Zümrüt Alp’in öyküleri:
Vezinlerini kaybedenler
Hiç Kötülük Görmemiş Gibi’de hayatlarının veznini kaybetmiş insanların hikâyelerine odaklanıyor Zümrüt Alp. Hislerden yakınlıklara, yardımlardan ufak tefek kumpaslara, kişinin kendisiyle ya da başkasıyla girdiği ilişkide, iletişimde neyin asıl neyin suret olduğunun birbirinden ayrılamadığı bir dünyadan hikâyeler anlatıyor.
Zümrüt Alp, Hiç Kötülük Görmemiş Gibi’de hayatlarının veznini kaybetmiş insanların hikâyelerine odaklanıyor. Kaybetmiş diyorum ya, kimisinin belki de hiçbir zaman olmamış. Öğretmen Müjgân Hanım, olmuş ama yitirmişlerden. “Vezni Kaybetmeyin”in anlatıcısı onun iki halini anlatıyor, öyle uzun boylu tahlillerle değil, küçük ayrıntılarla ve birkaç eşyayla belki.
Ben onu upuzun göğüs çizgisi ve göğsünden sarkan filli kolyesiyle hatırlıyorum. […] Okuma gözlükleri kabarık saçlarının arasında gizli idi. İki kulağının arkasından göğsüne sarkan ve her biri farklı renkte cam boncuklardan oluşan gözlük ipi o hareket ettikçe yeşil büyük fille çarpışır, müthiş sesler çıkarırdı. Okulun koridorunda yürürken bu ses etrafa yayılır, topuklarının ritmiyle beraber Müjgân Hanım’ın damgası olan caz şarkısına dönüşürdü. (s. 62)
Ne ki öykünün sonlarında Müjgân Hanım’ın halini anlatmak için şu kadarını söylemeyi yeterli görecektir: “Tarifsiz hayal kırıklığı içinde dalgın promenatlar, fıskiyeli havuzların kenarında seyredilen ördek aileleri…” Beri yandan, şunu vurgulamak lazım, bu öykü Müjgân Hanım’ın iki halinin karşıtlığı üzerinden ilerleyen bir metin değil. Henüz veznini kaybetmemiş Müjgân Hanım’ı tanımış, onun öğrencisi olmuş anlatıcının ondan nasıl etkilendiğinin hikâyesi esas olarak. Sadece o değil, sınıf arkadaşları da hayrandırlar, en çok da öğretmenlerinin derslerde çeşitli vesilelerle anlatıp durduğu hayatına.
Hepimiz bu rüya âlemine hayrandık ve kendi evimizden nefret ediyorduk, çünkü hiçbirimizin evi eğlenceli değildi. (s. 67)
Anlattıkları kadar, nasıl anlattığı, anlatma biçimi, seçtiği kelimeler, yaptığı benzetmeler de hayranlık uyandırmaktadır ve belli ki anlatılanlar kadar bunlar da “Müjgân Hanım’ın hayatı” başlıklı rüya âlemini inşa etmektedir. Elbette, bu inşada anlatıcının ve arkadaşlarının evlerinin eğlencesizliği, oradaki mutsuzluklar da etkilidir. Bu yanıyla onların hayatlarında eksikliğini duydukları şeyler Zümrüt Alp’in Hiç Kötülük Görmemiş Gibi’deki başka öykü kişileriyle de ortak. Gelgelelim Alp’in öykülerini etkileyici kılan, hatta bu metinleri öykü olarak inşa edense bu eksikliklerin mal mülk yoksunluğu yahut çocuklukta ebeveynden sevgi, ilgi görememek gibi ilk anda akla gelebilecek –deyim yerindeyse düzayak– hallere indirgenmeyip ilişkilerdeki ve/veya kişiliklerdeki derinliklere uzanmasında. Daha da önemlisi, o güzelim türküdeki deyişi ödünç alırsak, “eksiklikler” öykü kişilerinin “kendi özlerinde”. Bir şeylerin eksilmiş olmasında, belki hiç yeşermemesinde kusuru kabahati birçok şeyde, elbette başkalarında, bilhassa ebeveynde bulmak mümkündür, ama biz onları esas olarak öykülerin şimdiki zamanında çoktan eksilmiş halleriyle tanırız, onların geçmişlerinden bihaber olmasak da o andaki hallerine yoğunlaşırız. Bir hayatın veznini kaybetmesi de böyle bir şey olarak çıkar karşımıza, dışarıdakilerle, başkalarıyla ilişkideki bir uyum eksikliği, onlarla denk olmama hali değildir, kişinin kendi iç uyumunu –“uyağını”– yitirmiş ya da kuramamış olmasıdır.
Yine Zümrüt Alp’in öykülerinin karakteristik denebilecek bir özelliği de vezinlerini farklı nedenlerle, farklı biçimlerde kaybetmiş kişilerin gündelik hayattaki –bazen belirgin ama çoğu kez üstü örtülmüş– çatışmalarının gösterilmesi, hikâyeleştirilmesi. Kitabın ilk öyküsü “Eksik Parça” bu belirsiz çatışmaların çarpıcı örneklerinden biri. İki yaşlı kadın karşı karşıya geliyorlar, dünürdürler ama öykü boyunca Nefise Hanım daha çok “anneanne”, Lamiha Hanım da “babaanne” olarak anılır. Öykü, bu adlandırma nedeniyle her iki kadının ortak torunlarının ağzından ya da ona yakın bir perspektiften anlatılacakmış hissi uyandırsa da, bir kısa bölüm dışında torunun iç dünyasına pek yaklaşmayız. Beri yandan öyküyü üçüncü tekil kişinin ağzından aktaran anlatıcı her iki kadına eşit mesafede değildir, Nefise Hanım’a çok daha yakındır, onun iç dünyasına da vâkıftır, (iç dünyası dediğim, vezinsizlik ya da eksiklik olarak anlaşılabilir, nitekim öykünün adı da “Eksik Parça” zaten), öbür kadının iç dünyasını ikisinin konuşmaları sırasında söylediklerinden öğreniriz. Nefise Hanım’ı hayli şaşırtacak şeylerdir anlattıkları, yıllar öncesinden, gençliklerinde birlikte geçirdikleri bir zaman diliminden. Bunları öğrenmeden önce şunlar geçmiştir anneannenin zihninden.
Niye bu kadar kıskanmıştı onu? Kendi ruhunun asla onunki gibi dingin olmayacağını bildiği için mi, yoksa onun mücadeleyle, didinmeyle elde edemediklerine zaten sahip olduğu için mi, daha acıtıcı olacak tüm bunlara hiç önem vermiyor gibi göründüğü için mi? (s. 16)
Hiç Kötülük Görmemiş Gibi
Aylak Adam Yayıncılık
Kasım 2022
112 s.
Lamiha Hanım anlattıklarıyla Nefise Hanım’ın bu izlenimlerinin çok da yerinde olmadığını açık edecek olsa da, öyküyü sadece geçmişte bilinmeyen bir sırrın ortaya yıllar sonra çıkmasının yarattığı şaşkınlık olarak tanımlamak çok eksik kalacaktır. “Eksik Parça” gücünü böylesi bir şaşırtıcılıktan almıyor, başka bir deyişle yazarının kurgudaki başarısı ansızın ortaya çıkan bir gizle sınırlı değil; aksine, metnin bütününe yayılmış bir maharet söz konusu. Olay örgüsüyle kişilerin ruh halleri, betimlenen eşyayla hava durumundaki değişim ya da geçmişteki anla öykünün şimdiki zamanı arasındaki belli belirsiz uyum – çatışmalı ama birbirini tamamlayan, etkileyen bir uyum, çatışmalı bir vezin belki de!
Zümrüt Alp’in öykü kişilerinin bazısı onları tanıdığımızda –anlatıların şimdiki zamanında– birtakım huysuzluklarının, uyumsuzluklarının, hayatlarında ve kendilerinde yolunda gitmeyen hallerin, sıkıntıların ve kendi sıkıcılıklarının az çok farkına vardıkları ileri denebilecek yaştalar. Bize anlatılan (ya da onların aktardıkları) yaşam hikâyelerini öğrendikçe onca yılın ardından kendilerine ve yakınlarına, özellikle aile fertlerine yönelik muhasebeler yaptıklarını ve kimi sonuçlara ulaştıklarını görüyoruz – hiçbir şeyin farkında olmayan, bütünüyle kendilerine ilişkin yanlış algı ve değerlendirmeler içerisinde kişiler oldukları asla söylenemez, yılların tecrübesiyle süzdükleri kimi doğrular yahut keskin gözlemleri var. Yine de onların ancak kısmi farkındalıkları bulunduğundan söz edilebilir. Dolayısıyla ışıkta ve karanlıkta kalmış yanları var, çelişkilerinin bütününün değilse de bazılarının farkında olsalar da bunları anlatma gereksinimini pek duymamışlar, daha doğrusu duymuşlarsa bile sonuç alacaklarını ummadıkları için içlerinde tutmuşlar. Artık birtakım açıklamalar, savunmalar yapmak için hayli geç kaldıklarını sezmişler, öyleyse huzurlarını kaçıracak riskler almak yerine, madem böyle gelmiş böyle de gitsin diyen bir ruh halini benimsemişler. İçlerine dönükler, bunun şöyle bir sonucu olmuş, içlerine baktıklarında gördükleri tatsız şeylerin varlığı başkalarına yönelik olarak da umutlanmalarının önüne geçmiş. Keza hayat yahut var olmak üzerine de neşeli, coşkulu hisleri olmamış hiç – varsa bile kaçmış yıllar önce. İki öykü girişini örnek vereyim.
Bazen öyle hissediyorum ki sanki hayatta yaptığım her şeyi sadece zaman geçirmek için yapmışım. (s. 90)
Bütün gün düşünüp duruyorum. Ne zaman iyi bir şey olsa, aslında kötü bir şey olduğunu düşünüyorum. (s. 23)
Daha giriş cümlelerinden huzursuzluklarını seziyoruz, bir üçüncüsüyse daha başlıkta duyuruyor meramını: “İçimdeki Huzursuzluk.” Alp’in öykü kişilerinin ortak noktalarını, diyelim huzursuzluklarını saptamaya çalışmak bu adamlarla kadınların birbirine çok benzer hayatlar sürdükleri algısı yaratmamalı. Fakat hikâyelerinin irili ufaklı kötülüklerle ilgisi olduğunu söylemek, böylesi bir ortak noktanın altını çizmek abartılı bir genelleme olmasa gerek. Bununla beraber öykü kişilerinin bazısı iyilik yapayım derken başkalarına kötülük yapmış kişilerken, bazısı birtakım kötülüklere maruz kalmışlar, bir anlamda sağ ama sakat çıkmışlar aile ya da ev denilen muharebeden – ne ki kötülük yapanların zaferlerinden söz etmek de hiç mümkün değil. Yine bir noktaya mim koymak gerekiyor. Hiç Kötülük Görmemiş Gibi’de tanıdığımız öykü kişilerini salt kötülük yapmış ya da buna maruz kalmış kişiler olarak saptamak kadar öykülerin birer ev içi (aile içi) kötülük hikâyesinden ibaret olduğunu söylemek de bizi sınırlandıracaktır. Zümrüt Alp’in seçip aktardığı ayrıntılar kötülük sorununun farklı görünümlerine ya da kesişimlerine de götürüyor bizi. Mesela kötülük zannedilen bir şeye maruz kalmak ya da gene kötü/olumsuz olarak bilinen, kodlanan bir duygu durumuna girivermek tuhaf biçimde bir rahatlamaya neden olabiliyor bu öykülerde. Hayatın durağan olmadığını, kodlanmış, çizelgelerle tasnif edilmiş yollardan sürmeyebileceğini görüyoruz. Öykülerde sezdirilen bir başka mekanikse kötülüğün bulaşıcılığı. Maruz kalınanla aynı tonda, benzer şekillerde olmasa da bir “görgü” olarak kötülüğün öğrenilmesi, sürdürülmesi, başkalarına uygulanması, hatta belki bir gün bir biçimde daha önce kendisine kötülük yapmış olana karşı kullanılması – farkında olunmayan bir intikam halini alması. Bir de tabii, böyle sürgit kötülük zincirlerinin, döngülerinin yaşandığı evlerde doğup büyüyenler var! Yaygın, bitimsiz huzursuzluk silsileleri de denebilir.
Hislerden yakınlıklara, yardımlardan ufak tefek kumpaslara, kişinin kendisiyle ya da başkasıyla girdiği ilişkide, iletişimde neyin asıl neyin suret olduğunun birbirinden ayrılamadığı bir dünyadan hikâyeler anlatıyor Zümrüt Alp. Üstelik çok zaman bilinçli olarak, hesabını kitabını yaparak kuşanılmış sahte suretler değil bunlar; iradi seçimlerle mi yoksa mecbur kalarak, başka türlüsünü yapma imkânı olmadığı, verilmediği için mi başkalarına karşı nahoş tavırlar almış öykü kişileri, küçüklü büyüklü çelmeler takmışlar, kendilerine ya da onlara adı konmamış esaretler inşa etmişler; bunlar da çok belirgin değil. Çok zaman haklılık haksızlık çetelesi tutmanın büsbütün gereksizleştiği çatışmalarla sürüp gitmiş hayatlar, handiyse varlıklarının belirsizleştiğini sezen, bundan telaşa düşmeyip de bazen dinginlik devşiren, “Aman canım, zaman geçsin de nasıl geçerse geçsin” dediklerini hissedebileceğimiz insanlar. İşte böyle bir dünyada sahici bir kötülük yeğ bile tutulabiliyor günbegün silikleştiği sezilen benlikler için, silkeleyebiliyor kişiyi – hoş, o silkelenmenin arkasının geleceğinin de güvencesi kesinlikle yok, ama bir hareket en nihayetinde. Büsbütün yararsız da değil üstelik, “Bir Eve Tutsak Olmak” öyküsündeki gibi uyandırıcı etkisi de olabiliyor, bu öyküde aile içinde anlatılagelen bir hikâyenin bir başka hikâyeyi saklayan örtü olabileceği düşüyor anlatıcının aklına. Örtülerden biri aralanınca ardının gelmesi de mümkün elbette, ne sık anlatılmış, ezberlenmiş de olsa, bu gibi hikâyelerle yaratılmış örtülerin zamanla eskisi kadar sağlam kalmayacağı, yıpranacağı ortada.
Zümrüt Alp, yılların ardından geçmişlerine, vaktiyle neler yaşamış olduklarına bakan öykü kişilerinin gördüklerini andıran öyküler çiziyor, kurguluyor – bir şeyler yaşanmış, ama ne gibi tortular bıraktığı hiç net değil, hayli belirsiz, gelinen noktada bunların bileşimi sayılabilecek huzursuzluğun, tatsızlığın günahını, kusurunu kişinin kendisine ya da bir başkasına yüklemesinin doğru olacağı da kuşkulu, çok zaman da beyhude. Öykü kişilerinin böyle bir muhasebe dertleri varsa bile (içlerinden biri “Hayatım bir muhtasar beyanname kadar net” diyor mesela) öyküler muhasebe defterinin (yahut beyannamenin) yekûn satırına odaklanmıyor, satırlarla sütunlar arasındaki karmaşık bağları, çapraz bağlantıları kuşbakışı sunuyor, ortaya çıkan resimler de çok canlı olmalarına rağmen kesinlikli yorumlar yapmaya pek imkân vermiyor. Bununla birlikte yukarıdaki örtü metaforunu yineleyeceğim. Zümrüt Alp’in öykü kişilerinin şu ya da bu nedenle kendilerine yineleyegeldikleri hikâyeleri de oldukça incelmiş örtüleri andırıyor, hikâyelerine öbür öykü kişilerinin ekledikleri ya da kendilerine kim bilir kaçıncı kez anlatırken farkına vardıkları teferruatlar bunları giderek daha da inceltiyor. Söküldü sökülecek haldeler, bunu görmekten kaçınıp başlarını çevirenler de var aralarında, ama gözlerini dikip örtünün ardındakini seçebilmek isteyenler de. Gelgelelim, örtü incelmiş olsa da duruyor, ardını gösterse de manzara kendisini hepten ele vermiyor.
Öykülerden bize kalan, üzerimize dökülen tortuların kendi tortularımızı çağırması, uzak yakın muhasebeleri, beyannameleri tetiklemesi, bizim örtülerimizin dokusunu seyreltmesiyse kaçınılmaz.
Önceki Yazı
DAD: Adalet öyküleri
“DAD bir bütün olarak, hem cezaevi koşullarına meydan okuyan cevvallikteki söylem ve kurgu, hem de bazen anlatıcının küçük ya da azgelişmiş kurnazlıklarını söylemeyi de içeren diyalojik anlatım özelliğiyle karnavalesk sıfatını hak ediyor.”
Sonraki Yazı
Alice Harikalar Diyarında
ya da koordinatsız düzlem
“Alice Harikalar Diyarında bir çocuğun, Alice’in maceraları olduğu kadar bir rüya da. Ama sapkın bir bilinçaltının üretmiş olduğu, tatmin edici bir hülya ya da rahatsız edici bir kâbus değil bu rüya. Daha çok bir çocuğun hayal edeceği gibi, imkânsızlıklar ve olasılıksızlıklar üzerine kurulu.”