirlerimizin hem de en temel, en bariz meydanlarıyla, planlarıyla, binalarıyla bilgisayar oyunu oynar gibi, Lego’yla oynar gibi sürekli oynadığımızı görüyoruz. Böylelikle, hep yenilenen, güncelleşen, bambaşka estetiklere bürünen, boyu, hacmi giderek büyüyen binaların içinde, geçmişimizin yükünü ya hiç hatırlamak istemeyerek, ya da bu yükün izlerine ancak meraklısının göreceği önemsiz ayrıntılar olarak “tahammül” ederek yaşıyoruz. Fiziksel mekânların bu değişkenliği içinde, içinde yaşadığımız şehirde bizden önce yaşanmış önemli olayların, sanatçıların, hayatların da çok az izini saklayabiliyoruz.

Ankara doğduğum, babamın ölümünün ardından ayrıldığımız iki yıl dışında tüm çocukluğumun ve gençliğimin, tüm okul hayatımın geçtiği şehir. Bu yüzden Ankara’nın tarihî değer taşıyan binalarıyla, sokaklarıyla başka türlü bir ilişkim var. Çocuk gözüyle, içlerinde oynayarak, her gün okul yolunda aralarından geçerek, arkadaşlarımla sokaklarında gezinerek tanıştığım için, onlarla önce doğrudan, birebir tecrübeye dayalı bir ilişki kurdum; ne olduklarını, ne anlama geldiklerini çok sonra öğrenmeye başladım. Pembe andezit taştan, Alman mimarili kamu binalarını, okulları; Saracoğlu Mahallesi’ndeki bahçeli toplu konutları; İç Kale’nin duvarlarında malzeme olarak kullanılmış tepetaklak Roma yazıtlarını; Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki tam da bir çocuğun hayal dünyasına hitap eden heykel ve kabartmaları; meşhur “Su Perileri” heykelini; yeraltına alınmış derelerin vadilerindeki parkları, gecekondu mahallelerini bilmeden, dış dünya olarak bunları bulmuş olduğum için, onları kendiliklerinden güzel ve ilginç bularak yaşadım, sevdim, üzerlerine tırmandım, dokundum.

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin en eski fotoğraflarından birisi - Fotoğrafın altında eski Türkçe harflerle Ankara Yeni şehirdeki fıskiye yazmaktadır. Sağdaki fotoğrafta Mehmet Cemil Uybadın’ın arkadaki Kuleli Köşkü daha iyi görünmekte. Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi.

Çocukken tanıdığım için şehrin demirbaşlarından, değişmezlerinden sandığım bir unsurun nasıl kolayca değişivereceğini, şehrin aslında ne denli plastik ve pazarlığa tabi olduğunu da 1994’te öğrenmiştim. Üniversiteyi bitirip çalışmaya başlamak için Ankara’dan ayrıldıktan iki yıl sonra askerlik için Ankara’ya geri dönmüştüm. Bir gün bir dosyanın Ankara içinde bir karargâhtan diğerine arabayla götürülmesi gerekti, ben de “Ankaralı çavuş” olarak şoför erin yanına verildim. Görevim şoföre Tandoğan Meydanı’nı tarif etmekti. Şoföre “Şuradan devam edeceğiz, ortada yuvarlak heykelli havuz olan meydana varacağız, oraya gelince havuzun etrafını döneceğiz” diye tarif ettim; şoförse şüpheyle “Yok abi öyle bir yer” diyor, yüzünde bariz bir soru işareti ve endişeyle gösterdiğim yolda devam ediyordu, ben de “Tamam, birazdan göreceğiz” diyordum. Varınca bir baktım, sahiden de meydanda ne havuz kalmış ne heykel – o sırada inşa edilmekte olan metro durağı için sökülen, sonra yıllarca depoda kalan “Su Perileri” heykelinin şu anda Cer Modern’in bahçesinde olduğunu meraklıları biliyor.

Tolga Aydoğan’ın bu yıl yayımlanan Orhan Veli’nin Ankara’daki İzleri kitabının çarpıcı yönlerinden biri, Orhan Veli’yi bir Ankara sanatçısı olarak bize tanıtırken, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’nın kendisinin de ne kadar plastik, değişken bir şehirleşme laboratuvarı olduğunu göstermek. Benim için “Su Perileri”nin adı “Su Perileri” değildi, Tandoğan meydanındaki havuzun heykeliydi; asıl yeri, hep olması gereken yer Tandoğan meydanıydı; kitabın 67. sayfasındaki fotoğraftan, heykelin daha önce şimdiki Güvenpark’ın yerinde olduğunu, üstelik hemen yanı başında Orhan Veli’nin babasının da konser verdiği, halka Batı müziğini sevdirmek amacıyla kurulmuş bir konser çadırının olduğunu öğrendim. Demek ki Orhan Veli’ye sorsak, o da heykelin asıl yerinin Yenişehir olduğunu, Tandoğan Meydanı, Güvenpark falan gibi yerlerin hep sonradan çıktığını, “yeni icat” olduğunu söyleyebilirdi.

Ankara kızılay bando sahnesi - Riyaset-i Cumhur Bandosu’nun sahnesi önünde bir aile, 1931. Resmi üniformalı ailenin babası, klarnet sanatçısı, besteci ve Riyaset-i Cumhur Bandosu’nun şefi Mehmet Veli Bey (1881-1953). Fotoğraftaki diğer kişiler ise solunda eşi Beykozlu Hacı Ahmet Bey’in kızı Fatma Nigar Hanım, bankta oturanlar, sağdan sola, küçük kızları 1924 doğumlu Füruzan Veli (Yolyapan), ortanca oğlu Adnan Veli (yazar 1916-1972) ve bankın en solunda en büyük oğlu 17 yaşındaki Orhan Veli.
Sağdaki küçük resimlerde Su Perileri'nin yakınındaki Riyaset-i Cumhur Mızıkası Sahnesi görülüyor.

Orhan Veli’nin Ankara’daki İzleri, benim gibi hem Orhan Veli’yi, hem de Ankara’yı sevenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap. İstanbul doğumlu, belli ki İstanbul sevdalısı, İstanbul, Boğaz ve Marmara hakkında yazılmış en güzel şiirlerden bazılarını yazmış olan Orhan Veli’yi, yaşamının büyük kısmı Ankara’da geçmiş, hayattaki en önemli, belirleyici tecrübelerini Ankara’da yaşamış bir şair olarak sunarken, bugünkü Ankara’da Orhan Veli ile bağlantılı yerlerin de olabildiğince eksiksiz ve ayrıntılı bir tasvirini veriyor.

Tolga Aydoğan, Orhan Veli’nin doğumundan ölümüne ayrıntılı bir biyografisini sunmuş, Ankara’da geçirdiği yılları binalarıyla, insanlarıyla, insan ilişkileriyle ayrıntılı olarak ele almış. Orhan Veli’nin okuduğu okulları, yaşadığı, çalıştığı yerleri, Orhan Veli ve arkadaş grubunun buluştuğu meyhaneleri tek tek bulup çıkarmış, onların tarihî fotoğraflarına, belgelerine ulaşmış, aynı yerleri gidip bugünkü halleriyle fotoğraflamış. Bu hayatı paylaşmış insanlarla konuşmuş, sözlü tarih örnekleri derlemiş. Böylece, farkında bile olmadan içinden yürüyüp geçtiğimiz pek çok sokakta, binada hâlâ sessizce havada uçuşmakta olan hayaletleri, sesleri, anıları açığa çıkaran bir kitap ortaya çıkarmış. Örneğin, Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat ve Şinasi Boray’ın bir arada olduğu, meşhur şiire de konu olan fotoğrafın bugünkü Zafer Çarşısı’nın olduğu yerdeki parkta çekilmiş olması katman katman baş döndürücü bir bilgi benim için. (s. 69-73)

