İnsanın aleyhine kendini kuran tarihe inat, yazmak
“HınçAHınç, Demâr, Serde ve Arif’in ilişkileri üzerinden anlatılsa da, çeperden merkeze bakan karakterlerin ölüm ve ihanetle, şikâyet ve intikamla sürdürdüğü 'yaşamak' mücadelesinin anlatısıdır.”

Figen Şakacı
HınçAHınç, Figen Şakacı’nın İletişim Yayınları’ndan çıkan son romanı. Dirençli bir aklın, gösterişsiz ve karşılıksız sevme biçimlerinin romanı HınçAHınç. Kanımca hınç kavramı her ne kadar hesaplaşmanın ve intikamın meşru görüldüğü bir hal ise de, roman ve karakterleri bağlamında ne ederse kendine edenlerin, bunu görüp anlatanların, zamana tanıklığın meşru halidir denebilir roman için. Travma değil tanıklık anlatısı olduğunu düşündüğüm romanda, travma anlatısının belirgin özelliklerinden olan tekrarlanan kurgu yoktur. (Anne Whitehead) Aynı zamanda yapbozlar, zaman ve mekân bükülmeleri, metinlerarasılık gibi post-modern edebiyatın öncelediği estetikle kendini gösteren bir yapı da görülmez.
Ancak anlar sayesinde katlanabileceğimiz gerçeklerin anlatısı olarak da okunabilir HınçAHınç. Şiddet, yoksulluk ve en önemlisi de acının suyu tükenmiş bir nehir gibi değil, gürül gürül bir akıntı gibi metne dahil edildiği görülür. İdeolojiler, kapitalizm, kültür endüstrisi ve daha pek çok yaptırım zorlantısının yıktığı değerler sisteminin çarkında parça pinçik insanın, vatandaş değil, “acısız bir varoluşu hak etmeyen varlık” olarak yaşantıları vardır. Okur hem bu yaşantıların anlarına derinden bir bakışa hem de edilen yeminlerin hükümsüzlüğüne dahil olur.
“En keskin kalleşliklerin güler yüzle kıyametini beklediği, küskün ve kırgınlar ile birbirlerine borç takıp iftira ataların aynı tezgâhın başında zerzevat seçerken pahalılıktan yakındığı” (s. 14) anlatı sosyolojik yönden de pek çok ipucu barındırır.
Açık bir bilinç ama bulanık ruh halleriyle şiddetin olağanlığı
HınçAHınç, Demâr, Serde ve Arif’in ilişkileri üzerinden anlatılsa da, çeperden merkeze bakan karakterlerin ölüm ve ihanetle, şikâyet ve intikamla sürdürdüğü “yaşamak” mücadelesinin anlatısıdır. Figen Şakacı öfkenin de toplumsal hafızaya ilişen yanını gözler önüne serer.
Sokağın evden kaçmak isteyenlere tanımadığı fırsatlar bir çarpıntıdır satırlarda. Düzensiz ritimli kalp atışlarıyla satırlar satır aralarına iliştirilmiştir. Bu nedenle sokağın kalp atışı derinden işler okura. Küt, kütküt, küt. Küüüüt. Kütküt.
Saklanan değil direnen kelimelerle sürer çarpıntı. Şiir bilgisinin sokak tecrübesiyle bütünleşmesi ise bu çarpıntı, o vakit bir çarpıntı da Cemal Süreya’dan eklensin. “Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka, keşke yalnız bunun için sevseydim seni”
Dilin sahnesinde görmenin anlatısı
Hemen anlatmak değil tahminlerle, duygu ve aklın aralığında salınmaya imkân veren, hanidir boğazımıza düğümlenen sessizliğin, susmanın da kilidini açan bir dille karşılaşılır romanda.
En uzun diyalogların cümlelerle değil sorularla ilerlediği aile, toplum ve iletişimsiz ilişkiler ağında, geçmiş yorgunlarının ve en önemlisi sis perdesinin ardından bakanların hakikati aradığı dil yeltenmeleri, sokağın arka yüzünde ışıldayan gözler gibidir. Yalansız cevaplar için yürünen yolda, hayatın ertelenen eş seslerine olanak sağlayan bu anlatı dili kocaman bir sahne kurar romanda. Kitap bittiğinde dilin sahnesi geçmez. Hayatın içinden uçup gelen harflerin romanın ritminde kendi alfabesini yarattığı bir dildir bu çünkü.
“Sokakta geçirdiği zamanı, günlerce, haftalarca dadandığı sokakları, takibe aldığı tanımadığı insanları bu dünyaya tıkıyor, kendi ritminde döndürdüğü bir atlıkarıncaya biniveriyordu.” (s. 123)
Sokak gibi, yaşamak gibi içinde sürüklendiğimiz bir dil değildir bu; içinden geçtiği zamanı, yaşantıyı, sıradanlığın içinden dile kaldıran bir dildir. Evet, dile kaldırmak: Gündelik ve sıradan olanın, göstermenin alanından görmenin alanına geçen, yani insan denen varlığı kendinin, dilinin dışındakilere açan, yükselten dil. Okura da yeni bir göz olan dil.
Nedenli yıkılmaların kahramanları
HınçAHınç değindiği konular ve karakterleri bağlamında da önemli detaylar barındırır. Aile, iletişimsizlik, haksızlık, şiddet, evlilik, kapitalizm, sevgisizlik, fırsatçılık, fitne, fanatizm, tüketimin topluma etkileri, siyasalın eleştirisi, “hem ücrada hem her türlü mecrada yer almayı başaranlara” ve tanınmış ve şöhret olanlara duyulan öfke, kentsel dönüşüm ve normalin imkânsızlığı gibi pek çok konuya değinilmiştir.
Gelecek kaygısı duyan değil geleceği olmadığına inanmış/inandırılmış ve bir de yoksul olan üç gencin, Serde, Arif ve Demar’ın arkadaşlığı belki de kankalığı çerçevesinde, dilin içinden geçirilen hayatlar gezinir romanda. İlk harfinden sonrası zamansız ölümlerle, keşkeler ve gecikmiş hesap sormalarla sürer.
“A’yla başlar, gerisini o istediği gibi tamamlardı.” (s. 123)
Roman modern zamanın insana “armağan” ettiği kaçınılmaz olanı, yalnızlığı, yaşamsal dinamiklerin içinden aktarır.
“Yalnızlığın en konforlu hali dibinizde bitenlere karşı küfür savurmak, bu nasıl bir güvense onların asla çok uzağa savrulmayacağını bilmektir.” (s. 84)
“Kimin boynuna sarılacağını değil, evini elinden alamaya kalkacakları nasıl alt edeceğini düşün.” (s .48)
“Bu türden suskunlukların arkadaşlıkta beni bırakma anlamına geldiğini bilecek kadar olgundu.” (s. 68)
Şiddete, ihanete, öfkeye, sokağa, göz ardı edilmeye ve daha pek çok ertelemeye yakın, en çok da kendilerine uzak, yardım istemeyi bilmeden büyümüş, isyana meyleden dilleri, imkânsıza dolanan yolları ve her akşam aynı durağa varan hayatlarıyla küfrün, öfkenin, hırs ve ihanetin kol gezdiği arkadaşlıklarıyla nedenli yıkılmaların kahramanı karakterleriyle dikkate değer bir romandır HınçAHınç.

Hikâyeye merakla başlayan, bir sonuca ulaşmasa bile iz sürerken hissettiği heyecanı yaşantıdan sanan karakterlerin inandığı hikâyelerle ilerler roman. Benzer sıkıntılara, zorluklara sığmak zorunda kalan, evden çıkarken yüzüne teyellediği gülümsemeyle bahtiyar sanılan bu karakterlerin sezgi, algı ve hayatla hizaladıkları halleridir bu inandırıcılığı sağlayan. Dünyaya yabancı bir anlatı değildir HınçAHınç. “Başkasının başından geçenleri kendi deneyimi sanıp ballandırarak anlattığı o anların içine dalmıştı.” (s. 122)
Bazı karakterlerin doğrudan şiddete dahil edilip diğer bazılarının müdahil özneler olarak metinde yer alması yoksulluğun, hınç’ın, kötülüğün, anlaşılmamanın ve tanıklığın cümlelerinin farklı karakterlere bölüştürüldüğü bir yapıyı da destekler. Şehrin kaosunda değil de kendi kozmosunda ilerleyen ve her kornada irkilen karakterleriyle roman, şiddeti, yapısal eşitsizlik, adaletsizlik ve sosyal dinamikler bağlamında aile yapısı içinde de ele alır.
Dilin mi sahneyi, sahnenin mi dili kurduğu konusunda düşündüren ama nihayetinde Yeni Mahalle’nin kaynayan karanlığını bilerek görmezden gelenlere yani insanın aleyhine kendini kuran tarihe inat yazılan bir roman.
Roman kahramanlarına kısaca değinmek pek mümkün değil, çünkü hepsi çok renkli karakterler, ancak renklerinden kısaltarak bahsedecek olursam…
Serde: “Uzaktan bakanlar için bir leke, pür dikkat kesilenler için burnu sıyırıp geçen karasinek, eli yükselten hocalarının hiperaktif tanısı koyduğu, muhtar dahi olamaz dediğiniz memleket yönetiyor, bakarsın ben de bi taçsız kral olurum” diyen Serde. (s. 11) Demar’a çok âşık, futbolcu olup ünlenecek, ahdı var.
Arif: Çıtayı ne kadar yükseltirse yükseltsin, “gerçeklerin elindeki iki simit bir poğaça torbasından ona baktığı, simitçinin önünde sıra bekleyen takım elbiselileri görünce içine su serpilen”, damarlarında kan yerine kin akmayan nesli beğenmeyen bir adamın oğlu Arif. Babasının şerefsiz dediği herkesi temizlemek için intikam yemini eden.
Demar: Serde’nin baş koyduğu hayallerin yanına kıvrılmaya bayılan ve Serde ile anları sürdürdükçe sündüren Demar. Fotoğraflardan geçmiş kuran, annesiz kızların öfkesinin temsili. “Yalnızken düşündüklerini beğenen, söylediğinde büyüsünün kaçtığını düşünen, dünyaya gelmişken mala bağlamak istemeyen, kafasına takılanların peşine düşen, Hayal Hanım’ın her şeyine koşan, eşe dosta hemşerisi olarak tanıttığı” hizmetçi Demar. İyiliğin, ötekinin gözü için yapıldığının farkında kahraman. Temizlikçinin mürekkep yalamış olanı, kaytan bıyıklı Bekir’e abone, patronu Hayal Hanım’a yazdığı mektup mutlaka okunması gereken Demar. (s. 37)
Gülistan: “Uzlaşmazlığın en güzel haliydi huysuzluk” (s. 47) cümlesine hakkıyla sığan Gülistan. Kentsel dönüşümle dönüştürmediği geçmişini satılığa çıkaran oğlunun yıktırdığı evde, “hatırlamak istemediklerini yaşlılıkla, unuttuklarını yeisle açıklayan”. Kanımca, cama tüneyen Barones Gülistan.
Mama: İnce dudaklarının arasından bir kelimeyi her hecesine basarak çiğneyen, muhatabı olan hitaplarla değil, iki içe bir dışa konuşan. Koğ Ga! diye ünleyen. Yarım hikâye gibi duran Mama, çözülemeyen bilmece ve aslında sokağın ertelediği hatıra olan Mama.
Karagöz: Müzmin alacaklı. Sokağa terk edilmiş kedi. Kimseyle muhatap olmayan, her canım cicim diyene pas vermeyen, Gülistan’ın başından aşağı boca ettiği mamaları yiyen Karagöz. Feleğin çemberine Gülistan için giren, âşık Karagöz. Kapıcı ve bakkaldan başkasına açılmayan Gülistan’ın kapısını gözetleyen, bakkala uzatılan sepete atlayamadığı için dert sahibi olan.
Ananın A’sı: Kitabın en önemli, yazarın gözüne, diline alan açan karakteri Ananın A’sı. Şehre nüfuz edemeyen, şimdi’yi herhangi bir anda sabitleyemeyen karakteri. Zihninde dersleri hep boş geçen, beklediği öğretmeni gelmeyen, geçmişi bugüne hizalayan karakter.
Kansu: “Sokağın omuz başına teyelli Yücespor stadının Adonis’i Kansu.” (s. 14) Stattan en son çıkan, her maçtan sonra kızlar üzerine atlasın diye ıtırlı parfümler sürmesine, papaz eriği gibi mevsiminde parlayan gözlerine rağmen sahada star, barda ayyaş Kansu. Rutubetli bir yalnızlık Kansu.
Üveyik: Demar’ın üvey annesi, “Sen tam kaidesine oturmuş, imar iznini torpille almış, kaçak tapusunu alnımın ortasına dayamış şapşahane bir analıksın”. (s. 74)
Ailelerinin anlamak yerine terbiye etmeye çalıştığı Serde, Demar ve Arif’in akşam kepenkler indikten sonra biriktikleri yer Tekin’in Orası’nın, yabancının, yabancıyı yerinden eden yabancının, Sami abi ve hatta bir market arabasının bile diyeceği olan bir karakter olduğu bir roman HınçAHınç.
Kendine inanan hikâyeler ve durdurulabilen bir zamana olanak sağlayan cümleler
Son olarak, ortak anılara eklenen bir anlatı diyebiliriz HınçAHınç için. Çünkü yazarın içindeki seyirci dönemin tanığı, belki de bizizdir. Tanık, yok tanık, hep tanık bağlamından bahsedilebilir. Tanığı metnin dilinin içinden geçiren yazar, okurun kararsızlığıyla ya da tarafsızlığıyla ilgilenmez.
Net çizgilerle hizanın yeniden kurulması için hakikat yönüne dönen bir çarkın işlemesini daha değerli bulan bir sezgi de gezinir metinde. Bağlanma, inanma ihtiyaçlısı insanın hikâyesine hakikatin sezgisel diliyle ilişir ve bu sayede yaşananlara seyirci kalmayı seçenler için de unutmamanın perdesini aralar.
Bağlanma, inanma ihtiyaçlısı insanın hikâyesine hakikatin sezgisel diliyle ilişir ve bu sayede yaşananlara seyirci kalmayı seçenler için de unutmamanın perdesini aralar.
Romanın dikkate değer diğer yanı gücünü inandırmaya ihtiyaçlı hikâyelerden almamasıdır kanaatimce. Çünkü anlatı adaleti, sahnesi ve hafıza deneyimleri çoğul perspektiflerle kurulmuş bir yapı içindedir ve kendine inandığı için inandırma gayretine girmeyen hikâyeler kurgunun da dilin de sahnesini güçlendirmiştir. Ayrıca gücü uzun bir hikâyeden bile etkili olan cümleleriyle durdurulabilen bir zamana da olanak tanır HınçAHınç.
“Kırmızı bir gül satın aldı; eve gidene kadar burnunda tuttu durdu da, gülün kokmadığına bir türlü ikna olmadı.” (s. 98)
“Ananın A’sı bir daha eve dönmeyeceğini biliyordu/oturduğu yerde ayakkabılarını çıkarıp çok uzağa fırlattı.” (s. 125)
Ve sorularla yeni düşünme alanları açar.
Gelecek planları arzuya, aşka dahil midir?
Karmaşa ve kalabalıklarda açığa çıkan şey, insanın hangi yanının temsilidir?
Önceki Yazı

Uykuya Yatmak:
“Ne demeli şimdi, nasıl başlamalı? Unutuşu, nisyanı konuşalım.”
“John Berger ile Katya Berger, Mantegna’nın sanatını biçimsel ve nicel analizlerle sınırlamadan, ressamın yaşamını, düşünce dünyasını, sanatsal pratiklerini ve döneminin estetik anlayışını kapsamlı bir şekilde ele alıyorlar.”
Sonraki Yazı

Haftanın vitrini – 15
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Cihan Harbinin Cephe Gerisi / Geçmiş Gelecektir / Karanlık Ekoloji / Konstantiniyye Seyahati / Milanolu Kız / Muharrir ve Edip Hüseyin Cahit / Osmanlılardan Önce Anadolu / Tanrı’nın Yalnız Çocukları / Yan Yana Durduğumuz Zamanlar / Yapamadım ve Yapmayacağım