Kanafani’nin âlemi
“Çocukluğunda maruz kaldığı Nekbe esnasında tecrübe ettiği yerinden edilme ve şiddet, Kanafani’nin hem politik angajmanının hem de edebi eserlerinin kurucu unsurudur. Sürgün ve toprak kaybının meydana getirdiği kolektif travmayla direniş umudu Kanafani edebiyatında yan yana vücut bulur.”
Gassan Kanafani
Geçtiğimiz haftalarda vefat eden Elias Khoury, Gassan Kanafani’nin hayatını, politik çalışmalarını ve edebi mirasını ele aldığı makalesinde[1] onun bir yandan Filistin halkı için bir direniş sembolü haline gelirken, diğer yandan hikâye anlatıcılığı aracılığıyla ulusun kolektif bilincini şekillendirdiğini de iddia eder. Bu bakımdan Kanafani’nin yazarlığı ve devrimciliği onun birbirinden ayrılamaz, iç içe geçmiş veçheleridir. Çocukluğunda maruz kaldığı Nekbe esnasında tecrübe ettiği yerinden edilme ve şiddet, Kanafani’nin hem politik angajmanının hem de edebi eserlerinin kurucu unsurudur. Sürgün ve toprak kaybının meydana getirdiği kolektif travmayla direniş umudu Kanafani edebiyatında yan yana vücut bulur. Topraksız kalmış bir halkın hikâyesi, o halkın mensuplarının deneyimlerinin art arda anlatımıyla değil, o tekil deneyimleri kuşatan, her birine nüfuz etmiş olan kolektif deneyime dair bilincin –simgeler ve alegorilerle dolayımlanarak– inşası ile edebileştirilir.
Yıllardır hüküm süren ya da birdenbire –şiddetin anidenliğiyle– zuhur eden sınırları katetmek, aşmak, ihlal etmek Kanafani edebiyatının ana izleklerinden biri olarak belirirken, fiziksel sınırlar psikolojik ve kültürel engellerle, siyasi-askerî had bildirmelerle de birlikte düşünülür. Hikâyeler anlatmak, geçmişi hatırlayıp geleceği umut ederek tüm bu sınırları aşmak ve böylece Filistinli kimliğini yeniden inşa etmekle bağlantılıdır.
Bu bakımdan Mossad tarafından 1972’de öldürülmesi, ülkesinin sınırları gibi bedeninin sınırlarının da infilak ettirilmesi, Kanafani’nin hayatının ve ölümünün Filistin’in geçmişi, şimdisi ve geleceğiyle oluşturduğu sıkı alaşımın tezahürlerinden biridir. Filistin direnişinin bir şehidi mertebesine yükseltilen Kanafani’nin Filistinlilerin tüm hallerine şahitlik eden edebiyatı –bu ölümle birlikte– Kanafani’nin hayatı ve Filistin’in kolektif tecrübesiyle daha da sıkı bir şekilde bağlanır.
Kanafani edebiyatının temel niteliklerine ve Filistin’le nasıl ilişkilendiğine dair tartışmaya geçmeden önce, onun edebiyat eleştirisini mücadelesine nasıl dahil ettiğine dair bir örnekle ilerlemek istiyorum. Şam Üniversitesi’nde Arap Edebiyatı eğitimi de alan Kanafani, Siyonist edebiyat söyleminin analizini yaptığı bir kitap da yayımlar.[2] (Kitap 1967’de yayımlanmasına rağmen Şam Üniversitesi’nde 1955’te yazdığı lisans mezuniyet tezi de Siyonist edebiyatta ırk ve din üzerinedir.) Siyonist edebi metinlerin Filistin’deki yerleşimci-sömürgeci girişimlere ideolojik bir destek sağladığını savunan bu ayrıntılı incelemede, Kanafani edebiyatın silahlı direnişin bir uzantısı, devrimci mücadelenin hayati bir bileşeni olabildiği gibi, yerleşimci-sömürgeci projenin işbirlikçisi de olabileceğini gösterir. Siyonist edebiyat bu projeyi meşrulaştırmak ve desteklemek için Yahudi yerleşimcileri kahraman figürler olarak resmederken, Arapları geri kalmış ve ilkel olarak tasvir eder. Filistin’in Yahudi halkına ait olduğu iddiasını destekleyen bu anlatılar toprağın Yahudi yerleşimciler gelene kadar verimsiz olduğunu ima eden bir söylem benimsemiştir. Yahudilerin istisnailiğini ve Filistin’de bağımsız bir Yahudi devletinin gerekliliğini vurgulayan bu edebiyatın Arapları düşman figürü olarak nasıl inşa ettiğini incelerken, Kanafani, Arapların ilkel ve ilerlemenin önünde bir engel olarak tasvir edilmesinin onların mülksüzleştirilmesinin bir aracı olduğunu, çölün yeşertilmesi temasının da Arapların topraklarından koparılmasını meşrulaştırmaya hizmet ettiğini ifade eder. Bu bakımdan edebiyat eleştirisi etkinliği Kanafani için pasif bir akademik çalışma değil, devrimci mücadelenin bir parçası addedilir. Siyonist edebiyatı eleştirmek Filistinlilerin karşı karşıya oldukları güçleri anlamalarına ve kendi direniş kültürlerini inşa etmelerine yardımcı olabilecek bir direniş biçimidir. Siyonist edebiyatın emperyal, milliyetçi ve ırksal üstünlüğe dayalı veçhelerini ifşa etmek, Filistin direnişinin ve edebiyatının kendisini karşısında konumlandıracağı ölçütleri de tespit etmek bakımından anlamlıdır.
Kanafani bu kitabında ayrıca İbranicenin nasıl bir ideolojik dönüşüm geçirdiğini de inceler. Dinî bir dilden ulusal bir dile evrilmesi İbraniceyi Siyonizmin Filistin üzerindeki sömürgeci hedeflerini destekleyen bir araç haline getirmiştir. Kanafani bu dilin Filistin’i bir “vaat edilmiş toprak” olarak tanımlamak için nasıl kullanıldığını ve diğer Yahudi dillerinin, özellikle Yiddişin Siyonist projenin homojenleştirici etkisiyle nasıl marjinalleştirildiğini gösterir. Dilin bu biçimde siyasallaşması Siyonist ulusal kimliğin inşasında merkezî bir rol oynamış ve bu ulusal kimliğin oluşumunda tarihsel bir revizyonizm aracı olarak kullanılmıştır.
Siyonist edebiyatın işleyişini ifşa eden bu çalışmanın eklemlendiği Kanafani edebiyatının ana gövdesi, Filistin halkının tarihsel deneyimini, Nekbe-sonrası paramparça olan ve dağılan hayatları, bu deneyimin içindeki nispi dönüm noktalarının bireysel hayatlara, kolektif pratiklere yansımalarını temsil ederek ete kemiğe bürünür. Çocuklardan yaşlılara “sıradan” insanların bu tarihsel şartlar altında nelerle karşı karşıya olduklarına, ne türden şiddete maruz kaldıklarına, ne durumlarda şiddete başvurduklarına, hangi duyguların etkisi altında olduklarına ve tüm bu maruziyetlerin içerisinde iradeyi, umudu, eylemi nasıl ve nelerden devşirdiklerine şahit olan ve şahit kılan bir edebiyattır söz konusu olan. Loras Yayınları’nın bastığı, Kanafani’nin 1950’lerin ortalarından 1960’ların sonlarına kadar yazdığı hikâyelerden oluşan dizi (On İki Numaralı Yatağın Ölümü, çev. Murat Göçer; Hüzünlü Portakallar Yurdu, çev. Muhammed Ali Söylemez; Bizim Olmayan Âlem, çev. Ökkeş Hengil, Adamlar ve Tüfekler, çev. Murat Göçer; Çalıntı Gömlek, çev. Mücahit Küçüksarı) Kanafani’nin Filistinlilerin vatanlarında ya da sürgünde icra ettikleri gündelik hayatı gözler önüne serer. Bu ifşa acının, kaybın, hüznün pornografik bir temsilinden ziyade mevcut ve müstakbel okurları şahitliğe ve harekete celp eden bir edimdir. Kitaplardan birinin adında olduğu gibi, “âlem” kelimesi Kanafani metinlerinde sıkça geçer. Filistinlilerin mevcut âlemini tasvir etmek, bir âlem fikrinin/hissinin gasp edilişinin ıstırabına dikkat çekmek ya da başka türlü bir âlemi, müstakbel bir âlemi arzulamak ve hayal etmek bu hikâyeleri birbirine bağlayan ana eksenlerdendir.
Kanafani edebiyatındaki âlem kavrayışını anlamak için onun siyasal konumlanmalarına, düşünceler âlemine de bakmak yararlı olacak. Filistin’de 1936-1939 yılları arasında gerçekleşen isyanın dinamiklerini analiz ettiği eserindeki[3] bakış açısı hikâyelerinin de zemininde yer almaktadır. Filistin’deki İngiliz sömürge yönetimine ve Siyonist yerleşimlere karşı gerçekleşen 1936-39 isyanını tarihsel ve sınıfsal dinamikler üzerinden ele alan Kanafani, ulusal, sınıfsal ve emperyalizm karşıtı bir mücadelenin bu isyanda yürürlükte olduğunu iddia eder. İşçiler, köylüler, aydınlar ve feodal yöneticilerin isyandaki rollerini teker teker göstererek hem dışsal sömürgeci güçlerin hem de Filistin toplumu içindeki içsel çelişkilerin isyanın sonucunu nasıl şekillendirdiğine dair eleştirel bir bakış sunar.
Kanafani 1936-39 isyanını Filistinli köylülerin ve işçilerin Siyonist yerleşimcilik ve feodal sömürü tarafından daha da marjinalleştirildiği bir dönemde gerçekleşen bir sınıf mücadelesi olarak tanımlar. İngiliz sömürge politikaları ve Siyonist yerleşimcilerin Filistin’deki toprak satın alımları Arap köylülerini topraklarından uzaklaştırmış, işçi sınıfı ise Yahudi emeğini kayıran ayrımcı politikalar nedeniyle işsizliğe sürüklenmiştir. Kanafani bu sosyo-ekonomik koşulların Filistinli işçi ve köylülerin isyana yönelmesindeki en önemli etkenler olduğunu savunur. Filistin halkının büyük bir kısmı sömürgeci ve kapitalist baskılara karşı koyarken, isyanın liderliği genellikle çıkarlarını İngiliz yönetimiyle koruyan feodal yöneticilerin elindedir. Kanafani bu yöneticilerin hem sınıfsal hem de politik çıkarlarının isyanı devrimci bir başarıya taşımakta yetersiz kaldığını vurgular.
Aynı şekilde, Siyonist yerleşim hareketinin sömürgecilikle olan işbirliğine de dikkat çeker. İngiliz yönetiminin Yahudi göçünü ve toprak alımlarını kolaylaştırması Filistin toplumunda derin eşitsizlikler yaratarak isyanın temel nedenlerinden biri haline gelmiştir. Siyonizm, Kanafani’nin analizinde sadece bir ulusal hareket değil, emperyalizmin bir uzantısı olarak görülür. İngiliz emperyalizmi ve Siyonist yerleşimciler arasındaki bu işbirliği Filistin halkının direnişini tetikleyen en önemli etkenlerden biridir.
İsyanın başarısızlığına rağmen, Kanafani bu dönemin Filistin ulusal bilincinin oluşumunda ve gelecekteki direniş hareketlerinin şekillenmesinde kritik bir rol oynadığını düşünmektedir. İsyan sırasında ortaya çıkan devrimci bilinç ve kültürel figürlerin, özellikle de şairlerin Filistin halkını seferber etmede oynadığı role dikkat çeken Kanafani, isyanın bastırılmış olmasına rağmen, sonraki yıllarda Filistin direnişinin temelini oluşturan bir devrimci ruhun bu dönemden doğduğunu savunmaktadır.
Kanafani’nin siyasi düşüncesi ilk başlarda Arap milliyetçiliği, özellikle de Nasır gibi figürlerin etkisiyle şekillenir. Bu milliyetçilik sömürge karşıtı ve anti-emperyalisttir. Ancak bu dönemde Kanafani, Arap komünistlerinin Sovyetler Birliği’ne bağlılıklarını ve bu bağlılığın Arap dünyasının özgül ihtiyaçlarını çoğu zaman göz ardı etmesini eleştirmektedir. Sosyalizmi sadece ekonomik eşitsizliğe teknik bir çözüm olarak değil, bireylerin haysiyet ve haklarına derinden bağlı bir felsefe olarak gören Kanafani’nin ilk yazıları, sosyalizmin insani ihtiyaç ve değerlerden koparıldığında kapitalizm kadar insanlıktan çıkarıcı olma riski taşıdığı yönündeki endişesini yansıtmaktadır. Bu hümanist bakış açısı daha sonraki devrimci düşüncelerinin temelini oluşturur. Kanafani’nin sınıf mücadelesiyle ulusal kurtuluş kavramlarını dengelemek için verdiği entelektüel mücadelede Marksizm baskı ve devrimi anlamak için bir çerçeve sunarken, özellikle sömürgeleştirilmiş bölgeler bağlamında Marksizmin katı bir şekilde uygulanması eleştirilir. Filistin gibi yerlerde sömürgeciliğe karşı mücadelenin sınıfsal bölünmelerden daha acil olduğuna inanan Kanafani’nin görüşleri hayatının ilerleyen dönemlerinde daha incelikli bir Marksist anlayışa evrilir.[4]
Kanafani politik yazılarında özellikle Leninci ve Maocu fikirlerden esinlenerek Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme mücadelelerinin sadece işgalcilere karşı değil, aynı zamanda sınıf mücadelesi çerçevesinde ve anti-emperyalist bir devrimin parçası olarak ele alınması gerektiğini savunur. Silahlı mücadelenin ve devrimci bir öncü partinin kurulmasının zorunlu olduğuna inanan Kanafani bu mücadelede ulusal kurtuluşun işçi sınıfının öncülüğünde sağlanabileceğine inanır. Filistinlilerin sadece sömürgeciliğe karşı değil, sınıfsal adaletsizliklere karşı da savaşması gerektiğini savunur. Teorik yazılarında Filistin mücadelesini küresel sosyalist mücadelenin bir parçası olarak konumlandırırken, Filistin direnişiyle dünya çapında devrimi birlikte düşünür.[5] Özellikle Adamlar ve Tüfekler’de yer alan hikâyelerde silah, direniş, erkekleşme izleklerinin girift bir şekilde temsil edildiği görülürken, silah bu âlemin vazgeçilmez, asli bir unsuru olarak belirir. Silahlı mücadele fikri hikâyelerde de dolaşımdadır.
Kanafani’nin politik konumlarını ve edebiyatının “yerelliğini”, Filistinliliğini birlikte düşündüğümüzde, bu metinlerin Filistinli bir hayatın tecellilerini barındırırken aynı zamanda sömürge anlatısını bozan, sömürgeleştirilmiş bir halkın iradesini ortaya koyarak mevcut pratik ve anlatılara müdahale eden bir niteliğe de sahip olduğunu söyleyebiliriz. Kanafani hikâyelerinin önemli bir kısmında kesin bir kapanış gerçekleşmez; mevcut koşulların en vahim, zalim, boğucu, yıkıcı niteliklerinin sunulduğu metinlerde bile anlatı yapısı zulmün şiddetini mutlaklaştıracak, umudun ufkunu kapatacak şekilde kurulmaz. İster mazinin güzel ve artık kayıp veçhelerini ister geçmişin –hâlâ süren– travmalarını hatırlatsın, hafıza bu metinlerde sömürgeci silme girişimlerine karşı bir direniş aracı olarak kullanılır. Kanafani’nin hikâyeleri Nekbe ve sonrasını hatırlatırken, bu hatırlama kaybolmuş bir geçmişe duyulan nostaljiden öte, tarihi geri kazanmak ve geleceğe yönelik bir mücadeleyi inşa etmek içindir. Kanafani bireysel ve kolektif hafızayı sömürgeciliğe karşı yeniden direnişi örgütleyen bir araç haline getirmek arzusundadır. Sömürgeleştirilmiş halkı pasif mağdurlar olarak değil, özgürlük mücadelesinde iradelerini ortaya koyan (koyma potansiyeli olan) aktif bireyler olarak konumlandırmak için hikâyeler geleceğe dair yeni olasılıkları hayal eden bir direniş alanını canlandırır.
Politik konumuyla da paralel olarak Kanafani’nin edebi metinleri salt temsilin ötesine geçen direniş eylemleri olarak vücut bulmaktadır. Yazdıkları sadece Filistinlilerin mücadelelerini anlatmakla kalmaz, aynı zamanda sömürgeci baskıya karşı daha geniş bir mücadeleye katılmanın bir aracı olarak hizmet eder. Kanafani’nin eserleri, “pasif öteki” olarak dayatılan sömürge kimliğini reddeder. Sömürgeleştirilen Filistinliler sadece kurbanlar olarak değil, sömürgeci gerçeklikle yüzleşebilen, kurtuluş mücadelesinin aktif katılımcıları olarak tasvir edilir. Sabit bir kimliğin bu şekilde reddedilmesi Kanafani’nin yazmaya yönelik devrimci yaklaşımının kilit bir yönüdür. Özellikle Güneşteki Adamlar[6] gibi metinleri sömürgeleştirilmenin acısı ve aşağılanmasıyla yüzleşmenin izlerini taşır. Eserleri Filistinlilerin yerinden edilmesinin acı verici gerçeklerini ve mülteci olmanın getirdiği durgunluğu ifşa eder, ancak bu teşhir pasif değildir; bir eylem çağrısıdır. Güneşteki Adamlar’daki karakterlerin trajik ölümlerine yol açan tankın duvarlarına vurmadaki eksiklikleri, sömürgeci baskıyla doğrudan yüzleşmedeki daha geniş başarısızlığın sembolü olarak düşünülebilir. Bu “vurmama” eylemi, Kanafani’nin yazdıklarının kırmayı amaçladığı sömürgeleştirilenlerin sessizliği ve boyun eğişinin bir mecazı olarak işler.
Gündelik gerçekliğin bu kadar baskın olduğu bir edebiyatta semboller de sıkça kullanılır.Güneşteki Adamlar’da kızgın güneş ve su tankının içindeki boğucu sıcaklık hem Filistinli mültecilerin karşı karşıya kaldığı baskıcı koşulları hem de siyasi eylemsizliğin boğucu doğasını simgeselleştirirken, güneş tıpkı Filistinlilerin hayatlarını kısıtlayan siyasi güçler gibi baskıcı bir güce dönüşür. Bu metinde –ve birçok başka metninde de– doğrusal olmayan bir anlatım ve geri dönüş tekniği sıkça kullanılmaktadır. Güneşteki Adamlar’ın geri dönüşleri karakterlere arka plan sağlamak için kullanılırken, okuyucunun karakterlerin bireysel ve kolektif deneyimlerinin ağırlığını anlamasına olanak tanır. Bu parçalı anlatı, sürgün ve işgal nedeniyle hayatları parçalanmış olan yerinden edilmiş Filistinlilerin parçalanmış kimliklerini yansıtmaktadır. Semboller ve anlatı teknikleri kadar uzun süre iştigal ettiği gazetecilik söyleminin izleri de metinlerde belirgindir. Gündelik olanın sert gerçekliklerinin abartısız ama güçlü bir şekilde sunulmasında bu söylemden edinilmiş becerilerin rolü önemlidir.[7]
1960’ların sonlarına doğru Kanafani’nin anlatım tekniklerinde çeşitlenmelerin olduğu görülür. Karakterlerinin psikolojik ve duygusal yaşamlarını edebileştirmek için bilinç akışı ve çoklu anlatıcılar gibi modernist teknikleri kullanmaya başlar. Edebi yenilikle siyasi bağlılık arasında kurmaya çalıştığı yeni bir denge söz konusudur. Kişisel kayıpları, zaman, hafıza ve travmaya dair öznel deneyimleri kolektif yerinden edilme ve direniş deneyimine parçalı anlatı yapılarıyla teyelleyerek Filistin mücadelesinin edebi veçhesinin imkânlarını artırmak arzusundadır. İşgal altında ya da sürgünde Filistin deneyimlerinin psikolojik derinliğini tasvir etmek için modernizm devreye sokulmaktadır. Aynı zamanda içe bu derinlemesine bakış yeni alegori imkânları da sunmaktadır.
Türkçeye henüz çevrilmemiş olan All That’s Left to You (Ma Tabakka Lekum, 1966) novellası[8] bu bakımdan en güzel örnektir. Karakterlerinin, özellikle de Hamid ve Meryem’in iç mücadeleleri Filistin halkının karşı karşıya olduğu daha büyük varoluşsal ve siyasi krizleri aksettirmektedir. Çöl ve saat sembolizmleri aracılığıyla da zamanın kaçınılmaz geçişinin ve Filistin davasının aciliyetinin altı çizilir. Metindeki karakterlerin anıları kayıp ve sürgün travmasıyla şekillenirken sadece öznel alan değil, Filistin’in kolektif tarihi de harekete geçmektedir.[9]
Kanafani’nin novellalarında beden ve manzaralar hem acı hem de direncin alanları olarak tezahür etmekte. Güneşteki Adamlar’da beden –özellikle de erkek bedeni– Filistinlilerin çektiği acıların ve direnişin güçlü bir sembolü haline gelirken, üç karakterin çölde gerçekleştirdiği fiziksel yolculuk işgal karşısında hayatta kalmak için verilen daha geniş çaplı ulusal mücadeleyi yansıtıyor. Sert ve acımasız çöl manzarası Filistinlilerin topraklarını ve onurlarını geri alma çabalarında karşılaştıkları siyasi ve sosyal engellerin sembolü olarak belirirken, bu adamların yolculuktan sağ çıkamamaları, birçok Filistinlinin anavatanlarından sürüldükleri ve geri dönemedikleri ya da yeni bir gelecek inşa edemedikleri için hissettikleri umutsuzluk ve durgunluk duygusunu cisimleştiriyor.
Benzer şekilde, All That’s Left to You da toprağı, ulusal kimliğin hayatta kalma mücadelesine derinden bağlı olduğu tartışmalı bir alan olarak tasvir ediyor. Bu romanda çöl, yerinden edilmiş Filistinliler ile anavatanları arasındaki mesafeyi simgeleyen hem gerçek hem de mecazi bir bariyer görevi görüyor. Kanafani beden ve toprağı bütünleştirerek Hamid gibi erkek kahramanların işgale karşı aktif direnişi somutlaştırmasını, Meryem gibi kadın karakterlerin toprağın bereketli potansiyelini temsil ederek hem acıyı hem de yenilenme umudunu cisimleştirmesini mümkün kılıyor. Güneşteki Adamlar ve All That’s Left to You’da doğrusal olmayan hikâye anlatımının kullanılması Filistinlilerin kendilerini istikrar ve aidiyetten sürekli olarak mahrum bırakan bir dünyada gezinirken yaşadıkları kaosu ve yön kaybını vurguluyor.
Kanafani’nin novellaları cinsiyet dinamikleri bakımından da dikkate değer. Güneşteki Adamlar ve All That’s Left to You’da erkeklik Filistin ulusal mücadelesiyle yakından bağlantılı. Güneşteki Adamlar’da toprak kaybı ve geri dönememe, hadım edilmiş Ebu’l Hayzuran figürüyle sembolize edilen bir erkeklik krizi olarak resmedilirken, All That’s Left to You ulusal geri dönüş ve kurtuluş olasılığıyla bağlantılı, daha aktif ve doğurgan bir erkeklik sunar. Her iki novellada da kadınlar erkeklerin dönüşünü bekleyen toprakla özdeşleştirilen pasif semboller olarak tasvir edilir. Filistin erkekliğinin 1948 Nekbe’sinin ardından yaşadığı krizin ardından, 1960’ların ortalarında geri dönüş olasılığının belirmesiyle hem ulusal hem de eril kimliğin restore edilebileceği bir ufuk neşet eder. Erkeklerin hem ulusu hem de kendi erkekliklerini yeniden tesis etmek için iğdiş edilmenin üstesinden gelmeleri gerekir. Bu düşünce hem ulusal mücadeleyi hem Kanafani edebiyatını cinsiyetlendirir.
NOTLAR
[1] Elias Khoury, “Remembering Ghassan Kanafani, or How a Nation Was Born of Story Telling”, Journal of Palestine Studies, 2013, 42:3, 85-91.
[2] Ghassan Kanafani, On Zionist Literature, çev. Mahmoud Najib, Ebb Books, 2022.
[3] Ghassan Kanafani, The 1936-39 Revolt in Palestine, Committee for Democratic Palestine, https://libcom.org/article/1936-39-revolt-palestine-ghassan-kanafani
[4] Louis Brehony, Amira Silmi ve Ramzy Baroud et al, “Reflections on the Early Works of Ghassan Kanafani”, Arab Studies Quarterly 2024, 46(3-4):214-228.
[5] Louis Brehony, “Ghassan Kanafani and the Leninist Warriors of Palestine”, Arab Studies Quarterly, 2024, 46(3-4):189-213.
[6] Gassan Kanafani, Güneşteki Adamlar, çev. Mehmet Hakkı Suçin, Metis Yayınları, İstanbul, 2023.
[7] Kanafani’nin Güneşteki Adamlar’ına dair Sırma Köksal’ın K24’teki yazısı için bkz. “Biz Hâlâ Güneşin Altındayken…”
[8] Ghassan Kanafani, All that’s left to you: A novella and other stories, Interlink Publishing, 2005.
[9]Aida Azouqa, “Ghassan Kanafani and William Faulkner: Kanafani’s Achievement in ‘All That’s Left to You’”, Journal of Arabic Literature, 2000, 31 (2), 147–170.
Önceki Yazı
Isabella Hammad’ın icatları
“İlk romanında unutulmuş bir geçmişi yeniden kuran Hammad, ikincisinde Hamlet için güncel bir sahne inşa etmeye çalışıyor…”
Sonraki Yazı
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
“Dilerim Filistin Şiiri antolojisi yayımlanışının ellinci yılında gerçekten ama gerçekten okunur. Dikkatli bakılırsa, onda tüm Filistin’in trajedisi, direnişi ve bu süreçte belirginlik kazanan kavga şiirinin gelişim serüveni görülecektir.”