Kitabın bu yönü beni çok etkiledi. İyi kötü tanıdığımı düşündüğüm, eserlerini defalarca dikkatle okumuş olduğum Orhan Veli hakkında sayısız yeni bilgi edindim; Ankara’nın tanıdığımı sandığım pek çok sokağı, binası benim için çok başka anlamlar kazandı. Tolga Aydoğan bu kitabı belli ki büyük bir merakla, ilgiyle, sebatla ve tutkuyla hazırlamış. Bu çalışması için Aydoğan’a büyük teşekkür ve minnet borçluyuz.

Tolga Aydoğan
Orhan Veli’nin Ankara’daki İzleri
YKY
Mayıs 2023
392 s.

Kitap bize yalnızca Ankaralı Orhan Veli’yi değil, o yıllarda siyasette, sanatta, yaşama kültüründe önemli rol oynamış birçok ismin Ankara’nın mikrokozmosunda bir araya geldiği, birbirleriyle çeşitli ilişkiler içinde olduğu olağanüstü ilginç dünyayı da anlatıyor – kolayca tahmin edebileceğiniz Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Azra Erhat gibi isimlerin arasına Mimar Kemaleddin, Dario Moreno, Ercüment Behzat Lâv gibi, belki de tahmin edemeyeceğiniz pek çok isim karışıyor. Orhan Veli, Ankara’da doğar, eğitim alır, eser verir, dergi çıkarırken, bir yandan da Türkiye’nin ilk senfoni orkestrası, ilk radyosu, çağdaş tiyatrosu kuruluyor; Ankara’da çağdaş bir Avrupa başkenti kurmayı hedefleyen yeni binalar inşa ediliyor; ilk modern oteller, restoranlar, meyhaneler ortaya çıkıyor; Orhan Veli ve çevresi de tüm bu gelişmelerin tam içinde yaşıyorlar.

Yaprak yazıhanesini ziyaret etmek isteyince (derginin bir yazıhanesi olmadığı için) Orhan Veli’nin yaşadığı barakada idareten misafir edilen Fransız sürrealist şair Philippe Soupault, kitabın sonlarında ortaya çıkıyor; kendisi James Joyce’un Fransızcaya çevrilmesinde de önemli rol oynamış bir edebiyatçı, bu yüzden bu ilişkiler ağında benim için önemli bağlantı noktalarından biri.

Kitabı okuyunca Orhan Veli’nin kısa ömrünün sonunda mücadele ettiği zorlukları daha iyi anlıyoruz. Orhan Veli de Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’da kendi hayatından yola çıkarak tasvir ettiği, yaratıcı, oyuncu ruhlarıyla çalışma hayatına uyum sağlayamayan, “tutunamayarak” savrulan insanların prototiplerinden biri.

Kitabın 19. sayfasında Orhan Veli’nin kendi el yazısından bir özgeçmişi var. Özgün imlası ve sayfa düzeniyle:

“1914 de doğdum,

Galatasaray ve Ankara

Liseleriyle Istanbul Üniversitesi Edebiyat

Fakültesinde okudum. Şiir kitaplarım:

Garip

Vazgeçemediğim

Dostum Gibi

Yenisi

6. X. 1947

Orhan Veli”

Bence çok dokunaklı bir metin bu – ölümünden üç yıl önce, hiçbir okulu bitiremediğini, bir işte tutunamadığını acı bir ironiyle yazmış olabilir bu özgeçmişte; ama dört satırlık eser listesi bugünün gözüyle onu Türkçenin en önemli edebiyatçılarından biri haline getirmiş, metin acı bir ironi metninden çok bir gurur metnine dönüşmüş. Kaldı ki, belki de sadece Garip’le yetinseydi bile yine aynı düzeyde önemli bir şair olacaktı.

Orhan Veli’nin Ankara’daki İzleri’ndeki sırları daha fazla çıtlatmadan, kitabın Orhan Veli ve Ankara hakkında pek çok yeni bilgi verdiğini, bunların okurun zihninde, ruhunda kalıcı izler bırakacağını aktarabilmiş olduğumu umuyorum – kitabı okuma isteği uyandırabildiğimi de…

Tüm bu güçlü yönlerine rağmen, bence bu kitap daha iyi bir edisyonu hak ediyor. Tekrarlardan arındırılması, biyografik bölümlerin mekânlar hakkında bilgi veren bölümlerden ayrılması, mekân bölümlerinin şehir krokileriyle desteklenmesi, görsel malzemesinin daha iyi bir sunumla, daha büyük boy bir kitabın içinde yayımlanması kitaba bence büyük fayda sağlayacak. Örneğin, nota okuyabilenler, Orhan Veli’nin babasının bestelediği Orhan Veli şiirinin notasının görselinin notalar okunamayacak kadar küçük basılması (s. 273) karşısında yaşadığım derin hüsran duygusunu paylaşacaktır. Şiirlerin mısraları ortalanmış olarak alıntılanması da Orhan Veli’nin bu şiirleri yayımladığı şekline uygun değil. Kitabın editörü ben olsaydım, kitap boyunca (belki üsluba akademik bir ağırlık kazandırmak amacıyla) hem geçmişteki olayların hem de bugünün hep aynı geniş zaman kipinde aktarılması yerine, Türkçe zaman kiplerinin çeşitliliğinin verdiği renklilikten ve anlam nüanslarından tüm kitap yararlanmayı önerirdim; s. 196’daki sözlü tarih alıntısında bu çeşitliliğin ve nüansların çok güzel bir örneği var.

Yapı Kredi Yayınları, Orhan Veli ile ilgili çok önemli belgelerden oluşan başka kitaplar da yayımladı: Sevdaya mı Tutuldum?  başlığı altında kaligrafik bir rık’a ile, sevdiği kadına hediye etmek için yazdığı şiir defterleri; Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti başlığı altında kendi sesinden şiir kayıtları ve sürpriz olarak kendi oynattığı bir Karagöz oyununun kaydı; Yalnız Seni Arıyorum başlığı altında Nahit Hanım’a mektupları. Bu kitabı da gözden geçirilmiş, görsel yönü güçlendirilmiş bir baskıyla bu serinin parçası olarak görmeyi çok isterim.

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • ankara
  • orhan veli
  • orhan veli kanık
  • Orhan Veli’nin Ankara’daki İzleri
  • su perileri heykeli

Önceki Yazı

ELEŞTİRİ

Oraya Kendimi Koydum:

2023’te bir köşe taşı

“2000’lerde yalnızgezenlerin dışında kendini ortaya koyan iki yenilikten söz edegeldik: Birincisi kadın şairlerde 1990’lı yıllardan itibaren görülen yükseliş, ikincisi ise deneysel şiirin ya da şiirde deneyselliğin kendine yer açışı. Oraya Kendimi Koydum’un özgünlüğü, bu iki eğilimi bir araya getirmesinden kaynaklanıyor.” 

NECMİYE ALPAY

Sonraki Yazı

ELEŞTİRİ

“Yıl kitapları örmüyor, kitaplar örüyor yılı.”

“Baydar, Erözçelik, sonradan Komet yeni bir anlayışı denediler. Gitgide küçülen harflerle büyük bir şiir yazdılar. Türk şiirinde çok tartışılan (galiba her çok tartışılan konu gibi yeterince anlaşılmayan) yerleşik imge kavramına da bir karşı-çıkıştı yeni öneri. İmgenin reddinden bahsetmiyorum, hele Baydar şiirinde hiç; fakat imgeler bu defa bir anlatının araçları değil, kendisidir.”

HASAN BÜLENT KAHRAMAN
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist