• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Hayat dalgalar gibi üstlerinden geçti… mi?

“Bu mektupları, 'bir şair ve yazar adayının kanat çırpmaları' diye okuyabilir miyim? Bülent Ecevit, kolejdeki son yıllarında yazmaya ve yazdıklarını okulun edebiyat dergisi İzlerimiz’de yayımlamaya başlamıştır. Grubundaki arkadaşları da edebiyata, sanata meraklıdır. Ancak ilk mektuptan başlayarak yazamamaktan yakınır.”

Bülent Ecevit

GÜVEN TURAN

@e-posta

ELEŞTİRİ

21 Aralık 2023

PAYLAŞ

Profesyonel bir okur olarak her yıl elimden geçen kitaplar arasında çok iyi, çok önemli diye adlandırdığım kitaplar bulunuyor. Okumaya başlayıp daha ilk satırlarında “Vay canına!” dediğim kitaplar çok nadir çıkıyor karşıma. Bu “vay canına” kitaplar, kabullendiğim bilgileri, düşüncelerimi sarsalayan kitaplar oluyor.

Her tür olabiliyor bu kitaplar: Kurmaca ve şiir de olabiliyor; ilgi, okuma alanıma giren kurmaca dışı kitaplar da. Bu yıl yayımlanmış kitaplar arasında bana şu “vay canına” ünlemini kullanmaya yol açtıran kitap Hayat Dalgalar Gibi Üstümüzden Geçecek/Bülent Ecevit’ten Tunç Yalman’a Mektuplar. Yayına hazırlayan Alper Çeker (Timaş Yayınları, 2023). Alper Çeker kısa bir “Takdim” yazısıyla açıyor kitabı. Mektupların Tunç Yalman’ın ölümünden sonra bir sahaf vasıtasıyla eline geçtiğini söylüyor. Mektuplar ne kadar önemliyse, kitabın kuruluşu o kadar yetersiz. Nedeni belki de bizde mektup “edebiyat”ının son derece zayıf olması... Yan yana hepsini dizseniz, on metreyi bulacağından bile kuşkuluyum. Çoğunlukla, eldeki mektuplar Alper Çeker’in yaptığı gibi, art arda tarih sırasına diziliyor, kurulmuş sayılıyor. Oysa günümüzde mektupların yayıma hazırlanması ciddi, akademik bir çalışma. Meraklısı, örneğin basımı hâlâ sürmekte olan T. S. Eliot’ın mektuplarını (Faber) inceleyebilir. Mektupların, özellikle el yazısıysa, okunması da çok ciddi bir çalışma. Neyse ki Ecevit’in gençlik el yazısı bir hayli rahat okunan bir yazı; çok büyük yanlış okumalar yok. Yanlışların büyük bir kısmı basit, rahatlıkla okurken düzeltilecek türden. Açıklamalarsa bence yetersiz. Kitapta daha geniş bir “kim kimdir” yer almalıydı. Ve bir de kaçınılmaz olarak bir dizin.

Hayat Dalgalar Gibi Üstümüzden Geçecek
Bülent Ecevit'ten Tunç Yalman'a Mektuplar
Hazırlayan: Alper Çeker
Timaş Yayınları
Kasım 2023
368 s.

Kitaplardaki mektuplara geçmeden bir “tür” olarak mektuba kısaca değinmek istiyorum. Bulunduğumuz ve bağlı olduğumuz coğrafya ve tarih içinde, mektup türünün yazının yerleşmesiyle başladığını rahatça söyleyebiliriz. Dikkat çeken ilk mektuplar çiviyazısı tabletlerde ağırlıklı olarak ticaret mektupları ve hemen ardından gurbetteki (Mezopotamya devletleriyle Anadolu devletleri arasında) tüccarların eşleriyle yazışmalarıdır. Ağır çeken entelektüel mektuplar için (gerçi Antik Yunan’dan örnekler verilse de, bunlar ya sahte olduğundan kuşku duyulan işler ya da metin parçalarıdır) Latinleri ve özellikle Ciceron’un bin mektupluk derlemesini beklemek gerekir. Ve ardı da gelir. Latin edebiyatı manzum mektubu da icat eder… Öyle ki, Rönesans’ın ön hazırlayıcılarından Petrarca’nın Genel Konular Üzerine Mektuplar’ı ya da Yaşlılık Mektupları, gerçek kişilere sesleniyor olsa da düpedüz denemedir. Deneme sözcüğü ve havası da icat edilmediği için mektup denmiştir. 17. yüzyıldan başlayarak Fransız ve İngiliz edebiyatlarında mektup romanlar almış başını gitmiştir. 20. yüzyılda bile mektup-deneme, mektup-şiir, mektup roman süregelmektedir. Mektup ve onun eşi olan günlük yayınları Batı dünyasında bugün de önemli bir yer tutmaktadır. Ne var ki, “şiir ölüyor”, “roman ölüyor”, “opera öldü” gibi savlara her zaman gülüp geçsem de, “e-mail”in mektubu öldürdüğüne inanıyorum.

Bülent Ecevit, Robert Kolej mezunu. Yıl 1944.

Geçmişi ve geleceği bu kadarla bırakıp gene Ecevit-Tunç Yalman mektuplaşmasına geri dönebiliriz. Kitaptaki ilk mektup 17.8.1944 tarihlidir. Bülent Ecevit bir Amerikan okulu olan Robert Kolej’de ortaöğrenimini tamamlamış ve Ankara’ya, baba evine (!) dönmüştür. Ev Ankara içinde değildir; uzak, erişimi zor (bugünün Ankarası’nı bilenler için bu tuhaf gelecektir) bir “kır evi”dir. Ve 19 yaşındadır. Son yılını (mektuplardan öğreniyoruz) okulda değil, bir pansiyon odasında geçirmiş ve Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nden Rahşan’la tanışmıştır. Bu sözcüğü kullanmasa da âşık olmuştur! Vurgulanmamış olsa da bu mektubun Tunç Yalman’dan gelen bir mektuba yanıt olduğunu seziyoruz. Ve “İçimde kabaran saçmalıkları…” diye başlıyor. Ve Ankara’ya, baba evindeki yaşamına, tanıdığı kişilere veryansın ediyor. Varsa yoksa İstanbul ve kolejdeki arkadaş grubu. Tıpkı Servet-i Fünun’cular gibi çiftlik kurmak, yabancı ülkelere gitme hayalleri içinde! Orhan Veli’nin “umurunda mı dünya” diye tanımladığı bir tavır sergiliyor ilk mektubundan başlayarak… Mektubun tarihine bakar mısınız tekrar? 17.8.1944! İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı yılları. Haydi, diyelim Pasifik çok uzaklarda ama Avrupa cephesi toz duman! Kuzey Afrika da… Savaşa dair tek satır yok Ecevit’in ne bu mektubunda ne de 5.5.1946 tarihli mektubuna kadar sonraki mektuplarında! Oysa siyasetin merkezi diyeceğimiz Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde çalışıyor. Orayla ilgili yazdıkları çoğunlukla alayla andığı kişiler. Bir de aldığı paranın azlığından yakınıyor. Son derece karmaşık, duygusal, tepkisel, ne yapacağına bir türlü karar veremeyen bir kişilik gösteriyor 1944 hatta 1945 mektuplarında. Ne okuyacağına bile karar veremeyen biri: Hukuk’la başlıyor, Ziraat istiyor, Klasik Filoloji’ye kayıt yaptırıyor, sonra İngiliz Dili ve Edebiyatı’na yazılıyor (ikinci sınıfa alıyorlar)… 1974’te arka arkaya savaş kararları alan kişiden ne kadar uzak bir kişiyle karşı karşıyayız burada! Kafka’ya fark atan bir “baba düşmanlığı” sürekli karşımıza çıkıyor.

Tunç Yalman

İlgisizliği sadece İkinci Dünya Savaşı’nın gidişatına değil. İç politika uzunca bir süre mektuplarda yer almıyor. Oysa dönem sert bir otokratik baskı rejiminin en keskin yıllarıdır. Ve anlaşılan dönem kabinesinde bakan olan babasına kızıyor olsa da, İsmet İnönü yönetimine bir tepkisi yok. Hatta 30.9.1945 tarihli mektupta, hafiften muhalefet yapmaya başlayan Vatan gazetesindeki bir haber nedeniyle (Vatan, Tunç Yalman’ın babası Ahmet Emin Yalman tarafından çıkartılan ve Tunç Yalman’ın de bu tarihlerde katkıda bulunduğu bir gazetedir) çatıyor arkadaşına. Zaten kendi ailesine ve Rahşan’ın ailesine mutaassıp diyor ama kendisi de bir hayli tutucu bir ahlak sergiliyor. Tunç Yalman’la Altemur Kılıç’ın (Demir) yer aldıkları Sinema Haftası dergisini “müstehcen” diye adlandırması hoştu doğrusu! Benim gördüğüm Sinema Haftası dergisindeki fotoğraflar Hollywood gibi o dönem evli olmayan oyuncuların öpüşmelerinin bile yasak olduğu filmlerden alınma kareleri içeriyordu!

Pekiyi bu mektupları, “bir şair ve yazar adayının kanat çırpmaları” diye okuyabilir miyim? Bülent Ecevit, kolejdeki son yıllarında yazmaya ve yazdıklarını okulun edebiyat dergisi İzlerimiz’de yayımlamaya başlamıştır. Grubundaki arkadaşları da edebiyata, sanata meraklıdır. Ancak ilk mektuptan başlayarak yazamamaktan yakınır. Yazamamaktadır, çünkü baba evinde bir baskı altında yaşamaktadır. Ankara’da yalnızdır. Rahşan’la görüşememektedir, vb. vb. Gene de şiire yaklaşmaya çalışmaktadır. Rilke’nin Genç Bir Şaire Mektuplar’ından geniş bir alıntı yapar ve kitabı birkaç kez önerir. 10.11.1944 günlü mektubunda patlar sonunda: “Sen bana bilmem hangi şairden, bilmem nasıl şiirden, hayatın açtığı yahut açmadığı anlardan bahsediyorsun.// Bende yok artık öyle şeyler. Şiir, benim için, insanın ara sıra hatırlayıp da içlendiği bir hatıra oldu. Hayat, felsefesi, psikolojisi yapılamayacak kadar kuru bir şey.” (s. 186) Bu şiiri yadsıma hali sürer. 28.2.1945 günlü mektubunda daha da sertleşmiştir: “Şiiri (yahut insanları) artık o kadar aşağı görüyorum ki!” (s. 242). Aynı günlü mektupta bir roman yazdığından söz ediyor ama bu konuya bir daha hiç değinmiyor sonraki mektuplarda. (Ne var ki eldeki mektupların satır aralarından bazı mektupların kayıp olduğu izlenimi ediniyoruz. Bunlar Tunç Yalman’a mı ulaşamamıştı, terekesi dağıldıktan sonra sahafa mı?) 23.4.1945: “Şiir yazıp da ne olacak. İnsanlığa hizmetse, değil.” (s. 268) Ben de şunu itiraf etmeliyim: Bana göre Bülent Ecevit şiirler de yazmış bir yazardı ama şair değildir. Yukardaki alıntılar da bunu işaret ediyor zaten. Keşke şu Osmanlı’nın “müteşâir” tanımı bugün de kullanımda olsa! Ancak bana birinci mektupta hem “vay canına!” hem “vah vah” dedirten iki nokta var. Bülent Ecevit, o coşkun (36 sayfalık) ilk mektubunda iki kısa “oyun” yazıyor: İki mükemmel “absurd” oyun örneği. Daha Ionesco ortada yok. 1950’de görünecek!

Bülent Ecevit ve Rahşan Aral nişan törenlerinde, 1945. Sağda mektuplardan bir sayfa.

5.5.1945 tarihli mektupla birden hava değişiyor! Bu mektup benim 1960’lı ve ‘70’li yıllarda tanıdığım, 1950’li yıllarda yazdıklarını ilgiyle okuduğum Bülent Ecevit’i getiriyor bana ve “vay canına!” demiyorum!

Nasıl? İşte alıntı: “Tunç,// Ben de yazmak istiyorum ama, elime kalemi alınca bir tuhaf oluyor, söyleyeceklerimi söylemek için onun yetişmesini bekleyemiyorum, o kadar ki yazım kelimeler ifade etmekten çıkıp eğri büğrü çizgiler oluyor, ben de kızıp yırtıyorum.……….// Bu sefer de daktilo ile yazmayı bir deneyeyim bari dedim.” Ve ilk kez daktiloyla yazmaya başlar. Bülent Ecevit sadece Latin alfabesiyle yazan ilk kuşaktı sanırım; buna mektupların derleyicisi de değiniyor ve sanırım özel mektuplarda bile daktilo kullanmaya başlayan ilk kuşaktı onlar. Bir türlü yazmadığım ama sık sık aklımdan geçen: El yazısıyla yazmak, daktiloyla yazmak ve bir sözcük işlemciyle yazmak, kişiyi ayrı ruh haline ve yazar kişiliğe sokar. Benim bildiğim, Bülent Ecevit (benim için tanıştığım 1966’dan başlayarak, Bülent Bey) daktilo kullanan yazarlardandı. Internet kullandı mı? Acaba “e-mail” gönderdi mi?

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Alper Çeker
  • bülent ecevit
  • hayat dalgalar gibi üstümüzden geçecek
  • Tunç Yalman

Önceki Yazı

ELEŞTİRİ

İkinci Dünya Savaşı hâlâ güncel

“Son yıllarda şahit olduğumuz pek çok gelişmeyi İkinci Dünya Savaşı sonrası hâkim olan ‘Batı demokrasileri paradigmasının’ çözülüşü olarak okumak mümkün. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşı vesilesiyle sıklıkla İkinci Dünya Savaşı tarihine göndermelerle karşılaşıyoruz. Bugünlerde en sıcak gündem olan İsrail-Filistin çatışmasının gerisinde de, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeni var.”

NURAY MERT

Sonraki Yazı

ELEŞTİRİ

Cambaz ve trapez

“Cambaz, akrobasi, trapez ve çift ilişkisi. Bu izleğin biçimde hafif içerikte ağır, hatta trajik olarak anlatılması, sirklerin palyaçoları da kapsayan birer kara delik oluşturduğuna ilişkin arka plan, tiyatro oyunlarının o iskeletsi dili... İçeriğin biçimi bu kadar aştığı yapıt az bulunur.”

NECMİYE ALPAY
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist